Sağlık, magazin-yaşam haberleri (08.09.2020)

Psikiyatrik Bozuklukların Tedavisinde Yenilikçi Bir Yöntem: TMS

Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz manyetik tedavi yöntemi TMS (Transkraniyal Manyetik Stimülasyon) hastalara umut olmaya devam ediyor. İlk olarak 1885 yılında kullanılan TMS Tedavisi ABD ve Kanada da onaylı olmasıyla da dikkat çekiyor.

Özellikle ruhsal bozukluklardan depresyon, anksiyete, takıntı hastalığında kullanılan TMS Tedavisini Psikiyatrist Doktor Selin Birgül Baran’a sorduk.

“TMS’da temel olarak, helezonik iki manyetik alan oluşur ve bu manyetik alanlar arasında kalan bölgede küçük elektriksel aktiviteler meydana gelir. TMS, ruhsal hastalıklarla ilgili önceden belirlenmiş bölgelere uygulandığında, buralarda elektrofizyolojik değişiklikler meydana getirerek klinik iyileşme sağlar.Uygulama sırasında manyetik akımı oluşturan bobin (coil) saçlı derinin üzerinden hedef beyin bölgesinin bulunduğu noktaya yerleştirilir. Vücuda herhangi bir girişim olmadan, saçlı derinin üzerinden uygulanır. Psikiyatrik hastalık tanısına göre, hedef bölge ve uygulanacak manyetik akımın şiddeti belirlenir.”

TMS Hangi Hastalıklarda Kullanılır?

TMS Tedavisi, depresyon ve diğer duygudurum bozukluklarında hasta onamı alınarak etkin şekilde uygulanmaktadır.

Günümüzde TMS en sık;

•Depresyonda,
•Anksiyete Bozukluklarında,
•Şizofrenide İşitsel Varsanılarda,
•Obsesif-Kompulsif Bozukluklarda (kompulsif davranışlara yönelik)
•Tedaviye dirençli olgularda ilaç tedavisine ek olarak da uygulanabilmektedir.

TMS Tedavisi Ne Kadar Sürer?

TMS’nin uygulama sonrası görülen etkileri uyarının uygulama yerine, frekansına, şiddetine, sayısına ve atım paternine göre değişkenlik göstermektedir.

TMS’da tedavi iki ana bileşene ayrılır: Akut Tedavi ve İdame Tedavisi.

Akut tedavi hastalık şiddetine göre 15-30 seans sürmektedir. Günlük olarak planlanır. İdame tedavisi ise hastalığın kişideki etkisine göre değişebilmektedir. Bazı hastalarda idame tedavisine ihtiyaç duyulmazken, bazı hastalara haftada bir kez, ayda bir kez gibi idame tedavileri planlanır. Kısaca idame tedavisi, tamamen akut tedavi sonrası hastalığın yinelemesine ve şiddetine bağlıdır.

Başarılı sonuçlarıyla psikiyatrik ve nörolojik bozukluklara umut olan TMS tedavisi, ilaçsız uygulanması ve yan etkisinin çok az olması nedeniyle oldukça çok tercih edilmektedir.

Yaz Kilolarını Vermek İçin Önemli 5 Nokta

 Yaz yavaş yavaş bitiyor ve tatiller nedeniyle alınan kiloları sağlıklı ve hızlı bir şekilde vermek gerekiyor. Ancak sağlıklı bir şekilde zayıflamak ve “takılan kilo” engelini aşmak için diyette bazı noktalara dikkat etmek gerekiyor. Uzman Diyetisyen Nilay Keçeci Arpacı yaz kilolarını vermede merak edilen soruları cevaplıyor.

1-Ödem nasıl atılır?

Vücudun su tutması olarak bilinen ödem, yarattığı şişkinlikle olduğundan daha kilolu görünmemize sebep olur. Öncelikle fazla ödeminiz varsa tuz alımını kısıtlamanız gerekir. Çünkü sodyum seviyesinin yüksek ya da az olması da vücutta ödeme yol açabilir. Vücuttaki ödemi atmak için yine bol su tüketimine ve egzersiz yapmaya dikkat edin. Diyette bitki çayları, rahatlama ve tok tutucu etkisi ile kullanılır. Ödem atmak için kaynağını bilmediğiniz farklı çay karışımlarını kullanmayın. Bu, karaciğerinize zarar verebilir. Bitki çaylarınıza tarçın ya da karanfil de ekleyebilirsiniz. Örneğin; soğuk ya da sıcak olarak yeşilçay, tarçın, karabiber karışımı ödem atmak için güzel bir içecek alternatifi olabilir. Yeşillikler de en iyi ödem atıcı besinlerdendir. Özellikle maydanoz bu konuda başı çeker. Çiğ maydanoz yiyebilir ya da maydanozu su da az bir şekilde kaynatıp sonrasında bu suyu içebilirsiniz.

2- Diyette spor şart mı?
Diyete başlanan ilk haftalarda, sadece diyet yaparak vücut yağ kitlesinin azalmasını sağlanabilir. Ancak zayıflamaya devam etmek, sıkılaşmak, kas kaybetmemek, metabolizmayı hızlandırmak ve sağlıklı yaşamak için spor şarttır. Sporu belirli bir dönem yapılacak bir aktivite olarak görmeyin. Hayatınızın bir parçası haline getirin. Haftada 3 gün yapacağınız 45 dakikalık yürüyüşler bile güzel bir diyetle sizi hedefinize daha sağlıklı ve hızlı yaklaşmanızı sağlar. Özellikle simit-göbek bölgesi için sadece diyet yeterli olmaz, mutlaka spor yapılmalıdır. Diyetle sporu bir bütün olarak düşünmek gerekir.

3- Diyet yaparken bağırsak problemleri yaşanırsa ne yapmalı?
Kimi zaman bazı diyetlerde bağırsak problemleri yaşanabilir. Eğer kabızlık sorunu yaşanıyorsa; yulaf, keten tohumu, zeytinyağı ya da çörekotu yağı tüketilebilir. Diyet yaparken bağırsak sistemini bozmamak için dikkat edilmesi gereken en önemli unsurlar; yeterli su tüketmek, spor yapmak ve lifli gıda tüketmektir.  Probiyotik alımı da bağırsak problemlerinin önüne geçmeye yardımcı olur.

4-Takılan kilolar ve selülitler için ne yapılabilir?

Diyet yaparken takıldığınız bir kilo varsa artık spor ya da detoks ile destekleme zamanı gelmiş demektir. Ancak her ne yapılırsa yapılsın; kilo verme ilerlemiyorsa bu, hormonel bir problemi işaret edebilir. Bu durumda doktora danışmak gerekir. B 12 eksikliği de kilo verememeye sebep olan bir nedendir. Yaz döneminde kadınlar için en önemli problemlerden biri de selülitler. Selülitlerle savaşmak için bol yürüyüş yapmak ve ip atlama gibi egzersizler etkili olabilir. Bol su tüketimi selülitleri yok etmede önemlidir. İsterseniz suyunuzun içine limon da sıkabilirsiniz. Günde 2 fincan Türk kahvesi de selülitle savaşta destek olur.

5-Diyette alınması gereken vitamin ve mineraller neler?
Her diyette mutlaka omega 3 olmalı. Omega 3 için en önemli kaynak balık ve cevizdir. Eğer balık tüketemiyorsanız mutlaka omega 3 takviyesi alın. Ağır spor yapanlar kişiler mutlaka multivitamin kullanmalıdır. Yaz diyetinde herkes mutlaka probiyotik tüketmeli. Kilo verme sürecinde en önemli vitaminlerden biri de C vitaminidir. C vitamini kilo kaybına yardımcı olur. Kivi, kırmızı biber, maydanoz, limon, lahana gibi birçok sebze ve meyveler C vitamini deposudur. Yağ yakımına yardımcı olması açısından da demir kaynağı olan; fasulye, yağsız et, kabuklu deniz ürünleri ve yeşil yapraklı sebzeleri de tüketmek gerekir. Bu besinleri alamadığınız durumda doktorunuza danışıp takviyeler alarak vitamin ve mineral dengenizi koruyabilirsiniz.

Pandeminin yarattığı stres erkekte sertleşme bozukluğuna sebep olabiliyor
Covid–19 erkekte testis tutulumuna neden olabilir  Sertleşme bozukluğu her 10 erkekten 1’ini etkiliyor
Yeterli sertlik düzeyine ulaşamama ve bu düzeyi sürdürememe sorunu olan sertleşme bozukluğu, her 10 erkekten 1’ini etkiliyor. Erken boşalma ya da kısırlık ile de karıştırılabilen hastalık 40 yaş üstü erkeklerde oldukça sık görülen bir sorun. Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Tıp Bilimleri Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Özveri, 4 Eylül Cinsel Sağlık Günü vesilesiyle önemli bilgiler paylaştı ve COVID-19 dönemine de özel açıklamalarda bulundu.
40 – 70 yaşları arasında erkeklerin yaklaşık %30’unda görülen sertleşme bozukluğunun (erektil disfonksiyon) görülme sıklığı ilerleyen yaşla birlikte artış gösteriyor. Çoğu erkeğin hayatının belli dönemlerinde, özellikle de stres altındayken ya da erkek ciddi bir hastalık geçirdiği zaman sertleşme ile ilgili sorunlar yaşanabiliyor.
Sağlıklı cinsel yaşam bağışıklık sistemini olumlu etkiliyor 
İki birey arasında bir ilişkinin sosyal, düşünsel, duygusal boyutları olabildiği gibi cinsel boyutunun da olabildiğini ifade eden Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Tıp Bilimleri Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Özveri, sağlıklı cinsel yaşamla ilgili şunları söyledi: “Dünya Seksoloji Enstitüsü’ne göre haftada iki kez cinsel ilişkinin sağlıklı bir cinsellik için yeterli olacağını, çiftin bu anlamda doyumu sağlayabileceği sayı olacağını söylüyor. Ama bu çiftlere göre değişkenlik gösterebilir. Bu konuda Kinsey Enstitüsü’nün de araştırmaları var. Enstitüye göre sağlıklı bir cinsel yaşam için çiftlerin bir yılda ortalama yüz on iki kez cinsel ilişkide bulunduğu ortaya konmuş. Çiftlerin bunun için en aktif çağları 20-50 yaş arası olmakla birlikte, cinsellik daha ileri yaşlarda da devam ettirilen ve genel sağlığa her yönden pozitif katkı sağlayan bir aktivite. Sağlıklı bir cinsel yaşamda kadın ve erkeğin birbirlerini tanıyarak, birlikte bir süreç oluşturmaları gerekir.”
Düzenli sağlıklı bir seksüel aktivitesi olan ve sağlıklı bir cinsellik yaşayan kişilerde ömrün daha uzun olduğu ile ilgili çalışmalar olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Hakan Özveri: “En önemli etkilerden bir tanesi de immün yani bağışıklik sistemine olan pozitif etkisi. Düzenli bir cinsel yaşamı olmayan kişinin immün sistemindeki birtakım biyokimyasal maddelerin, belirteçlerin bozulduğu görülüyor. Pandemi sürecini yaşadığımız son altı ayda immün sisteminden çok bahsediyoruz, sağlıklı ve başarılı seksüel aktivitenin bu anlamda günümüzde daha da önem kazandığını söylemek yanlış olmaz. Özellikle depresyonlu, yüksek anksiyeteli hastalarda psikolojik iyilik halinde artış olduğu gösterildi. Bu kişilerin çok daha rahat uyudukları, post travmatik stres dediğimiz psikolojik travma sürecini daha rahat atlattıkları gözlemlenmiştir.”
Sağlıklı cinsel yaşamın genel sağlığımız üzerinde çok önemli etkileri var
Doç. Dr. Hakan Özveri: “Cinsel yaşamın menstrüel siklus dediğimiz adet döngüsündeki dengesizlikleri düzenlediği, ağrılı adetlerde, endometriozisde azalma olduğu; fiziksel olarak iyileşme olduğu gösteriliyor. Sağlıklı cinselliğin yeterli olmaması da bugün tıp literatüründe ciddi yer tutuyor. Örneğin erektil disfonksiyon dediğimiz sertleşme bozukluğu sorununun, erkeklerde bazı kalp damar sistemi hastalıklarının, nörolojik ve endokrin hastalıklarının erken belirtisi olduğunu çalışmalardan biliyoruz.. Seksüel olarak aktif olmamak literatürde kanserle bile ilişkilendirilmiş. Cinsel yaşamı aktif olmayan kişilerde majör bir cerrahi geçirme riskinin arttığı, mental sağlığın kötüleştiği, bilişsel fonksiyonların bozulması, kolesterol, hipertansiyon, şeker hastalığı, kardiyovasküler bütün bunlarda cinsel olarak inaktif olmanın bir negatif etkisinin olduğu söyleniyor ve seksüel tatmin yaşayan kişinin yaşamdan aldığı tatminin de bunu gösteren iyi bir belirteç olduğundan bahsediliyor. Seksüel aktivite, sağlıklı cinsel yaşamın sağlığımız üzerinde fark etmesek de çok önemli etkileri olduğunu gösteriyor.”
Psikolojik ve fiziksel etkenler erkekte sertleşme bozukluğuna sebep oluyor
Sertleşme sorunu neden oluyor diye bakıldığında, nedenlerini üç ana grupta toplamak gerektiğini belirten Doç. Dr. Hakan Özveri: “Bir numaralı etken psikolojik nedenler, iki  numara dediğimizde fiziksel, üçüncü ise  bu ikisinin birbirini tetiklemesi yani psikolojik ve fiziksel nedenlerin birlikte olduğu kombine olduğu durumlar. Psikolojik nedenler arasında bir numara stres ve endişe. Özellikle pandemi döneminde çok karşımıza çıkan insanların işsiz kalması. İşten kovulduktan sonra erkeğin ani sertleşme sorunu yaşaması çok şaşırtıcı değil. Aslında burada fiziksel olarak erkeğin penisinde ereksiyonu sağlayan mekanizmaların normal olduğunu biliyoruz ancak beynin penise gönderdiği sinyallerin yavaşlaması, zorlaşması partneri ile olan cinsel performansını da etkiliyor.”
Sertleşme bozukluğunun tedavisi mümkün
Bu rahatsızlığın tedavisinde özellikle 1998 yılında ilk defa ağızdan tablet olarak alınabilen moleküllerin bulunması ile büyük yol kat edildiğini belirten Doç. Dr. Hakan Özveri sözlerine şöyle devam etti: “Belirttiğimiz psikolojik nedenler haricinde fiziksel nedenler yani damar, sinir sistemi hastalığı, hormonal bozukluk gibi durumlarda söz konusu ağız yolunda alınan ilaçların yaygın kullanımı ile gerçekten tedavide büyük bir aşama kaydedildi.”
Ereksiyon bozukluklarında hastalar ürologlar, sertleşme bozukluğuna zaman ayıran ürolojinin alt branşında androloji konusunda çalışan kişilerden yardım alabilirler diyen  Doç. Dr. Hakan Özveri: “Üroloğun ön değerlendirmesi sonrasında eğer bazı sorgulamalar sonucunda partnere yönelik bir problemden de bahsediliyorsa bir kadın doğum uzmanı değerlendirmesi de alınabilir. Ayrıca sorunun altında psikolojik problemler ya da ilişki problemleri varsa bununla ilgili de cinsel terapistlerden yardım alınabilir. Erkek için ilk aşamada ürolog bir başlangıç noktasıdır. Sorunun altında bir damar rahatsızlığı olup olmadığını anlamak içinse bir kardiyolog görüşü alarak yola devam ediyoruz.”
Covid–19 erkekte testis tutulumuna neden olabilir 
Cinsel sağlığın bütün dünyada bu dönemde konuşulan bir konu haline geldiğine, çeşitli kurumların bu konuda araştırmalar yaptıklarına dikkat çeken Doç. Dr. Hakan Özveri: “Covid – 19 çeşitli organları tutabilen bir virus. Erkekte özellikle virüslerin testisi tutabildiğini biliyoruz. Dolasıyla bu virüs mekanizmaya nasıl girdiği nasıl yerleştiği ile ilgili incelendiğinde özel bir reseptör olan organlardan bu virüsün giriş yaptığı görülüyor. Kalbe, akciğere, damarlara, böbreğe bu şekilde giriyor. Yapılan çalışmalarda Covid – 19 virüsünün erkekte testise de geçtiği ve erkekte testis tutulumuna sebep olduğunu görüyoruz.”
Dünyada farklı ülkelerde süren araştırmalar var. Kesin konuşmak zor olsa da bazı çalışmalar Covid-19 döneminde %50 oranında hastada erkekte ya da çiftlerde cinsel aktivitede azalma ve cinsel isteksizlikten bahsediliyor diyen Doç. Dr. Özveri: “Cinsel ilişki yakın temas gerektiren bir şey bu nedenle hiçbir semptomu olmayan ama virüsü taşıyan kişilerin yakın temas içerisinde bunu bulaştırıp bulaştırmadığı konusu önemlidir. Çünkü öpüşme gibi aktivitelerle tükürükten geçtiğini biliyoruz ancak cinsel ilişkini kendisi ile geçebilmiş olduğunu gösteren çalışmalar henüz yok. Cinsel yaşamda yakın temas nedeni ile bu virüsün bulaşması söz konusu olabilir. Hastalığı geçiren bir kişi testi pozitif çıktığı andan itibaren 28 gün süre ile cinsel ilişkiden uzak durması öneriliyor.”
Maske, mesafe ve el hijyeni kuralı önemini koruyor
Covid-19’un havadan damlacık yolu ile çok hızlı bulaşan bir virüs olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Özveri: “Maske kullanımın tartışılması artık düşünülmemeli. Hastalığın önlenebilmesinde elimizde bilimsel olarak ispatlanmış şuan için yalnızca maske, sosyal mesafe ve el hijyeni kuralları var. Elimizde henüz bir aşı yok, bu hastalığın aşıyla  ne kadar süre bağışıklık kazanacağını bilmiyoruz. Bu virüsün yarattığı hastalık ve vücutta oluşturduğu etkiler halen net değil.  O nedenle elimizde var olan maske, mesafe ve el hijyeni konusunu önemsemeliyiz.”

INCIA PÜRÜZSÜZLEŞTİRİCİ YAĞ İLE BAKIMLI DİRSEK VE TOPUKLAR Doğal Yağların Gücü Adına …

Cildimizyaz mevsiminden sonbahara geçiş döneminde mevsim değişikliğiyle birlikte kuruyup çatlayabiliyor. Özellikle topuk ve dirseklerimiz bu dönemde daha da hassaslaşarak özel bakıma ihtiyaç duyuyor. INCIA Pürüzsüzleştirici Yağ, shea, aynısefa ve kuşburnu yağlarından hazırlanan E vitaminli mucizevi içeriği ile kurumuş ve çatlamış topuk ve dirsekleri onarıyor ve ekstra bakım yapıyor.

INCIA Pürüzsüzleştirici Yağ, doğal formülü ile kuruyan dirsek ve topukları yumuşatıyor. Aynı sefa yağının yoğun nemlendirme etkisi ve kuşburnu yağının C vitamini içeriği kuruyan ve çatlayan cildi beslemeye yardımcı oluyor.Soğuk sıkım teknolojisi ile üretilen Shea yağı ve %100 arı balmumu sayesinde cilt yüzeyinde doğal bir bariyer oluşturarak hava koşulları gibi dış etkenlere karşı cildi koruyor. Kokusunu yapay parfümlerden değil içerisindeki doğal esansiyel bitki özlerinden alan INCIA PürüzsüzleştiriciYağ hiçbir sentetik boya ve koku maddesi içermiyor. Genetiği değiştirilmiş hammaddeler,paraben, petrokimyasal maddeler ya da sentetik koku, kıvam artırıcı, köpürtücü,koruyucu, renk ve boya maddesi INCIA ürünlerinde yer almıyor.

INCIAile Sonbahara Hazırsın! INCIAürünleri seçkin eczanelerde vewww.incia.com ‘da!

Doğanın iyileştirici gücünü ve saflığını yüksek teknoloji ilebirleştiren INCIA, soğuk havaların yaklaşmasıyla düşen vücut direncinizi yükseltecek vehassaslaşan cildinizi derinlemesine temizlemenize yardımcı olacak doğalürünlerini öneriyor.

Güçlübir bağışıklık için: INCIA Aromaterra Kış Kalkanı

Özelliklesonbahar ve kış mevsiminde vücut direnci düşüyor ve hastalıklara daha açık halegeliyor. Bunun önüne geçmek için de doğanın en büyük hediyesi güçlendiriciyağlar bize destek oluyor.

Bioargelaboratuvarlarında tamamen saf ve doğal uçucu yağlarkullanılarak geliştirilen INCIA Aromaterra Kış Kalkanı, zorlu çevresel faktörlerekarşı görünmez bir kalkan oluşturarak dış etkenlere karşı cildin direnciniartırıyor. İçerisinde bulunan limon, portakal, okaliptüs, çay ağacı ve kekikuçucu yağları sayesinde bağışıklık sistemini ve vücut direncini güçlendiriyor. INCIAAromaterra Kış Kalkanı, 8 yaşın üstündeki çocuklar için de gönül rahatlığıile kullanılabiliyor.

INCIASıvı Sabun Çeşitleri ile virüslere karşı doğal koruma

Tüm dünyayı derindenetkileyen Koronavirüs salgını ile birlikte el hijyenimizi sağlamak herzamankinden çok daha büyük önem taşıyor. Sağlık Bakanlığı’nın dermatolojiktestlerin yapılması konusunda uygun gördüğü özel laboratuvarlar arasında yeralan BioArgeHücre Kültürü Laboratuvarı virüslere karşıdoğal koruma sağlayan %100 Doğal INCIA sabun çeşitleriniöneriyor.

INCIAArındırıcı Zeytinyağlı Sıvı Sabun, Hassas Ciltler için Sıvı Sabun ve YoğunNemlendiricili Zeytinyağlı Sıvı sabun çeşitleri 2’li özel fiyatları ile dikkatçekiyor.

INCIAArındırıcı Zeytinyağlı Sıvı Sabun cildi derinlemesine arındırırken nemlendiriyorve virüs ve bakteri enfeksiyonlarına karşı doğal bir koruma sağlıyor. Atopikve hassas ciltler için özel olarak geliştirilen INCIA Hassas Ciltler içinZeytinyağlı Sıvı Sabun bütünsel tedaviyi destekliyor ve cildi tahriş etmedentemizliyor. INCIA Yoğun Nemlendiricili Zeytinyağlı DoğalSıvı SabuniçeriğindekiAspir çiçeği yağı (Linoleik asit) ile deri üzerindeki kızarıklıklarıengellemeye yardımcı oluyor. Aynı zamanda özel formülündeki makademya yağı ilede cildi yatıştırmaya destek oluyor.

TCL, Aile Büyüklerinin Bağlantıda Kalmasını Sağlayan MOVETIME Aile Saati’ni Duyurdu

Dünyanın en çok satan tüketici elektroniği markalarından ve öncü teknoloji şirketlerinden biri olan TCL, MOVETIME Aile Saati MT43A’yı duyurdu. 4G bağlantılı saat, aile büyüklerinin kendi işlerini görebilmelerine yardımcı olmak için el kullanmadan iki yönlü arama, otomatik düşme tespiti, kalp atış hızı ölçümü ve ilaç hatırlatma özelliğine sahip.

Pew Research’e göre aile büyüklerinin yaklaşık yüzde 20’si tek başına yaşıyor. Her ne kadar kendileri evlerinde kalarak kendi işlerini kendi görmek istese de sevdikleri güvenliklerinden veya günlük aktiviteleri yapamayacaklarından endişe duyuyor olabiliyor. MOVETIME Aile Saati MT43A, bu endişeleri gidermek için en uygun cihaz olarak öne çıkıyor.

Bu saat, kullanıcısının düştüğünü otomatik olarak tespit edebiliyor ve anında (60 saniye içinde) konumla birlikte acil durumda iletişime geçilecek kişilere uyarı gönderebiliyor. Kullanıcı, gerek görmediği durumlarda uyarıyı iptal edebiliyor. Saat, dahili kalp hızı ölçer ve sensörle kalp atış hızını da takip edebiliyor ve hızda ortalamanın altına inmesi ya da üstüne çıkması gibi düzensizlik tespit ettiğinde kullanıcıyı uyarıyor.

TCL Communication Akıllı Bağlantılı Cihaz İş Grubu Genel Müdürü Sharon Xiao, cihazla ilgili şunları söylüyor: “MOVETIME Aile Saati MT43A’da aile büyüklerinin bağımsız bir şekilde yaşamalarına yardımcı olan ve bu sırada aile yakınlarında ve bakıcılarında herhangi bir endişe yaratmayan TCL’in modern giyilebilir teknolojilerini kullanıyoruz. TCL olarak teknik uzmanlığımızdan faydalanarak onlara özel ürün ve özellikler sunmaya devam ediyoruz.”

Acil tıbbi hizmetlerin yanında MOVETIME Aile Saati MT43A, aile büyüklerinin günlük hayatını da iyileştirecek şekilde tasarlandı. Kullanıcılar, bileklerinden sesli ya da metin mesajı gönderebiliyor ve fotoğraf veya emoji paylaşabiliyor. Saat aynı zamanda sorunsuz bir şekilde iki yönlü arama özelliği sayesinde kullanıcısının ellerini kullanmadan basit bir hareketle istenilen kişiye ulaşabilmesini sağlıyor. MOVETIME Aile Saati sayesinde aile büyükleri günlük aktivitelerini, kalorilerini, uyku düzenini, süresini, döngüsünü ve verimliliğini takip edebiliyor. Bu araçlar günlük alışkanlıklarını iyileştirmelerine yardımcı olacak bilgiler sunuyor. Aile büyükleri saatin ilaç veya aktivite hatırlatmalarından faydalanarak kendilerini aktif tutarken ilaçlarını zamanında alabiliyor.

Koyu Gri ve Siyah renk seçeneklerine sahip MOVETIME Aile Saati MT43A, 41 x 48.5 mm AMOLED dokunmatik ekrana, daha büyük ikonlara, kadrana ve grafiklere sahip. IP67 su ve toz korumasına sahip olan cihaz, kullanıcı gizliliği için CCPA ve GDPR ile uyumlu.

POLİKİSTİK OVER SENDROMU KADINLARDA KISIRLIK NEDENİ

Üreme çağındaki kadınlarda en sık görülen endokrin bozukluk olan polikistik over sendromu (PCOS), yumurtlama sorununu ortaya çıkardığı için kısırlığın önemli nedenleri arasında yer alıyor. Bu hastalarda adet düzensizliği ile birlikte tüylenme, aşırı kilo alımı ve sivilcelenme görülebiliyor. PCOS’lu hastaların yaklaşık 1/3’ünde insülin direnci, %10’nunda ise Tip-2 diyabet hastalığı ortaya çıkabiliyor. Diyetisyen kontrolünde yapılacak diyet ve egzersiz ile uygun ilaç tedavisi sayesinde, bu hastalıkla mücadele edilebiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Tüp Bebek Merkezi’nden Doç. Dr. Semih Zeki Uludağ, polikistik over sendromu ile ilgili bilgi verdi.

Her 10 kadından 1’inde görülüyor

Kadınlardaki önemli bir yumurtlama problemi olan polikistik over sendromu, her 10 kadından birinde görülmektedir. Üreme çağındaki kadınlarda sık ortaya çıkan bu sorun, yumurtalıklarda oluşan fazla sayıda yumurta kesesi görülmesi şeklinde kendini belli etmektedir. Bir görüntüleme tekniği olan ultrasonografide 10’dan fazla 1 santimetreden küçük kistlerin görülmesiyle teşhis edilen polikistik over sendromu, üreme çağındaki kadınlarda tedavi edilmediği takdirde, kısırlığın yanı sıra yumurtlayamamaya, diyabete, koroner arter hastalıklarına ve tansiyon rahatsızlıklarına yol açabilmektedir.

Yumurtlama olmazsa PCOS olabilir

Kadın vücudunda üreme için gerekli iki yumurtalık, adet döneminde döllenmeye müsait bir olgun yumurta geliştirmektedir. Yumurta ‘follikül’ adı verilen içi sıvı dolu bir kesecikte gelişir ve olgunlaşır. Her ay kadınlarda bir folikül seçilir, büyür ve yumurtlama olur. Polikistik over sendromlu kadınlarda, bu folikül seçilemez ve dolayısıyla da her ay yumurtlama olmaz. Ultrason muayenesinde ise yumurtalıklar, içerisinde gelişmemiş yumurta bulunan birçok kesecik yani birçok kist şeklinde görülür.

Adet düzensizliği önemli bir gösterge

Tüp bebek merkezlerine başvuran kadınların yaklaşık % 20’sinde yumurtlama probleminin olduğu ortaya çıkmaktadır. Çocuk sahibi olmak amacı ile uzman hekimlere muayene olan kadınların yumurtlama sorunlarının en başında polikistik over sendromu gelmektedir. Adet düzensizliği olan, aşırı kilolu ve tüylenme sorunu olan kadınlarda, fiziki muayene ve yapılacak ultrason sonrasında teşhis konulmalıdır. Ergenlik döneminde bazen adet düzensizliği normal bir durum olarak görülse de bunun, PCOS’tan kaynaklanıp kaynaklanmadığı, görüntüleme tekniklerinin yanı sıra laboratuvar testleri ile belirlenmeli, hasta için uygun tedavi modeli belirlenmelidir.

PCOS’un 7 önemli belirtisi:

1.Ergenlik döneminde bir ya da iki adet dönemi sonrası adet görememe, düzensiz adet görme (35 günden daha seyrek adet görme), olağan dışı kanamalar.

2.Yüzde ve sırtta aşırı sivilcelenme, cilt dokusunda gözle görülür değişiklik, el üstünde lekelenmeler. Özellikle 20’li yaşlarda ortaya çıkan ve tekrarlayan sivilcelerin çoğunlukla nedeni polikistik over sendromudur.

3.Bu hastalık sonucunda vücutta aşırı tüylenme ve ses kalınlaşmasının erkeklik hormonuna (androjenlere) bağlı olduğu düşünülmektedir. Her kadında belli bir oranda bulunan testesteron hormonu artarak tüylenmeye ve sesin kalınlaşmasına neden olmaktadır.

4.Polikistik over sendromu nedeniyle vücutta düzeyi artan erkeklik hormonu kıl köklerinde bulunan alıcılara (reseptör) yapışarak erkek tipi saç dökülmesine neden olabilmektedir.

5.Özellikle kadınlık hormonlarının azalıp erkeklik hormonunun artması sonucunda kadınlarda meme dokusu da zaman içinde küçülebilmektedir.

6.Gebelik oluşumunda zorluk ya da kısırlık önemli bir belirtidir. Genç kadınların %10’unda görülen bu sorun, kısırlığının en önemli nedenlerinden biridir.

7.Aşırı derecede kilo alma da belirtiler arasındadır. Polikistik overli kadınların yarısının ileri derecede kilo problemi olduğu belirlenmiştir.

İnsülin hormonu nedenler arasında yer alıyor

Çok sayıda klinik ve deneysel araştırmalara rağmen hastalığın sebebi tam olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte hastalığa karbonhidrat metabolizmasını düzenleyen ‘insülin’ hormonunun neden olduğu düşünülmektedir. Aşırı kilonun insülin direncine yol açtığı ve insülin direncinin de polikistik over sendromunu tetiklediği varsayılmaktadır. Vücuttaki ana besin kaynağı olan şekerin, enerji sağlamak için kandan vücut hücrelerinin (kas, yağ ve karaciğer hücreleri) içine girmesini sağlayan temel hormon olan insülin, pankreastaki beta hücrelerinden salgılanmaktadır. İnsülin direnciyle birlikte vücutta ortaya çıkan yüksek insülin düzeyleri, yumurtalıklarda erkeklik hormonu (androjenler) üretimini artırmaktadır.

İdeal kiloya düşülmesi önemli

Tedavi planlarken öncelikle bu hastaların diyetisyen gözetiminde kilo kontrollerinin sağlanması ve ideal kilo seviyesini koruması sağlanmalıdır. Gerekirse insülin direncini kırmak için şeker hastalarında kullanılan ilaç tedavisi, bu dönemde kullanılır. Tıbbi tedavi ve kilo kaybı sonucunda adet düzeni önemli oranda düzelmekte, yumurtlama probleminin ortadan kalkmasıyla da bazen gebelik kendiliğinden oluşabilmektedir. Ancak bu işlemlerden sonra adet düzensizliği devam ediyorsa, yumurtlamayı uyaran ilaçlar ve hormon iğneleri uygulanabilir. Bu takipler sonucu gelişen yumurtalardan normal ilişki önerilerek veya aşılama yöntemi ile gebelik oluşturulmaya çalışılır. 3-4 kez yapılan takip ve aşılama ile gebelik elde edilememiş ise tüp bebek yöntemine geçilmesi önerilir.

Kontrol ve muayeneler rutin olarak uygulanmalı

Polikistik over sendromu olan kadınların, gebelik sonrası da jinekolojik takipleri bırakmamaları ve yıllık muayenelerine devam etmeleri önemlidir. PCOS’lu hastalarda rahim kanseri riski de artmaktadır. Bu hastalarda ileri yaşlarda şeker hastalığı başta olmak üzere bazı hastalıkların görülmesi söz konusu olabilir. Bunu önlemek için aşırı kilo alımı engellenmeli, düzenli egzersiz önerilmeli ve gerekirse ilaçlarla adet düzeni sağlanmalıdır.

ANNE-BABALAR İÇİN CHECKLIST

Diş Hekimi Pertev Kökdemir, çocukların ömür boyu sağlıklı dişlere sahip olabilmesi için anne ve babalara çok önemli tavsiyelerde bulundu.

* Çocuklarınıza bol miktarda su ve süt içirin. Meyve suyu ve şekerli içeceklerden mümkün olduğunca az tüketmesini sağlayın.

* 3 yaşından itibaren düzenli diş hekimi muayenelerini ihmal etmeyin.

* Abur cubur alışkanlıklarını ana öğünler sonrası değil öncesine alın veya tamamen ortadan kaldırın.

* 1 yaşından sonra özellikle gece yatarken biberon alışkanlığını sonlandırın ve bardak kullanın.

* Dişler çıkarken ağrıyı azaltmak için donmuş diş halkası yardımcı olur.

* Genellikle çocuklar 2 yaşından sonra kendi dişlerini fırçalayabilirler. Fakat 5 yaşına kadar yardıma ihtiyaçları devam eder. Bu yüzden diş fırçalama esnasında yanlarında olmanız hatta beraber fırçalamanız önemlidir.

* Her sabah ve akşam dişlerin fırçalanmasını rutin hale getirin.

* Çocuklarınıza düzenli diş fırçalama ve diş ipi kullanma konusunda örnek olun.

* Çocuklarınıza çiğ sebze ve meyve yeme alışkanlığı kazandırın. Meyve ve sebzenin çiğ tüketimi hem daha fazla mineral ve vitamin alınmasını hem de dişlerin mekanik temizliğini sağlar. Ancak meyve ve sebzelerin meyve ve sebzelerin çok iyi yıkanmış olmasına özen gösterin

* Ağzınıza sürdüğünüz kaşığı 1 yaşına kadar kendi ağzınıza sürdüğünüz çatal ve kaşığı çocuklarınıza kullandırmayın. Çocuklarınızın dudaklarından öpmeyin. Çünkü çürük oluşturan mikroplar bulaşıcıdır ve çocukların ağzına bağışıklık sistemi tam gelişmemişken anne ve babadan bulaşır. Bu bulaşma ne kadar geç olursa çocuklarınız çürükler ve diş eti hastalıkları ile o kadar az karşılaşır.

Arel Üniversitesi’nden Glioblastoma Tedavisine Yeni Bir Yaklaşım

ArelPOTKAM (Arel Üniversitesi Polimer Teknolojiler ve Kompozit Uygulama ve Araştırma Merkezi), beyin veya omurilikte oluşabilen primer kötü huylu beyin tümörü olan Glioblastoma tedavisine yeni bir yaklaşımda bulundu.

ArelPOTKAM’ın ortağı olduğu “Glioblastoma Tedavisinde Yeni Sentezlenen Kurkumin Analoglarının Anti Kanser Mekanizmalarının Araştırılması” başlıklı TUSEB (Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı) projesi kabul edildi. Proje, dünyada yaygın olarak görülen merkezi sinir sistemi tümörlerinden birisi olan Gliobastoma’ya etki gösterebilecek özgün moleküllerin sentezi, nano kapsülasyonu, biyolojik etkinliğinin araştırılması  ve in vivo hayvan testlerini içeriyor. Ayrıca, sentezlenen özgün kurkumin analoglarının bağımsız olarak ve bilinen ilaç ile birlikte olan etki mekanizmalarını protein, DNA ve RNA düzeyinde aydınlatmaya yönelik olmasıyla da dikkat çekiyor.

Glioblastoma Tedavisinde Disiplinlerarası Bir Çalışma

Proje, farklı üniversitelerden (İstanbul Arel Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Acıbadem Üniversitesi ve Bezmialem Üniversitesi) biyofizik, kimya, fizyoloji, moleküler genetik ve malzeme mühendisliği alanlarında uzman araştırmacıların katıldığı disiplinlerarası bir çalışma olarak yürütülecek. ArelPOTKAM bünyesinde yapılacak çalışmalar ile sentezlenen özgün moleküllerin, kan-beyin bariyer sistemini geçecek şekilde nano kapsüllenmesi, salım takiplerinin yapılması ve düşük biyoyararlanıma sahip moleküllerin etkinliğinin arttırılması sağlanacak.

İstanbul Arel Üniversitesi Ar-Ge Merkezi ArelPOTKAM‘da yürütülecek proje ayağında, Merkez Müdürü Doç. Dr. Yeşim Müge Şahin ve Biyoteknoloji Uzmanı Deniz Ismık görev alacak. Proje, sentezlenen kurkumin analoglarının moleküler etki mekanizmalarının çok yönlü ortaya konması ile glioblastoma tedavisine yönelik, potansiyel ilaç adayı moleküllerin geliştirilmesinde önemli katkı sağlayacak.

Kaliteli Uyku İçin 12 Besin

Uyku bir lüks değil, bir ihtiyaçtır. Bu nedenle iyi ve sağlıklı bir yaşamın anahtarı düzenli uykudan geçiyor. Gün içerisinde tüketilen besinlerin uyku kalitesinde oldukça büyük etkisi olduğunu ve bazı besinleri daha sık tüketerek daha kolay uyuyabilmenin mümkün olduğunu belirten Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, uyku kalitesini artıran 12 besin hakkında bilgi verdi.

Uyku, oldukça karmaşık ve mekanizması hala net olarak çözülememiş bir durum. Uyku zamanlamasının, süresinin ve yoğunluğunun belirlenmesinde birçok etken bulunuyor. Uyku düzeni üzerindeki temel faktörlerden biri de kuşkusuz beslenme. Özellikle pandemi sürecinin yaşandığı bu dönemde stres ve kaygı düzeyinin artması, beslenme düzeninin bozulması gibi durumlar uyku bozukluklarına neden olmaktadır.

“Uyku ve beslenme arasında birbirini etkileyen karşılıklı bir ilişki var” diyen Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, “Yani uyku düzeninin bozulması sağlıklı beslenme düzenini olumsuz yönde etkilerken tüketilen bazı besinler de uyku kalitesini azaltmaktadır. Örneğin, gece geç saatlerde uyumanın fast food tüketimini artırdığına, sebze tüketimini azalttığına ve düşük fiziksel aktiviteye neden olduğuna dair yapılan çalışmalar mevcuttur. Ayrıca kronikleşmiş uykusuzluğun besin alımını artırdığı ve buna bağlı olarak vücut ağırlığının arttığı yapılan bazı çalışmalarda gösterilmiştir. Buna karşılık tükettiğimiz bazı besinlerle de uyku kalitemizi artırabilir ya da bozabiliriz. Özellikle akşam yemeğinde sindirimi zor yiyecekler, kızartmalar, yağ ve şeker içeriği yüksek gıdalar tüketmek ve uyku saatine yakın zamanlarda kafein içeriği yüksek çay, kahve, kola gibi içecekleri tüketmek hem uykuya geçişi zorlaştıracak hem de uyku kalitesini azaltacaktır” şeklinde konuştu.

Uyumadan 2 saat önce besin alımı kesilmeli

Uykuya geçişi kolaylaştırmak için ilk yapmamız gereken şeylerden biri ise uyumadan en az 2 saat önce besin alımının kesilmesidir. Bunun yanın da kafein içermeyen bitki çayları da uykuya geçiş konusunda önemli bir yardımcıdır. Özellikle passiflora bitkisinin çayının uykusuzluk üzerine hafif düzeyde olumlu etkileri olduğunu gösteren çalışmalar da bulunmaktadır.

Uyku Kalitesini Artıran Besinler

Uyku kalitesini artıran besinlerin ortak özelliği triptofan amino asidinden zengin olmaları. Triptofan seratonin hormonunun üretimini artırırken seratonin de mealtonin hormonunu destekler. Melatonin vücudun gece ve gündüz farklılıklarına uyum sağlamasında görev alır. Yani hava karardığında uykumuzun gelmesini, aydınlandığında da uyanmamızı sağlar. Dolayısıyla triptofan içeriği yüksek olan besinler uyku kalitesini artırır. Ayrıca yatmadan önce kurubaklagiller, yağlı tohumlar, koyu yeşil yapraklı sebzeler gibi magnezyum içeriği yüksek olan gıdaları tüketmek uyku kalitesini pozitif yönde etkilemektedir. Uykuya geçişi kolaylaştıran besinleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

Muz

Kayısı

Elma

Ispanak

Tatlı patates

Badem

Keten tohumu

Süt

Yoğurt

Kefir

Kurubaklagiller

Kafeinsiz bitki çayları

Corona döneminde, kas ve iskelet ağrılarının 7 nedeni

İnsanlık tarihindeki en önemli salgın hastalık dönemlerinden birisinden geçerken, gerek daha önceden olan ve bu dönemde daha da kötüleşen, gerekse de pandemi süreciyle ortaya çıkan kas ve iskelet sistemi ağrıları ile karşı karşıya kalındı.

Corona dönemi ağrıları hakkında bilgiler veren Therapy Sport Center Fizik Tedavi Merkezi’nden Uzman Fizyoterapist Altan Yalım, şunları söyledi:

Bu zor dönemin süreci henüz belli değilken, ilk amacımız olabildiğince ağrısız ve sağlıklı kalmak olmalıdır. Bunun anahtarı da, pandemi hijyen kurallarına maksimum uyum, uygun beslenme, hareketsiz yaşamdan uzak kalmak ve stresle baş edebilmektir” dedi.

Pandemi dönemi ağrılarının sebeplerini değerlendiren Uzman Fizyoterapist Altan Yalım, şunları kaydetti:

1-Kaslarımız, iskelet sistemimizi aşırı yüklerden koruyan ve yıpranmasını engelleyen en önemli yapılarımızdır. Kas kuvveti gelişmek için de, olan potansiyel kuvvetini korumak için de, harekete ve üzerine binecek yüklere ihtiyaç duyar. Aksi halde, atrofi dediğimiz kuvvet kaybına uğrar. Pandemi dönemi de maalesef bunu zorlaştırmış ve kas kuvvet kaybına yol açmıştır.

2-Kas kuvvetinin azalmasıyla, özellikle yerçekimine karşı bizi dik tutan eklemlerimiz üzerine binen yükler artmış ve bu da hem kemiklerde, hem de eklem kıkırdaklarında aşırı yüklenmeye sebep olmuştur.

3-Özellikle; diz, omurga ve kalça eklemlerimiz bundan en fazla etkilemiş, altta yatan Romatizmal yada Ortopedik sorunu olan insanlarda, hem hareketi güçleştirmiş, hem de ağrılarında artışa sebep olmuştur.

4-Sağlıklı gençlerde bu süreç daha hafif geçmiş olsa da, bu grupta da duruş bozukluklarına ve bunun yanında daha önce çok deneyimlemedikleri sırt ve bel ağrılarına yol açtı.

5-Bazılarımızda da, formumuzu korumak için aşırıya kaçtığımız egzersizler sonucunda oluşan ağrılar ortaya çıktı. Gerek stresle baş etmek için, gerekse de estetik kaygılarla ekran önünde yapılan hareketler, uygun bir ısınma ve soğuma periyodu olmadığı için kas ve eklemlerde aşırı zorlanma sonucu ağrıya neden oldu.

6-Pandemi sürecinin gevşemesiyle beraber, spor alanlarına bıraktığı şekilde dönmek isteyen sporcuların bazılarında da, ya sakatlık, yada kas eklem ağrıları görüldü.

7-Hastalık korkusunun yarattığı aşırı stres yada panik atak döngüleri, aşırı sırt ağrıları ve Fibromiyalji ile kendini gösterdi.

İMPLANT UYGULAMALARININ GÜLÜŞÜNÜZ İÇİN ÖNEMİ

İmplant uygulamaları ile eksik dişlerinizden tamamlanmasının önemine girmeden önce, ilk olarak en yaygın soruyu ele alalım: Diş implantı tam olarak nedir? Diş implantı, hasarlı veya eksik doğal dişleri cerrahi olarak değiştirirken kullanılan küçük ama son derece güçlü bir titanyum alaşımlı vidadır.

İmplant uygulamaları ile eksik veya kırık dişlerinizin tedavisi neden önemlidir sorusunu Diş Hekimi Pertev Kökdemir’e sorduk.

Görünüş

Bir veya iki diş eksikliğinden dolayı mükemmel gülümsemenizi kaybetmek, depresyona ve güven kaybına neden olabilir. Bu da işinizi ve kişisel yaşamınızı etkileyebilir. Diş implantlarının genellikle hastanın moralini ve genel güvenini artırmada etkili olduğu bilinmektedir. Hastanın tedavi sonrası yapılan diş ile doğal diş arasında dışarıdan gözle görülür bir fark olmadığı için aslında fiziksel görünümü olumlu yönde etkilemektedir.

Ağız sağlığı

Bir diş eksilir eksilmez tüm diş yapınızdaki denge bozulmaya başlar. Oluşan boşluk, çiğnemenin bir sonucu olarak kalan dişlerin (özellikle boşluğa en yakın olanların) eğilmesine ve kaymasına neden olur.

Özellikle dişlerin çarpık yapısı hastanın çiğneme kabiliyetini etkilerse, daha fazla ağız problemine yol açabilir. Yıllar içinde birden fazla sayıda diş kaybedilmesi ile de çene kemiğinde kayıplar başlar.

Konfor

Tüm dişleriniz sağlamsa, diş eksikliği olan bir bölgeye ekmeğin veya yiyeceğin sert kısmının batmasının nasıl bir acı oluşturduğu hakkında bir fikrini yoktur. Bunun kötü bir his olduğunu ve hemen hemen her yemek yiyişte en az bir defa bu acının hissedildiğini söyleyebiliriz.

Diş Hekimi Pertev Kökdemir, hastaların yemek yerken oluşan bu acıdan kaçınmak için en sevdiği yiyeceklerden bile vazgeçtiğini söylemektedir. Bir bakıma yiyecekleri düzgün bir şekilde çiğneme yeteneğinizi kaybetmek, potansiyel olarak hayatınızın bir kısmından zevk almanızı engelleyebilir.

Bunun hemen hemen her öğünde meydana geldiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden hastaların sürekli ağrı ve rahatsızlıktan kurtulmak için etten ve daha önce sevilen diğer yiyecek kaynaklarından vazgeçtiğini görmek nadir değildir. Bir bakıma, yiyecekleri düzgün bir şekilde çiğneme yeteneğinizi kaybetmek, potansiyel olarak hayatınızın çok büyük bir kısmından zevk almanızı engelleyebilir.

Bu nedenle eksik dişlerin en hızlı şekilde yapılabiliyorsa implant veya diğer tedavi yöntemleri ile tamamlanması gereklidir.

SMA farkındalığına dikkat çekiyor
SMA, fonksiyonel SMN1 geninin eksikliğinden kaynaklanan, solunum, yutma ve temel hareket dâhil kas fonksiyonlarını etkileyen, ilerleyici ve geri dönüşümsüz motor nöron kaybıyla sonuçlanan nadir, genetik bir nöromusküler bir hastalıktır. Avrupa’da her yıl yaklaşık 550-600, Türkiye’de ise yaklaşık 120-150 bebek SMA ile doğuyor. 1996 yılından beri her yıl Ağustos ayı SMA hastalığına ve hastalığın zorluklarına dikkat çekmek için “SMA Farkındalık Ayı” olarak anılıyor.
Dünya genelinde faaliyet gösteren bir Novartis şirketi olan Avexis, SMA Farkındalık Ayı’nda hastalığın farkındalığıyla ilgili önemli bilgiler paylaştı. Nadir bir hastalık olan SMA dünya genelinde her 10.000 canlı doğumda yaklaşık 1 kez ortaya çıkıyor.1 Progresif kas güçsüzlüğüne ve felce yol açan motor nöronların kaybı ile karakterize yıkıcı genetik hastalık olan SMA’nın şiddeti, spektrumda bulunduğu yere göre değişiyor. Tedavi edilmediği takdirde, SMA Tip 1, vakaların % 90’ından fazlasında iki yaşına kadar ölüme yol açıyor veya hastalar kalıcı solunum desteğine ihtiyaç duyuyor.
SMA birden fazla tipi olan ölümcül bir hastalık
Hastalığın en yaygın şekli olan SMA Tip 1 tanılı bebekler tedavi edilmezse desteksiz oturmak gibi normal gelişimsel ilerleme aşamalarını sergileyemiyor.2 Genellikle yaşamın ilk altı ayında ortaya çıkan hastalık tedavi edilmediği takdirde bebeklerin yüzde 90’dan fazlası ölüyor veya iki yaşından ölene dek solunum desteği ile yaşamak zorunda kalıyor.
SMA TİP 2 kendini 6 ile 18 ay arası gösteriyor. Etkilenen bebekler bir daha desteksiz yürüyemiyor. Yüzde 30’undan fazlası ise 25 yaşına gelene dek hayatını kaybediyor.3
SMA TİP 3 erken çocukluk yaşlarında veya yetişkinliğin ilk yaşlarında ortaya çıkar. Etkilenen hastalar zaman içinde yürüme, koşma ve merdiven inip çıkma yeteneklerini kaybediyorlar. SMA hastalığının bu tipinde bacaklar, kollardan daha fazla etkileniyor.4
Türkiye’de 1000’den fazla SMA hastası var
SMA en sık görülen genetik hastalıklardan biri. Türkiye’de şu an yaklaşık 1000’den fazla SMA hastası bulunuyor ve hastayla birlikte hasta yakınları da bu hastalığın zorluklarıyla mücadele ediyor.
SMA tanısının hızlıca konulması, tedaviye erken başlanması ve geri dönüşümsüz motor nöron kaybını ve hastalığın ilerlemesini durdurmak için mümkün olduğunca erken destekleyici bakıma geçilmesi zorunlu.  Bir gendeki hata nedeniyle çocukların hareketlerinde aşırı gevşeklik, hareketsizlik, gelişim basamaklarını sağlayamama, akciğer enfeksiyonları, solunum sıkıntısı gibi çok ciddi hayati tehlikesi olan istenmeyen durumlar yaşanıyor.5
Belirtiler bireyler arası farklılıklar göstermekle birlikte genellikle aşağıdaki şekillerde görülüyor:6

  • Kurbağa bacağı pozisyonunda yatma
  • Dilde fasikilasyon
  • Gevşek kas yapısı
  • Azalmış kol-bacak hareketleri
  • Azalmış derin tendon refleksleri
  • Kuvvetsizlik
  • Yürüyememe
  • Solunum sistemi tutulması
  • Beslenme bozuklukları
  • Cılız ağlama
  • Yaşıtlarından geride kalma, yavaş hareket etme

 Yenidoğan taraması (basit bir kan testi), SMA vakalarının çoğunu tespit edebiliyor. Anne ve babaların bu belirtileri çocuğunda fark ettiklerinde gecikmeden bir çocuk nöroloji uzmanına başvurmaları tavsiye ediliyor. SMA hastalığının kesin tanısı ise genetik inceleme ile konulur.

KETO DİYETİ YAPARKEN AĞZINIZIN TADI KAÇMASIN

Keto Diyetini takip eden birçok insan,“ Keto Nefesi” denilen istenmeyen belirti yaşayabilir. Yani nefesinizde hoş olmayan bir meyve kokusu olabilir. Diyet yaparken genel ağız sağlığınızı korumak ve temiz bir nefese sahip olmak istiyorsanız aşağıdaki ip uçlarını rehber alabilirsiniz.

Gün boyu nemlendirin

Keto diyeti doğru uygulandığında kilo kaybetmenizi sağlar. Çünkü bu diyet karbonhidratlardan kaçınmakla ilgilidir. Karbonhidrat alımı önemli ölçüde azaldığında vücut Ketosis adı verilen bir duruma girer ve bu da vücudun depolanmış yağları yakmasına ve keton üretmesine neden olur. Ketonlar yakıt olarak kullanılmaya başlar. Bu durum zararsız ancak istenmeyen “Keto Nefesini” tetikleyebilir.

Eğer yeterli miktarda su tüketmezseniz bu durum dehidratasyona sebep olabilir. Dehidratasyon ağız kuruluğunu tetikleyen bir durumdur. Kuru ağız ‘Keto Nefesine’ zemin hazırlar. Bu durumu azaltmak için diyetin tüm aşamalarında ve özellikle ilk aşamada daha fazla su içmeniz önerilir.

Diş Hekimi Pertev Kökdemir, keto diyeti yapanlar için şu uyarılarda bulundu.

Ağız hijyenine daha fazla dikkat edin

Ağzınızda kötü bir tada sahip olduğunuzu ve nefesinizin meyve kokulu ya da metalik kokulu olduğunu fark ederseniz ağız hijyeninize daha fazla dikkat etmeniz gerekir.

Her öğünden ve atıştırmadan sonra dişlerinizi fırçalayın.

Diş ipi kullanımını alışkanlık haline getirin.

Ağız boşluğunda kuruluğa neden olmadan kötü nefes bakterilerini öldüren, alkolsüz bir gargara kullanın.

Çok fazla su içtiğinizde, ağız hijyenine dikkat ettiğinizde ve bazı proteinleri sağlıklı yağlar ile değiştirdiğinizde Keto Nefesini önleyebilir veya şiddetini azaltabilirsiniz.

Çocuklara özel eğlenceli bir banyo deneyimi SEREL Paleimon Vitrifiye Serisi 

GEMİCİLERİN VE DENİZLERİN KORUYUCUSU PALEIMON ÇOCUKLARI ZARARLI MİKROORGANİZMALARDAN KORUMAK İÇİN BANYOLARDA

Halihazırda tüm gündemimizi kapsayan Covid-19 pandemisiyle birlikte hijyen kavramı tüm sektörleri, AR-GE ve üretim süreçlerini etkiledi. Yaklaşık 10 yıldır tüm ürün gruplarını toplumumuzun hijyen alışkanlıklarından esinlenerek şekillendiren SEREL’in pedagoji uzmanları rehberliğinde tasarladığı Paleimon Çocuk Banyo Takımı; güvenlik standartları, Hygiene Plus teknolojisi ve eğlenceli deniz temasıyla vitrifiye sektörüne ve çocukların hayal dünyasına yönelik bir çözüm daha sunuyor.

Covid-19 pandemisi sebebi ile her koşul ve mekanda artan hijyen önlemleri çocuk ürün gruplarının da AR-GE süreçlerini etkiledi.  Yaklaşık 10 yıldır tüm ürün gruplarını toplumumuzun hijyen alışkanlıklarından esinlenerek şekillendiren SEREL’in ileri güvenlik standartlarıyla monoblok olarak ürettiği ve özel bir montaj sistemine sahip Paleimon Çocuk Banyo Takımı, Hygiene Plus teknolojisi ve eğlenceli deniz temasıyla günümüz ihtiyaçlarına uygun bir çözüm sunarken aynı zamanda çocukların hayal dünyasını da renklendiriyor.

Hijyenik ve eğlenceli

Adını Yunan mitolojisindeki gemicilerin ve denizlerin koruyucusu olan Paleimon’dan alan Paleimon Çocuk Banyo Takımı, deniz ve yelken figürleriyle sunuluyor. Çocuklara son derece eğlenceli bir banyo deneyimi yaşatan SEREL Paleimon Serisi; monoblok lavabo, BTW klozet, rezervuar, rezervuar kapağı ve yavaş kapanma özellikli klozet kapağından oluşuyor. Lavabo montajı için 3-6 ve 7-10 yaş çocuklar için iki ayrı yükseklikte önerilen SEREL Paleimon,  aynı zamanda SEREL Hygiene Plus teknolojisinin tüm özelliklerini taşıyor.  SEREL’in 2015 yılında geliştirdiği ve tüm vitrifiye gruplarında uyguladığı Hygiene Plus teknolojisinin içerdiği nano teknolojik gümüş iyonlar, vitrifiye yüzeylerinde kir barınmasını önlüyor. Su ve deterjan kullanımını da en aza indirgeyen Hygene Plus teknolojisi,  tasarruf sağlamanın yanında kimyasal kullanımını azalttığından sürdürülebilir doğayı koruma altına alıyor.

Özel montaj sistemi ve monoblok yapı ile özel güvenlik

Vitrifiye sektöründe lavabolar genelde lavabo+ayak şeklinde tasarlanıyor ve standart bir şekilde ayrı ayrı montajlanıyor. Bu uygulamanın özellikle çocuklar için çeşitli güvenlik sorunlarına yol açabilmesi nedeniyle SEREL Paleimon lavabo ve ayakları monoblok bir yapıda üretiliyor. Ürüne özel geliştirilen montaj yöntemi sayesinde çocukların lavaboya asılarak yerinden çıkarması önleniyor ve oluşabilecek güvenlik sorunları da ortadan kalkıyor.