Sümer’li olmak…(4) (Köşe yazısı 28.09.2017 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ

davutgulec@hotmail.com

Sümerbank Dokuma Sanayi yani Bez Fabrikası’nın girişinde büyük önder Atatürk’ün o ünlü sözünü bizler unutmadık, unutmayacak ve unutturmayacağız.

‘Her Fabrika bir Kaledir M. Kemal Atatürk’

Ama bugün o kaleler ne yazık ki birer birer yıkılıyor, yok ediliyor, taşları, ağaçları, tesislerinin bizlerle birlikte tarih sayfalarında kaybolması isteniyor. Ama kimsenin gücü buna yetmez.

Ben biliyorum ve eminim.

Bu anılarımı ben yaşayan biri olarak yazarken, bugün bizim kuşaktan olmayıp, okuyanların çoğu ‘abartılı, şişirme, yanlış, eksik, hatalı’ gibi karınsızlıkla çekememezlik yapabilir.

Benim burada yazdıklarım ne ki? Sümer’in kuruluşundan bugünlere gelen yaşayan büyükleri, bizim kuşak ve torunların anlattıklarını duysanız, bırakın duygulanmayı ‘dinlemeye, okumaya ömrünüz, zamanınız yetmez.’

Her tesis ve insan bir roman, unutmayın.

Ben halen yaşayan 83 yaşındaki annemden Sümer’deki anılarını dinler, halı dokurken oyun havası değil ağıt şeklinde söyledikleri orijinal ‘Gesi bağlarını’ kendi sesinden dinlerim.

Birde hasta, özürlü, engelli, sakat öğrencilere, çocuklara, insanlara, hamilelere karşı bizim kuşağın saygısı, duyarlılığı çoktu. Bugün ki gibi dışlanmaz aksine kucaklanırdı.

Benim rahmetli babam ‘Sucu Enver’in çocukluk arkadaşı Mehmet Sağıroğlu vardı. Fabrikaya birlikte girmişler, aynı dönemde askere gitmişler, aynı birliğe düşerek terhis olmuşlar, Sümerbank’ın su atölyesinde birlikte çalışıp, aynı dönemde emekli olmuşlar, hep birlikte hareket etmişler. Bizi Sümer’in dördüncü sıra 6. Apartmanından Mevlana’da halen annemin yaşadığı evin sahibi yaparken, emekli tazminatı eve yetmeyince müteahhitle konuşup taksite kavuşturan, ilk hediyeyi getirendi. Hatta babam emekli maaşını alıp evin taksidini müteahhit Mükremin amcaya vermeye giderken, kendisini takip eden iki yankesicinin bilmeden önündeki kavgayı ayırırken çaldırması, bunun üzüntüsü ve ayıbı ile eve kapandığında Mehmet amcanın müteahhit Mükremin amca ile eve gelip bu durumu öğrendiklerinde ‘o taksidi ödenmiş’ kabul etmeleri, babama ayrıca ‘Yeni aylığına alana kadar evin ve kendinin ihtiyaçlarına lazım olur’ diyerek cebine ayrı para koymaları Sümer farklarına en iyi örnek olsa gerek.

Sümerbank Dokuma Sanayi’nde çalışmak, çevresindeki okullarda eğitim görmek, suyunu içmek, elektriğini kullanmak, Karpuzatan’da balık ve istakoz avlamak, Sarımsaklı suyunda yüzmek, meyve bahçesinde elmalarını yemek, enerji santralı arkasındaki cüruf (pasakül) çevresinde eğlenmek, havuzunda yüzmek, çamurlu sahasında futbol oynamak, bayramları kutlamak, fabrikanın hemen girişinde bulunan büfeci İsmail amcanın küçük hediyelerini almak, iş sonrası bir süre babalarımızı yanındaki kahvehanede bulmak halen anılarımızın en güzelleri.

Sümer’in bir başka farkı ‘Göz ve kul hakkı’nı çok iyi bilmeleriydi. Bahçede yetişen meyve-sebze ya da köyden getirilen, yapılan hamur işlerinden mutlaka komşulara ikram edilirdi.

Birlik, beraberlik, dayanışma, dostluk ve arkadaşlığın devam etmesi için tek katlı bahçeli kooperatif evler Sümerbank Dokuma tesislerinin çevresine yapılır, büyüklerin bu örnek ilişkileri, çocuklarla, diğer sanatsal, kültürel, sportif etkinliklerle devam ederdi. Ben halen Yenimahalle meydanına yakın o bölgedeki tek katlı bahçelere öyle hayranım ki.

Bugün öğrenci köyü olan taş evler küçüktü ama içlerinde 50 yıl önce yeşeren filizler bugün anlatılmakla, yazılmakla bitmiyor.

Sümer’deki evlerde bir ara bit, bire, tahtakurusu, insanlarda parazit yaygın görüldü. Okullarda bu nedenle özel önlemler alındığını hatırlıyorum. Buna karşı geceleri lambalar açık tutulurdu.

Belki dikkatinizi çekti-çekmedi ama, Sümer ve çevresinde hırsızlık olayı neredeyse yok denecek kadar azdı. Kapılar kilitlenmez, çarpılırdı. Komşu giderken diğerlerine söylemesi yeterdi. Çünki komşu birbirinin en iyi bekçisiydi.

Çocuk ve büyüklerin kavgası bugün ki gibi büyümezdi, büyütülmezdi, dedikodusu yapılmazdı. Ama çocukların kendi aralarındaki kavgaları da meşhurdu.

Birde telden ve dikiş ipliği makarasından araba yaparak sürmek, Karpuzatan’daki kamış ile söğüt ve kavak ağacının ince dalından düdük yapmak, bunları çalmak, büyük çivileri manevra yapan kara trenlerin tekerleri altında ezerek tornavida yapmak hobilerimizdi.

Okulun hemen yanındaki postahane’den gurbet mektuplarını getirecek postacımızın yolları hep beklenir, özellikle kız çocukları ‘bak postacı geliyor’ diye tempo tutardı. Postacılar şimdi ki gibi sadece tebligat, borç ekstresi getirmezdi. Bizim kuşakta postacıların itibarı vardı.

Turşuluk alındımı içi, Sümerbank’ın ayni yardımı 18 kiloluk yağ tenekesine anneler, komşular tarafından hazırlanır, babamda üç tarafı açılan tenekenin kapağına balkonda lehim yapardı. Yaklaşık bir ay sonrada kapak açılır turşu yenmeye başlardı.

Birde, bizden önce ve bizim dönemde yaşamda kullanılan kap-kacaklar, ıbrıklar, siniler, leğenler herşey ‘daha sıhhatli’ diye bakırdandı. Yılda bir kez bu bakır kaplarda at, eşek ile gelen bakırcılar tarafından kalaylanır, biz ona ‘cilalandı’ derdik.

Bizim çocukluktan bugüne gelen en büyük madalyamız ‘Sümer’li olmak’ olsa gerek.