YRP’li Erbakan, Bekin ve Aydal ile Gelecek’ten hükümlü infazları, Özcan’dan güncel değerlendirme

Gelecek Partisi: ‘’Covid-19 nedeniyle başvurulan hükümlü infazlarının ertelenmesi uygulaması devam etmelidir’’

Gelecek Partisi 7242 sayılı kanun kapsamında Covid-19 nedeniyle geçtiğimiz yıl başlayıp bugüne değin çeşitli düzenlemelerle Adalet Bakanlığınca 9 kez uzatma yetkisinin kullanıldığı bazı hükümlülerin infazlarının ertelenmesi uygulamasının 30 Kasım 2021 son bulması kararına pandemi şartlarının değişmemesi gerekçesiyle karşı çıkıyor.

Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanlığı imzasıyla yayınlanan bildiride, Sağlık Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı arasında bu kanunun uygulanması hususunda eş güdüm sıkıntısı olduğu vurgulanıyor ve bu uygulamanın sona erdirilmesinin açık cezaevlerinde bulunan yükümlü sayısındaki azalmanın yarattığı iş gücü ihtiyacını karşılamakla ilgili olup olmadığı sorgulanıyor ve şayet böyle ise bunun bir insan hakları ihlali olacağının altı çiziliyor. Bilindiği gibi Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanlığı görevini  Anayasa Profesörü Serap Yazıcı yürütmektedir , yardımcısı ise Avukat Hasan Seymen’dir.

Gelecek Partisi web sitesinde yayınlanan bildiride tam olarak şu ifadelere yer verildi;

7242 SAYILI KANUN KAPSAMINDA BAZI HÜKÜMLÜLER İÇİN UYGULANAN COVİD-19 İZNİNİN SONA ERDİRİLMESİ

‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte ülkemiz derin bir yönetim ve hukuk krizi içine girmiştir. Meclisin genel iradesi bertaraf edilip, belli mahfillerde hazırlanan metinler mecliste tartışılmadan gece yarısı “oldu-bitti”ler ile yasa hâline getirilmiştir. Hal böyle olunca toplumda kargaşa ve memnuniyetsizlik hiçbir zaman eksik olmamış ve olmayacaktır.

İçinden geçtiğimiz sıra dışı dönemde, mevzuat yapım tekniği bakımından olduğu kadar içerik açısından da ilginç sayılabilecek birçok örnek ile karşılaşılmıştır. Bu örneklerden biri de 7242 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerdir.

Bilindiği üzere 7242 sayılı Kanun’un düzenleniş gerekçesi olarak gerek açık gerekse kapalı ceza infaz kurumlarındaki kapasitenin oldukça üzerindeki doluluk oranı ve Covid-19 salgınının ceza infaz kurumlarında yaşanması korkusu gösterilmiştir. Anılan Kanun ile birlikte 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da (İnfaz Kanunu) hem kalıcı hem de geçici olmak üzere köklü ve önemli değişiklikler yapılmıştır. Ancak yapılan değişikliklerin esasında, örtülü af niteliğinde olduğu, istisnanın dahi istisnasına yer verilerek uygulamada karışıklığa sebebiyet vereceği, hukuki bir temele dayanmadığı, dönemsel hassasiyetlerin ürünü olduğu ve Kanun’un genel gerekçesine uygun hazırlanmadığı tarafımızca dile getirilmiş idi.

Bütün eleştiri ve uyarılara rağmen 7242 sayılı Kanun ile Covid-19 salgını gerekçe gösterilerek bir kısım hükümlülerin cezalarının infazına ara verilmiştir. Daha açık bir anlatımla, kanunun belirlediği bir kısım hükümlüler belli bir tarihe (31 Mayıs 2020) kadar izinli sayılmış ve infaz kurumlarından geçici süreliğine tahliye edilmişlerdir. İlgili maddede ayrıca; salgının devam etmesi hâlinde izinde geçirilecek sürenin, Sağlık Bakanlığının önerisi üzerine Adalet Bakanlığı tarafından her defasında iki ayı geçmemek üzere 3 kez uzatılabileceği öngörülmüş idi.

Adalet Bakanlığına tanınan salgın iznini 3 kez uzatma yetkisi önce ‘yedi kez’ sonra ‘dokuz kez’ olmak üzere değiştirilmiştir. Dolayısıyla Adalet Bakanlığı bu yetkisini dokuzuncu ve son kez olmak üzere kullanmış ve bahse konu izni 30 Kasım 2021 itibariyle son bulacağını ilan etmiştir.

Bakanlık, İnfaz Kanun’unun Geçici 9/5 maddesi uyarınca daha önce 9 kez kullandığı “iznin uzatılması” kararına Sağlık Bakanlığının (Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü) önerilerini gerekçe olarak göstermekteydi. Gerçekten de Covid-19 pandemisine ilişkin salgın riskinin ortadan kalkmamış olması nedeniyle hükümlülere verilen izin sürelerinin uzatılması kararları makul ve yerinde sayılmaktaydı.

Ancak şimdi öyle görünmektedir ki, Adalet Bakanlığı kanunda kendisine tanınan izin uzatma yetkisinin sona ermesini yeterli görmüş, salgının gerçekte devam edip etmemesini irdelememiş ve doğal olarak bu konuda Sağlık Bakanlığından herhangi bir görüş de almamıştır.

Hemen peşinen belirtelim ki; bir kısım hükümlülere tanınan salgın hastalık izninin 30 Kasım 2021 tarihi itibariyle sona erdirilmesini isabetli bulmamaktayız. Zira Covid-19 iznine dair düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih olan Nisan 2020 dönemine ait salgın koşulları ile günümüz salgın koşulları arasında kayda değer bir fark bulunmamaktadır. Bilakis, hastalık varyantlarının çeşitlenmesi, kış mevsimine girmiş olmamız ve halkımızın aşılanma oranının henüz “toplumsal bağışıklık” için arzu edilen seviyeye ulaşmamış olması nedeniyle Covid-19 salgın riski artarak devam etmektedir.

Salgın riskinin azaldığını iddia etmenin bilimsel verilerle çeliştiği her türlü izahtan varestedir. Şu husus unutulmamalıdır ki; ekonomik verilerde yapılan envai çeşit manipülasyonun sağlığa ilişkin verilerde de uygulanması son derece vahim sonuçlar doğuracaktır.

İzin süresinin sona erdirilmesiyle birlikte ceza sürelerini doldurmayan binlerce mahkûmun kalan süreleri tamamlamak üzere yeniden ceza infaz kurumlarına alınması gündeme gelmiştir. Bu kararın alınmasından önce Sağlık Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu görüşünün alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

Bir taraftan Sağlık Bakanlığının sürekli olarak salgın riskinin devam ettiğine ve bu nedenle alınan tedbirlerde gevşeme gösterilmemesine ilişkin duyuru ve ikazları devam ederken, öte yandan hükümlülerin salgın izninin sona erdirilmesi, ülkeyi yöneten iktidarın farklı Bakanlıklarının arasında uyum ve eşgüdümün bulunmadığının en bariz örneğidir.

Kanuni değişiklik uyarınca salgın iznine yönelik tahliyelerinin başladığı tarihten bu yana yaklaşık 19 aydan fazla bir süredir toplumun içinde ve ülkenin farklı coğrafyalarında bulunan hükümlülerin salgın koşullarının tüm hızıyla devam ettiği bu günlerde ceza infaz kurumlarına alınması hatadır ve son derece risklidir. Söz konusu kararın alınmasında, yasal zorunluluktan ziyade açık ceza infaz kurumlarında çalıştırılacak hükümlü sayısının azalmış olmasının etkili olduğuna yönelik ciddi şüphelerimiz bulunmaktadır.

Önemle vurgulamalıyız ki; hükümlülerin ıslahı, topluma hazırlanması için öngörülen ve infaz koşullarını hafifleten, yeri geldiğinde toplum içerisinde denetim altında infazını mümkün kılan açık kurumlarda infaz gibi müesseselerin gerçek amaçları çerçevesinde uygulanması icap etmektedir. Yoksa hükümlüleri ucuz iş gücü olarak gören ve onların emeklerini sömüren bakış açısının ne topluma ne de mahpusların ıslahına hizmet etmeyeceği aşikârdır.

Yönetimde istikrar ve isabetli karar alma sürecini sağlamadığını gösteren tek adam rejimine ilişkin bu örnekler hayatın her alanında görülmektedir. Bu vesileyle; salgın koşulları ve riskinde azalma görülmediği için halen Covid-19 izninde bulunan hükümlülerin izinleri uzatılmalıdır.

Gelecek Partisi Sözcüsü Özcan:  ‘’Söylem, ahlak ve moral üstünlük muhalefete geçmiştir’’

Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan’ın katıldığı bir televizyonunda yaptığı  açıklamalar, partisinin resmi sosyal medya hesaplarında  kısa video kolajı halinde yayınlanmasıyla birlikte büyük ses getirdi.

Bugün Türkiye’de siyasetin denkleminin değiştiğini ve muhalefetin ‘’ Söylem, ahlak ve moral’’ üstünlüğü ele aldığını dile getiren GP sözcüsü Özcan, hükümetin her geçen gün hızla erimekte olduğunu ve bu durumun bir noktada büyük bir kırılmaya dönüşeceğini çok büyük bir rahatlıkla söyleyebileceğini ifade etti.

Beştepe’de Cumhurbaşkanı etrafında kümelenen küçük bir azınlık dışında mutlu olan tek bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bulunmadığını belirten Özcan, sözlerine; ‘’Vatandaşın bütçesini değil, iktidar yandaşlarının bütçesini yöneten bir siyasetle karşı karşıyayız. Bu siyaset sadece kendi yakın dar çevresini mutlu eder, onların dışındaki hiçbir çevrenin mutlu olması söz konusu değil’’ şeklinde devam etti.

İktidara seslenen Serkan Özcan, halkın umudunun artık AK Parti olmadığını ‘’ siz artık bu işi yapamazsınız, bu iş sizden geçti’’  sözleriyle vurgularken, MHP lideri Bahçeli’nin günün sonunda ‘’muhalefet partisi’’ oldukları yönündeki beyanlarının da bu açıdan okunması gerektiğini söyledi ve şunları ilave etti; ‘’ Hayır öyle değilsin! (muhalefet partisi oldukları iddialarını kast ediyor) Hayır, siz iktidarsınız, iktidarın göbeğindesiniz. Bugünkü Türkiye’de yoksulluğun, yolsuzluğun, çürümenin ve ekonomik çöküşün 1. derecede sorumlususunuz.’’

Bir hükümet değişikliğiyle kur ve faizlerdeki mevcut kanamanın hızla ve hemen duracağı belirten GP Sözcüsü Özcan, hiç kimsenin umutsuzluğa kapılmasına gerek olmadığını ve Türkiye’nin insanıyla gerçekten güçlü olduğunu söyledi.

Hükümetin değişmesi durumunda ilk gün olacak şeyin dövizin ve faizin hızlıca geriye düşmesinin yanı sıra Türkiye’nin ülke risk priminin de süratle aşağıya ineceğinin altını çizen Gelecek Partisi Sözcüsü; ‘’Türkiye’nin umudu kendi, insanlarıdır, vatandaşlarıdır, kendi kaynaklarıdır, umudumuz asla kaybetmeyeceğiz’’ dedi.

Fatih Erbakan: İktidarımızda birden fazla maaş alan bürokrat olmayacak

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Erbakan, iktidara gelir gelmez ilk senelerinde memur, işçi ve emeklilere yüzde 70 zam yapacaklarını, milyonluk makam aracı ve makam odası israfına son vereceklerini, kamuda birden fazla maaş alan bir tane bile bürokratın kalmayacağını söyledi.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan partisinin Kütahya Simav İlçesi 1 Olağan Kongresi’nde  gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Sözlerine Kütahya girişinden itibaren coşkulu bir şekilde karşılayan Simav ilçe binası açılısında adeta miting havası yaşatan partililere teşekkür ederek başlayan Erbakan, Anadolu’nu her köşesinde karşılaştıkları bu kalabalıkların yaklaşmakta olan güzel günlerin işareti olduğunu ifade etti.

İktidarın doğrularını doğru yanlışlarına yanlış diyeceğiz

Erbakan kongrede şunları söyledi:

 “Biz siyasete nezaket ve zarafet getireceğimizi, doğruya doğru yanlışa yanlış diyeceğimizi ifade ettik. Diğer muhalefet partileri gibi sabahtan akşama sadece eleştiri değil, siyasi rakibimiz de olsa İktidarın doğru işlerini alkışlayacağımızı belirttik. Mesela askeri vesayetin ortadan kalkması, başörtüsü zulmü gibi çağdışı bir uygulamanın kaldırılmış olması, Ayasofya’nın açılması ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması konusunda iktidarı alkışladık. Ancak tüm bunlar yanlış gördüklerimizi de söylemeyeceğimiz anlamına gelmez. Kul hakkı ile ilgili, adaletle ilgili özellikle paylaşımda adalet ile ilgili ise devletin kaynaklarının yanlış kullanılmasıyla ilgili yanlışlara asla susamayız. Çünkü susarsak vebal altında oluruz.”

Her şeyi dolar ile alıyoruz

Doların 10 lirayı geçmesine ilişkin, yıllık dış ticaret açığının 50 milyar dolardan fazla olmasından dolayı ithalata bağımlı bir ülke olduğumuzu hatırlatan Erbakan, gelecek günlerin bugünleri aratabileceğini ve doların düşmesi için bir sebebin olmadığını söyledi:  “ Yerli ürettiğimiz ürünlerin hammaddesinin yüzde 82 oranında ithal ediyoruz. Dolayısıyla döviz artıkça yerli dediğimiz mallarımızın maliyeti de artıyor. Basit  hesapla enflasyon hissedilen yüzde 50 ise önümüzdeki senede döviz artmaya devam ederse enflasyon yüzde 60’ı geçebilir. Yani böyle giderse yaptığımız hesaba göre 2023’te ekmek 6 lirayı geçebilir. Sütün kilosu 17 lira etin kilosu 120 lirayı geçebilir. Eğer çok olağanüstü bir durum olmazsa bu raskamları görüp sandığa giden milletimiz iktidarı barajın altına bile itebilir. Döviz karşısında vatandaşın kaybı geçen yıla göre yüzde 50 yüzde 60 olurken imtiyazlılara ise Sayıştay’ın raporuna göre Karayollarınının verdiği yap işlet devret projelerinde Geçiş ücreti ve kur güncellemesinin yılda bir kereden ikiye çıkarılması sonucu üç projede şirketlere geçen yıl fazladan 884 milyon lira aktarıldı. Sözleşmelerde yapılan bu değişiklikler nedeniyle projelerin kamuya devredileceği tarihe kadar şirketlerin kasasına fazladan 2 milyar 549 milyon 982 bin TL gireceği Sayıştay tarafından hesaplanmakta.  Yani imtiyazlılara gelince hükümetimiz onu dövizin karşısında ezdirmiyor.” Şeklinde konuştu.

Asgari ücretliye yüzde 70 zam sözü

Vatandaşın bir daha ‘elim kırılsaydı da oy vermeseydim’ dememesi için yapılacak ilk seçimde Yeniden Refah Partisi’ne oy vermesi çağrısında bulunan Erbakan, “ Oluşturacağımız kaynak paketleriyle ilk senemizde memura asgari ücretliye yüzde 70 zam yapacağız. Takip eden senelerde de enflasyonun en az yüzde 10 üzerinden zam vereceğiz. Gelir gelmez kamuda milyonluk araç ve makam saltanatına son vereceğiz ve Yeniden Refah döneminde devlette birden fazla maaş alan bir tane dahi bürokrat kalmayacak. Bunun da altını çizerek söylüyorum. İstanbul Sözleşmesinden çıkmamız yetmez. Sözleşme doğrultusunda çıkarılan başta 6284 sayılı kanun olmaz üzere hepsini yırtıp atacağız. Milli Görüş sözü veriyoruz.” İfadelerini kullandı.

Prof. Dr. Doğan Aydal:  Akkuyu ihanet değilse gaflettir!

Yeniden Refah Genel Başkan Yardımcısı Prof. Aydal, Nükleer enerjiye karşı olmadıklarını ancak Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapımında birçok usulsüzlüğün olduğunu belirterek 7,5 milyar dolara bitebilecek santralin 25 milyar dolara mal edilecek olması ile yeni bir ‘yap-işlet-devret’  faciası ile karşı karşıya olduklarını söyledi.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Doğan Aydal,  Nükleer enerji tartışmalarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

‘Cumhurbaşkanımızı yine yanıltıyorlar!’

Aydal, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Türkiye Nükleer enerjiye sahip olmasın demek, ihanet değilse gaflettir’ açıklamasına atıfta bulunarak, “Sayın Cumhurbaşkanımızı yine yanıltıyorlar! Bizim karşı çıktığımız şey, Nükleer Santrallerin inşa edilmesi değildir.’ diyerek, ilk ünitesi 2023 yılında devreye alınması planlanan Akkuyu Nükleer Güç Santrali anlaşmasına yönelik eleştirilerini şöyle sıraladı:

“Biz, 1962 yılında kurulan BİR MW( 1000 kW) gücünde Çekmece Nükleer Araştırma Enstitüsündeki santral için bile 59 yıldır bir gram “Uranyum 235” üretemeyen ve üretmeyeceğim diye dış ülkelere teminat veren zihniyete karşıyız. Bir Nükleer Santralin yer seçimi, tesisin kurulması ve santralin işletilmesi için ayrı ayrı Lisanslama kabiliyetine sahip en az 700 adama ihtiyaç varken ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nda (TAEK), bu Uluslararası lisanslama yetkisine sahip bilim adamı sayısı 10-15 arasında değişirken, Nükleer Santral kurma hevesine karşıyız.”

‘Mersin Akkuyu Bölgesi, Nükleer Santral için usülsüz olarak tahsis edildi’

Akkuyu Nükleer enerji santralinin yapımı için usülsüz  yanlış yere tahsisinin yapıldığını ifade eden Aydal, “Mersin Akkuyu Bölgesinin uygun olmadığını gösteren raporlardan biri de, 2006 yılında TAEK tarafından hazırlanan bir rapordur. Bu rapora göre 43 kriter kullanılarak yapılan araştırmada Nükleer Santral için en uygun yerin Sinop olduğuna karar verildi. Buna rağmen devletin bir başka kuruluşu olan TETAŞ Mersin Akkuyu için “Yer Tahsisi” yaptı.” dedi.

Zengin uranyum cevheri yataklarımız yabancı şirkete verildi

Türkiye’de zenginleştirilmiş 1200 kilo Uranyum cevheri olduğunu ve bundan Uranyum 235 izotopu üretebilecek teknikleri araştırmak yerine, Akkuyu’da Kurulacak Nükleer santralin ihtiyacının tamamını  Rusya’dan TVEL şirketinden ithal edilecek olunmasını eleştiren Aydal, “Biz, Dünya’da mevcut 450 santralin yıllık uranyum ihtiyacının yüzde 65’i ancak karşılanmakta iken, elimizdeki uranyumları değerlendirmek için strateji geliştirmeyen zihniyetlere karşıyız.  Her şartta ihtiyacımız olacak Uranyum cevher bölgelerinin yabancı şirketlerin işletimine verilmesine karşıyız. En zengin tenöre sahip Yozgat-Sorgun Uranyum yataklarının 180.000 dönümünün 2011 yılında kurulmuş bir yabancı şirkete verilmesini sağlayan, Maden Kanununda yapılan,  şirkete özel değişikliklere karşıyız.” ifadelerini kullandı.

‘Batı standartları dururken Rusya’ya mahkum eden zihniyete karşıyız’

‘Batı standartlarında Nükleer Santral yapacağız’ hedefiyle yola çıkılıp ‘Rus teknolojisi ile yapılan santrale” razı eden zihniyete karşı olduklarını belirten Aydal, şöyle devam etti:

“Biz, Zenginleştirilmiş Uranyum satışlarının yüzde 83,5’lik önemli bir kısmı, Almanya, Hollanda ve Fransa gibi Türkiye karşıtlarının kontrolünde olan bir sistemde, Türkiye’yi Uranyum rezervleri son derece kısıtlı Rusya’ya mahkum eden zihniyete karşıyız. İhaleye girecek ülkelere ‘Yapacağınız santralden kendi ülkenizde de olmalıdır’ şartı koşup, Rusya’da 1200 WWER tipi basınçlı su reaktörü hiç üretilmemiş ve kullanılmıyorken, ülkemizde kurmalarına, ‘berberliği’ bizim başımızda öğrenmelerine müsaade eden zihniyete karşıyız.”

Nükleer atıkların nereye gömüleceği belli değil

Nükleer tesisin yapımı kadar nükleer atıkların da nereye gömüleceği meselesinin önemli olduğunu vurgulayan Prof. Aydal, Akkuyu için yapılan anlaşmada bunun belli olmadığını ileri sürdü.

Yeni bir Yap-İşlet- Devret faciası: 7,5 milyar dolara mal olabilecek santral 22-25 milyara yapılıyor

Nükleer santralin ekonomik ömrü tamamlandığında, yapmaktan daha pahalıya gelebilecek söküm işlemlerinin hangi ülke tarafından yapılacağının da bu anlaşmada yer almadığını dile getiren Aydal, “Biz, Rusya’ya Akdeniz kıyısında, Akkuyu’da yüzlerce dönüm arazi tahsis edilip, denizden malzemeler nakledilirken kontrolümüz dışında olmasına karşıyız. Kanada hükümeti 4 reaktörlü, 4000 MW gücünde bir santrale 7,5 Milyar dolar talep ederken, Rusların inşa edeceği 4800 MW gücünde olan ve sadece yarısı (2400 MW’lık kısmı) bizim kontrolümüzde olacak santrale, 22-25 milyar dolar gibi rakamlar telaffuz edilmesine, bir  Yap İşlet Devret ihalesine karşıyız.” şeklinde konuştu.

‘Güneş Enerjili günler pek yakında’

Yeniden Refah Partisi olarak, bu yanlışlardan arındırılmış, Uranyum 235 izotopunu kendi ülkemizde üretip, kurulacak santrallerde kullanabileceğimiz bir Nükleer Santral kurulumu gerçekleştirmek için çalışacaklarını belirten Aydal, “Bu mümkün olmadığı taktirde, 4000 MW gücündeki Güneş Santrali 4 yılda bitirilebilirken, Dünya’da onlarca yıldır çeşitli sebeplerle bitirilmeyen, bitirtilmeyen 28 civarında Nükleer santral varken, boş bir yatırım peşinde koşmayıp,” Güneş Enerjili günler pek yakında” diyeceğiz.” ifadelerini kullandı

Yeniden Refah’tan Hükümete ‘Kerkük’ çağrısı

Yeniden Refah Genel Başkan Yardımcısı Bekin, “Misak-ı Milli’nin içinde yer alan Kerkük’ün statüsü, Lozan’ın 16. maddesinin son paragrafı ve Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan Ankara Anlaşması göz ardı edilerek tek taraflı oldu bitti kararlarla değiştirilemez.” dedi.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doğan Bekin, yaptığı yazılı açıklamada, Kerkük’ün 25 Kasım’da tek taraflı olarak Peşmerge’ye bırakılacak olmasına karşı, Türkiye’nin Lozan Anlaşmasının 16. Maddesinin son paragrafı ve Ankara Anlaşması’ndan doğan hak ve menfaatlerini korumak ve Kerkük’teki mevcut demografik yapının korunması adına bir an önce harekete geçme çağrısında bulundu.

Ayrıca Bekin, Ankara ve Lozan Anlaşmalarına göre Irak sınırları içerisinde başka bir devletin kurulması durumunda Kerkük ve Musul’un Türkiye’ye iadesinin söz konusu olacağını da hatırlattı.

Türkiye ve İran, Barzani’nin Kerkük oyununu bozmuştu

Türkmen kenti Kerkük için geç kalınmaması gerektiğini vurgulayan Bekin, şunları söyledi:

“Bilindiği üzere Kuzey Irak’ta, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) öncülüğünde ve Amerika’nın dolaylı, İsrail’in ise direk dahliyle gerçekleştirilen gayrı meşru referandum sonrasında, özellikle Kerkük’teki çok katmanlı sosyo-politik kaygılar mevcudiyetinde merkezi hükümetin hâkimiyetinde başlatılan askeri operasyon ile ortaya çıkan yeni gelişmeler, sorunlar yumağı içerisindeki bölgenin yeni perspektifli hamlelerle nasıl çözülebileceği konusu ön plana çıkarmıştı. O dönemde Mesut Barzani; Türkiye, İran ve Irak hükümetlerinin yaklaşımlarını hesaba katarak Kerkük’ü referanduma dâhil etmemeyi yeğlemişti. Daha sonra, Süleymaniye’deki olası gelişmelerin önünü alabilmek ve referandum sonrası karşısındaki güç bloğunu akamete uğratabilmek amacıyla Kerkük’ü de referanduma dâhil etmesi bir bakıma bağımsızlık yolundaki tüm hesaplarını altüst etti.”

‘Kerkük ve Musul’un Türkiye’ye iade edilmesi gerekir’

Türkiye’yi yakından ilgilendiren son derece hassas bir durum oluşturan Kerkük sorununun gerçek anlamda çözülüp çözülmeyeceğinin takipçisi olacaklarını belirten Bekin, “Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından yapılan bağımsızlık referandumu sırasında, 1926 Ankara Anlaşması ve Lozan Anlaşması’nın gündeme gelmesi üzerine, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan; Mustafa Kemal’in ifadesiyle ‘Misak-ı Milli’yi bir tarafa atabilir miyiz?’ şeklinde bir yaklaşım ortaya koymuştu.  Bu cümleden olarak, Türkiye, Irak ve İngiltere arasında akdedilen, Türkiye ile Irak arasındaki sınırı belirleyen ve komşuluk ilişkilerini düzenleyen 05 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması gayet sarih hükümleri ihtiva etmekte olup, IBKY’nin Kerkük ve Musul’a dahli durumunda Ankara Anlaşması ile ortaya konulan durum fiilen ortadan kalkacağından Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihli kararı ve Türkiye, Irak ve İngiltere arasında akdedilen Ankara Anlaşması da yürürlükten kalkmış olacaktır. Böylece ‘Status quo ante bellum’ gereği Kerkük ve Musul’un yeniden Türkiye’ye iadesi söz konusu olur.” İfadelerini kullandı.