Sümer’li olmak…(3) (Köşe yazısı 27.09.2017 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ

davutgulec@hotmail.com

Doğduğumuz ve doyduğumuz bu topraklara herkesin minnet ve vefa borcu olduğunu hatırlatarak, Sümer ile ilgili yazıma mahalle, okul ve sonrası arkadaşlık ilişkileri ile devam ediyorum.

Bizim dönemde, kitap, defter, kırtasiye malzemeleri çok değerli idi. Öyle israf etmek yoktu. Evlerde bile ekmekler kurumuş olsa bugün ki gibi poşete konup kapıya konmaz, çöpe atılmazdı. Anneler, bacılar o ekmeklerden neler yapmazdı ki?

Tabi, birinci sınıftan ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci sınıfa geçilirken, defter ve kırtasiyeden artanların yenisi alınmazdı. Bizim dönemimizde bunlara yer yoktu.

Defterlerden kalanlar yazılı bölümlerden ayrılır, diğerleri evde dikilir, yüzlenir, kalemden kalanlar ise birbirine ilave edilerek kullanılırdı. Öğrenci kıyafetlerimiz, ayakkabılar bir numara büyük alınırdı ki, bir sonraki yıl da giyilsin, uzun ömürlü olsun.

Bayramlıklarımız ayrı, okul ve günlük ayakkabımız ayrı idi. Naylon ayakkabının bile değeri vardı.

Gelenek, görenek, adetler Sümer’de unutulur, birlik, beraberlik, dayanışma, tanışma, kaynaşma, yardımlaşma, dostluk, arkadaşlık, kardeşliğin en iyi örnekleri verilirdi.

Zaten öğretmenler ve Camimizin Salim Hocası gibi bazı toplum önderleri, zor durumdaki ailelere, öğrencilere ilk koşanlardı.

Çocukluk aşkları da, ömürlük arkadaşlıkları da sınıfta yeşerdi. Belki o yeşeren aşklar bir yastıkta birleşmese de, dostlukta, arkadaşlıkta kenetlendi.

Sınıf başkanı olmak ayrı, arkadaşlarını idare etmek, susturmak ayrı bir güzeldi. Öğretmenden sonra sınıfa girmek mümkün mü? Ya da ders kaynatmak. Öğretmenin dediğinin dışında konuşmak.

Bizler ilkokulu tamamlarken hepimiz askere gidecek delikanlılar, kızlarda gelinlik çağına gelmişler gibi görünürdük. Bizim dönemin kuşağı doğal beslenirdi. Sütünü, yoğurdunu, çoğu zaman yemeklerini, Sümerbank’ın ayni ve nakdi yardımları, okuldaki beslenme saatlerinin bunda elbette çok etkisi var.

Plevne mahallesinde oturan Sümerbank’ın idare giriş kapısında görevli bekçi İsmail amcayı kim bilmezdi ki. O da bizleri isim isim bilir, babamıza selam söylerdi.

Birde itfaiyeci Ali amca fabrikanın her şeyi idi. Geçmişte ustasından öğrendiği, kendine özgü otlardan ve tozlardan yanık kremi yapma işi ile yangınlarda vücutları yananlara bu kremi sürerek, onların ilk tedavisini yapardı. Belki inanmayacaksınız ama halen yaşıyor ve buna devam ediyor.

Yine idari kapının hemen sol tarafında sağlık merkezi, insanların sık uğrak yerleri olurdu. Doktor hasta olmayanlara idare etmek için rapor vermezdi. Hasta olanlara öğretmenler bir nevi telafi eğitimi yaptırır, derslerinden geri kalmamasını sağlardı.

Tüm Dünyaya örnek olan ‘Eşekli kütüphane’nin temeli Pazarören öğretmen okulundan mezun olan Cumhuriyet’in yaşayan efsane öğretmenlerinden Rasim Pehlivanoğlu ve Mustafa Kocabaş ile Ürgüp Karain’de atılırken, Türkiye’nin bir başka örnek bugün tüm hastanelerin çocuk servislerinde uygulanan ‘Hastane okulu’nun temeli de bizim dönemde adı konmamış şekilde SSK’nın çocuk servisinde uygulanır ve çocuklara ayrı eğitim verilirdi.

Bizim dönemde sağlıkta, hastalıkta ciddi sorunlar, aksamalar, eksiklikler, yatak sıkıntıları, doktor, hemşire, ebe ve diğer yardımcı sağlık personeli eksikti ama eğitimde kalite tartışılmazdı.

Okullarda spor bile göstermelik sayılmazdı. Disiplin eğitimin, ailede ve yaşamın her aşamasında kendini hissettirirdi.

Büyüklere, anne-babaya, sakat ve engellilere, hele hele öğretmenlere saygıda, bugün ki gençlerin yaptığı saygısızlık kusuru olmazdı. Bizim kuşağın bir başka korkusu ise, anne-babalarımızı tanıyan büyüklerin ‘çocuğun bana karşı şunu yaptı’ gibi şikayetleri idi. Zaten o dönemin insanları, bir çok zorluğu, kıtlığı, çaresizliği gördüğü, büyüklerinden yaşadıkları acıları çok dinledikleri için fazla şikayet, dertlenme olmaz, affetme, ayıbı, kusuru örtme yönleri ile takdir edilirdi.

Evlerde anneler, bacılar, komşular neredeyse iyi birer terzi, trikocu, kese kağıtçı, ekmekçi, halı dokumacı, babalarda; on parmaklarında çok marifetli insanlardı.

Devamsızlıktan ve dersteki başarısızlıktan yani zayıftan sınıf tekrarı yapanlar çok değildi. Veli toplantılarına, anne-babalar tam kadro bizlerde gider, öğretmenlerle konuşurken bizleri uzaklaştırır, duruma göre hareket ederlerdi.

Okulda Pazartesi sabah, Cumartesi öğlen – o dönem yarım gün olurdu- İstiklal marşı okunur, her okul zili ‘andımız’ın okunması ile başlardı. Sınıflara giderken bile konuşmak, sırayı bozmak mümkün mü?

Sümer farkı ve Sümer’li olmak böyleydi.

Yazının ve sözün başında dedik ya ‘Sümer’li olmak halen bir ayrıcalık ve fark.