Yaşasın Demokrasi…(46) (Köşe yazısı 08.09.2016 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ-HİSF KAYSERİ TEMSİLCİSİ

davutgulec@hotmail.com

Sosyal paylaşım sitelerinden seçtiğim güncel paylaşımlarla devam ediyorum.

*Tabutlara sığmayan koca koca Yiğitleri iki baldırı çıplağın altında bir kaç satıra sığdıran zihniyetin de, medyanın da, yönetmeninde, patronun da Allah belasını versin.

*Atatürk bir isim değildir. O’nun ismi Mustafa Kemal’dir. Atatürk ilimdir, bilimdir, ufuktur, gelecektir, barıştır, gençliktir. Atatürk 100 yıl geriye özenmek değil. Atatürk yüz yıllar sonrasını öngörmektedir.
Atatürk büyük bir liderdir.

*İstediğin kadar inançlıyım de, namaz kıl, sadaka ver. Umut verip güven aşılayıpta yarı yolda bıraktığın insanın, Gönül sadakasını her iki dünyada da veremezsin. (Hz. Muhammed (s.a.v)

*Dün hoca efendi hazretleri deyip etek öpenler. Bugün en adi küfürleri ediyor. Biz o eteği dün de öpmedik, bugün de öpmüyoruz. Yarın da kimse öptüremez. Bizler sadece bayrağı öper, Allahın huzurunda eğiliriz. Ne mutlu Türküm diyene.(Hayrullah Sundu)

*Ey Türk GençIiği birinci vazifen sevmek. İkinci vazifen seviImek. Üçüncü vazifen memleketine sahip çıkmak. Çkamazsan en iyisi kazık yemeden tüymek. (Emine Sarıtoprak)

*Etimizden alınmadan o şeyin kıymetini bilmeyiz. Pakistan’da okula gitmemiz engellendiğinde eğitimin gerçek önemini kavradım- Eğitim kadın için güç demektir. Teröristler bu yüzden eğitimden korkuyorlar, kadınların eğitim almasını istemiyorlar. Çünkü biliyorlar ki eğitim aldıklarında kadınlar daha güçlü olacaklar. (Malala Yousafzai)

*Para ilaç alır ama sağlık alamaz. Para bir ev alabilir ama bir yuva alamaz. Para lüks şeyler alır ama kültür alamaz. Para eğlence alır ama mutluluk alamaz. Hayatta en iyi şeyler para ile alınmayanlardır.

*İçimden gelenler. Vefa Sadece İstanbul’da bir semt adıymış meğer. Sözde insanlar, o kadar bozuldu ve çirkinleşti ki; Yiğit insanların esamesi okunmaz oldu. Derler ya ” Aslanı kediye boğdururlar.” İngiliz oyunlarıyla ortada kedicikler cirit atar oldu. Lakin Allah büyüktür, herkes er ya da geç layığını bulur. Hiç “Kökten sürme ile daldan eğme” bir olur mu? Daldan eğme dallamalar, Kökü; sadece acizlikleriyle güldürürler. Emeli sadece Allah rızası olan kişi, kimseden takdir ve teşekkür beklemez. Bütün bu kirliliğe rağmen, Elif gibi dimdik duranlara, durabilenlere helal olsun, selam olsun.(Cihanşah Aydın)

*Biz bu toprakların çocuklarıydık. İçimiz filiz asma yeşili, başımız duman bulutlardaydı. Geceleri karanlıklardan korkardık ya yine de çoban yıldızını gözlerinden öpmeden uyumazdık. Sesimiz şırıl şırıl akar suydu. Ellerimiz burcu burcu yufka ekmek kokardı. Aaahhh ah biz yüreği toprak mayalı yetmişlerin çocuklarıydık. O zamanlar kardeş kardeşe kin gütmez, vurmazdı sırtından. Belki biraz saftık, acemiydik belki ama hayatı yalın yürek yaşardık. Yani homurtular içinde makineler gelmeden önce  en azından insandık. Ne anlardık marshall yardımından, ne anlardık Kore savaşı’ndan ya da cemaatten, tarikattan, oradan  buradan. Senin anlayacağın gurban, o günlerde çocuktuk işte. Kardeş kardeşe pusu kurmadan önce biz; masallarda yaşardık (Muharrem Nalçacı)

*Biliyor musunuz? “1923′ te Türkiye’de; Nüfus 13 milyon civarıydı, 11 milyon kişi köyde yaşıyordu. 40 bin köy vardı, 38 bininde okul yoktu. Traktör sıfırdı, karasaban’dı. 5 bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyordu. İki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengiydi, verem, tifüs, tifo salgını vardı, üç milyon kişi trahomluydu, Bebek ölüm oranı yüzde 48’di, yani her doğan iki bebekten biri ölüyordu. Memlekette sadece 337 doktor vardı. Sadece 60 eczacı vardı, sadece 8’i Türk’tü. Diş hekimi, sıfırdı. Dört hemşire vardı. 40 bin köy, sadece 136 ebe vardı. Ortalama ömür 40’tı. Yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bin. Ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu. Kiremit bile ithaldi. Adı; Marsilya kiremidiydi. Limanlar, madenler, demiryolları yabancıya aitti. Toplam sermayenin sadece yüzde 15’i Türk’tü. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan sadece dört fabrika vardı, Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz der. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı. Otomobil sayısı bin 490’dı. Sadece dört şehirde özel otomobil vardı. Veremle boğuşan halk, ahırda yatarken.

Bugün bazılarının yere göğe sığdıramadığı Abdülhamid’in 16 tane eşi vardı: Nazikeda, Safinaz, Dilpesent, Peyveste, Nazlıyar, Bidar, Mezide, Emsalinur Hanım. 16 tane. Yaş itibariyle, tamamı çocuktu. Abdülmecid’in 22 eşi vardı. Ahali ineğine verecek saman bulamazken, o sarayında iki futbol takımı kadar kadınla yatıyordu. Kadın, insan değildi. Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu.
Arkeolojik eserler, öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak, trenlerle çalınmıştı.
Kimisi alaturka saat’i kullanıyor, güneşin battığı anı 12:00 kabul ediyordu. Kimisi zevali saat’i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12:00 kabul ediyordu. Kimisi güneş batarken grubi saat’i esas alıyordu,
Kimisi güneşin tamamen battığı ezani saat’i esas alıyordu. “Saat kaç birader?” diye sorduğunda, her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu., Kimisi hicri takvim kullanıyordu, kimisi Rumi takvim kullanıyordu. Kimisinin Şubat’ı kimisinin Aralık’ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi, ama farklı aylarda yaşıyordu! Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne uzunluğumuz. Ölçülerimiz ortaçağ’dı.
Erkeklerin sadece yüzde yedisi, kadınların sadece binde dördü okuma yazma biliyordu. Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi. Okul yaşı gelen her dört çocuktan üçü okula gitmiyordu. Toplam, 4894 ilkokul, sadece 72 ortaokul, sadece 23 lise vardı. Türkiye’nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı. Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu. Tek üniversite vardı, darülfünun, medreseden halliceydi. Ülke bilim’den çoook uzaktı. 600 sene boyunca Türkçenin ırzına geçilmiş, Osmanlıca denilmişti. Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapçayla Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.
“Harf devrimi yapıldı, bir gecede cahilleştirildik, köpekleştirildik” deniyor ya.
İbrahim Müteferrika’dan itibaren 150 sene boyunca basılan kitap sayısı kaçtı biliyor musunuz? Sadece 417’ydi. Bunların da çoğu gayrimüslimlerin matbaasından çıkmıştı. Ki zaten, Müteteferrika da devşirmeydi, Macar’dı. Bu topraklara kitap gelene kadar, Avrupa’da 2.5 milyon farklı kitap basılmış, 5 milyar adet satılmıştı. Voltaire, bir kitabında şu ağır tespiti yapmıştı: “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır!” Ve neymiş efendim, mezar taşı okuyacakmış. Sen önce iki tane kitap oku da, dünyadan haberin olsun biraz!.” (Onur Öztarhan)