Yakın tarihimizde neler olmuş neler?(Köşe yazısı)

YAKIN TARİHİMİZLE  İLGİLİ  İSMET İNÖNÜ’DEN BEYLİK GÖRÜŞLER VE AÇIKLAMALARI

Süleyman KOCABAŞ

kocabassuleyman@gmail.com

                                     Tarih Yapmak ve Tarih Yazmanın Önemi

      Mustafa Kemal Atatürk’ün çok haklı ve çok ünlü bir sözü vardır: “Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa gerçekler çarpıtılmış  olur”.  “Çarpıtılmış tarih yazarlığı” demek, tarih yazarlığını ideolojik ve siyasi tercihlere feda ve âlet ederek gerçekleri yazmamak ve olup bitenleri okuyucuların gözünden gizlemek demektir.

   Yine Atatürk, kendisi hakkındaki tarihin nasıl yazılması gerektiği hakkında da şu haklı ve ünlü sözünü söylemişti: “Tarih benim yaptıklarımı üçe ayıracaktır. İkisine  doğru, birine yanmış diyecektir.” Atatürk’ün bu sözü bile Başbakan  Menderes –Cumhurbaşkanı Bayar ikilisi  tarafından 1952’de çıkarılan “Atatürk’ü Korumu Kanunu” nun   hem onun, hem toplumumuzun  ve hem de tarihçilerin serbestçe ve hür düşünme ve  bilimsel tarih yazıcılığına büyük bir hareket ve engel kanundur. Bu kanun  acilen kaldırılmalıdır. Bu kanunun çıkarma  tartışmalarının yapıldığı 1952’de bile Nadir Nadi ve Falih Rıfkı Akay gibi “köktenci Atatürkçüler” denilenler bile,  bunun çıkışına çeşitli sebepler ileri sürerek itiraz etmişlerdir. Zaten, son 100 yılın bütün “anti –demokratik kanunları” denilen bütün   kaldırıldığı halde,  sanki, Atatürk’ü kendileri “Tanrılaştırıldıkları” halde  “Tanrılara dokunmak” tan olarak “korku” saplantısıyla  bu kanunu kaldıramamışlar,   “Demokratik Türkiye’nin en büyük ayıbı” olarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir.   Başta Atatürk olmak üzere kim olursa olsun “haklarında yapılacak  hakaretler ve haksızlıklar” a  hepimiz  zaten  karşıyız. Yine zaten de Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerinde bu hakaretlere  cezaları içeren birçok madde vardır.

             Siyasi tarihi, genelde hep “savaşlar kahramanları” veya “karizmatik liderler” yaparlar.  Bunlardan olarak 20’ inci yüzyılda Türkiye Türkleri tarihini yapmaya yönelik olarak “iki büyük lider” aksiyonerliği kendisini göstermiştir. Birincisi Mustafa Kemal Paşa, ikincisi ise onun “mutisi  ve veliahtı” olarak İsmet İnönü olmuştur.

        Tarihte, her milletin tarihinde, toplumu daha ileri noktalara taşımaktan veya götürmek  amaçlı   “tarihi ile bir hesaplaşma” veya “tarihinin otokritiği” ni yapmaktan olarak bir “ara dönem” i mutlaka vardır. Bizde maalesef, ne yazık ki bu “ara dönem”, “hataları ve sevaplarını bir bir ortaya çıkarmak ve geleceğin projeksiyon plan ve projelerini daha iyi yapmaktan” olarak  son yüz yılımızın “tarihi hesaplaşması veya otokritiği” “tam olarak” demeyelim neredeyse “hiç” yapılmamış gibidir.  Zaten de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun ve Cumhuriyet’in ilanının 100’üncü yıl dönümünde bile, hem bölgesinde ve hem de dünyada “süper güç” olamamasının sebeplerinden birisi de bu olmuştur.

      Atatürk, “Tarih benim yaptıklarımı üçe ayıracak, ikisine doğru, birine yanlış diyecektir”  derken, acaba, onun veliahtı ve kendisinden sonra “TC Devleti’nin ikinci Adamı – Sultanı” denilen İsmet İnönü’nün yaptıkları hakkında  da tarih hükmünü nasıl verecektir? Onun yaptıklarına  yüzde yüz haklıdır veya yüzde ellisi haklı, yüzde ellisi yanlıştı mı vb.  diyecektir.

      Yaptıkları  “hata” ve “sevapları” yla buna çok kısmi bir başlangıç olarak, bu yazımızda, kendi beylik  sözlerinden  hareketle  “İnönü’nün Tarihi’nin Otokritiği” ni masaya yatıracağız

             İsmet İnönü’nün “Tarih Yapan” Beylik Görüşlerinden Bir Demet

        Osmanlı harpleri ve İstiklal Savaşına katılmış ve  iktidarı – ana muhalefetiyle birlikte Türkiye’nin yönetimine 50 yıllık  (1923 – 1973)  en  uzun süreyle damgasını vurmuş İsmet İnönü tarafından  bizzat ve mealen söylenmiş, tarihimizde birer kilometre taşları olan veya olabilecek   beylik  ve tarihi sözlerinden  bir demet şöyledir:

          1-“Almanlar, memleketimize gitmek için gelmemişlerdi. Eğer onlar istedikleri ölçüde bir zafer kazansalardı, onlardan  kurtuluşumuz kolay olmayacaktı.  İstiklal  Savaşımızı  belki de onlara karşı verecektik.”

          2-“Savaşı da barışı da İngiltere ile yaptık… Lozan Antlaşmasını imzaladık. Artık bununla  bir  100  yıl ( 24 Temmuz 1923 – 24 Temmuz 2023) rahat edebiliriz.”

          3-“Yapacağımız işler hakkında Atatürk’le aramızda sürekli ve çok büyük tartışmalar olmuştur. Günlerce müzakere etmişizdir.  Fakat bunların hiç birisini kamuoyuna yansıtmadık, sızdırmadık. Bir işe karar verdik mi, artık onu bir daha tartışmaz, mutlaka yerine getirmeye çalışırdık.”

          4- “Ben en çok irticadan korkarım. Çünkü bir irticacı, yeri gelince,  ölünce cennete gireceğine  inandığı için  hiçbir şeyden  çekinmeden, korkmadan ölümüne  atılarak iş yapmaya çalışır.”

          BUNUN BİR AÇIKLAMASI VE YORUMU: “İrtica ne demektir”? Genç nesillerimizin çoğu bunu bilmezler.  Bu, “irticaya karşıyız” sloganı bize,  “tarihi beylik bir  slogan,   terim-kavram” olarak, bir askeri ihtilal sonucu, 24 Temmuz 1908’de “İstibdat rejimi” ne son verilerek, yerine “hürriyet rejimi” denilen  taçlı demokrasi kimlikli “Meşrutiyet’in ilanı” ile birlikte gelmiş, bu rejimi yıkıp yerine yeniden “İstibdat rejimi” ni getirmek isteyenlere, “geçmişi özlemek ve geriye dönmek” anlamında  o zamanların tabiri, ifadesiyle “mürteci” ve günümüzün  tabiri, ifadesiyle ise    “irtica” denilmiştir.

        T.C. Devleti tarihinde, “Cumhuriyet ilan edildiği için de” derilerek, “İrticaya karşı olmak” tabiri, 1924 – 25’de kaldırılan Örfi (milli ahkam)  ve Şeriat  (İslam ahkamı) kanunları ve Hilafetin geri getirilmesini istemek ve isteyenler  için kullanılmıştır.  Hatta buna daha geniş boyutlarda  anlam yüklemekten  olarak, “Artık günümüzde geçerli olmayan, uygulama özelliklerini kaybetmiş, hükmü kalmamış Ortaçağ  zihniyeti – kararlığını tasfiye” literatür – sözlük  anlamı da verilmiştir. Burada, İslam dünyasının, Müslüman halkımızın, “inanç ve imanını haksız yere itibarsızlaştırmak, gözden düşürmek” a yönelik olarak  tepkisini üzerine çekmemesi için “İslam, Müslümanlar, İslam Medeniyeti” denilmeyerek, bunu “maskelemek” e   yönelik, “anlayan anlar” ifadesinden olarak,  “Ortaçağ zihniyeti- karanlığı”  veya “İrtica” denilmiştir. Bu saldırılar aynı zamanda “Dıştan bir algı operasyonu” olarak da,  beylik veya kaşarlaşmış “tarihi saldırı” örneklerinden  her biri birer “İslam düşmanı” Batılı Oryantalistler, Hristiyan Misyonerleri ve  Sekülaristlerinin de “İslam’ı yok etmeye yönelik saldırıları” olduğu için de, bunlara bilerek veya bilmeyerek  âlet olan “içimizdeki beyinsizler” denilenlerin  de en son tahlilde, başkalarına da hizmet ettikleri gün gibi kendisini  göstermektedir.

         Evet!… Saltanat (Padişahlık), Örfi Kanunlar(milli ahkam) ve  Şeriat Kanunları (İslam ahkamı)  ve Hilafet “haklı veya haksız olarak” kaldırılmıştır. Bu tarihi bir gerçektir. Ama, bunlara dayalı olarak “tarihi bir gerçek” olmayan, bunları kaldırmanın şahsında İslamiyet ve Müslümanları “topyekun itibarsızlaştırmaya, karalamaya ve  onları haksız göstermeye” e yönelik “irtica edebiyatı” nın hem de günümüze kadar yapılması  doğru değildir. 1990’li yıllarda  bir gazetede dizi yazı halinde bir “İrtica ve Gericilik Nedir? Bunlarla Neler Yapılmak İsteniliyor?” (sonra kitap olarak da yayınlandı) meali  başlıklı bir dizi yazı yayınlanmış, bu yazının köşesine birçok sanatçı, yazan, siyasetçi, tarihçi, bilim adamı vb.  davet edilerek konu hakkında görüşleri alınmış, ve hepsinin vardığı “ortak iki hüküm”, “İrtica, gericilik slogan ve söylemleri, toplumumuzu ayrıştırmaya yönelik olarak bir ‘iç harp’ çıkartmayı amaçlamaktadır” ve “İslamiyet demeyip de ‘irtica veya gericilik maskesi’ ni kullanarak   İslamiyet’i  ve Müslümanları itibarsızlaştırma ve giderek  kendilerini  deizme ve ateizme sürüklemek amacı taşımaktadır” şeklinde olmuştu.

      İşin esasına bakılırsa, “İslam’ın artık hükmünü doldurduğu ve çağdışı –geçersiz – karanlık   1400 yılın geride kaldığı” na yönelik “irtica – gericilik” edebiyatı daha Atatürk zamanında ve ona atfen anlatılan şu iki “Atatürk fıkrası” sebebiyle  de suya düşmüş, geçerliliğini  tümden kaybetmişti.

      Birincisi: Atatürk bir gün Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’ yle  karşılaşınca ona sorar: “Muhterem hocam, Hz. Muhammed mi büyük, ben mi büyüğüm?” Başkanın cevabı: “Elbette ki, Hz. Muhammed büyük.  1400 yıldan beri hâlâ onun hükümleri, hüküm sürüyor.  Senin hükümlerin belki  de  70 yıl bile sürmeyecek.”

     İkincisi: Atatürk bir gün sofrasındakilere  sorar: “Dünyanın en büyük devlet adamı kimdir? Kimi, Büyük İskender,  kimi Fatih Sultan Mehmet, kimi  I. Napolyon , kimisi Otto von Bismark vb. ve kimisi de “Atatürk’e yaranmak” için denilerek, “Paşam sensin , sen!…” cevaplarını  verirler.  Atatürk, en sonunda kendi cevabı  yapıştırır: “Efendiler, söylediklerinizin hiçbirisi  doğru değildir. Dünya’nın en büyük devlet adamı Hz. Muhammed’dir. Baksanıza, onun koyduğu prensipler, 1400 yıldan beri  milyonlarca insanın nezdinde hâlâ geçerliliğini koruyor, hükmünü sürdürüyor.”

      Üçüncüsü: Bu da benim ayrı bir  ilavemdir: New York’ da bir “resmi salon” da “Dünya’nın En Büyük 100 Devlet Adamı” levhası asılıdır. Bunun en başında Hz. Muhammet  yer alır; dördüncü sırasında ise Osmanlı Padişahı Kanunu Sultan Süleyman’ın ismi  vardır.

       Acaba, “Ben en çok irticadan korkarım” diyen İsmet İnönü’nün bu gerçeklerden haberi var mıdır? Eğer yoksa, İslamiyet’i ve Müslümanları bilerek veya bilmeyerek “irticaya karşı olmak  edebiyatı”  adı altında  bunları “itibarsızlaştırmak” a hizmet edebileceğinden bu söylemi şık olmamış, hayatta olsa idi, “bir protesto” yu hak edebileceği kanaatini  uyandırmıştır.

      BİR PROTESTOM VE TBMM’DE MİLLETİZDEN  ÖZÜR DİLEMEYE  YÖNELİK BİR ÇAĞRIM:   Söz, “irtica ve gericilik” ten açılmışken, “HDP – PKK bileşkesinden” denilen, HDP’nin İstanbul milletvekili Oya Ersoy’un ,  4 Şubat 2022’de TBMM Kürsüsünden, Cumhuriyet İttifakı Ortakları AK Parti ve MHP sırlarına işaretle hitap ederek, televizyon kanallarında haber olarak yer aldığı üzere,  “Sizlerin neden gerici olduğunuzu ispatlayayım mı? 500 yıl geride kalmış  Osmanlı ve 1400 yıl geride kalmış geçersiz bir Ortaçağ  zihniyetini temsil ettiğiniz için gericisiniz” demesi (5 Şubat’ta gazetelere yansıması ise, “Bugün karşı karşıya olduğumuz,  yıkım,  500 yıl önceki Osmanlı yönetimini, 1500 yıl önceki dinî toplum ilişkilerini ve 2 500 yıl önceki Orta Asya masallarını yeniden kurma hayalidir” şeklinde olmuştu) , hele bunun, “Milletin iradesinin tecelli ettiği yer” denilen TBMM’de söylemesinin şık ve doğru olmaması üzerinde de durmak gerekecektir. Sevgili dostlarım  Müslüman Kürt kardeşlerime  sesleniyorum; tarihinizi, dininizi, inanç,  iman ve ahkamlarınızı “itibarsızlaştırmak” a çalışan   böyle bir  milletvekili  ve benzerlerine nasıl oy verebilirsiniz? Yoksa bu milletvekilinin   dini  “Kürtlerin Milli dini” denilen “Zerdüştlük müdür?” HDP –PKK tandanslı yayınevlerine bakınız, yayınladıkları kitapların neredeyse  yarısı,  Zerdüştlük’ ü, Avestası’ nı,  Ahura – Mazda’yı    öven kitaplardır. İslam’ı ve Müslümanlığı öven hiçbir kitap yok. Zaten, APO da  din ile ilgili bir düzüne kitap yazıp “benim dinim Zerdüştlük” dememiş miydi? Acaba “Bağımsız PKK Kürt Devleti” kurulunca  “resmi dini” olarak “Zerdüştlük’ ü  mü? ” ilan edilecek ve Zerdüşt olmamakta direnin Kürt Müslümanları Mekke – Medine veya Ankara – İstanbul’a  mı sürüleceklerdir? Zaten de bu “İslamsızlaştırmak” ı Müslüman Kürt entelektüellerinden  Müfit Yüksel de “İslamsız  Kürdistan Hayali  ve Ortadoğu” (Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2015) isimli kitabında “Adı ne olursa olsun,  bir kısım güçler, İslamiyet’i,  Anadolu ve Mezopotamya’dan  tümü ile söküp Arap Yarımadası’na kovmak ve oraya hapsetmek istiyor”  görüşlerine yer vermesi boşu boşuna  olmasa gerektir.      Bu bir, “Dış algı operasyonlarından” olarak da tâ “Atlantik ötesi” ne uzanan “Ortadoğu’yu İslamsızlaştırmak” ın bir parçası olarak bir  “Evangelizm  Gizli  Projesi” midir?  Böyle olduğuna yönelik  ülkemizde  de  birçok çeviri ve telif kitap yayınlanmıştır (konu ile ilgili olarak benim şu kitabıma da bakınız:  Süleyman Kocabaş, Amerika –Batı-İsrail “Şer Ekseni” nde Hedef Ülke Türkiye, Vatan Yayanları, İstanbul, 2018, s. 12 – 480).

      Batı  ve Anglo –Sakson  Hristiyan dünyası ve müttefiki olarak da Siyonist Yahudi yapılanması,  İslam ve İslam dünyası birliğine en büyük darbeyi, daha erkenden, tarihte  İran’ın Fars milliyetçiliği ile harmanlanan “Şia Farklılaşması” nı kullanmak suretiyle vururken,    günümüzde ise,  “Suudi Arabistan Selefiliği”  yanında,  “Seküler ya da Zerdüşttik Kürt farklılaştırılması  projesi” yle de  vurmaya çalışmaktadır.
Buradan TBMM Başkanı Mustafa Şentop’ a  çağrım, talihsiz ve yalan, yanlış  konuşmasından dolayı, HDP milletvekili  Oya Ersoy’ u kürsüye yeniden davet ederek bir  “özür dileme” koşuşması yaptırmasıdır. Aksi taktirde milletimiz, kendisine kendisinin kürsüsünden hareket eden, iftira atan  bir milletvekilini   kolay kolay affetmez…

        Şimdi,  yalnızca “irtica” konusunu  açıklamalarım ve yorumlamalarından   sonra,  İnönü’ nün beylik, tarihi sözlerini sıralamaya devam edelim:

          5- “ ‘Paşam, yeniden imam – hatip okulları, ilahiyat fakülteleri açıyorsunuz, okullara din dersleri koyuyorsunuz,  buralarda tahsil yapanlardan ve bunları okuyanlardan  rejim düşmanları şeriatçılar, cihatçılar yetişir’ diye itiraz ediyorsunuz. Hiç endişelenmeyiniz, ben bunların müfredatlarını öyle ayarlayacağım   ki, korktuklarınızın hiç birisi olmayacaktır.”

           6-“Amerikan gemileri bizi ne kadar yakın olurlarsa iyi olur, bundan memnuniyet duyarız.”

           7- Prof. Dr. Nihat Erim’i Amerika’ya gönderirken  ona söyledikleri: “ ‘Amerikalılar size, ‘Demokrasiye ne zaman geçeceksiniz?’ diye sorabilirler. Onlara, “yakında geçeceğiz’ müjdesini veriniz.”

          8- İnönü’nün Celal Bayar’a Çankaya Köşkü’nde söyledikleri: “CHP’nin karşısında muhalefet partisini sen kuracaksın. Başkalarına güvenemem. Parti programını yayınlanmadan önce göreceğim.  Memleketi, Amerika ve İngiltere’de olduğu gibi    iki partili sisteme benzer  nöbetleşe idare edip gideceğiz.”

           9- “Sizi ben de kurtaramam.”

         10- “Şartlar uygun olursa ihtilal olur.”

         11-“Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de burada yerini alır.”

         12-  “Memleketimize  Sovyet Rusya tehdidi olamasa bile ben, Amerika ile olan ilişkilerimizi  en üst ve en ileri seviyeye   çıkaracaktım.”

         12-“ Amerika ile keşke çok  yakın  ilişkilere girmeseydim.”

         13-“Büyük Devletlerle ilişkiye girmek, ayı ile yatağa girmek gibidir.”

         14- “Türkiye’de Avrupa’daki gibi sosyal sınıflar (burjuva – zenginler ve proletarya-işçi  sınıfları)  yoktur. Partililer sınıfları vardır. Bir parti iktidara geldi mi, ülkenin bütün imkanlarını yandaşlarına peşkeş çeker. Muhalefet olmakla mağdur duruma  düşen diğer bir partili  sınıf ise, her ne pahasına olursa olsun, iktidardaki partili sınıfı yıkarak başa kendisi geçmek ister. Geçince, bu sefer de bütün imkanlar bu partili  sınıf için seferber edilir. Bu kısır döngü hep böyle sürüp  gider.”

          15-“Bizde bir parti iktidara geldi mi, bir müddet sonra her şeyi berbat eder. Ordu gelir, işleri düzelterek, ülkeyi sivillere yeniden teslim eder. Fakat gelen de yeniden her şeyi bozar,  ordu gelip yeniden düzeltir. Bu hep böyle devam  edip gider.”

          16- “Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyasette ne büyük rakibi Türkiye İşçi  Partisi’dir.”

          17- “İrticanın başı Demirel’dir…. Demirel gitmelidir!…” (Türkiye’nin yönetimine  40 -50 yıllık ( 1960 – 2000)  süreyle iktidarı- muhalefetiyle damgasını vurmuş devlet adamı  Süleyman Demirel’ den de  bir beylik ve tarihi söz:  “Avrupa trenine bindik. Bu trenden  inemeyiz”. Halihazır 22 yıllık (2002 – 2022) devlet adamımız  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan da  bir tarihi ve beylik söz: “Tercihimiz  Avrupa’dır – ve Amerika’dır -; Avrupa Birliği’ne girmekten vazgeçmiş değiliz. Ama, Avrupa Birliği  ‘çifte standart’ uygulayarak  bizi almıyor, alınmayı geciktiriyor. 50 yıl süreyle (1963 – 2023)  onun kapısında bekleyemeyiz.”)

          18- “Ortanın Solu diye bir şey ortaya attık. Şimdi bunun  zararlarını görüyoruz.”

          20- “CHP aşırı sola kaydı; artık ona oy vermeyiniz.”

          21- “Namuslular da namussuzlar  kadar cesur olmadıkça  bu ülke kurtulmaz.”

                                                                         Sonuç

                  İsmet İnönü,  (ve cüzi olarak  Demirel ve  Erdoğan da)  bu beylik sözleriyle, ülkemiz  için iyi mi yapmış, kötü mü yapmış (tarihimizin  125 yıllık – 1900 – 2025- otokritiğinden  olarak) bunların  yorumlarının yapılmasını ve hangi sebeplerden dolayı söylediklerinin  araştırılmasını  siz okuyucularıma bırakıyorum. Allah nasip eder, zamanı gelirse biz de bunların açıklamaları ve yorumlarını ( yalnızca, “irtica” söyleminin açıklamasını yukarıda kısmen yaptığımız halde) sizlere bir dizi yazısı halinde yaparız. Selam ve dua ile…