Tüketici, kafa karıştırmayan mesajlar istiyor

İstanbul Bilim Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Funda Elmacıoğlu, “Sürdürülebilir Beslenme” kavramının altını çizdi, tüketicinin hem obeziteden hem de beslenmeye bağlı kronik hastalıklardan korunmak için uzmanlardan kafa karıştırmayan, güven veren mesajlar beklediğini söyledi.

Türkiye Obezite Araştırma Derneği ve Türk Diabet ve Obezite Vakfı’nın düzenlediği 2. Obezite Sempozyumu, İstanbul Teknik Üniversitesi Maslak Kampüsü,  Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde yapıldı.

Günümüzde obezitenin bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıktığını belirten Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Pala, “Obezitenin her geçen gün tüm toplum kesimlerinde daha da yaygınlaştığını görüyoruz. Bu durum bir yandan bireysel yaşamları olumsuz etkilerken, ülkenin iş kaybı ve sağlık giderlerinde de önemli artışlara neden olmaktadır. Böylece obezite önemli bir sağlık sorunu olduğu kadar aynı zamanda da ciddi bir ekonomik sorun olmaktadır” dedi.

Toplumun obezite konusunda bilimsel kanıtlara dayalı olarak doğru bir şekilde bilinçlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Pala, obezite ile mücadelede devlet kuruluşları, üniversiteler ve özel sektör kuruluşlarının sorumluluk bilinci ile hareket etmesi gerektiğinin altını çizdi.

“Sürdürülebilir Beslenme”

İstanbul Bilim Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Funda Elmacıoğlu, sempozyumun ilk gününde düzenlenen “Obezite önleme ve tedavi platformu” başlıklı oturumda, “Sürdürülebilir Beslenme” başlıklı bir sunum yaptı. Elmacıoğlu, Sürdürülebilir Beslenmeyi; “Organizmanın enerji ve besin gereksinimini sağlayan, sosyo-kültürel ihtiyaçlarını karşılayan, fiziksel aktivite, yani aktif bir yaşam tarzını da mümkün kılan yeterli ve güvenilir gıda ile temiz suya, fiziksel ve ekonomik olarak ulaşmak” olarak tanımladı.

“Bugün sadece yeterli beslenme, dengeli beslenme bu dünyayı kurtarmıyor, sürdürülebilir olmasını da dikkatle izlemek durumundayız” diyen Elmacıoğlu, şöyle devam etti:

“Bugün insanoğlu doğal ve yenilenebilir kaynakları hızla tüketirken, dünyayı yeniden yapılandırmanın çok çok zor olduğunu hepimiz biliyoruz. İnsanoğlunun son 50 yılda hızla artan yiyecek üretimi, tüketimi; ama yine şuursuzca kullandığı temiz su, akaryakıt, kereste ve lif ihtiyacı için talan edilen ekosistemi yeniden şekillendirmenin çok zor olduğunu biliyoruz.

Günümüzde ekonomik kalkınmanın gerisinde çevreye ne tür zarar verildiğini şöyle bir gözden geçirdiğimizde, insanoğlu olarak yapmamız gereken sadece obeziteyle mücadele değil; daha az girdi ile daha çok üretmek, daha az kaynak kullanarak refahı korumak veya yükseltmek, bunun dışında sosyal eşitsizliklerin giderildiği, doğal ve enerji kaynaklarının verimli kullanıldığı yeni bir ekonomiye bakmak zorundayız. Gezegenimizde insanoğlunun temel ihtiyaçlarının karşılanması için, sürdürülebilirlik adına devamlılığı sağlamak zorundayız.”

Gezegenle ilgili çok büyük sorunlar yaşandığını, bunların başında Paris’teki İklim Zirvesi’nin konusunu oluşturan iklim değişikliğinin geldiğini vurgulayan Elmacıoğlu, “2006’larda dünya başkanları obezite ile ilgili deklarasyon yayınlarken, 2015’te önceliği olan ve çözülmesi gereken konu iklim değişikliği oldu. Bunun yanında tarımda verimlilik, su yönetimi, beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler, kentleşme ve nüfus artışı var” diye konuştu.

Gezegenin sorunlarının çözümünün önündeki üç paradokstan ilkinin “Obezite ve Şişmanlık” olduğunu belirten Prof. Dr. Elmacıoğlu, şöyle devam etti:

“Belki gelişmiş toplumların kendilerini hasta edercesine besin tüketmeleriyle ortaya çıkan ve bugün kronik olmayan hastalıklarla, problem yaratan sorunlarla birlikte, tam tersine yine bugün beslenme yetersizliğine bağlı, karın doyurma uğruna ucuz gıda tüketimi ile yine şişmanlığın da karşımızda var olduğunu görüyoruz. Yılda üretilen 3.9 milyar ton yiyeceğin 1.3 milyar tonu israf ediliyor. Bunun 700 milyon tonu gelişmiş, endüstrileşmiş ülkelerde tamamen perakendecilik ve tüketici algısı ve tercihiyle; geriye kalan 600 milyon tonu ise gelişmekte olan ülkelerde üretimden sonra gıdanın transportu, paketlenmesi, muhafaza yöntemlerinin maalesef hala endüstriyel devrimin altındaki ilkel usullerle devam etmesi nedeniyle maalesef israf ediliyor.

Dünyada yetersiz beslenen insanlar bugün ortalama 800 milyon. 1.3 milyar ton israf edilen gıdanın, 800 milyonun dört katı insanı doyuracağını dikkatlerinize sunmak isterim. Her gün 8 insandan biri aç yatıyor. Paradoksa bakar mısınız? Bir yanda obezite, bir yanda aç yatan insanlar.

2050 yılında dünya nüfusu 9 milyar olarak öngörülüyor. Bugünkü gıda sisteminin devamıyla ve üretimi %70 artırmak koşuluyla ancak 9 milyar insanı doyurma projeksiyonları var.

Gıda güvenliği ve sürdürülebilir gıda sistemleri kurmadıkça, dünya hem obeziteyi hem açlığı bir arada yaşayacak. Obezite kadar yetersiz beslenmenin de dünyaya maliyeti çok büyük. Dünyada 5 yaş altı her beş çocuktan biri istediğimiz entellüktüel ve bilişsel işlevlere ulaşamadan, büyümeden ve gelişmeden, yaşamını dünyaya yük olarak sürdürmek durumunda. Dünyada yaklaşık 2 milyar insan ihtiyacı olan beslenme ögelerini; vitamin, mineral ve iz elementleri tüketemiyor. Dünya bunu yaşıyor ama kimse farkında değil.

İkinci paradoks sürdürülebilir tarımın yapılamaması… Tarım denildiği zaman insanoğluna çok maliyetli, yanlış tarım politikalarının dünyada da ülkemizde de 1960’tan bu yana çok büyük enerji kaybı, çok fazla su kaybı, çok fazla ekonomik güç kaybı yarattığını ve mutlaka sürdürülebilir tarımın artık masaya yatırılarak yeni bir boyut kazanmasının şart olduğunu vurgulamak istiyorum.

Bugün sürdürülemeyen tarımın ülkelere maliyetinin en büyük faturası da kullanılan sulara çıkıyor. Dünyadaki 7 milyar insanın 1 milyarı yaşamını temiz sudan uzak sürdürüyor. Bu da her gün 4 bin çocuğun ölümüne neden oluyor.

Beslenmede yanlış öneriler

Buna karşılık dünya farklı bir noktada yaşıyor. Ülkemizde ve dünyada sağlık çalışanları yanlış beslenme önerileriyle insanların kafasını karıştırıyor. Bugün evinizde önünüze gelecek 1 kg etin su maliyeti 15 ton. Ama bugün sofraya, önünüze gelen tarım ürünlerinin 1 kg’ının su maliyeti bin 500 ton.

Üçüncü paradoks fazla kiloluluk ve obezite. Dünyada 2 milyar obez, fazla kilolu insanı olduğunu, obeziteyi takip eden diyabetin de ona eşlik ettiğini biliyoruz. Ama burada bir gerçek var, sağlık profesyonelleri obeziteyle ne kadar uğraşırsa uğraşsın, belki bir yılda insanların kazandığı %15-20 oranındaki kilo kaybının muhafaza edilmesi, sadece bir yıl sürüyor. Bir yıl sonra kilo artışları yeniden ortaya çıkıyor.

‘Acaba biz bu sorunu nasıl çözeriz’ diye 2015’te Milano Deklarasyonu ile Akdeniz beslenme piramidi tersine çevrilerek, ‘sürdürülebilir tarımı engelleyen, çevreye zarar veren, sera gazı emisyonlarını artıran gıdaları daha az tüketin’ denilen noktalar ortaya konuldu. Bugün beslenme önerilerimiz içerisinde daha az tüketilmesini istediğimiz kırmızı etin çevre açısından dünyaya maliyeti büyük. O zaman önerdiğimiz gıdaların çevreye maliyetinin ne olduğunu da mutlaka insanlık adına paylaşmamız lazım.

Sürdürülebilir beslenme için dünyada üretmek yetmiyor. Üretimin maliyetine sera gazı emisyonlarını koyduğunuzda hayvansal protein kaynakları içerisinde et ve et ürünlerinin çevreye maliyetinin ne denli yüksek olduğunu, bulaşıcı olmayan hastalıklarla birlikte kardiyovasküler hastalıklar için yapılan uyarıların ne denli yerinde olduğunu, 2015 Milano Deklarasyonu bizlere yeniden işaret ediyor.”

“Tüketici ne az, ne fazla beslensin”

Gıda üreticilerinden beklentileri de dile getiren Elmacıoğlu, malnütrisyondan korunmak için sürdürülebilir besin değerlerinin muhafaza edilmesi gerektiğini söyledi.

Türkiye’de gıda endüstrisinde Ar-Ge çalışmalarının oldukça az olduğunu vurgulayan Elmacıoğlu, “Bugün yurt dışında Ar-Ge yapılarak ülkeme getirilmiş bir ürünün lezzet algısı bakımından benim tüketicim tarafından çok da benimsenmediğini çok iyi biliyorum. Bu lezzetin bir sağlık yararını da yanında getirmesi gerektiğini ve böylelikle dünyada obezitenin azalıp, yaşam kalitesinin artacağını düşünüyorum” diye konuştu. Elmacıoğlu, şunları kaydetti:

“Tüketici ne fazla, ne az beslensin. Evet; trans yağların azaltılması, çok fazla tüketilen tuzun içerisindeki sodyumun kısıtlanması, şeker tüketimi gibi konularda adım adım çözüyorlar ama mutlaka gıda sektöründen isteklerimiz var.

Şeker tüketimiyle ilgili Türkiye çok büyük sorun yaşamıyor. 2010 Türkiye Beslenme Sağlık Araştırması’na baktığımız zaman genel enerji tüketimi içerisinde Türkiye’nin %7 gibi bir harcama yaptığını görmek, Batı’dan gelen, Ar-Ge yapılmayan ve üzerinde hiç düşünülmeden yapılan beslenme önerilerinin isabetsiz olduğunu ifade ediyor. Doymuş yağlarla ilgili günümüzde o kadar çok kafa karışıklığı var ki, sağlık profesyonellerinin bu konuda vebalinin çok olduğunu düşünüyorum.

Gene gıda sanayinden mikrobesin ögelerinin zenginleştirilmesi konusunda atılımlar bekliyoruz. Çocuklara pazarlanan ürünlerde endüstrinin çok dikkat etmesi gerektiğini, belki bu konuda beslenme uzmanlarını ekiplerinin içerisine katarak çocuğa nerede doğru ürün üretebileceklerinin yol haritasını yapmalarının ve her şeyden öte siyasi otoritenin mutlaka güncellenmiş beslenme ve sağlık politikaları üzerinde çalışmasının şart olduğunu düşünüyorum.

Obezitenin ilk ve çok basit bir noktası var. İnsanların kendini hasta edercesine, ekonomik refahla beslenmeyi paralel tutmaması… Obeziteyi çözmek belki bireysel yaklaşımdan geçiyor. O nedenle obezitede belki genel öneriler yapıyoruz ama daha çok beslenme uzmanları yetiştirerek, konu birey bazında çözülebilir. Toplum bazında çözümün hala çok zor olduğunu düşünüyorum.

Toplum için zenginleştirilmiş ürünler imal edilmelidir. Bunun dışında belki görünüşte şişmanlık, ama altında yetersiz beslenme, vitamin, mineral eksikliğinin ne denli ciddi olduğunu bilmemiz lazım.

Su kaynakları azalıyor, temiz suya ulaşım zorlaşıyor, hayvansal protein kaynaklarının insanlığa maliyeti çok yüksek. Evet dünya biliyor, ama bunun için doğru ve iyi iletişim yapmamız lazım. Ete alternatif daha uygun protein kaynakları konusunda lütfen biraz düşünelim.

Tüketici hem obeziteden korunmak, hem kronik hastalıklardan, beslenmeye bağlı kanserlerden korunmak için hem üreticiden hem sağlık çalışanlarından çok önemli bir mesaj bekliyor. O da kafa karıştırmayan, güven mesajı…

Ne zaman biz bu konuları tartışan sağlıkçılar olarak topluma güven verirsek, o zaman her türlü sorunun çözüleceğini düşünüyorum.”