Sivil işgal altında mıyız? (Köşe yazısı)

Mustafa TEMİZER

“Bir köyde eski zamanlarda ağanın birine birisi çoban durmuş! Malum o günlerde çobanlar kasım ayından öbür yılın kasım ayına çoban dururmuş. Ağa çobana yüz adet koyun teslim etmiş ve gelecek kasımda kendisinden geri alacağını söylemiş. Çoban ertesi Kasım geldiğinde elinde bir tas yoğurtla ağanın karşısına çıkmış.

“Ağa! Koyunların 50 si yardan uçtu, 25 ‘ini kurt yedi, 25 de hastalıktan öldü aha bir tas yoğurdun, hakkımı ver.” Demiş! Ağa bir çobana bir yoğurda bakmış ve yoğurt kabını aldığı gibi çobanın başına geçirmiş. Çobanın yüzü olduğu gibi yoğurt! Çoban kendi kendine “Şükür bu işten de alnımızın akıyla çıktık!” Deyivermiş!

Bize çobanlık yapacağını söyleyen birilerine ülkemizi emanet ettik. Neredeyse 20 Kasım geçti; koskoca bir vatan, milyonlarca insan ve seksen senenin birikimi fabrikalar, ordular, ormanlar, aklınıza gelebilecek zenginlikler! Peki, 20 senenin sonunda elimizde nihayet ne kaldı?

Sokaklarda gençlere soruyorsunuz ne yapmak istersiniz? “Bu ülkeden gitmek isteriz.” diyorlar. İktidar sahipleri olarak itibardan taviz verilmezken; ülkenin insanı mutlu bir azınlığın dışında ellerini ovuşturup çaresizliğini kime anlatacağını bilemiyor. Ülkenin hudutları tel elek gibi, yolgeçen hanı… Herkes istediği yere gidip yerleşiyor. Yurt dışından gelen insanlar kendi vatanları ve yöneticisi gibi insanları ülkenin en güzel ve en verimli yerlerine yerleştiriyorlar. Otobüslerle insanları şehirlere dağıtıyorlar. Kendi insanımıza cehennem haline gelen ülke birilerine cennet oluyor.

On seneye yakın zamandır gelenlerin dışında bu günlerde çok uzaklardan gelenler var? Hem de son günlerde akın, akın geliyorlar? Her gün binlercesi geçiyor sınırlarımızdan. 2 bin kilometreden daha uzaktan Afganistan’dan gelen; genç, sağlıklı, güçlü erkekler! Bizim insanlarımızı bir zamanlar Almanya’nın işçi olarak seçip aldığı insanlar gibi geliyorlar. Bizimkileri Alman devleti istiyordu; bunlar biz istemediğimiz halde geliyorlar. Üstelik mevsimlik işçiler gibi geliyorlar. Beraberlerinde eşleri yok, çocukları yok! Beraberlerinde büyük, yaşlı kimseler yok! İran’la kültürel yakınlıkları bizden daha fazla olduğu halde nedense İran’da durmuyor, yerleşmiyor, kalmıyor, doğruca Türkiye’ye geliyorlar. Bu insanların eşleri veya yakınları da gelecek mi şimdilik bilmiyoruz. Gelenleri buraya gönderenler belli ki, bir maksat için gönderiyorlar. Çünkü gelenlerin elinde ABD elçiliğinin, konsolosluklarının verdiği pasaportlar var.

Gelenlerin, sahillerde asker tavırları ile gezip dolaştıklarından bahsediliyor. Bu insanlar ülkemize, Türkiye’ye niye geldiler? Kendi ülkelerinde elan görülen bir savaş yok, kıyım yok! Peki, ama neden geldiler?! Neden İran, Irak, Yunanistan, AB ülkeleri değil de Türkiye?! Hem de bizde bu kadar mülteci varken?!

Eskiden, geçtiğimiz yıllarda ülkemizin her yerinde pek çok vilayette göçmenler vardı, bunların yakınları da genellikle beraberlerinde idi. Mağduriyetleri sebebiyle ülkemize sığınıyorlardı. Devlet valilikler vasıta ile onları hem kontrol ediyor hem de ihtiyaçlarını gideriyordu. Sonrasında Suriye göçmenleri geldi. Hani şu bayramlarda ülkelerine giden sonrasında geri gelip hazırdan yiyenler. Kimsede bu insanlar bayramda nereye gidiyor, gidebildikleri yerde niye kalmıyorlar. Rahatça gidip geliyorlar diye sorgulamadı. Tabi başta devlet adamlarının sorgulaması gerekirdi. Şimdi gelenler kendiliğinden bir yerlere yerleşiyor. Önceki yıllarda mültecilere harcanan 40 milyar dolardan bahsediliyordu, şimdilerde bu miktar ne kadar, hangi meblağa ulaştı ne millet nede muhalefet bilmiyor.

Büyük şehirlerin çoğunda Suriyeli ve sair mültecilerin meydana getirdiği gettolar var. Buralarda yerli insanlarımız azınlık haline gelmiş durumda. Devlet böyle giderse kendi insanımıza ekalliyet-azınlık payesi verecek ve asli unsurlar yani bizler bir kısım haklarımızın tanınması için her halde taleplerde bulunacağız(!) Belki de yakın gelecekte bu insanlar seçimlerde bizimle birlikte oy kullanacak ve devletin yönetimine gelecek iktidarların değişmesini sağlayacaklar. Kim bilir?!

İlk gelen mültecilere hatta uzunca bir süre Ensar-Muhacir gözü ile baktık. “Biz Ensarız ve üzerimize düşeni yapmamız gerekir.” dedik. Sonuçta o hale geldi ki, pek çok yerde mülteciler bizim kendilerine sağladığımız hakları beğenmez ve bizi protesto eder hale geldiler. Şanlı al bayrağımızı yaktılar. Misafirin ev sahibi protesto etmesi düşünülebilir mi? Bu güç nereden geliyor. Kaldı ki misafirlik üç gündür ve biz elbette üç ay ev sahipliğine bile razı iken, şu anda ülkenin pek çok yeri işgale uğramış durumda.

İç işleri Bakanı Soylu; Afgan halkının istiklal harbinde bileziklerini satıp İstiklal harbinde bize yardım ettiklerini, mücadelemize yardım için gönderdiklerinden bahsediyor. Doğrudur Afganlı Müslümanlar, Türk’ün istiklal mücadelesine en büyük yardımı yapmışlardı.-Allah o yardımları yapanlardan razı ve hoşnut olsun.- Lakin arada bir fark var. O gün, Afgan halkı bize zorluklar içinde esaret altında, bizim istiklalimiz için yardımı yaparken; devrin süper gücü sömürgeci İngiliz’e rağmen yapmıştı. Bu farkı görmeyenler ya kördür veya kötü niyetlidir. Bu günse ABD’ye hizmet eden paralı askerler ABD yandaşları, ABD pasaportu ve talimatı ile Türkiye’ye geliyor. Kendi ülkesinin suyumu çıktı. Ne yazık ki; hangi hesapla geldiği ve kimin emrinde olduğu belli. Bir yere sığınması gerekiyorsa niye ABD değil Türkiye! Kime hizmet etmişse ona sağınsın. Hesabın içinde ABD’nin ülkemizi bölmek için güneyimizde PYD-PKK ile aşağıdan içerden de paralı askerler ile yaptığı proje, hesap!

“Kendisi yardıma muhtaç dede, kaldı ki gayrı ya himmet ede!” sözü tastamam bizim için söylenmiş. Ülkemizde genç işsizler ordusu varken, insanımız işsiz gezerken; devlet topladığı vergilerle nüfusumuzun %10’unu geçmiş mültecilere bakıyor. Aklı evvelin biri kalkmış; “Mülteciler giderse ekonomi çöker.” diyor. Kimin ekonomisi çöker acaba? Avusturya başbakanı; ”Siz mültecileri tutun biz size 3 milyar avro verelim.” Demiş!? Türkiye toplama kampı mı Efendi? Alın sizde dursunlar, biz size 5 milyar verelim.

Hesap bellidir; Türkiye’nin üzerinde hesapları olan emperyalist güçler ülkemizin demografik yapısını değiştirmek ve bozmak ülkenin üniter yapısını bozmak istemektedirler. Bu proje ülkemizde yerleşik olarak kalmak projesidir. Yarın, gelecekte ülkemize gönderilenlerin ana dilleri ile eğitimden tutun, getto haline getirdikleri çoğunluk sağladıkları yerlerde özerklik istemeye kadar neleri isteyebileceğini bizler henüz bilmiyoruz. Düşmanın kafasındakinin ne olduğu açık “Türkiye’yi bölgelere ayırıp Fakat devlet adamlarımızın kafasında ne var en önemli mesele o!

Görünen o ki; bizim devlet adamlarımdan başka herkesin bizim üzerimizde hesapları var ve o hesaplar bir bir hayata geçiriliyor. Hangi endişe ile müdahale edilmiyor ve önlenmiyor. Veya beklide yetersizlikten iktidar sorunların üstesinden gelemiyor. Bilinmesi gereken şu ki, devleti idare edenler bir an önce bu mülteci krizine çare üretmeli. Mültecileri geldikleri yere dönmelerini temin etmeli ve yeni mültecilere de izin vermemelidir.

Esas olan ne yardım yapacaksanız yapın, yardımları herkesin kendi evinde ve memleketinde yapın. Bir şeylere engel olmak istiyorsanız, eğer hesabınız buysa insanları kendi yurdunda muhafaza etmenin çalışması yapmalıdır. Bu gelecek olanlar Türk bile olsalar! Aksi halde ülkemizin sivil düşman güçleri ile işgal edildiğinin görülmesi ve sorunun çözümü için çok geç kalınacaktır. Tavşan bayırı aştıktan sonra atılacak tüfeğin kimseye faydası olmaz.” Mustafa Göktekin

” İştirak etmediğimiz çilesini çekmediğimiz bir kurtuluş mümkün değildir.” Milletimizin ve yöneticilerimizin uyanması basiretle hareket etmesi (Yanılmadan gerçekleri görebilmesi, gelecekle ilgili sezgi, uyanıklık, anlayış, kavrayış ve vizyon sahibi olması) dilek temenni ve duasıyla…