Vatan borcunu ödemek..(1) (Köşe yazısı 23.07.2018 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ

davutgulec@hotmail.com

‘Bedelli askerlik’ konusu Türkiye’nin gündemine yine getirildi.

‘Mutsuz azınlık’ olarak nitelendirdiğimiz dar ve sabit gelirli aile ve çocukları buna isyan ederken, siyasi partilerin bu konuya ‘olumlu’ yaklaşmaları, sosyal paylaşımda isyanları beraberinde getirdi.

Ben ‘bedelli askerlik’ ya da ‘Kurtuluş savaşındaki Şehit 15’likler’ ve ‘Ülkemizdeki Suriyeliler’ konusu gündeme her geldiğinde Çanakkale’de yaşanmış öyküler aklıma gelir. Ben ikisini, yazarları ve yayınevlerinin izni ile paylaşarak kendi düşüncelerimi sonraya bırakarak, yorumlarınızı da sizlere bırakmak istiyorum.

Veresiye defteri…

Yıl 1915, Çanakkale’de kızılca kıyametin koptuğu günler, aylardan Mayıs. Vefa Lisesi Fransızca muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten içeriye girer. Koridorlarda sessizlik hâkimdir. İlk dersi birinci sınıftadır ve aynı suskunluk o sınıfta da vardır. Talebeler başlarını önlerine eğmişler, öylece sıralarında oturuyorlardır. Ahmet Rıfkı selam verir. Ama çocuklar selama bile karşılık vermezler.

Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır. Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkar “Hocam, mahallemizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler ama siz hâlâ buradasınız. Biz de gitmek istiyoruz fakat yaşımız tutmuyor. Söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?”

Ahmet Rıfkı’nın konuşacak hâli yoktur. Çocuklar elbette haklıdır ve o an kararını verir, kendisi de Çanakkale’ye gitmelidir. Vatan için, Hakk ve hakikat için düşmanla çarpışmalıdır. Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir. Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır.

Evine gelir. Ahmet Rıfkı’nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanım’dır ve Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar. Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helal etmesini ister. Ardından, mahallenin bakkalı, güngörmüş bir zat olan Selahattin Adil Efendi’ye uğrar ve şöyle der: “Selahattin Amca, vatanın bağrına saplanmış olan düşman hançerini Allah’ın izniyle çıkartmaya gidiyorum. Senden isteğim, anamı iaşesiz bırakma, kısmetse dönüşte borcumu öderim.”

Ahmet Rıfkı önce İstanbul’da kısa bir eğitim görür sonra da Çanakkale-Düztepe’deki birliğine bölük komutanı olarak gider. Çeşitli cephe ve siper savaşlarına katılır ve 19 Aralık 1915 günü şehit olur. Ahmet Rıfkı’nın şehitlik haberi kısa zamanda İstanbul’a ulaşır. Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen, imanı bütün bir hanım olduğundan hadiseyi tevekkülle karşılar. Aklına veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir. Bakkala gider ve “Selahattin Efendi, oğlum Çanakkale’de şehit düştü. Şehitlik künyesi, eşyaları ve ikramiyesi bir heyetle bu sabah bana ulaştırıldı. Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu yatmasın.” der.

Selahattin Efendi şöyle cevap verir: “Ayşe Hanım, sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir de hesabını o çıkarsın.” Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah’la birlikte dükkâna gider.

Selahattin Adil Efendi, “Ahmet Rıfkı” bölümünü açarak veresiye defterini Gülşah’ın önüne koyar. Kız defteri incelerken birden hıçkırıklarla ağlamaya başlar. Bu duruma Ayşe Hanım ve dükkândaki diğer müşteriler de şaşırmışlardır. Gülşah’ın yanına gelirler. Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir. Şöyle yazıyordur defterde: “Bu hesap Ahmet Rıfkı’nın kanıyla ödenmiştir vesselam.”

O ana kadar hiç konuşmayan bakkal Selâhattin Efendi yaşlı gözlerle şu sözleri söyler: “Ahmet Rıfkı bu vatan uğruna canını feda etti, biz birkaç parça mal vermekten mi çekineceğiz. Katbekat helal olsun. Âlemi berzahta inşallah bizlere şefaatçi olur.”(KAYNAK: HÜSEYİN TOPTAŞ)

Bedeli Çanakkale’de ödenen kamyon lastiği…

Çanakkale Savaşı sırasında Yahudi bir tüccardan kamyon lastiği almak için zabit adayı Mehmet Muzaffer tarafından verilen sahte ‘yüzlük kaime’, Kriminal Polis Laboratuvarı Daire Başkanlığındaki özel kasada özenle muhafaza ediliyor.

Komutanlarının emri üzerine lastik almak üzere İstanbul’a gelen zabit adayı Mehmet Muzaffer ödenecek parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gider.
Yazıyı okuyan Yarbay, “Ne alınacak?’ diye sorar. “Oto ve kamyon lastiği” cevabını alınca kızarak, “Bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak para bulamıyorum, sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Hadi yürü git insanı günaha sokma. Para mara yok!” der. Mehmet Muzaffer, Erkan-ı Harbiye’den çıkar. Beyazıt Meydanı’nda yürürken aklına bir çözüm gelir. Doğru Yahudi tüccarın yanına gider. Paranın sabaha hazır olacağını, gemiye yetiştirmek için lastikleri erkenden alacağını söyler. Bütün gece çini mürekkebi ve boya ile 100 kaime taklit eder. Kahraman asker, “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.” ibaresi yerine ise “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.” yazar. Tüccardan alınan lastikler Çanakkale’ye gider. Birkaç gün sonra Yahudi tüccar Osmanlı Bankası’nda parayı bozdurmaya gidince sahte olduğunu öğrenir. Üstelik o dönemde en büyük para 50 kaimedir. Mehmet Muzaffer, bir gecede iki sahte para yapamayacağı için 50 kaimeye benzeterek yüzlük kaime yapmıştır. Yahudi tüccar olayı büyütmek istemez ama hikaye tüm İstanbul’a yayılır. Şehzade Abdülhalim Efendi, lalasını göndererek, tüccardan parayı aldırır, zarif sedef kakmalı, içi kadife bir mücevher çekmecesine yerleştirir ve İstanbul Polis Okulundaki Emniyet Müzesine hediye eder. Çanakkale’de bedeli ödenen 100’lük kaime, günümüzde Ankara Gölbaşı’ndaki Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü bünyesindeki Belge İnceleme Laboratuvarında koruma altında tutulmaktadır. (KAYNAK: İSMAİL BİLGİN-ERDEM ÇOCUK / YENİ AKİT)