Stratejik araştırma..(2) (Köşe yazısı 02.02.2019 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ

davutgulec@hotmail.com

İnovatif Stratejik Araştıralar Merkezi (İNOSAM)’UN “2019’da değişen tehditler ve Türkiye’nin çıkış Stratejileri-2” semineri sonrası önerilerine dünden kaldığım yerden devam ediyor.

Hem kaynaklarımız çok sınırlı hem de ciddi bir kalite sorunumuz bulunuyor ve çok zaman kaybetmiş durumdayız. O yüzden mevcut okullarımızdan bazılarını ve özellikle İmam Hatip okullarını derhal Matematik, Ekonomi, Fen, Yazılım ve Kodlama, Yüksek Teknoloji, Tarım ve Hayvancılık okullarına/liselerine dönüştürmeliyiz. Üniversitelerimizin iktisat, işletme, ekonomi, ziraat, veterinerlik, bilgisayar, bilişim, fen edebiyat, mühendislik alanlarından mezun yüksek lisans diplomalı, doktoralı gençlerimizi bu liselerde öğretici olarak istihdam edebiliriz.

Bugün 5 bine yakın İmam Hatip ortaokulu ve lisesinde bir buçuk milyona yakın öğrenci eğitim görüyor. Her geçen gün çok sayıda okul, ihtiyaç olmamasına rağmen, öğrenci ve velilerin itirazlarına rağmen imam hatip okullarına dönüştürüldü. İmam Hatip okullarında yüz bini geçkin boş kontenjan bulunuyor ve İmam Hatiplerin yarısına yakını yarı kapasite ile eğitim veriyor. Öğrenciler merkezi sınavlarda tercih etmedikleri halde cebren İmam Hatip okullarına kayıt ediliyor. İmam Hatip okullarında gerek öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gerek sınıf mevcutları diğer devlet okullarına nazaran oldukça düşük. İmam Hatip okullarına dönük rahatsız edici bir pozitif ayrımcılık uygulanıyor. Eğitim bütçesinin aslan payı da İmam Hatip okullarına ayrılıyor.

Din eğitimi büyük oranda ailelere bırakılması gereken bir konu çünkü ailelerin farklı moral değerleri vardır ve anne babalara çocuklarını istedikleri gibi yetiştirebilme hakkı tanınmalıdır. Devlet eliyle, herkesin vergisiyle belli bir mezhep/itikat ve dini inancın çocuklara dayatılması en başta muasır ve demokratik bir eğitim sistemine sığmaz.

Okullarda din öğreterek başarılı olmuş bir eğitim sistemi yoktur. Ayrıca Türkiye’de bilimsel anlamda din öğretimi başarılı bir şekilde verilemediği gibi Ortadoğu ülkeleri ve Yunanistan hariç dünyada din liseleri olan bir başka ülkede yoktur. Hemen her ilimizde İlahiyat fakülteleri açılmıştır ki bu politikaları da efektif bulmuyorum.

Kaldı ki Türkiye’nin sorunu ideolojik bir eğitim değildir. Bu eğitim sistemi işlemiyor. Elimizde çok başarısız olduğumuzu belgeleyen ulusal ve uluslararası veriler var. Herkes eğitimin öneminden bahsediyor ama Türkiye’de eğitimle ilgili ciddi tartışmalar, çalışmalar ve haberler ilgi görmüyor. Herkes eğitim sisteminin başarısızlığından dem vuruyor fakat gerçek anlamda kocaman ülkede beş on kişinin hakiki anlamda dert ettiği bir sorun haline geldi eğitim sistemimiz.

Bu büyük başarısızlığın kimse hesabını sormuyor. Kimse bedelini ödemiyor. Eğitim politikalarını baz alan, ona göre oy veren bir seçmen kitlesi yok Türkiye’de. Oysa günümüzde eğitimi ciddi anlamda dert edinmeyen toplumlar geleceğini de dert etmiyor demektir. Çünkü eğitim gelecek demektir. Eğitim ekonomi demektir. Onur, barış, huzur ve itibar demektir.

Küreselleşen yenidünyada ve dijital çağın içinde yaşadığımız günümüzde okulların bir din, ideoloji, yeni bir kişilik, disipline bir karakter ya da telkini bir kimlik kazandırma kabiliyeti kalmamıştır ve mümkün değildir. Çözüm ailededir ve aile eğitimi esas alınmalıdır. Okullarımızda özellikle İmam Hatiplerde çocuklara bir takım dini ve moral değerleri talim ve tedris ettiriyoruz ama okuldan çıktığı anda çocuğun karşılaştığı gerçek hayat daha baskın ve farklı oluyor.

Türk eğitim sistemi milyonlarca öğrenci, veli ve öğretmenin talepleri dikkate alınmadan hatta onlara rağmen ve hiç durmadan değiştiriliyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde eğitim sistemi tek bir merkezden tek bir kişinin emir komutasıyla yürümüyor. Okulların toplumun önünde olması gerekirken, okulların toplumu dönüştürmesi lazım gelirken Türkiye’de okullar ve eğitim sistemi maalesef toplumun vahametli aynası durumundadır.

Öğretmenlere ve okul yöneticilerine özgün / yeni yöntem ve çözümler denemesine inisiyatif tanımayan katı merkeziyetçi bir eğitim sistemimiz var. Türkiye’de bölgeler arası eğitimde nitelik ve başarı farkı yüzde ellilere yaklaşmış durumda. Çankaya’daki bir okul ile Hakkâri’deki bir okul aynı kitabı ve aynı müfredatı uyguluyor aynı kurallar ve mevzuatla sistemi yönetiyoruz. Öğretmenler mecburi hizmet bölgelerinde çalışmak istemiyor. Oysa mecburi hizmet bölgeleri sürgün yerleri değil, görevde yükselmek için çalışılması gereken yerler olmalıdır.

Hayat sürekli değişiyor. Eğitiminde sürekli değişmesi gerekiyor fakat Türkiye eğitimde reform yapmayı beceremiyor. İmam Hatipler konusunda da öyle. Türkiye’de eğitim sistemindeki değişimler veriye dayanarak yapılmıyor. Örnek uygulamalarla test edilerek, belirli bir data birikimi sağlanmadan ve olgunluğa ulaşamadan ülke geneline bir günde yaygınlaştırılıyor. Reformlar eğitimin paydaşlarına sorulmadan, onların fikirleri alınmadan yapılıyor. Bu yüzden Milli Eğitim Bakanı Sayın Selçuk, eğitim reformlarını Milli Eğitim Şuralarında demokratik bir şekilde tartışıldıktan sonra hayata geçirse, toplumsal desteğini perçinleyeceği ne kadar doğru bir iş yapılmış olur. Yani toparlarsak Türkiye din, sanat ve kültür ile bilim arasındaki ilişkinin yakınlığını dahası ahlak, sanat ve kültürün sağladığı bilimsel açılımın ve bütünlüğün olanaklarını eğitim sistemi içerisinde gerçekleştirmek zorundadır. Cumhuriyetle birlikte bunun alt yapısı kurulmuştur. Bu politik bir görev değil, bilimsel bir sorundur. Türkiye’nin özgürlük hareketlerinin yalnızca demokrasiyi değil, bilimsel özgürlüğü de kapsaması şart olmuştur.