Sağlık haberleri: Kenyalı hasta, Ramazanda reflü, antibiyotik sarımsağı, erkeklik kitabı

KENYALI ABDINOOR KAYSERİ’DE SAĞLIĞINA KAVUŞTU  

Türkiye’de öğrenim gören 22 yaşındaki Kenyalı Albani Abdinoor Issack, şiddetli karın ağrısı şikayetiyle Kayseri’de birkaç sağlık kuruluşuna başvurdu. Abdinoor’a apandisitinin patladığı ve acil ameliyat olması gerektiği söylendi. Abdinoor ise Kenyalı bir arkadaşının tavsiyesi üzerine geldiği Memorial Kayseri Hastanesi’nde şiddetli ağrının nedeninin apandisit olmadığını, karın ve bağırsaklarda oluşan yapışıklıkların bu yakınmalara yol açtığını öğrendi. Genel Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Hasan Uzer ve Prof. Dr. Alper Akcan tarafından ameliyat edilen Albani Abdinoor Issack, “Gereksiz yere apandisit ameliyatı olacaktım ama biraz daha geç kalınsaydı hayati tehlikem olabilirdi, kısa sürede sağlığıma kavuştuğum çok mutluyum” diye konuştu.

Apandisitinin patlamış olduğu söylendi

Kenya’dan 1 yıl önce öğrenim görmek için Türkiye’ye gelen Albani Abdinoor Issack, Türkçeyi Aydın’da öğrendikten sonra üniversite eğitimi almayı planladığı Kayseri’ye geldi. Kenyalı arkadaşlarının yanında kalan Abdinoor, aniden rahatsızlandı.  Şiddetli karın ağrısı nedeniyle birçok sağlık kuruluşunun acil servisine giden Abdinoor’a apandisitinin patladığı söylendi. Ağrının başka bir nedeni olabileceğini düşünen Abdinoor ise arkadaşının tavsiyesi üzerine Memorial Kayseri Hastanesi’ne gelerek muayene oldu.

 Abdinoor hastanede takibe alındı

Yapılan tetkiklerinin ardından Albani Abdinoor Issack, hastanede takibe alındı. Genel Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Hasan Uzer’in takip ettiği Abdinoor’da ağrıya neden olan bağırsaklardaki yapışıklık bulgularının gerilemediğini gözlemlendi. Bunun üzerine Dr. Uzer, Abdinoor ameliyata alındı. Genel Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Alper Akcan’ın da katıldığı ameliyat yaklaşık 2,5 saat sürdü. Ameliyatın ardından Albani Abdinoor Issack kısa sürede sağlığına kavuştu.

“Türkiye’deki sağlık sistemi çok iyi”

Albani Abdinoor Issack, Türkiye’de sağlık sisteminin çok iyi olduğunu belirterek, “Arkadaşım burada tedavi görmüştü. Memorial ismini Türkiye’ye geldiğimde görmüştüm. Burada doktorlar ve hemşireler benimle çok iyi ilgilendi. Kendimi evimde gibi hissettim. Özellikle bendeki sorunu belirleyen Memorial Kayseri Hastanesi’nin deneyimli doktorlarına çok teşekkür ediyorum” dedi.

Tam zamanında müdahale edildi

Op. Dr. Hasan Uzer, cerrahi öncesinde hastanın karnının içinde tümöre benzeyen ve tüm karın yüzeylerini tutan odaklar olduğunu ifade ederek, “Patoloji sonucunda bu odakların tüberkülozun karın tutulumuna bağlı olduğunu belirledik. Bağırsakların dış yüzeyini ve karın zarını tutan bu tümöral yapılara müdahalede geç kalınsaydı hayati tehlike ortaya çıkacaktı” diye konuştu.

Prof. Dr. Alper Akcan ise birçok nedene bağlı oluşan bağırsak tıkanıklarının (İleus); karın ağrısı, gaz ve dışkının çıkarılamaması ile karında şişkinlikle kendini belli ettiğini vurgulayarak, şu bilgileri verdi: “Kesin teşhis görüntüleme yöntemleri, fizik muayene ve kan tetkikleri ile konulabilir. Ancak tüberküloz peritonit, bağırsak tıkanıklığı nedenleri arasında ülkemizde çok nadir görülen sebeplerdendir.”

RAMAZAN’DA REFLÜYÜ YENMEK İÇİN 7 ALTIN KURAL

İnsanların yaklaşık % 20’sinde görülen reflü, açlık süresinin uzaması nedeniyle Ramazan ayında daha büyük bir sorun haline geliyor. Yaşam konforunu bozan reflüyü Ramazan ayında kontrol altına alabilmek için yaşam tarzında değişiklik yapmak ve basit tedbirleri uygulamak gerekiyor. Reflü tedavi edilmediğinde ise yemek borusu hasarına ve ilerleyen dönemde kansere bile yol açabiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Gastroentereloji Bölümü’nden Doç. Dr. Mustafa Kaplan, safra ve asit reflüsü hakkında bilgi vererek, önemli uyarılarda bulundu.

 Reflünün iki çeşidi

Safra reflüsü, karaciğerde üretilen bir sindirim sıvısı olan safranın mide ve bazı durumlarda yemek borusuna geri kaçması durumunda ortaya çıkarken, mide asidinin yemek borusuna geri kaçması nedeniyle ise asit reflüsü oluşmaktadır. Asit reflüsü, yemek borusu dokusunda tahrişe ve iltihaplanmaya neden olduğu için ‘gastroözofagal reflü’ hastalığına da yol açabilmektedir. Asit reflüsünün aksine safra reflüsü, diyet veya yaşam tarzındaki değişikliklerle maalesef tamamen kontrol edilememektedir. Ciddi vakalarda ise cerrahi gerekmektedir.

Safra reflüsünün belirtileri

Tedavi yaklaşımları farklı olduğundan dolayı safra reflüsünü, asit reflüsünden ayırt etmek gerekir. Belirti ve semptomları benzer olan bu iki sorun aynı anda da ortaya çıkabilmektedir. Safra reflüsünün belirtileri ise şunlardır:

  • Şiddetli olabilecek üst karın ağrısı
  • Sık sık mide ekşimesi ile göğse ve bazen boğaza yayılan yanma hissi ve ağızda kalan ekşi bir tat
  • Mide bulantısı
  • Yeşilimsi sarı bir sıvı (safra) kusma
  • Bazen öksürük veya ses kısıklığı
  • İstenmeyen kilo kaybı

Safra sindirim için önemli

Safra, yağları sindirmek ve yıpranmış kırmızı kan hücreleri ile bazı toksinleri vücuttan atmak için gereklidir. Safra, karaciğerde üretilir ve safra kesesinde depolanır. Az miktarda bile yağ içeren bir yemek yenilse safra kesesindeki küçük bir tüpten ince bağırsağa (yani duodenuma) safra salgılaması için sinyal verilir.

Mide zarı iltihaplanabilir

Onikiparmak bağırsağında safra ve yiyecekler karışır. Mide çıkışında bulunan bir kas halkası olan ‘pilorik kapakçık’, tek seferde yaklaşık 3,5 mililitre veya daha az sıvılaştırılmış yiyecek salmaya yetecek kadar hafifçe açılır. Bu açılma safra ve diğer sindirim sıvılarının mideye geçmesine izin vermez. Safra reflüsü durumunda, kapakçık düzgün kapanmaz ve safra mideye kaçar. Bu, mide zarının iltihaplanmasına (yani safra reflü gastritine) yol açabilir.

Safra reflüsünün sonucunda ortaya çıkan 4 sorun

  • Yapılan araştırmalarda safra reflüsünün gastriti artırarak mide kanserine yol açabileceği belirlenmiştir.
  • Safra yemek borusuna kaçarsa gastroözofagal reflü hastalığı benzeri şikayetlere sebep olur. Güçlü asit baskılayıcı ilaçlara rağmen hastalar fayda görmüyorsa safra reflüsünden şüphelenmek gerekir.
  • Mide asidine veya safraya uzun süreli maruz kalmak, yemek borusunun alt kısmındaki dokuya zarar verir. Hasar görmüş yemek borusu hücrelerinin kansere dönüşme riski artmaktadır. Hayvan çalışmalarında, safra reflüsünün Barrett’s özofagusa neden olduğu belirlenmiştir.
  • Asit ve safra reflüsü ile özofagus kanseri arasında bir bağlantı vardır ve bu oldukça ilerleyene kadar teşhis edilemeyebilir. Yapılan araştırmalarda, tek başına safra reflüsünün yemek borusu kanserine neden olduğu tespit edilmiştir.

Safra reflüsünün nedeni bunlar olabilir

 Cerrahi komplikasyonlar: Safra reflüsünün oluşmasında midenin tamamen veya kısmen alınması veya kilo kaybı için mide baypas ameliyatı dahil mide ameliyatları sorumlu olabilmektedir.

Peptik ülserler: Mide ve bağırsak ülserleri ‘pilorik’ kapağı tuttuğu zaman kapak düzgün bir şekilde kapanmayabilir ve reflüye sebep olur.

Safra kesesi ameliyatı: Safra kesesi çıkarılmış kişiler, bu ameliyatı olmayanlara göre önemli ölçüde daha fazla safra reflüsüyle yüz yüze gelir.

Modern yöntemlerle hızlıca teşhis konulabiliyor

Reflü teşhisi, sadece hastanın şikayetlerini dinleyerek konulabilmektedir.  Ancak asit reflüsü ile safra reflüsü arasında ayrım yapmak için, hasar-zedelenme-ülser seviyesini görmek ve kanser öncesi değişiklikleri kontrol etmek için bazı testler yapmak gerekmektedir.

Endoskopi: Boğazdan kameralı, ince, esnek bir tüp ile (endoskop) girilerek midede ve yemek borusunda safra, peptik ülser veya iltihaplanmanın araştırılması işlemidir.  Ayrıca Barrett’s özofagusu veya yemek borusu kanserini test etmek için doku örnekleri yani biyopsi alınabilir.

PH metre: Bu testte, ucunda bir prob bulunan ince, esnek bir tüp (kateter) burundan yemek borusuna gönderilir. Prob, yemek borusundaki asidi 24 saatlik bir süre boyunca ölçer. Böylece yemek borusunun asit veya safra maruziyeti belirlenir.

Yemek borusu empedansı: Bu test, gaz veya sıvıların yemek borusuna geri akıp akmadığını ölçer. Asidik olmayan (safra gibi) maddeleri kusan ve asit probu ile tespit edilemeyen kişiler için faydalıdır.

Reflü şikayetlerini azaltan 7 öneri

 Yaşam tarzında yapılacak değişiklikler ve ilaçlar, asit reflüsü için çok etkili olabilir, safra reflüsünün tedavisi zordur. Ancak birçok insan hem asit reflüsü hem de safra reflüsünü birlikte yaşadığı için, şikayetler yaşam tarzı değişiklikleri ile hafifleyebilmektedir.

  1. Sigarayı bırakın: Sigara içmek mide asit üretimini artırarak, mide kapaklarını gevşeterek ve yemek borusunun korunmasına yardımcı olan tükürüğü kurutarak reflüyü artırır. Onun için sigara bırakılmalıdır.
  2. Daha küçük porsiyonlar tercih edin: Az ve sık yemek, alt özofagus sfinkterindeki baskıyı azaltarak kapağın yanlış zamanda açılmasını önlemeye yardımcı olmaktadır.
  3.  Yemek yedikten sonra dik durun: Yemekten hemen sonra yatılmamalıdır. Özellikle sahurdan sonra bir süre beklenilmeli, midenin boşalması için zaman tanınmalıdır.
  4.  Yağlı yiyecekleri sınırlayın: İftar ve sahurda yüksek yağlı yemekler yemek, alt yemek borusu sfinkterini gevşetir ve yiyeceğin midenizi terk etme hızını yavaşlatır.
  5. Sorunlu yiyecek ve içeceklerden kaçının: Bazı besinler mide asidi üretimini artırır ve alt yemek borusu sfinkterini gevşetebilir. Ramazan boyunda kaçınılması gereken yiyecekler arasında kafeinli ve gazlı içecekler, çikolata, narenciye yiyecekleri ve meyve suları, sirke bazlı soslar, soğan, domates bazlı yiyecekler ile baharatlı yiyecekler ve nane bulunur.
  6. Yatağınızı kaldırın: Vücudunuzun üst kısmı 10- 15 santimetre yukarıda olacak şekilde uyuyun. Yatağınızın başını bloklarla kaldırmak veya köpük takozda uyumak ekstra yastık kullanmaktan daha etkilidir.
  7. Rahatlayın-stresten uzak durun: Stres altındayken sindirim yavaşlar ve muhtemelen reflü semptomları daha da kötüleşir. Derin nefes alma, meditasyon veya yoga gibi gevşeme teknikleri yardımcı olabilir.

Erkekler, erkek hastalıklarını utançtan ve eksik olma korkusuyla konuşmuyor. Erkekliğin konuşulmayan kısmı en çok kadınları ilgilendiriyor!

 PROF. DR. SAADETTİN ESKİÇORAPÇI’NIN KONUŞULMAYAN ERKEKLİK KİTABI

ERKEKLER ve ONLARI ANLAMAK İSTEYEN KADINLAR İÇİN MÜTHİŞ BİR KAYNAK!

 Üroloji ve üroonkoloji uzmanı Prof. Dr. Saadettin Eskiçorapçı, Epsilon’dan çıkan Konuşulmayan Erkeklik adlı ilk kitabında, erkeklerin anlatmaktan çekindiği sorunlarına, konuşulmayan ve hatta tabu sayılan erkek hastalıklarına ışık tutarken erkeklerin konuşmaktan, çözüm aramaktan kaçmasının hem biyolojik hem de sosyolojik temellerine iniyor. Ezberleri bozan Konuşulmayan Erkeklik kitabı, doktora gitmekten ve dertlerini anlatmaktan çekinen erkekleri konuşmaya davet ederken, erkekliğin konuşulmayan kısmının aslında en çok kadınları etkilediğini ifade ederek “Erkekler konuşmaya başlayacaksa bu, kadınlar sayesinde olacak.” diyor.

 Prof. Dr. Saadettin Eskiçorapçı’nın, üroloji ve üroonkoloji hekimliği alanında edindiği deneyimi ve izlenimlerini aktardığı ilk kitabı Konuşulmayan Erkeklik, Epsilon logosuyla raflarda yerini aldı.

“Erkeklik” ile ilgili yanlış bilinen konulara, yanlış inanışlara ve bilgi eksikliklerine ışık tutmayı amaçlayan Konuşulmayan Erkeklikte Prof. Dr. Saadettin Eskiçorapçı, birçok kişinin bilmediği, üstünde durmadığı ve belki de ilk kez duyacağı gerçekleri soru-cevap şeklinde ve kolay anlaşılabilir bir dille anlatıyor. Kadınlar sorunlarını anlatmakta daha rahat ve çözüm odaklıyken erkeklerin konuşmaktan, çözüm aramaktan neden kaçtığı sorusuna yanıt arayan Prof. Dr. Eskiçorapçı, bu problemin hem biyolojik hem de sosyolojik temellerine iniyor.

Prof. Dr. Saadettin Eskiçorapçı, Konuşulmayan Erkeklikin sadece erkekler için değil, çevresindeki erkekleri anlamak isteyen tüm kadınlar için de pratik ve faydalı bilgiler içerdiğine dikkat çekiyor. Erkekliğin konuşulmayan kısmının aslında en çok kadınları etkilediğini ifade eden başarılı hekim “Erkekler konuşmaya başlayacaksa bu, kadınlar sayesinde olacak.” diyor.

“Erkeklik nedir?”, “Neden herkesin kendine göre bir erkeklik algısı var?”, “Erkeklerde beden algısı her şey midir?” gibi sorularla yola çıkan Konuşulmayan Erkeklik kitabı; erkek cinsel organları ve bunlarla bağlantılı hastalıklar, erkek doğum kontrol yöntemleri, andropoz ve menopoz arasındaki farklar gibi birçok önemli konuyu kapsıyor.

Prof. Dr. Saadettin Eskiçorapçı’nın ilk kitabı Konuşulmayan Erkeklik, Epsilon logosuyla raflarda ve internet satış sitelerinde!

Sağlıksız Pandemi Sağlıklı İnsan

Covid-19 vakalarının tekrar artışa geçtiği günlerde bağışıklık sistemini güçlendirecek olan beslenme şeklinin önemi gün gittikçe önem taşımaya başlıyor. Hastalığın bağışıklık sistemi ile İlgili olan doğru orantısı “nasıl bir yol izlemeli?” sorularını da aklımıza getiriyor.

Sağlıklı beslenme danışmanı İlknur Özkuş,

hem koronavirüs hastalarının hem de bu hastalığın risk grubunda olanların nasıl beslenmesi gerektiğinin altını çizdi.

Tüm bunlara göre koronavirüs testi pozitif çıkmış ya da risk grubunda olan kişilerin tüm besin ögelerini doğru, dengeli ve yeterli bir şekilde alması gerekmektedir. Yani diğer bir değişle sağlıklı bir diyet yapmalıdır.

Yapılan bu diyetle tüketilen tüm gıdaların doğal olmasına dikkat etmeli ve bu süreçte de tüm uzmanların önermiş olduğu doğru su miktarını da tüketmelidir. Vücudun yeteri kadar sıvı almış olması vücut içerisindeki hastalık yapıcı toksinlerin de dışarı atılmasına yardımcı olur.

Mevsime ait taze sebze ve meyveler beslenmede büyük önem taşımaktadır.Bu dönemde yapılacak en büyük hata da sigara ve alkol kullanımını arttırmak,

karbonhidrat tüketimi dengesini bozmak, fastfood ağırlıklı beslenmek.

Gerek testi pozitif çıkmış olanlar gerekse bu risk grubunda olan kişiler bu tüketimlerde mutlaka kaçınmalıdır.

Özellikle bağışıklık sistemine büyük etkisi olan D vitamini eksikliğine dikkat etmeli

mümkün oldukça doğal gıdalar yoluyla bu vitamin eksikliğinin giderilmesi gerekir.

Gerek görülen yerde doktor onayı ile takviye edici gıda alınabilir, doğal bitki çayları da bu zorlu süreci kolay bir şekilde atlatmanıza yardımcı en büyük etkenlerden biridir.

Uyku düzenine dikkat etmek ve hafif tempolarda egzersizler yapmakta yine bu süreci kolay bir şekilde atlatmanıza yardımcı olacaktır.

Beden ve zihin dinlenmesinin yeteri kadar yapılması durumunda bu hastalığın bulaşması ya da vücut içerisindeki seyrinin azalmasında büyük iyileşme gösterir.

REÇETESİZ ANTİBİYOTİK SARIMSAĞI TÜKETİRKEN DİKKAT!

 Dünya mutfaklarının vazgeçilmezi olan sarımsak, yemeklere lezzet verdiği kadar binlerce yıldır ilaç olarak da kullanılıyor. Doğal antibiyotik olarak anılan sarımsak, bağırsakları temizliyor, bağışıklığı güçlendiriyor ve diyabetten kansere kadar pek çok hastalıkla mücadelede beslenme planlarında yer alıyor. Memorial Kayseri Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Merve Sır, sarımsağın faydaları hakkında bilgi verdi ve tüketimi hakkında önemli uyarılarda bulundu.

Allicin serbest radikallere karşı korur

Soğansı bitkiler grubunda yer alan sarımsağı ilk olarak tedavi amaçlı Mısırlıların kullandığı bilinmektedir. Sarımsağın içeriğinde % 84.09 su, % 13.38 organik madde, %1.53 inorganik madde bulunmaktadır. 33 çeşit kükürt bileşiği olan sarımsak; çinko, germanyum, A, B1 ve C vitaminleri içermektedir. Sarımsağın içeriğindeki allicin maddesinin öncüsü olan ve kükürt içeren ‘alliin’ bulunur. Sarımsak hücreleri soyulma, kesme veya doğrama ile hasar gördüğünde, havanın etkisiyle içeriğinde bulunan alliin ile hemen reaksiyona giren alliinaz adı verilen bir enzim salınır. Bu reaksiyon sonucunda allicin ortaya çıkar. Allicin, kandaki iki antioksidan enzim olan katalaz ve glutatyon peroksidazın seviyesini yükseltir. Bu şekilde, vücuttaki hücre zarına zarar verebilecek daha fazla serbest radikal önlenebilir.

Sarımsağın besin değerini korumak için uygulanması gerekenler

Sarımsağın içeriğinde bulunan allicin, yalnızca sarımsağın hücre duvarları hasar gördüğünde (rendelendiğinde veya kesildiğinde) oluşur. Bu nedenle yapılan araştırmalar sarımsağı kullanmadan önce ezmenin ve ardından yaklaşık on dakika buharla demlenmesine izin vermenin daha sağlıklı olduğunu göstermektedir. Bu, enzim alliinaza koruyucu madde allicin üretmesi için zaman vermektedir.

Sarımsağı sadece birkaç dakika pişirerek, en uygun etki elde edilmelidir. Çünkü kükürt bileşikleri ısıya duyarlıdır.

Sarımsağın tansiyonu düşürme etkisi

Damar sisteminin yani yaşlanma sürecinin (damar sertliği gibi) sarımsakla birlikte gerilediği düşünülmektedir. Ayrıca kanın akışkanlığını düzenleyen sarımsak, damarları genişlettiği ve gevşettiği için aşırı yüksek tansiyonun normalleşmesine katkıda bulunur. Sarımsak, kan lipidlerinin (kolesterol) düzenlenmesinde olumlu etkileri olan ikincil bitki maddeleri olan ‘saponinler’ içerir. Böylelikle gelişmiş bir kan akışına ve damarların artan esnekliğine katkıda bulunur. Ajoene ayrıca sarımsakta bulunan bir kükürt bileşiğidir. Pıhtılaştırıcı fibrini parçalayarak kanı doğal olarak inceltir. Tüm bu farklı maddelerin yardımıyla sarımsak, kan sulandırıcı ilaçların aksine tamamen doğal bir şekilde ve yan etkileri olmaksızın kan pıhtılarını etkisiz hale getirebilir ve tromboz ile felçleri önleyebilir.

Doğal antibiyotik sarımsak

Sarımsak geleneksel olarak bağırsak problemleri (şişkinlik, fermantasyon süreçleri ve kramp benzeri ağrı durumları) ile soğuk algınlığı ve grip için kullanılmaktadır. Aynı zamanda iyi bir selenyum kaynağıdır. Selenyum metabolizma, bağışıklık sistemi, tiroid bezi ve sağlıklı cilt ile tırnaklar için önemli olan temel elementtir. Özellikle allicin ve kükürt bileşikleri, her türlü patojen mikroorganizma ve parazitlere (bakteriler, virüsler, mantarlar, amipler, solucanlar) karşı öldürücü özelliğe sahiptir. Bu nedenle sarımsak, kimyasal antibiyotiklerin aksine sağlıklı bağırsak florasının korunmasını destekleyen doğal bir antibiyotik olarak tanımlanabilir. Bağırsak florası, bağışıklık sisteminin en büyük bölümünü oluşturduğu için sarımsak, bağışıklık sisteminin güçlenmesine de katkı sağlamaktadır. Sağlıklı bir bağırsak sistemi ayrıca besin maddelerinin daha iyi emilmesini ve kullanılabilirliğini sağlar, bu da hücrelere daha yararlı öğelerin ulaşması anlamına gelir.

Sistite iyi geliyor

Yapılan bir araştırmada, sulu sarımsak özlerinin hali hazırda antibiyotiklere direnç geliştirmiş olan bakterileri öldürebileceği belirlenmiştir. Bazı bakteriler, her yıl milyonlarca insanı etkileyen mesane enfeksiyonlarına (sistit) neden olabilmektedir. Sarımsak, idrar yolu enfeksiyonlarından dertli olan kişiler tarafından kullanılabilir ve bu sayede iyileşmeyi hızlandırabilir.

Kanserle mücadelede önemli rol oynuyor

Sarımsağın anti-kanser özelliklerinin olduğu yüzyıllardır konuşulmaktadır. Yapılan bir dizi çalışma ile bu bilgi kanıtlanmış durumdadır. Sarımsağın içeriğinde bulunan sülfür bileşiklerinin, kanser önleyici etkisinin olduğu bilinmektedir. Allicinin dönüşümü, yağda çözünen iki madde üretir; dialil sülfür (DAS) ve dialil disülfür (DADS). Sarımsaktaki bu kükürt bileşiklerinin tümör oluşumunda yer alan iki işlemde etkili olduğu varsayılmaktadır. Bu bileşikler, bir yandan kanserojen maddelerin reaktivitesini azaltmakta ve eliminasyonunu hızlandırmaktadır. Böylece DNA daha az zarar görmektedir. Öte yandan, bu bileşikler kanser hücrelerinin büyümesini bozabilir ve böylelikle apoptoz (intihar) yoluyla hücre ölümlerini başlatabilir. Bunu yaparken, tümörlerin yayılmasını engellerler. Sarımsağın kolon kanseri, mide ve yemek borusu kanseri, akciğer ve meme kanseri için önleyici etkileri kanıtlanmıştır.

Prostat kanserine karşı kullanılıyor

Akciğer kanseri konusunda Çin’de yapılan iki araştırma dikkat çekmektedir. Hem sarımsak hem de yeşil çay bu nedenle bu kanser türünde koruyucu faktörler olarak ön plana çıkmaktadır. Bilim adamları sarımsak ve yeşil çayın, tipik akciğer kanseri risk faktörlerinin (sigara içmek, kızarmış yiyecekler yemek vb.) etkisini azalttığını öne sürmektedir. Kullanıma hazır hale getirilen sarımsak preparatları, prostat kanseri ve iyi huylu prostat büyümesinin tedavisinde uzun süredir kullanılmaktadır. Prostat kanserine olumlu etkileri, anti-enflamatuar, antioksidan ve genel kanseri inhibe edici etkileri ön plana çıkmaktadır.

Sarımsak karaciğeri korur

Sarımsak, hücre duvarlarını güçlendirerek ve organizmanın kendisine zararlı olan toksik maddelerden arınması işlemi olan ‘detoksifikasyon’ işleviyle karaciğeri destekleyerek yıpranmasını önler. Ayrıca sarımsak, ağır metal zehirlenmesinde (cıva, kadmiyum) veya alkol tüketiminin olumsuz sonuçlarını azaltmak için kullanılabilmektedir.

Sarımsağı tüketirken dikkat etmeniz gerekenler

Hem besin değerleri hem de içeriği açısında günlük sarımsak tüketimi belli bir miktarda olmalıdır. Kişinin ek bir hastalığı varsa kesinlikle bir uzman hekimden görüş alınmalıdır. Sağlıklı bir birey günde 2 diş çiğ sarımsak yiyebilir.

 Sarımsak çok fazla tüketildiğinde mide ve bağırsak rahatsızlığına neden olabilmektedir.

Halihazırda kanın pıhtılaşmasını önleyen antikoagülan ilaç kullanan kişiler ile tansiyonu düşük olan kişiler düzenli olarak fazla olmamak şartıyla sarımsak tüketebilir. Ancak, sarımsak kan inceltici ilaçların etkisini artırabilir. Bunun için sarımsak suyu, draje ve tabletleri alınmadan önce uzman hekimle kesinlikle konuşulmalıdır. Taze sarımsak kullanmak söz konusu olduğunda, etkilerinden tam olarak yararlanmak isteniyorsa çiğ olarak yenmesi gerekir. Günlük bir diş sarımsak yeterlidir. Sarımsak yemekler piştikten sonra eklenmelidir. Özellikle yağ, sarımsağın etkinliğini artırabilir.

Sarımsak en çok çiğ olarak tüketildiğinde besin değerlerinden maksimum seviyede yararlanılmaktadır. Ezilip bir kaç dakika bekledikten sonra tüketilmeli, uzun süreli pişirilmemelidir. Yemekler piştikten sonra eklenirse besin değerleri yok olmaz.

Taze sarımsak mı yoksa kuru mu?

Taze sarımsağın aktif bileşenleri her zaman diyet takviyelerinde tercih edilmektedir. Sarımsaktaki ana aktif bileşen olan allicin, hızla az ya da kompleks kükürt bileşiklerine dönüşen kararsız bir bileşiktir. Isıtma, dondurarak kurutma, buharla damıtma veya benzeri yollarla sarımsağın daha sonraki herhangi bir şekilde işlenmesi, içerdiği allicinin etki seviyesini değiştirmektedir.

Sarımsak kokusu için ne yapılmalı?

Pek çok insan kokusu hoş olmayan sarımsağı tükettikten sonra ağız kokusundan rahatsız olmaktadır. Çoğu zaman süt, zencefil, limon suyu ve nane şekeri en azından bir süreliğine sarımsak kokusunu bastırmaktadır. Sarımsak kış aylarında kilerde ya da kapalı balkonlarda, yazın ise buzdolabının sebze bölmesinde serin ve kuru bir ortamda tutulmalıdır. Bir yumru açıldıktan sonra kurumaması için 10 gün içinde tüketilmelidir. Çünkü temel olarak, ne kadar taze ve sulu olursa o kadar iyidir. Bir başka iyi saklama seçeneği de sarımsağı kavanoz içerisinde yağda bekletmektir.