Şu mobese dedikleri (Köşe yazısı)

Macit Gürbüz

Gazeteci-Yazar

MOBESE’yi bilmeyenimiz yok.

Hele de kar esaretinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçi ile yediği yemeğe giderken servis edilen görüntülerinden sonra.

MOBESE, Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu’nın kısaltılmış hali.

Bu sistemi planlayan ve kuran polis ve mühendislerin adından esinlenilmiş.

Murat, Osman, Basri, Erin, Süleyman ve Erdoğan isimlerinin baş harflerinden oluşuyor.

Yani sistemi kuran polis ve mühendislerin baş harfleri.

MOBESE’nin B’si ise Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı Bilgi İşlem Müdürü Basri Aktepe’yi simgeliyor.

Sistem suçu önleme ve suçluyu takip amacıyla oluşturulmuş, bu esasa göre çalışıyor.

Takip ve kayıt işlemi Kişisel Verileri Koruma Kanunu’na uygun şekilde kaydedilmeli ve depolanmalı, hukukun temel niteliklerinden biri olan özel hayatın gizliliği esası sonuna kadar korunmalıdır.

İmamoğlu’nun servis edilen yemek görüntüleri, sistemin çalışma esasına uygun olup olmadığı konusunda tartışmalara yol açtı.

Kamuya açık bir alandaki o yemekte hangi suçun ve suçlunun takibinin yapıldığı sorgulandı.

Hukukçular, özel hayatın mahremiyetine müdahale edildiğini ifade etti.

İmamoğlu, görüntüleri servis edenler hakkında suç duyurusunda bulundu.

Başımdan geçen bir olayı aktararak tartışmaya dahil olmak isterim.

Ekim ayı ortalarında, aracımızın yıllık bakımını yaptırmak amacıyla Bursa’ya doğru yola çıktım.

Bursa kent merkezinde İzmir yolu üzerindeki servise birkaç kilometre kalmıştı.

Yoğun bir sabah trafiği vardı.

Kullandığım araç bir anda alabora oldu, araç kontrolümden çıktı, hızla sola kıvrıldı ve dört şeritli yolda orta refüje doğru hızla yol almaya başladı.

Araç sol arkadan darbe aldığı için emniyet kemerimin bağlı olmasına rağmen beni sağ koltuğa doğru savurdu, sağ koltuğa yatıp kalktım, kendime gelip araca hâkim olmaya başladım.

Sersemlemiştim.

O sırada ASR devreye girmişti, araçtan korkunç sesler geliyordu.

Direksiyona hâkim olup, ABS sayesinde güçlükle aracı toparladım.

Bu sırada tüm araçlar durmayı başardılar.

Arkamda iki beton mikseri vardı, üzerimden geçmemesi ve zincirleme bir kaza olmaması bir mucizeydi.

Araçtan indim, olayı anlamaya çalışıyordum, çünkü bana çarpan şeyin ne olduğunu yani kazayı görememiştim, çünkü önümde akan trafiği kontrol ediyordum o sırada.

Sol tarafımda duran aracın sürücüsü bana bakıyordu, ne oldu bana dedim, “Abi ben çarptım sana’ dedi. ‘Nasıl çarptın’ dedim, ‘hatırlamıyorum’ diye yanıt verdi.

Araçları yolun sağ tarafındaki açıklığa çekerek yolu açtık.

Bana çarpan sürücü iki koltuk değneğinin yardımıyla araçtan indi, sol ayağı dize kadar alçıdaydı.

‘Nasıl araç kullanıyorsun sen bu halde’ diye sordum, ‘araç otomatik abi’ diye yanıt verdi.

Çok rahattı, benden bir de sigara istedi utanmadan sıkılmadan.

Polis çağırdım, gelen motosikletli polis memuru ölü ve yaralı olmadığı için aramızda tutanak tutmamız gerektiğini söyleyip gitti.

Tutanağı ben yazdım, ‘ben anlamam abi, ilkokul terkim ben’ dedi hazret.

Bu son üç ayda karıştığı üçüncü kazaymış, son kazasında ayağı ortadan ikiye yarılmış, hastaneye kontrole gidiyormuş.

Araçta eşi ve küçük çocuğu da vardı.

Kaza tutanağından ve gerekli evraktan fotokopi çekmek için servise gittik.

O sırada kazanın hasar bedelinin ne kadar olduğunu sordu servis görevlisine, bin 500 TL olduğunu öğrenince ödedi ve gitti, kazanın nasıl olduğunu hatırlamadan!

Araç bir hafta serviste kaldı, mağdur olduk.

Oturdum düşünmeye başladım kazanın nasıl olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Muhtemelen aşırı süratliydi, şerit değiştirirken takip mesafesini ayarlayamamış ve kullandığım araca sol arkadan çarpmıştı.

Ama bu sadece tahmindi.

Amerika’da suçlu takibinde kaçan araca arkadan dokunan polis aracı gibi beni alabora etmişti.

Aracı alıp eve döndükten sonra MOBESE görüntülerine ulaşıp kazanın nasıl meydana geldiğini öğrenmek istedim.

Sadece merak ediyordum, tuttuğumuz tutanakları işleme koymamıştık, zararımı ödemiş ve gitmişti olayın faili.

Kime ne nereye başvurduysam Savcılık kararı olmadan veremeyiz yanıtını aldım.

Ortada şikâyet yok şikayetçi yok, savcılığa intikal eden bir durum yok, dava yok hangi savcılık kararını getireceğim diye yakınmalarım hiçbir sonuç vermedi.

Kişisel Verileri Koruma Kanunu varmış, savcılık kararı şartmış.

Başıma ne geldi öğrenememiştim.

Kazanın hemen ardından trafikte seyreden hiçbir sürücü aracından inmemişti, şaşkınlıkla bana bakıyorlardı bu araç nasıl durabildi diye, ben sormalıydım ama o sersemlikle onu da ben akıl edemedim.

Uzatmayayım, hala başıma ne geldi, o kaza nasıl meydana geldi hala bilmiyorum.

MOBESE suçu önleme ve suçluyu takip esasına göre çalışıyorsa şimdi soruyorum;

İki büyük kazaya sebebiyet veren bu kişinin ehliyetine ceza puanından neden el konulmadı?

Aracı otomatik de olsa ikiye ayrık ayağıyla trafikte bir o yana bir bu yana dans ederek yol alan bu trafik magandası hiç mi bir trafik kontrolüne takılmadı?

Takıldıysa neden ceza yemedi, aracı trafikten men edilmedi?

Suçu önleme ve suçlu takibi mantığı böyle mi işliyor?

Benim mağduriyetim ne olacak?

Başıma ne geldiğini öğrenme hakkım yok mu?

Suçluya gelince kişisel verileri koruma kanunu devreye giriyor da bu yasa suçsuzu korumuyor mu?

Olaydan iki gün sonra sağ göğüs kafesimde dayanılmaz bir ağrı başladı, iki kaburgamın çatladığı ortaya çıktı.

Kaburga alçıya alınmıyormuş, o ağrı ile dolaştım günlerce.

Yani İmamoğlu’nun yemek görüntüleri muhatabın izni ve savcılık kararı olmadan medyaya servis edilirken, olayın mağdur tarafı olmama rağmen benden esirgenmişti.

Merkeze gelip izlememe izin verin bari dedim, ona da izin çıkmadı.

Nasıl meydana geldiğini asla bilemediğim ve öğrenemediğim bir meçhul kazanın kurbanı olmuştum.

Şu MOBESE dedikleri ne menem şeydir?