Keşke dememek için…(Köşe yazısı 19.11.2019 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ

davutgulec@hotmail.com

Bugün size, üç ayrı arkadaşımdan gelen, yazanları belli olmayan ancak sosyal paylaşım üzerinden ‘alıntı’ olarak gönderilen üç güzel olayı size  belki ‘keşke’ dememek ya da ‘ halinize şükretmek’, titreyip kendinize gelmek için yararlı olur düşüncesiyle paylaşıyorum.

***

Pide ve lahmacun fırınım var. Öğlen oldu mu yüzlerce kişi kapıda sıradalar. Neyse sırası gelen sipariş veriyor, ben alıyorum ücretleri kasada. Şimdi sıra küçük bir kız çocuğunda. Bir avuç bozuk para bıraktı masaya. ‘Bir tane cantık abi’ dedi. ‘Kıymalı olsun’ diye de ekledi. Ama 25 kuruş yok içinde. Hepsi 5-10 kuruş, bilmem ki nereden bulmuş. Hem güldüm, hem saydım. Aslında parasız vereceğim önemli değil ama o da üzülmesin diye böyle yaptım. Ama nerdeeee, yok ki yarım pide parası bile.

‘Çok mu acıktın, geç bakalım’ deyip içeriye aldım. ‘Abi ben yemeyeceğim, bunu anneme götüreceğim’ dedi. Yüzümdeki gülümseme o an da gitti. ‘Dedim annen mi istedi ki?’ Hasta olmuş annesi, bu da çıkmış açtır annem demiş. Bize gelmiş. İçerisi müşteri dolu. Ama içimde nasıl bir duygu oldu. Nedense paket yapıp çıktık kapıdan ikimiz.

Doğruca onun evine varmak bir an önce isteğimiz. ‘Baban var mı?’ dedim. ‘Yok’ deyince bizim temizlikçi ablalardan birini aldım yanıma. ‘Arabaya binelim mi?’ dedim, ‘yakın evimiz abi’ dedi. Ne yakını. Taaa kent meydanının arkası. Dönüşte taksi çevirdim valla. İçimden de diyorum ‘’Oğlum, düştün bir çocuğun peşine, bakalım nereye? Dilenci midir, üç kağıt mı yaptı. Dükkanı da bıraktırdı’’. Vardık evine.

Bir zemin kat altında bir yere. Müsaade istedi bizim abla . Bende vardım yanına. Bir anne gördük yatak da. Ama kadın gözlerini açamamakta. Korktu bizi görünce. Kalkmak istedi, ama sanki ölüm hali var idi. Hastane de imiş. Dün gece eve gelmiş. Kanser tedavisi gördüğünden halsiz kalmış. Aldığı maaş ile bu eve sığınmış. Kocası diğer iki çocuğu alıp boşanmış. Bu ablaya da küçük kız kalmış. Pide getirdik iyide. Kadının yiyecek hali nerde? Yanımdaki bizim abla ‘yapayım dedi bir tencere çorba.’ Ama ne un var ne de yağ mutfakta. Bari bir buzdolabı olsa. Doktor arkadaşımı aradım. Uğradı sağolsun. Alışveriş falan yaptık. Buzdolabını da aldık. Biraz da para bıraktık. Aaaa dükkan vardı, vallahi hiç aklıma takılmadı.

Dönünce baktım ki ne hamur kalmış, ne kıyma. Satılmış vallahi de billahi de ne varsa. Sayıyorum kasayı, sanki biri gelmiş para atmış fazlaca. Okurdum, duyardım ama inanmazdım. O günden beri ben ablayı bırakmadım. Sizlere yemin ediyorum halâ akşam oldu mu fazla fazla sayıyorum. 7 gündür böyle, size anlattım ama korkuyorum da ‘gidecek bereket ‘diye.

Ama tüm mesele, ‘bir pideyi al git’ demekte değilmiş. Üşenmeyip ayağa kalkıp bir muhtacın evine gitmekmiş. Kapıya geleni kim yolladı şimdi anladım. Dün gece sabaha kadar vefat eden babamın seccadesinin üstünde ‘’Allah’ım daha çok yolla’’ diye yalvardım…(Alıntı)

***

Doğum günüm vesilesiyle son yıllarımda hayatla ilgili öğrendiğim en önemli şeyi paylaşmak istedim; doğru yolu bulabilmek için kendini hayatın akışına bırakabilmek, bunun için de içindeki sesi dinlemek. Bu yolculukta, çalışmak, çalışmak en önemlisi kendin olmak.. Bunları derken aklıma Simurg’un hikâyesi geldi. Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg nam-ı diğer Zümrüdüanka Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş.
Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, Kafdağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş.
İstek (heves), aşk, marifet, istisna, tevhid (birlik), hayret ve yokluk vadileri.
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar.
İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş.
Aşk Denizi’nden geçmişler önce…
Ayrılık Vadisi’nden uçmuşlar…
Hırs Ovası’nı aşıp Kıskançlık Gölü’ne sapmışlar…
Kimi Aşk Denizi’ne dalmış kimi Ayrılık Vadisi’nde kopmuş sürüden…
Kimi hırslanıp düşmüş ovaya kimi kıskanıp batmış göle…
Önce bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp.
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış).
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış.
Baykuş, yıkıntılarını özlemiş, Balıkçıl kuşu, bataklığını.Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen altıncı vadi ‘Şaşkınlık’ ve sonuncusu vadi ‘Yokoluş’ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kafdağı’na vardıklarında geriye 30 kuş kalmış.
Sonunda sırrı, Bilgi Ağacı’ndaki sözcüklerde çözmüşler: Farsça ‘Si’, ‘30’ demekmiş… ‘Murg’ ise kuş…
Öğrenmişler ki; Her biri de Simurg’muş.
30 kuş anlamış ki, aradıkları sultan kendileri ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuk. (Alıntı)

***

Muhammed Ali hayata gözlerini yumarken söylediği son sözleri;
“Bu hayat sanaldır. Dünyayı dize getirdim, bana huzur vermedi. Allah (CC) bana bir hastalık vererek şampiyonun kim olduğunu hatırlattı.”
Hayatımızı başkalarının hoş görmesi için değil, Kainatın yaratıcısı Allah’ın hoş görmesi için yaşayalım…
Ne güzel özetlemiş. Mekanın cennet olsun Muhammed Ali. (Alıntı)

Bir yanıt yazın