Sağlık, teknoloji, magazin-yaşam haberleri (11.03.2021)

Kellogg Türkiye, büyüme hikâyesini kadınlarla yazıyor

Dünya devi kahvaltılık gevrek ve atıştırmalık üreticisi Kellogg, kadınlarla büyüyor. Son dört yıldır Türkiye’deki büyüme trendine devam eden Kellogg, çalışanlar arasında kadın-erkek dengesine önem verirken yaptığı yeni yatırımlarla üretim kapasitesini artırıyor. Kellogg Türkiye Genel Müdürü Burcu Yazıcı, “Hem iç piyasada pazar payımızı artırıyoruz hem de ihracatta yeni pazarlara açılıyoruz. Büyüme hikâyemizi kadınlarla yazıyor ve bundan gurur duyuyoruz” dedi.

Dünya devi kahvaltılık gevrek ve atıştırmalık üreticisi Kellogg, başarılı faaliyetlerine hız kesmeden devam ediyor. Atıştırmalık ve kahvaltılık gevrekler alanında hizmet veren Kellogg Türkiye, son dört yıldır güçlü markaları ve yeni ürünleri ile büyümeye devam ediyor. Yatırımlarında hız kesmeyen Kellogg Türkiye, geçen yıl itibarıyla ihracat faaliyetlerinde bulunmaya da başladı. Ortadoğu ve Afrika bölgesine ürün gönderen dev firma, yapılan yeni yatırımlar ve artan çalışan sayısıyla üretim kapasitesini artırdı.

Üst yönetimin yüzde 75’i kadın

Kellogg Türkiye Genel Müdürü Burcu Yazıcı, bu başarı hikâyesinin temelinde, tüketici odaklı stratejinin, çalışan temelli uygulamaların ve özellikle kadın-erkek eşitliğine önem veren çalışan politikalarının bulunduğunu söyledi. Üst yönetim çalışanlarının ise yüzde 75’inin kadın olduğunun bilgisini veren Yazıcı, kadınlarla birlikte bir büyüme hikâyesi yazdıklarını belirtti. Yazıcı, “Mühendis çalışanlarımız arasında kadın sayısı oranımız da yüzde 40’ı buluyor. Çalışanlarımızın mutluluğuna önem veriyor, kadın-erkek dengesine dikkat ediyoruz, bu nedenle bu oran da yüzde 50” sözlerini kaydetti.

Yılda 15 bin tonluk üretim

Hedefleri doğrultusunda yeni açıldıkları pazarlarla Kellogg Türkiye’nin giderek daha da büyüdüğünü söyleyen Yazıcı, “Taleplere yetişmeye çalışıyoruz. Şirketimizin büyümesiyle yüzde 36 oranında çalışan artışımız da oldu. Kellogg Türkiye olarak yılda yaklaşık 15 bin tonluk üretim gerçekleştiriyoruz. Ortadoğu ve Afrika bölgesine açıldık. Belirtmem gerekiyor ki, biz büyüme hikâyemizi kadınlarla yazıyor ve bundan gurur duyuyoruz. İnanıyoruz ki, her alanda söz sahibi olan kadınlarımız, başarının da kırılmaz anahtarı ve kapısıdır. Kadınların yol göstericiliğinde hedeflerimize soluksuz ilerleyecek ve bundan asla ödün vermeyeceğiz” dedi.

Kadın hakları proje çağrısı

 Fransa’nın Türkiye Büyükelçiliği ve Institut français Türkiye kadın-erkek eşitliği için ve kadına karşı şiddetle mücadele eden sivil toplum kuruluşlarını desteklemek amacıyla ilk kez proje çağrısında bulunuyor. Kadın haklari proje çağrısi bu alanda çalışan tüm sivil toplum kuruluşlarına açık.

Fransa Büyükelçisi Hervé Magro, kadın – erkek eşitliği konusunun Fransa’nın diplomatik önceliklerinden biri olduğunu hatırlatarak, Fransa’nın gelecek Temmuz ayında Paris’te devlet ve hükümet başkanlarının katılacağı Eşitlik Jenerasyon Forumu’na Meksika ile birlikte  başkanlık edeceğini, uluslararası sivil toplum kuruluşlarından 5.000 temsilcinin de zirveye katılacağını ifade etti. Zirve aynı zamanda kadın haklarına ilişkin bugüne kadar düzenlenmiş en büyük konferans olan Pekin Konferansı’nın 25. yılına denk gelecek.

Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Hervé Magro, Fransız Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı’nın sözcülüğünde ve feminist diplomasi çerçevesinde Fransa’nın çok oyunculu bir yaklaşımla sahada somut bir şekilde sorumluluk üstlenme arzusunda olduğuna işaret etti.

Kadın Hakları proje çağrısı Eşitlik Jenerasyon Forumu tarafından da ele alınacak 3 konuda yapılıyor :

  • Kadına karşı şiddetle mücadele
  • Adalet, ekonomik haklar ve kadınların eğitime erişimi
  • Öz bakım ürünlerine erişim dahil olmak üzere, cinsel sağlık ve üreme sağlığı ile ilgili hakların korunması ve tanıtılması

Proje çağrısı toplam 30 bin Avro’dan oluşan bir desteği içeriyor. Jüri kararıyla belirlenecek üç ila altı proje en fazla 10 bin Avro kadar destek alacak. Proje çağrısına son başvuru tarihi 30 Nisan 2021 olup detaylı bilgiye Institut français Türkiye’nin internet sitesi ifturquie.org adresinden ulaşılabilecek.

Akut lösemili hastalar için en önemli konu tedaviye erişim
Yetişkinlerde yaş ilerledikçe akut lösemi gelişme riski artıyor
Pfizer Onkoloji tarafından IPSOS araştırma şirketiyle birlikte gerçekleştirilen “Akut Lösemili Hasta Deneyimi Araştırması” açıklandı. Yetişkin akut lösemi hastaları, hematologlar olmak üzere 13 şehirden 153 katılımcı ile online, yüz yüze ve telefon tekniği ile gerçekleşen araştırma sonuçlarına göre; hastalar en fazla tedavinin yan etkileri, aile ve arkadaşlardan uzakta kalmak ve saçlarını kaybetmekten etkilendiklerini belirtirken, kendileri için en önemli konunun tedaviye erişim olduğunu ifade ettiler.
Ülkemizde yaşayan akut lösemili hastalarda ve bu hastaları tedavi eden hekimlerde, akut löseminin hasta hayatı üzerindeki etkilerini ölçümlemek, hekim ve hasta nezdinde hastalık yükünü belirlemek aynı zamanda bu tedavi alanında karşılanmamış ihtiyaçları saptamak için gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarını; Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı ve Kök Hücre Nakil Ünitesi Öğretim Üyesi, Türk Hematoloji Derneği (THD) Araştırma Sekreteri Prof. Dr. Meltem Kurt Yüksel değerlendirdi ve akut lösemi hastalığı hakkında bilgiler paylaştı.
Akut lösemiler, kan kök hücrelerinin anormal olarak farklılaşması, olgunlaşması ve çoğalması ile kendini gösteren kemik iliğinden köken alan habis bir hastalıktır.
Medikal tanımı bir yana; akut lösemi, hasta hayatını önemli ölçüde etkileyen, beden ve ruh sağlığı olarak en fazla zorlayan hastalıkların başında gelmektedir. Mevcut tıbbi bilgilerin hastalar tarafından anlaşılmasının zorluğu, ağır yan etkileri olabilen tedavileri kabul etmekte yaşanan çekinceler ve ilaçlara bağlı yaşanan ciddi yan etkiler nedeniyle hastaların yaşam kaliteleri ciddi şekilde azalmaktadır. Bu zor süreçte, hastaların hastalık ve tedaviler hakkında bilgilendirilme, yeterli iletişim, duygusal destek ve bakım konularında sağlık profesyonellerinden beklentileri artmaktadır.
Akut lösemi hasta deneyimi araştırmasından hastalığa ışık tutan sonuçlar
Araştırma, 13 ayrı şehirden 62 akut miyeloblastik lösemi (AML), 30 akut lenfoblastik lösemi (ALL) hastasının yanı sıra eğitim ve araştırma hastanelerinden 26 hekim, üniversite hastanelerinden 27 hekim, özel ve devlet hastanelerinden de 8 hekimle online, yüz yüze ve telefon araştırma tekniğiyle gerçekleştirilmiştir.
Araştırma sonuçlarına göre;

  • Akut lösemi hastalarının yalnızca %16’sı genel sağlık durumunu çok iyi ve üzeri olarak değerlendirmektedir. Geriye kalan hastaların büyük çoğunluğu sağlık durumunun “iyi” veya “orta” olarak tanımlarken, yaklaşık 10 hastadan 7’si fiziksel aktivitelerde kısmen veya ciddi oranda kısıtlandıklarını paylaşmıştır.
  • Hastaların günlük aktivitelerindeki kısıtlanmalarında duygusal sorunların ağırlığı, fiziksel sebeplere yakın olarak değerlendirilmektedir. Akut lösemi hastalarının %28’i yaşadıkları ağrıların günlük işlerinin ciddi şekilde aksamasına yol açtığını belirtmiştir. Hastaların %23’ü ise sosyal hayatlarının büyük oranda kısıtlandığını belirtmişlerdir.
  • Hastaların yarısından fazlası hastalıkları ile ilgili kendi geleceklerini pozitif yönde değerlendirmektedir. Akut lösemi hastalarının %60’ı durumlarının gelecekte daha iyi olacağını söylerken, %8’i ise durumlarının gelecekte kötüleşeceğini düşünmektedir.

İlk belirtiler ve hastalığın tanı süreci
Araştırma sonuçları ilk belirtiler ve hastalığın tanı sürecine de değiniyor.

  • Yorgunluk ve bitkinlik hissi akut lösemi için hem en sık görülen başlangıç semptomu (hastaların %61’i bu semptomu belirtmiştir) hem de hastayı hekime götüren en önemli semptomdur. İkinci sırada ise morarma ve kanamalar gelmektedir.
  • Akut lösemi tanılarını ilk duyduklarında hastaların yarısı üzüntü hissettiklerini belirtirken, %40’lık bir hasta grubu ise tanıyı ilk duyduklarında ne yapacaklarını bilmediklerini belirtmiştir.
  • Hastalar en fazla bunlardan etkileniyor

Hastalar en fazla tedavinin yan etkileri, aile ve arkadaşlardan uzakta kalmak ve saçlarını kaybetmekten etkilendiklerini belirtmektedirler. Ancak, hastalıklarının psikolojik ve sosyal boyutları hastaları daha fazla yıpratmaktadır. Hastaların %70’i sosyal hayatlarının, %66’sı ise psikolojik durumlarının hastalıkları sebebiyle ciddi şekilde etkilendiğini belirtmektedirler1. Aile, akrabalar, iş arkadaşları ve yöneticileriyle olan ilişkilerinin önemli şekilde etkilendiğini söyleyen hastaların yarısı bu etkinin olumlu yönde olduğunu, geri kalan yarısı ise olumsuz yönde olduğunu belirtmektedir.
Hastalar hastalıklarıyla ilgili en fazla hekimlerinden destek gördüklerini belirtmektedirler (%82) . Hekimlerin ardından ise aile ve eşleri gelmektedir.  Akut lösemi hastalarının hasta derneklerinden çok az destek gördüklerini belirttikleri göze çarpmaktadır.
Hastalar için en önemli konu tedaviye erişim
Hastalar için akut lösemi konusunda karşılanmayı bekleyen en önemli ihtiyaçlar ise hastalara finansal destek, ilaçlara erişim, hastaneye/eve ulaşım olanakları ve psikolojik destek şeklinde belirtilmiştir.
Hastaların %70’lik bir bölümü hastalıklarının tedavisiyle ilgili bilgi almak istediklerini belirtmişlerdir. Hastaların en fazla bilgi almak istedikleri konular arasında tedavilerin yan etkileri, tedavi seçenekleri, tedavi süreleri ve hastalıkların ilerleme durumu öne çıkmaktadır.
Yaş ilerledikçe AML gelişme riski artıyor
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı ve Kök Hücre Nakil Ünitesi Öğretim Üyesi, Türk Hematoloji Derneği (THD) Araştırma Sekreteri Prof. Dr. Meltem Kurt Yüksel şunları söyledi: “Akut lösemi, farklı genetik mekanizmalar sonucu oluşan karmaşık bir grup hastalıktır. Köken aldığı hücreye ve hücrenin gelişiminin hangi basamağında olduğuna göre farklı isimler alır. Akut myeloblastik Lösemi (AML) erişkinlerde en sık görülen akut lösemi tipi olup yüzde 80’ini oluşturur. Yaşam boyunca AML gelişme riski % 1.5’dir. Erkeklerde daha sık görülür. Yaş ilerledikçe AML gelişme riski artar, 65 yaş üzeri hastalarda daha sık görülür. Tüm dünyada, 2016 yılında AML nedeniyle ölen hasta sayısı 85.000 olup 2040 yılında bu sayının iki katına çıkması beklenmektedir. Son 20 yıl içerisinde uygulanan tedaviler, erkeklerdeki sağ kalım süresini uzatarak, kadınlarınki ile eşitlemiştir.”
Son yıllarda genetik alanındaki gelişmeler akut löseminin sınıflandırmasını ve tedavisini başka bir boyuta taşımıştır vurgusu yapan Prof. Dr. Meltem Kurt Yüksel: “Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından en son 2016 yılında yayımlanan “Hematolojik Kanserlerin Sınıflandırılması” kitabında, lösemiler eşlik eden genetik anormalliklerin etkilediği gen bölgesi(leri) tanımlanarak ayrıntılı şekilde sınıflandırılmıştır. Akut lösemi tedavisi planlanırken hastanın yaşı ve daha da önemlisi hastanın planlanan lösemi tedavisini kaldırıp kaldıramayacağı, hastanın dinç “fit” olup olmaması önemlidir. Akut lösemide, hastaneye yatışı gerektirecek yoğun tedaviler genç ve dinç ”fit” hastalara uygulanırken; düşük yoğunlukta tedaviler, cilt altı ya da ağızdan kullanılan ilaçlar daha çok, düşkün ya da ileri yaş hastalarda tercih edilmekteydi. Günümüzde ileri genetik incelemeler sayesine lösemi gelişimine neden olan mekanizmalar kısmen de olsa tanımlanmıştır. Tanımlanan gen bölgesine yönelik hedeflenmiş moleküller ile o genetik özelliğe ya da tanımlayıcı moleküle sahip lösemi hücrelerine karşı özelleştirilmiş tedaviler uygulanmaktadır bu tedaviler “Özelleştirilmiş Tedaviler” olarak da tanımlanmaktadır” dedi. Pek çoğu ağızdan hap olarak kullanılabilen bu tedaviler genç yaşlı tüm hastalarda kullanılabilmektedir.
Akut lösemi tedavisinde kök hücre nakli çok önemli 
Canlı ilaçlar olarak tanımlanan, hastaların kendi bağışıklık hücrelerinden elde edilen hücreler ile yapılan hücresel tedavi çalışmaları da hızla devam etmektedir diye belirten Prof. Dr. Meltem Kurt Yüksel, sözlerine şöyle devam etti: “Tüm bu gelişmelere rağmen, akut löseminin hastalığı iyileştirici tek tedavisi halen allojeneik hematopoietik kök hücre naklidir. Bu tedavide aile içi ya da aile dışı vericilerin doku tipi özdeşlik durumları esas alınarak: kan, kemik iliği ya da kordon kanındaki kök hücreler kullanılmaktadır. İlaçlarda olduğu gibi kök hücre naklinde de son yıllarda başarı oranları artmış, nakil ile ilişkili ölüm oranları azalmıştır.”
Prof. Dr. Meltem Kurt Yüksel: “Sağlık; fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik açılardan bireyin dengede olmasıdır. Akut lösemi tedavisi, bireyde fizyolojik dengeyi sağlar ancak hastanın beklentilerinin ve ihtiyaçlarının karşılanması en az tedavi kadar önemlidir. Psikolojik ve sosyal destek olmaksızın bireyin sağlığına kavuşması mümkün değildir. Lösemili hastalarda yaşam kalitesi çalışmaları, bu dengeyi yani bireyin bir bütün olarak sağlığını değerlendirme olanağı sağlar. Yeni ilaçların kullanım kolaylıkları yatış gerektirmemeleri, olabilecek yan etkilerinin ayaktan izlenebilir olması nedeniyle, hastalara yaşadıkları şehirlerinde tedavi olma imkânı sunmaktadırlar. Hekimlerin bu tür tedavileri uygulayabilmeleri için, hastanelerin alt yapı ve donanımlarının tanı koymada ve tedavi izleminde yeterli olması ayrıca, bu alanda yetişmiş sağlık personelinin olması da oldukça önemlidir. Hastaların hastalık sürecinde yaşadıklarını değerlendirdikleri anketler hasta merkezli raporlar, hasta gözüyle tüm sağlık sistemini ve bileşenlerini değerlendirme imkânı sunmaktadır. Bu araştırma çalışması da bunun çok güzel bir örneğidir.”
COVID-19 pandemisinde de AML tedavisi aksamadan devam ediyor 
Prof. Dr. Meltem Yüksel: “COVID-19 pandemisi sürecinde, akut kösemi tanılı hastaların tedavisi aksamadan devam etmiştir. Ancak, tedaviler sırasında kan transfüzyonu için gerekli kan ürünlerinin trombosit, eritrosit başta olmak üzere ülkemizde ve tüm dünyada kan stoklarının azalması nedeniyle sıkıntı yaşanmıştır. Olabilecek komplikasyonların önüne geçmek için ülkemizde ve dünyada ileri gelen derneklerin kılavuzları, akılcı kan kullanımı ile ilgili önerilerde bulunmuşlardır.
Son yıllarda yoğun tedaviler ile birlikte yeni hedefe yönelik ilaçların kullanımının, yanıt oranları, sağkalım oranları ve hastaların yaşam kalitelerini arttırdığı gösterilmiştir. Önümüzdeki yıllarda yeni tedavilere ek olarak hasta, hekim işbirlikleri ile zamanında tanı, tedavi ve yakın izlem sayesinde bu başarı oranlarının daha da artacağı kesindir” dedi.

Tıp öğrencileri, yerli ve yabancı doktorlar ile Meducast Platformunda buluşacak

Uzaktan eğitim ve uzaktan çalışma dinamikleri, covid-19 pandemisi ile dünyada büyük bir değişim yaşıyor. Uzun yıllardır kullanılan uzaktan eğitim uygulamaları, pandemiyle birlikte bir anda tüm dünyanın merkezine oturdu. İnternetin sunduğu altyapı sayesinde online eğitim, online toplantılar, online sağlık hizmeti gibi birçok alandaki talep, 6 veya 7 katın üzerinde bir artış gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Hemen hemen her alanda yaşanan dijital dönüşüme, en hızlı adapte olabilen sektörlerden birisi de “eğitim” oldu.

Sağlık çalışanlarını, değerli hocalar ile bir araya getirecek

Tıp öğrencileri ve sağlık çalışanlarını, alanında uzman yerli ve yabancı doktorlar ile online eğitim platformunda buluşturmak için yola çıktıklarını anlatan Meducast Tıbbi Eğitim Platformu Kurucusu Aydın Demir, şunları söyledi:

Geçtiğimiz yıl ve bu yıl sağlık çalışanları için oldukça zorlu bir dönem ve birçok sağlık çalışanı, alanlarındaki gelişmeleri takip edemeyecek bir yoğunluğa sahip. Ancak, sağlık alanında, öğrencisinden bilim dalı başkanlarına kadar herkesin yenilikleri takip etmesi, araştırması ve gerekli olması halinde uygulamalı olarak görmesi gerekiyor. Pandemi, şu an bunların önünde büyük bir engel oldu. Tıp öğrencileri derslere gidemiyor, intörnler için hayatın büyük bir bölümü pandemi gerçeklerinden oluşuyor, farklı branşlarda en önemli gündem Covid-19 ve branşları ilgilendiren hastalıklar ile Covid 19 ilişkisi olmayı sürdürüyor. Kısaca, tam da bu noktada, öğrencileri, doktorları, hocaları bir araya getirebilmek çok önemliydi. Tıp öğrencileri ve sağlık çalışanlarının, alanında uzman yerli ve yabancı doktorlar ile online platformda bir araya gelmesi, eğitimlerle kendilerini geliştirmesi, meslektaşlarıyla dirsek teması kurmaları ve mentorluk alabilmeleri için Meducast Tıbbi Eğitim Platformunu hayata geçiyoruz. Kardiyolojiden kadın hastalıklarına, sağlıklı beslenmeden çocuk hastalıklarına kadar hemen hemen tüm alandaki değerli hocalarımızı, önümüzdeki günlerde açıklayacağımız eğitim takvimi ile sağlık sektörü çalışanlarıyla bir araya getireceğiz” dedi.

Uzaktan eğitimin geçmişi, 1900’lü yıllara uzanıyor

Uzaktan eğitim hayatımıza, Covid-19 pandemisi ile yoğun bir şekilde girmiş olsa da, aslında pandemi öncesinde de etkili bir şekilde kullanılan eğitim yöntemlerinden birisi olmuştu. Geçmişi 1900’lü yılların başına kadar uzanan uzaktan eğitim uygulamaları, küreselleşen dünyada insanların odağında artarak yer almayı sürdürecek. Nitekim, Amerika’da uzaktan yüksek lisans veren kurumlardaki öğrencilerin %99’u, bu ülkede yaşamasına rağmen, eğitimlerine uzaktan devam etmeyi tercih ediyorlar. Artık, mesafe ve zaman farklarının, insan yaşamı için önemsiz olduğu bir teknoloji birikimine sahibiz ve her insan için zamanı çok değerlidir. Zamanı etkin şekilde kullanmak ve 24 saati en iyi şekilde değerlendirmek, fark yaratabilmenin en etkili yönteminden birisi olmaktadır.

Dünyada her üç kadından biri şiddete maruz bırakılıyor
DSÖ verilerine göre, dünyadaki kadınların üçte biri yani 736 milyon kadın fiziksel veya cinsel şiddete ve 15-24 yaş arası genç kadınların dörtte biri ilişkilerinde partnerlerinin şiddetine maruz bırakılıyor.
DSÖ ve ortaklarının yayınladığı yeni bir çalışmaya göre son 10 yılda kadına yönelik şiddet her ülke ve her kültürde görülen bir hastalık halini aldı.

Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve ortaklarının yayınladığı yeni bir çalışmaya göre son 10 yılda kadına yönelik şiddet her ülke ve her kültürde görülen bir hastalık halini aldı.

Çalışmaya göre kadına yönelik şiddet yıkıcı bir biçimde yaygın ve çok endişe verici şekilde çok erken yaşta başlıyor.

Dünyadaki kadınların üçte biri yani 736 milyon kadın fiziksel veya cinsel şiddete uğruyor.

Dr. Tedros: “Kadına yönelik şiddeti aşı ile durdurmak mümkün değil”

DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus “kadına yönelik şiddet COVID-19 pandemisiyle durumları kötüleşen milyonlarca kadın ve ailelerine zarar veriyor. Ama COVID-19’un aksine kadına şiddeti aşı ile durdurmak mümkün değil” diye konuştu.

Kadına yönelik şiddet erken yaşta başlıyor 

Kadınlar şiddete erken yaşta maruz bırakılmaya başlıyorlar. 15-24 yaş arası genç kadınların dörtte biri ilişkilerinde partnerlerinin şiddetine maruz kalıyor.

UN Women’ın Başkanı Phumzile Mlambo-Ngcuka da “Erkekler tarafından kadınlara uygulanan bu yaygın şiddetin değişmeden devam ediyor olması çok endişe verici ancak bir de genç annelerin de aralarında olduğu 15-24 yaş arası genç kadınlara uygulanması daha da kötü” diye konuştu.

Küresel olarak 641 milyon kadın yakın partnerleri tarafından uygulanan şiddete maruz bırakılıyor, kadınların yüzde 6’sı ise eşleri veya partnerleri olmayan biri tarafından cinsel tacize uğradıklarını belirtiyorlar. Cinsel tacizin damgalanmak korkusu nedeniyle rapor edilmemesi ihtimali nedeniyle bu yüzdenin çok daha yüksek olduğu düşünülüyor.

Dr. Tedros şiddetle ancak hükümetlerin, toplumun ve toplulukların zarar veren davranışları değiştiren, kadınlar ve kız çocuklarının fırsatlara ve hizmetlere erişimini artıran, sağlıklı ve karşılıklı saygı çerçevesinde yürütülen ilişkileri teşvik eden köklü ve sürdürülebilir çabalar ile mücadele edilebileceklerini söyledi.

Gölge Salgın  

2000 ila 2018 yılları arasındaki verileri bir araya getiren rapor kadına yönelik şiddetin sıklığı konusunda yürütülmüş en büyük çalışma olma özelliğini taşıyor.

COVID’den önce de varolan kadına yönelik şiddetin COVID-19’un etkisiyle bir “gölge pandemiye” dönüştüğünü belirten Mlambo-Ngcuka kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin her türlüsünün pandemi süresince arttığını vurguladı. Mlambo-Ngcuka “her hükümetin bununla mücadele için güçlü ve proaktif adımlar atması ve bunu yaparken çalışmalara kadınları da dahil etmesi gerekiyor” diye konuştu.

Yardım hatlarına ve güvenlik güçlerine yakın partnerlerin uyguladığı şiddetle ilgili gelen bildirimlerin COVID-19 döneminde arttığı gözleniyor. Ancak pandemin kadına yönelik şiddet üzerindeki tam etkisini anlayabilmek için daha fazla veriye ihtiyaç var.

Bölgelere göre rakamlar 

En yoksul ülkelerdeki kadınların yüzde 37’si yaşamlarının bir döneminde yakın partnerleri tarafından uygulanan fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Bu rakam bazı ülkelerde yüzde 50’lere yükseliyor.

15-49 yaş arasında yakın partnerleri tarafından şiddete uğrayan kadınlar yüzde 33 ila 51 arasında değişen oranlarda Okyanusya, Güney Asya, Sahra-altı Afrika bölgelerinde görülüyor.

Aynı oran yüzde 16 ile en az Güney Avrupa’da, ardından yüzde 18 ile Orta Asya, yüzde 20 ile Doğu Avrupa ve Doğu Asya ve yüzde 21 ile Batı Avrupa ve Güney Doğu Asya bölgelerinde görülüyor.

Şiddetin etkisi 

Çalışmaya göre, sona erdikten çok sonra bile şiddet bir kadının sağlığını ve mutluluğunu etkilemeye devam ediyor; depresyon, kaygılar, planlanmayan gebelikler ve  daha pek çok sağlık sorunu şiddet görmüş olmakla ilişkilendiriliyor.

Şiddeti önlemek için ekonomik ve toplumsal eşitsizliklerle mücadele edilmesi, eğitim ve güvenli işlere erişimin garanti altına alınması, ayrımcı toplumsal cinsiyet normları ve kurumlarının değişmesi, ayrımcı yasaların düzeltilmesi ve yasal yanıtların da güçlendirilmesi gerekiyor.

DSÖ’den Claudia Garcia-Moreno’da çalışmanın tanıtımında “Kadına yönelik şiddetle mücadele için, bu konu etrafındaki damgalamayı acilen azaltmak, sağlık profesyonellerini şiddet mağdurlarına şevkat ile yaklaşarak konuşmak konusunda eğitmek ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temellerini yıkmak gerekiyor. Adolesanlar ve gençlerle de toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik eden girişimler çok büyük önem taşıyor” diye konuştu.