TKB Başkanı Ayşe Uzunlu :Bunlar hem “suçlu” hem de “güçlü”

Türk Kadınlar Birliği Kayseri Şube Başkanı Ayşe Uzunlu,üTürk Kadınlar Birliği Kayseri Şube Başkanı Ayşe Uzunlu, Türkiye’nin gündemini bir süredir  meşgul eden, halk arasında, korku, panik ve özellikle çocuklu aileler arasında endişe yaratan taciz ve tecavüz olaylarına sert tepki gösterdi. Uzunlu “Bunlar hem “suçlu” hem de “güçlü”“Ayıp” tan çıkıp gerçekleri görmeli, artık gerçekleri konuşmalıyız” dedi, şunları söyledi.

Ülkemizin en köklü kadın derneği olan Türk Kadınlar Birliği’nin Kayseri Şubesi olarak uzun yıllardır kadının sosyal ve siyasal hayattaki yerini alması, kadınların eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi, ülkemizde kadın ve erkeğin toplumsal, ekonomik ve siyasal eşitliğinin sağlanması konusunda çalışmalar yapmaktayız.  Doğal olarak kız çocukları ve onların sorunları da ilgi alanımıza girmektedir. Onlar geleceğin kadınları olacaktır.

İçinde bulunduğumuz siyasi ve ekonomik sıkıntılar, terör korkusu ve maalesef aldığımız şehit haberleri bizleri derinden etkilerken; aklımızı başımızdan alacak kadar şiddetli toplumsal çarpıklıklarla da karşı karşıya kalmaktayız. Hepimizin inanmakta güçlük çektiği çocuk istismarı ve tecavüz vakalarındaki artışı büyük bir infialle karşılamakta, lanetlemekteyiz.

Çocuklara yönelik cinsel istismar, çocuk yaşta evlilikler ve mülteci çocukların istismarı önemli problemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadın dernekleri, kız çocuklarının eşit şartlarda eğitim alması, erken yaşta evlendirilmemesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi vb. konularla uğraşırken; her geçen gün bir biri ardına tecavüz ve taciz haberleri ile sarsılmakta; toplumsal bir bunalımla karşı karşıya olduğumuz gerçeği yüzümüze adeta çarpılmaktadır.

Evet, bu problem sadece bizim ülkemizde yaşanmamakta, dünyada da hızla artış gösteren bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok fazla sorunla karşı karşıya kalan bireylerin psikolojilerinin bozulduğunu söylemek mümkündür. Cinsel suçlardaki artış tabi ki insanın ruhundaki patolojik bir durumdur. Ama durumu sadece insan psikolojisine bağlayıp ruhsal bir rahatsızlık olarak kabul etmemiz de mümkün değildir.

Burada bir güçlü-güçsüz ilişkisi vardır. Erkek ya da büyüklere karşı kadın ve çocuklar. Toplumumuzda erkekler güç ve iktidarı temsil etmekte, kadınlar bilerek ve isteyerek güçsüz, korunmaya muhtaç şekilde tanımlanmaktadır. Dini referans aldığını söyleyen sözde bazı din adamlarının erkek egemen yaklaşımları, erkeğin tahrik olmasını ‘doğal’, kadınının rızasına bakmaksızın eyleme geçmesini de ‘meşru’ sayması; kılık kıyafet ve yaşam tarzı üzerinden kadınlara ve kızlara yapılan sataşmalar;  erkeği daha da egemen ve güçlü göstermekte adeta saldırıları doğal içgüdülere bağlamaya çalışmaktadır.

Çocuklar çok daha korumasız ve baskı altındadır. Toplumun aile ve cinsellikle ilgili tabulaşmış düşüncelerinin olması, çocukların yaşadıkları istismarı kimseyle paylaşamamalarına ve sessiz kalmalarına yol açmaktadır. “Aile kutsaldır”, “Cinsellik ayıptır”, “Büyük sözü dinlenir”, “Kimseye söylenmez”, “Utanmıyor musun?” gibi toplumsal ahlaki söylemler istismara maruz kalan çocuğu susturup şiddet uygulayan kişiyi ise güçlendirmektedir.  Toplumun ataerkil yapısının sürdürülmeye çalışılmasının, cinsiyet eşitliğinden rahatsızlık duyulmamasının, çocuk yaşta evliliklerin yadırganmamasının sonuçlarını görmekteyiz. Eğitimden adalete her alanda toplumun sosyolojisini değiştirmeye çalışan açıklamalara ve kadın düşmanlığına göz yumulmasının toplumumuzda bu tür vakaların artış göstermesine sebep olduğunu düşünmekteyiz. Türkiye’de geleneksel aile tipinin ön planda olması, bireyden çok aileye değer verilmesi ve korunması, aile içinde yaşanan olayların aile içinde kalması gerektiği anlayışı, toplum baskısı, damgalanma korkusunun birçok sapıklığın üstünün örtülmesini sağladığını biliyoruz.

Ülkemizde bu kadar değerler eğitimi ve din bilgisi eğitimi verilirken bu kadar sapkınlığı ve utanmazlığı nasıl izah edeceğiz? Hele ki din referanslı çocuk yurtlarındakileri… “Zinaya yaklaşmayın” diyen bir dinin mensupları olarak bu utançla nasıl başa çıkacağız?

Beklentimiz koruyucu ve önleyici çalışmalar yapılmasıdır. İdam, hadım, kısas gibi yaptırımları düşünmek sadece ceza vermeyi düşünmek demektir. Oysaki tecavüz ya da taciz gerçekleşmeden önlenmeye çalışılmalıdır. Tecavüz ya da tacize uğrayan kadın ve çocukların yaşadığı travmanın toplumsal etkileri suçlulara verilen cezalarla ortadan kalkmamaktadır. Tabi ki Ceza Kanunundaki konuyla ilgili cezaların caydırıcılığı artırılmalıdır. İyi hal ve ceza indirimleri uygulanmamalıdır. Ancak, çocuğun sırlarını paylaşmasının sağlanması, söyleyecekleri karşısında da kendisine kızılmayacağı ve utandırılmayacağını bilmesi daha önemlidir. Çocuklarının zorunlu eğitim ve öğretimlerini tamamlatmayan velilerin tespit edilmesi daha önemlidir. Erken yaşta evlenmenin sakıncalarını içeren derslerin müfredata eklenmesi daha önemlidir.  Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini anlatan sosyal sorumluluk projelerinin artırılmasına yönelik kampanyaların düzenlenmesi, insanların sıklıkla takip ettikleri TV programlarında toplumun bilinçlendirilmesi daha önemlidir.

Vicdan ve ahlakı ön plana çekmeli, sevgi ve saygıyı düstur edinmeliyiz. Bunu da en tepeden en aşağıya devletin tüm kademelerinde bir eylem planı ile sağlamalıyız. Çocuk odaklı, kadın–erkek eşitliğine dayalı, bilimsel, laik politikalar yapılmasını sağlamalıyız. Koruyucu ve önleyici çalışmalar yapmalıyız. Var olan kanunları uygulamalı, gereklerinin yerine getirilmesini sağlamalıyız. Denetleme ve uygulama mekanizmalarını çalıştırmalıyız.

Türk Kadınlar Birliği 2015 yılında bazı illerde ‘’Kız çocukları için güvenli alan oluşturmak’’ isimli  Norveç Büyükelçiliği desteği ile çalışmalar yaptı. Proje çocuklarımızı istismardan koruma yollarını ailelere öğreten ve farkındalık yaratmak konusunda başarılı bir çalışma olmasına rağmen finans sorunu nedeni ile proje tüm illere yayılamadı. İşin acı yönü yetkililer illerde bu konunun çok konuşulmasını istemediklerini dile getirdiler.

Çocuk istismarı caydırıcı ceza ve eğitimle istenirse kesinlikle önlenir .Biz bu cümleyi daha önce kadına şiddet ve tecavüz olayları için de kullanmıştık. Bu sözümüzü ısrarla yetkililer sesimizi duyup kesin irade gösterilinceye kadar söylemeye devam edeceğiz.

Biz Türkiye olarak ‘’ Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin  Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin’’ için ilk imzacısı olduğumuz için övünmemize son verip bu sözleşme kuralları gereği önce kadınlara ve çocuklara şiddet ve en acısı taciz ve tecavüzleri önleme işlemi için halkın sesi olan Sivil Toplum Kuruluşlarının feryadı duyulmalıdır. “Ayıp” tan çıkıp gerçekleri görmeli, gerçekleri konuşmalıyız.