Sağlık haberleri… (24.07.2018)

Bu Meyveler Kilo Verdiriyor!

Tatlı ihtiyacımızı gidermek için yasaklanan tatlardan uzak dursak da meyve çok da uzak durulamayacak bir seçenek. Özellikle meyvenin en bol olduğu dönem olan yaz mevsiminde hem tatlı krizlerinizi giderebilir hem de meyve yiyerek kilo verebilirsiniz. Evet, yanlış duymadınız yaz geldi. Kiloları saklamak yerine onlardan kurtulma zamanında meyveler yardımınıza koşabilir. Hastane Derindere Beslenme ve Diyet Uzmanı Meltem Şeniz Toksoy’dan kilo verdiren meyveleri öğrendik…

Armut

Armut lifle dolu bir meyvedir ve sindirim sistemi için gereklidir. Armut yediğinizde daha uzun süre tokluk hissedersiniz. Kilo kaybının yanı sıra C vitamini açısından zengindir, kolesterolü düşürür ve Tip 2 diyabet riskini azaltır.

Muz

Potasyumdan zengin olan muz, mükemmel bir aperatiftir. Kilo kaybı içeren bir diyetin vazgeçilmezlerinden olmasının yanı sıra kas kramp ve ağrılarının giderilmesinde yardımcı olur. Kalorilerisi yüksek olduğu için tüketilmekten korkulsa da aslında daha uzun süre daha tokluk hissetmenize ve kaslarınızı onarmanıza yardımcı olmak için besin ve vitaminlerle doludur.

Elma

Her mevsim yapılan diyetlerin vazgeçilmez ara öğünlerinden biridir. Bir orta boy elma yaklaşık 50 kaloridir. Herhangi bir yağ veya sodyum içermez. Elma kabızlık konusunda yardımcı olabilir ve bağışıklık sisteminizi güçlendirir. Vücudun nemini artırır, su ihtiyacını karşılar ve daha uzun süreli tokluk sağlar.

Karpuz

Bu tropik meyve, diyet planınız için gereklidir. Karpuzun % 90’ı sudan oluşur ve 100 gramlık servis sadece 30 kalori içerir! Düşük kalorili tatlı olmasına rağmen vücutta yağ yakımına yardımcı olan arjinin adı verilen özel bir amino asitle doludur. Yaz mevsiminde yaygın olan karpuz, bu dönemdeki su ihtiyacınızı karşılama konusunda lezzetli bir alternatif olmasının yanı sıra zararlı atıştırmalıklardan uzaklaşmanızı da sağlayacak iyi bir alternatiftir.

Domates

Evet, doğru okudunuz. Domates aslında meyve sınıfında yer alır ve kilo kaybına destek konusunda önemli bir yardımcıdır. Lezzetli olmanın yanı sıra, antioksidanlarla doludur ve su tutmayı azaltır. Zengin likopen kaynağı olan domates antioksidan moleküller sayesinde hem fit tutar hem de bizi kanserden korur.

Kilo verme şansınızı artırmak için bu meyveleri diyetinize ekleyin. Ama unutmayın! Etkili sonuçlar almak istiyorsanız belirli bir diyet planı ve egzersiz rutini oluşturmanız gerekir.

GÜNEŞ KEYFİNİZİ KAÇIRMASIN

Dikkat! Güneşlenirken Estetiğinden Çok Yanıklarıyla Uğraşmayın

Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Aysun Bölükbaşı Mamak, güneşin yoğun etkisiyle oluşabilecek zararlı etkileri, önlemenin yollarını, “ciğer gibi yandığımız” zaman neler yapmamız gerekiri sağlığınız için anlattı…

Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Aysun Bölükbaşı Mamak, sıcakların tavan yaptığı şu günlerde “güneşin ne gibi etkilerine maruz kalırız ve sağlığımız için neler yapmalıyızın cevabını kaleme aldı… İşte Mamak’ın güneşle imtihan olmamanız için tavsiyeleri…

Yazın bu aylarında güneş kimilerine keyif verirken kimilerinin keyfini kaçırabiliyor. Bu mevsim her ne kadar birçoğumuz için tatil mevsimi olsa da güneşin altında çalışmak zorunda kalan birçok kişinin olduğunu da unutmamak gerekir. Birkaç önlemle hem güneşten keyif almak hem de çalışma koşullarını rahatlatmak mümkün hale gelebilir.

Vücudumuzdaki D vitamininin oluşmasında en önemli katkı güneş ışığına maruz kalmaktır. Her ne kadar güneşli bir ülkede yaşasak da Türkiye’de D vitamini eksiklileri ile sıkça karşılaşıyoruz. O nedenle yaz mevsimini de yararlı hale getirmek gerekir. Ama tabi kıvamında olacak şekilde. Tavsiyelerim;

Öncelikle bebek, çocuk ve yaşı 50’nin üzerinde olan yetişkinler güneşin dik geldiği 12-15.00 arasındaki saatlerde güneşten korunmalı,

Deniz kenarında bebek ve çocuklar sırt, omuz ve göğüs bölgesini UV ışınlarından koruyacak şekilde giydirilmeli ve şapka takılmalı,

Özellikle yüz, sırt, omuz bölgeleri güneşe en sık maruz kalınan yerler olduğu için 50 koruma faktörlü güneşten koruyucu krem kullanılmalı,

Bol su içilmeli,

Güneş ve sıcak hem sıvı kaybı hem de elektrolit kaybı oluşmasına sebep olur. Bu nedenle sık sık su içmeli, su yerine kafeinli veya gazlı içecekler tercih edilmemeli,

Sodyum kaybı olacağı için ayran gibi içeceklerin tercih edilmesi sıvı dengesi açısından iyi bir tercih olabilir.”

Uzun süre güneşe çıkmadıysanız “yanık” ve “güneş zehirlenmesi” olasılığınız artıyor

Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Aysun Bölükbaşı Mamak, uyarılarına şöyle devam ediyor:

“Uzun zaman güneşe çıkmayan ardından birden güneşe maruz kalan kişiler, ‘güneş yanıkları’ veya ‘güneş zehirlenmesi’ dediğimiz durumla karşı karşıya kalabilirler. Bu durum, özellikle vücutta 1 ve 2. derece yanıkların olması anlamına gelir. 1. derece güneş yanıklarında sadece kızarma ve ağrı varken 2. derece güneş yanıklarında deride içi sıvı dolu, bül dediğimiz lezyonlar meydana gelir.

derece güneş yanığının tedavisinde aloe vera içerikli sakinleştiriciler ve içeriğinde lokal anestezik maddesi içeren kremler yeterli olurken 2. dereceli yanıklar, oranına göre hastanede yatarak tedaviyi bile gerektirebilir. Her ikisinin tedavisinde de mutlaka sıvı alımı artırılmalı, vücut, meyve suları ve vitamin takviyesi ile desteklenmelidir.

Güneş zehirlenmesi grip ile aynı belirtileri gösterir

Güneş zehirlenmesi dediğimiz bir başka durum ise grip benzeri bulguların olmasıdır. Belirtileri özellikle akşamları ciddi baş ağrısı ve burun akıntısı ile başlar. Bu durum hafife alınmayıp mutlaka bir doktor gözlemine başvurulmalıdır.

Tabi bu anlatılanlar güneşe ani maruziyet sırasında meydana gelen bir takım olumsuzluklar ve onların düzeltilmesiyle ilgili idi. Uzun süre korunmasız güneşe maruziyet maalesef ki ciltte kalıcı hasarlara, yaşlanmaya ve cilt kanserlerinin oluşmasına sebep olur. Doğuştan veya sonradan vücudunda benleri olan kişilerin, sarışın veya beyaz tenli olanların, lekelenmeye müsait cilt tipi olanların güneş koruyucu kremlerini çok daha dikkatli kullanmaları önerilir.”

Obezite, menopoz sonrası meme kanseri riskini artırıyor
Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik, obezitenin özellikle menopoz sonrasında görülen meme kanserleri için önemli bir risk faktörü olduğunu belirterek, ülkemizdeki kadınların yaklaşık 4’te 1’inde görülen obezitenin kontrol altına alınmasının çok büyük bir önem taşıdığını vurguladı.
Çok sayıda çalışmada obezitenin diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, kalp-damar hastalıkları, kas-iskelet sistemi ve kanser gibi birçok yaşamı tehdit edici kronik hastalığa yol açtığının belirlendiğini vurgulayan Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik, obezite ve metobolik cerrahi konusunda şu bilgileri verdi: “Dünya Sağlık Örgütü, obeziteyi ‘insanlarda beden kitle indeksinin 30 kg/m2 üzerinde olması’ şeklinde tanımlıyor. Birçok epidemik çalışma obezitenin son 30 yılda tüm dünyada hızla arttığını gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü 2016 verileri, 18 yaş ve üstü 1,9 milyar yetişkinin şişman, bu sayı içerisinde 650 milyon kişinin ise obez olduğunu göstermişti. Bu raporda, kadınların yüzde 39,2’si obez, yüzde 69,3’ü şişman ve obez grubunda sınıflandırıldı. Türkiye İstatistik Kurumunun Sağlık Verileri Araştırmasına göre ülkemizde obezite, yetişkinlerin yaklaşık yüzde 20’sinde görülmekte, cinsiyet ayırımı incelendiğinde 2016 yılında erkeklerin yüzde 15,2’sinin, kadınların ise yüzde 23,9’unun obez olduğu görülmektedir.”
Obez kadınlarda meme kanserinin kötü seyretme riski daha yüksek
Obezitenin kadınlarda menopoz sonrası dönemde görülen meme kanseri için bir risk faktörü olduğunu vurgulayan Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik, menopoz sonrası beden kitle indeksinde görülen her 5kg/m2’lik artışın meme kanseri riskinde 12 kat artışa yol açtığını belirterek şöyle devam etti: “Bu durum özellikle de östrojen reseptörü pozitif ve triple negatif meme kanseri alt tipleri için geçerlidir. Bunun yanında obez meme kanseri olan kadınlarda hastalığın normal kilolu meme kanseri olan kadınlara göre daha kötü seyirli olduğu bulunmuştur. Obez kadınlarda hastalığın normal kilolu kadınlara göre tekrarlama veya hastalığa bağlı ölüm riskinin yüzde 30 daha fazla olduğu gösterilmiştir. Obezite ve meme kanseri arasındaki bu ilişki halen tam olarak anlaşılamamıştır. Obezitenin neden olduğu lokal ve sistemik etkilere bağlı olarak; vücuttaki adipokin (yağ hücreleri) düzeylerinin, dolaşımdaki steroid hormonların ve lokal östrojen sinyallerinin değişmesi, metabolik sendrom, insülin direnci ve yağ inflamasyonu meme kanseri oluşumunda suçlanmaktadır.”
Obezite tedavi sürecini de olumsuz etkiliyor
Obezitenin meme kanseri olan hastaların tedavi sürecinde de birçok olumsuz etkisi olduğunu vurgulayan Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik şunları söyledi: “Örneğin meme kanseri nedeniyle ameliyat edilen hastalarda yara yeri problemleri (enfeksiyon, yara yerinde seroma oluşumunun) daha fazla görülmekte, yine aynı şekilde gerek kemoterapi gerekse de radyoterapi alması gereken hastalarda obeziteye bağlı, hayatı tehdit eden olumsuz durumlar ortaya çıkabilmektedir.”
Türkiye’deki genç meme kanseri vakalarının sayısı ABD’nin iki katı
Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik son yapılan araştırmaların, Türkiye’de genç yaşta görülen meme kanseri hastası sayısının ABD’nin iki katı olduğunu ortaya koyduğunu belirtti ve şu uyarılarda bulundu: “Genç kızlarda uzun vadede kilo kontrolünün sağlanamaması ve yaşam biçimi ile yeme alışkanlıklarının değiştirilememesi durumu, ileri yaşlarda obezite, meme kanseri dahil pek çok sağlık sorununa yol açabiliyor. Bunun için kadınların mutlaka kilo kontrolünü sağlamaları gerekiyor.”
Obezite cerrahisi kanser oluşma riskini azaltıyor
Obezite cerrahisi sonrasında vücuttaki azalan yağ kitlesine bağlı olarak glikoz dengesinin sağlandığını, insülin direncinin ve inflamasyona sebep olan belirteçlerin azaldığını söyleyen Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik, bu işlem neticesinde meme kanseri oluşma riskinin de azaldığını belirtti.

Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneği (SASDER) Yönetim Kurulu Başkanı Sermet Erdem:

“Sağlıkta uzman yöneticilere ihtiyaç var”

Türkiye’de sağlık sektörünün hızlı gelişimi doğrultusunda nitelikli eleman ihtiyacının gün geçtikçe artığını belirten Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneği (SASDER) Yönetim Kurulu Başkanı Sermet Erdem, “Türkiye’de hemen hemen tüm üniversitelerde bulunan sağlık yönetimi, sağlık kurumları işletmeciliği ve sağlık idaresi bölümlerinin mezun sayısı giderek artış gösteriyor. Fakat sağlık yönetimi alanına diğer bölümlerden de mezunların atanmasıyla bölümün asıl uzmanları kendi alanında çalışma fırsatı bulamıyor” dedi.

Sağlık sektörünün ihtiyaçları doğrultusunda Sağlık Yönetimi bölümünün giderek önem kazandığını aktaran Erdem, “Sağlık Yönetimi alanında uzman yöneticilere olan ihtiyaç bugün ve gelecekte de devam edecektir, sektörde yeni mezunların önünü açmak adına istihdam alanı doğacak şekilde yeni düzenlemelere gidilmelidir”

Erdem, “Sağlık alanında iş bulabilme umuduyla üniversite sınavından aldıkları yüksek puanlarla bu bölümü seçen öğrenciler mezun olduklarında ne kamuda ne de özel sektörde yer bulabiliyor. Lisans eğitimlerini tamamladıktan sonra uygun bir çalışma pozisyonu bulamayan adaylar büyük bir gelecek kaygısıyla karşı karşıya kalıyor” diye konuştu.

 “Sağlık Yönetimi mezunlarının kadro sıkıntısı”

Sağlık Yönetimi mezunlarının yaşadığı sıkıntıyı Devlet Memurları Kanuna göre açıklayan, Erdem, “657 Sayılı DMK’ nın 36. maddesinde memurlar için tesis edilen sınıflar içinde III. Sağlık Hizmetleri ve Yardımcı Sağlık Hizmetleri Sınıfında meslek grupları sayılırken, 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girmesi ile burada “Sağlık Yönetimi / İdarecisi” kadrosu oluşturulmadığından ciddi bir istihdam sorunuyla karşı karşıya kalınıyor. Bu kadro oluşturulur ise Sağlık Yönetimi mezunları için ciddi bir istihtam alanı sağlanacaktır” dedi

“Bölümün çalışma alanları çok geniş”

Erdem, “Sağlık Yönetimi mezunlarının, kamu, üniversite ve vakıf hastanelerinde, rehabilitasyon merkezlerinde, sağlık araştırma merkezlerinde, ilaç ve tıbbi cihaz üreten endüstri kuruluşlarında, sosyal güvenlik kurumunda, sağlık eğitimi ve organizasyonu alanlarında, özel sağlık sigortaları şirketlerinde ve yerel yönetim sağlık hizmetleri gibi bir çok kurumda çalışma alanı olmasına rağmen mezun olan öğrenciler iş bulmakta güçlük çekiyor. Ancak burada öğrenci arkadaşlarımıza da biraz iş düşüyor, kendilerini sürekli geliştirmeye adamalılar. Öğrenimleri boyunca  yabancı dillerini geliştirme, kendi alanlarında çalışma ve bilgisayar programlarını işlerinde kullanma gibi konularda kendilerini geliştirmeliler”

Erdem, “SASDER olarak kurulduğumuz günden itibaren üyelerimizle beraber, bu öğrencilere öğrenimleri boyunca gerek düzenledikleri toplantılarda, gerekse dersleri sırasındaki deneyim paylaşımlarını, müstakbel iş arkadaşlarımızın gelişimi için büyük bir mutlulukla destekledik. Bundan sonra da desteğimize devam edeceğiz. Ayrıca öğrencilerin kendileri de tecrübe paylaşımı, deneyim desteği ve sektörde karşılabilecekleri her türlü sorun için derneğimize başvurabilirler” diye konuştu.

ÜNLÜLERİN TERCİH ETTİĞİ TÜP MİDE AMELİYATI NEDİR? KİMLERE UYGULANABİLİR? 

Obezite Cerrahı Prof. Dr. Hasan ALTUN ünlülerin sıkça tercih ettiği Tüp Mide Ameliyatı hakkında bazı temel tanımları ve bu ameliyatın kimlere uygulanacağını anlatıyor.

Tüp Mide (Sleeve Gastrektomi): Kısıtlayıcı bir Obezite Cerrahi ameliyat yöntemidir. Bu yöntemde amaç midenin hacim kapasitesini düşürmektir. Midenin %80’i laparoskopik ameliyatla geride yemek borusu genişliği kadar bir bölüm kalacak şekilde zımbalanarak çıkarılmaktadır. Geride kalan midenin şeklinden dolayı da tüp mide ameliyatı denmektedir. Uzun yıllar önce diğer obezite cerrahi yöntemlerine hazırlık ve geçiş ameliyatı olarak kullanılırken, tek başına da oldukça başarılı sonuçlar alındığı bilimsel olarak gözlemlenmeye başladıktan sonra artık ilk ameliyat olarak kullanılmaya başlamıştır. Bu ameliyat yiyeceklerin besin akış yönünün korunması, sindirim sisteminin fizyolojisinin değişmemesi, ameliyat süresinin diğer obezite cerrahi yöntemlerine göre çok kısa olması, komplikasyon oranlarının da çok daha düşük olması gibi nedenlerle tüm dünyada obezite cerrahları tarafından artık ilk ameliyat olarak artan bir oranla tercih edilmektedir.

Amerikadaki dünyanın önde gelen Obezite Cerrahi merkezleri gibi Prof. Dr. Hasan Altun Interbariatrics Obezite ve Metabolizma Cerrahi Kliniğinde 10 yılı aşkın deneyimiyle tüm Obezite Cerrahi yöntemlerini, ağırlıkla doğal anatomiyi bozmadığı ve başarısı bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış tüp mide ameliyatını 1300 ün üstünde hastaya uygulamış, başarılı sonuçlar almıştır.

Bu yöntemde;

  • İştah hormonu olan ghrelin salgılayan midenin üst bombeli kısmı da çıkarılır,
  • Anatomi, barsak yapısı, besinlerin fizyolojik akış yönü bozulmaz,
  • Hayat boyu vitamin-mineral takviyesine gerek kalmaz.
  • Herhangi bir durumda midenin tamamı endoskopi yardımıyla görüntülenebilir.
  • Midenin pylor kası korunduğu için tıkanma ve doyma duygusu oluşur.
  • Ameliyattan sonraki ilk bir ay hasta sıvıdan katıya doğru kademeli beslenme programı izler. Bir aydan sonra tüm gıdaları yavaş yavaş tüketebilir.

 Tüp Mide Ameliyatını Kimler Olabilir?

  • 18-65 yaş arası olanlar,

Özel durumlarda ve kurulun karar vermesi halinde 18 yaş altı ve 65 yaş üstü de ameliyat olabilir.

  • Vücut kitle indeksi 35 ’in üzerinde olanlar,
  • Vücut kitle indeksi 30-35 arası olup ek olarak kilolara bağlı yandaş hastalık olanlar (hipertansiyon, kolesterol, şeker hastalığı, uyku apnesi, kalp yetmezliği vs)
  • Kilo vermek için diğer tedavi yöntemlerini deneyip başarısız olanlar,
  • Ameliyatı ve anesteziyi kaldırabilecek durumda olanlar,

Tüp mide ameliyatını olabilirler.

 Tüp Mide Ameliyatını Kimler Olamaz?

  • Ciddi ve tedavi altında olmayan psikiyatrik hastalığı olanlar,
  • Madde veya alkol bağımlılığı olanlar,
  • Ciddi hormonal bozukluğu olan hastalar,
  • Ameliyat sonrası diyet konusunda ve gerekli hayat stili değişikliği yapamayacak olan hastalar,
  • Anestezi almaya engel olacak hastalığı olanlar,
  • Kanser hastaları,
  • Yakın zamanda 1 yıl içerisinde gebelik planlayanlar,

Tüp mide ameliyatını olamazlar.

Tüp Mide Ameliyatından sonra ne kadar kilo veririm?

Tüp Mide ameliyatından sonra ilk bir ayda ortalama total kilonun %10 u kadarını yani 10-20 kiloyu ilk bir ayda vermekle birlikte hastalarda 30 kiloya varan tartı değişiklikleri bile olabilmektedir. İlk ayı takiben kilo kaybı yavaşlayarak devam etmekte, 1 -1,5 yılın sonunda hastalar fazla kiloların %80 inden tamamına değişen oranlarda kurtularak kiloları sabitlenmektedir.

Tüp Mide Ameliyatından sonra Ömür Boyu Yasaklar Var Mı?

Tüp mide ameliyatından sonra tıkanma duygusu yaratması ve doygunluk hissinin uzun sürmesi için katı yiyecekleri sıvı yiyeceklerle aynı anda almamaya özen göstermek ameliyat başarısını olumlu yönde etkiler. Küçük hacimli yüksek kalorili kuruyemiş, çikolata gibi yiyecekler sadece tüp mide ameliyatının değil, tüm cerrahi tekniklerin baş düşmanı olup ameliyatların etkisini azaltan yiyeceklerdir, uzak durmak gerekir. Gazlı içeceklerden, soda dahil kabarcıklı yapısının midenin üst kısmında genişlemeye neden olabileceği için ömür boyu uzak durulması tavsiye edilmektedir. Alkol tüketiminin de sık olması ml sindeki kalori miktarı nedeniyle tüp mide ameliyatı sonrasında önerilmemektedir.

Tüp Mide Ameliyatından Sonra Tekrar Kilo Alınır Mı?

Tüp mide ameliyatının bilimsel çalışmalara göre başarı oranı %85 olup, hastalar bu ameliyat yardımı ile fazla kilolarının %60- 80 ini verebilmektedir. Ameliyattan sonraki dönemde verilen kiloların hafifliği ve motivasyonu ile yaşam stili ve şeklini değiştirebilen hastalar fazla kilolarının %100 ünü verip, ömür boyu koruyabilen hastalar olmaktadır. %15 oranında hastada yaşam stili, beslenme alışkanlıklarını değiştiremedikleri için geri kilo alımı yaşanabilmektedir.

Tüp mide ameliyatı ve Prof. Dr. Hasan Altun ilgili ayrıntılı bilgiyi  www.obezitecrrahi.com dan alabilirsiniz.

KARACİĞERİ YENİLEYEN 5 BESİN

 Vücudumuzun en önemli organlarından biri olan karaciğerin yenilenmesinde sağlıklı beslenme büyük bir önem taşıyor. Toksinleri atarak yenilenmeyi sağlayan bazı besinler, karaciğer sağlığını doğrudan etkiliyor.

Karaciğer sağlığına dikkat çekmek amacıyla da her yıl 28 Temmuz Dünya Hepatit Günü olarak kutlanıyor. Uzman Diyetisyen Nilay Keçeci Arpacı, 28 Temmuz Dünya Hepatit günü öncesinde karaciğer sağlığını koruyan besinleri anlatıyor.

“Çiğ sarımsak toksinleri atar”

En iyi antioksidanlardan biri olan sarımsak, karaciğerin yenilenmesinde oldukça önemli bir besindir. Sarımsak, karaciğer enzimlerini harekete geçirerek toksinlerin vücuttan atılmasını sağlar. Antioksidan, allicin ve vitaminler bakımından oldukça zengindir. Sarımsağın içerdiği sülfür de karaciğerin işlevine yardımcı olan enzimlerin üretilmesine destek olur. Doğal bir antibiyotik olan sarımsağın çiğ tüketilmesi önemlidir.

“Avokado karaciğer yağlanması ile savaşır”

Sağlıklı yağ alımı için en uygun sebze olarak bilinen avokado, özellikle içerdiği omega 6 ile karaciğer yenilenmesini sağlar ve hücrelerin toparlanmasına yardımcı olur. Avokado genellikle salatalarda ya da limon sıkılarak direkt tüketilebilir. Günde bir taneden fazla da tüketilmemesi önerilir. Vücuda sağlıklı yağ sağlayan aynı zamanda da biriken zararlı yağ asitlerini yok eden avokado karaciğer yağlanmasına karşı önemli bir besindir.

“Hem üzüm hem çekirdeği karaciğer için faydalı”

Sağlıklı bir karaciğer için vazgeçilmez bir diğer besin de üzümdür. Üzümün hem kendisi hem de çekirdeği karaciğer sağlığı için önemlidir. Yapılan pek çok araştırma üzüm çekirdeğinin karaciğer hasarları üzerinde olumlu sonuçlar verdiğini göstermektedir. Vücudu toksinlerden arındırma gibi yaşamsal bir görevi olan karaciğerin de kendi kendini temizlemesi için üzümün mutlaka beslenme planında yer alması gerekir.

“Karaciğer dostu hindiba”

Hindiba yaprakları: karaciğer dostudur ve karaciğeri koruyucu etkisi vardır. Salata içinde ya da çayı yapılarak tüketilebilir. Vitamin yönünden zengin hindiba; sodyum, potasyum ve kalsiyum içerir. Karaciğerde meydana gelebilecek problemler üzerinde etkilidir ve karaciğer fonksiyonlarını destekleyici etkileri vardır. Ayrıca sindirimi de kolaylaştırır. Sağlıklı bir karaciğer ve karaciğer hastalıklarının önlenmesi için mutlaka tüketilmelidir.

“Brüksel lahanası karaciğeri temizliyor”

Karaciğerin temizlenmesi için etkili besinlerden biri Brüksel lahanasıdır.  Brüksel lahanası, karaciğeri yeniler ve zararlı olan toksinlerin atılmasına yardımcı olur. Sülfür içeren bileşikler içeriği ile karaciğeri hasardan korurlar ve aşırı hormon ve toksinleri dışarı atma fonksiyonlarını desteklerler.

Karaciğer sağlığınız için bunlara dikkat edin!

Karaciğer sağlığı için tüketilmesi gereken besinler kadar uzak durulması ya da dikkatli tüketilmesi gereken besinler de bulunuyor. Aşırı yağlı et grupları, alkollü içecekler, sucuk, salam, sosis ve pastırma gibi şarküteri ürünleri, yağda kızartılmış yiyecekler, et suyu, tahin, kakaolu gıdalar ve yağlı sosların karaciğeri yorabileceği unutulmamalıdır. Karaciğer sağlığı için günde mutlaka 2-3 litre su içilmesi gerekir. İçtiğiniz suyun içerisine az miktarda zerdeçal atabilirsiniz. Karaciğer yağlanmasına karşı günlük 30 dakikalık yürüyüşler de ihmal edilmemelidir.

SAĞLIKTA ŞİDDETİ KINIYORUZ!

 Her branştan geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulayıcısı hekimlerin kurmuş olduğu mesleki sivil toplum örgütü GETAT – UZDER olarak bizler, son yıllarda oldukça artış göstermiş olan bütün sağlıkta şiddet olaylarını en güçlü şekilde kınıyor ve lanetliyoruz.

Geçtiğimiz salı günü saldırıya uğrayan ve yoğun bakıma kaldırılan Harran Üniversitesi Çocuk Acil Servisi’nde görevli Dr Bahattin Ahmet Yalçın ve yine cuma günü odasında saldırıya uğrayan İstanbul Ümraniye EAH çocuk cerrahisi uzmanı Doç. Dr. Aytekin Kaymakçı meslektaşlarımıza ve sevenlerine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Bu güne dek şiddete maruz kalarak hayatını kaybetmiş tüm meslektaşlarımızı bir kez daha derin acıyla yâd ederek, kendilerine Allahtan rahmet, yakınlarına da baş sağlığı diliyoruz.

Sağlık personeline karşı yaşanan bu şiddetin, aslen toplumumuzdaki manevi – kültürel yozlaşmanın ve artan şiddet eğiliminin bir parçası olduğunu düşünmekle birlikte, caydırıcı hukuki unsurların yetersiz kalışının da bir sonucu olduğunu düşünüyoruz.

Daha yaklaşık 20 yıl kadar önce, sağlık hizmetlerinde birçok olumsuzluklar, eksikler ve geri kalmışlıklar hüküm sürerken bu kadar sık şiddet olayı yaşanmaz iken; “Sağlıkta Dönüşüm” programı kapsamında bunca ilerleme, yenilikler, modernleşme, sağlık hizmetine ulaşmada kolaylıklar gibi çağdaş dünyanın ilerisine geçen gelişmelerin kaydedilmiş olmasına rağmen, günümüzde şiddetin artmış olması gayet dikkat çekicidir.

Bu yüzden, konuyu her yönüyle ele alabilecek bilim insanı ve uzmanların, gerekli inceleme ve değerlendirmeleri yaparak üretecekleri çözümleri, Devlet yöneticilerimiz ve siyasetçilerimizin uygulamaya koymalarını beklediğimizi ve bu konuda mesleki bir sivil toplum örgütü olarak, üzerimize düşen her türlü katkıyı yapmaya hazır olduğumuzu, meslektaşlarımız ve tüm kamuoyu ile paylaşırız.

Her yüz çocuktan 3’ünde bu sorun görülüyor

OMURGASINDA BİR EĞRİLİK FARK ETTİYSENİZ DİKKAT!

Skolyoz, omurganın yana ya da öne doğru eğilmesi durumu olarak bilinen bir sorun. Üstelik sık görülüyor ve ilerlediğinde yaşamı tehdit eden bir soruna dönüşebiliyor. Erken tanı sayesinde tedavi başarısının çok yüksek olduğunu söyleyen Acıbadem Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı Doç. Dr. Fatih Karaaslan, skolyoz ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Skolyoz omurganın sağa ya da sola doğru eğilmesi anlamına gelen bir tanım. Üstelik bir hastalık değil, yalnızca bir bulgu. Yani çeşitli hastalıklar omurganın dik durmasını engelleyerek eğilmesine ve dolayısıyla da skolyoz oluşumuna yol açıyor. Skolyoz, farklı nedenlerle ortaya çıktığı gibi farklı yaşlarda da ortaya çıkabiliyor. Acıbadem Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı Doç. Dr. Fatih Karaaslan, skolyozun iki tipinin olduğunu, bunlardan ilkinin doğumsal yani anne karnında oluşan bazı anormallikler sonucunda geliştiğini belirtti. “İdiopatik Adelösan Skolyoz” adı verilen yani nedeni tam olarak bilinmeyen ikinci grubun ise daha çok kızlarda görüldüğünü ifade eden Karaaslan, bu eğilmenin ergenliğe geçiş döneminde ortaya çıktığını söyledi.

Ergenlik döneminde her yüz çocuktan 3’ünde ortaya çıkan nedeni bilinmeyen skolyoz, bazen daha erken dönemde de ortaya çıkabiliyor. Bu skolyoz türünün 5 yaş altında oluşmaya başlayabileceğini belirten Doç. Dr. Karaarslan “Bu çocuklarda skolyozdan kaynaklanan göğüs kafesi sıkışıklığı oluşabiliyor. Göğüs kafesinin bu şekilde daralması kalp, akciğer fonksiyonlarını olumsuz şekilde etkiliyor. O nedenle bu çocuklarda da başarılı sonuçlar alınabilmesi için erken teşhis edilmesi ve tedaviye başlanması çok önemli” diyor.

Eğrilik derecesine göre tedavi ediliyor

Skolyozun erken dönemde fark edilmesi durumunda fizik tedavi, korse gibi medikal yöntemlerle düzeltilebileceğini vurgulayan Doç. Dr. Karaaslan, ilk 20 derecelik eğrilikleri sadece bazı sportif aktiviteler ve rehabilitasyon programlarıyla takip ettiklerini belirtti. 20-40 derece arasında ve bazen de 45 derece arası eğrilikleri bulunan hastalarda ise özel üretilen korseler kullanıldığını ifade etti. 45 derece ve üzeri skolyozun olduğu durumlarda ise seçenekler arasında cerrahi seçeneklerin bulunduğunu sözlerine ekledi. Ameliyat sonrasında ise özellikle çocuk hastaların büyük bir hızla iyileştiğini belirten Doç. Dr. Fatih Karaaslan,  çocukların aynı gün ayağa kalktığını ve gündelik yaşamına geri döndüğünü ifade etti.

Aileler bilinçli olmalı

Erken teşhisin skolyozun tedavisinde çok önemli bir etken olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Karaaslan; toplumda bu konuda yeterli farkındalık oluşmaması nedeniyle doktora geç başvurulduğunu söyleyerek sözlerine şöyle devam etti: “Fark edilmeyen ya da önemsenmediği için ihmal edilen çok hasta ile karşılaşıyoruz maalesef. Skolyozun ilerlemesi ile hastalık, tedaviye daha dirençli oluyor. O nedenle ailelerin ergenlik dönemindeki çocuklarını skolyoz belirtileri açısından dikkatli bir gözle izlemesi ve bir asimetri görüldüğünde doktora başvurmaları gerekiyor”

Otizmli bireylerin popüler kültürde daha fazla temsil edilmesi isteniyor
Otizm sendromlu çocuklara ücretsiz eğitsel oyunlar ve çocukların ailelerine yapay zekaya dayalı kontrol imkanı sunan mobil platform Otsimo’nun Otizmin Farkındalığı ve Toplum Raporuna göre otizmli bir çocuk yetiştirme konusunda en sık rastlanan endişelerin başında, ailelerin çocuklarının zorbalığa maruz kalacağından endişeli olmaları geliyor.
Otizm farkındalığı ve görünürlüğü yıllar içinde artmış olsa da, bu durum otizmli bireylerin günlük hayatta karşılaştığı gerçek dünya sorunlarına nasıl yansıyor ve onların hayatında bir fark yaratıyor mu? Otsimo’nun Otizmin Farkındalığı ve Toplum Raporuna göre günümüzde otizmli bireylere olan farkındalık oranında artış var ancak otizmlilerin hayatında büyük bir etkiye rastlanmıyor.
Türkiye’de Çukur, yurtdışında The Good Doctor, Susam Sokağı ve Parenthood gibi televizyon dizileri sayesinde otizmli bireylerin medyadaki görünürlükleri arttıkça, insanlarda otizme dair hem farkındalık hem de anlayışları gelişiyor. ABD’de yapılan araştırmaya katılan 1202 kişinin yüzde 50’si popüler kültürde otizmli bireylerin daha fazla temsil edilmesini istiyor. Popüler kültürdeki otizmli bireylerin, toplumun bu durumlara uyum sağlaması konusunda büyük rol oynadığı düşünülüyor.
Peki otizmli bireylerin popüler kültürdeki tasvirleri insanların algılarını nasıl değiştiriyor? Araştırmaya katılanların yüzde 55’i okullar, iş yerleri, mağazalar da dahil olmak üzere tüm toplumun otizmli bireylere daha uyumlu olması gerektiğini düşünürken; yüzde 46’sı otizmli bireylere karşı daha anlayışlı hissettiğini ve yüzde 43’ü tedavi yöntemlerine erişimin ücretsiz olması gerektiğini söylüyor.  Bu bulgulara rağmen katılımcıların yalnızca yüzde 31’i popüler kültür betimlemelerinin otizmli bireylerin gündelik hayatlarını doğru bir şekilde tasvir ettiğini belirtiyor. Bu da otizmli bireylerin medya ve gerçek hayattaki temsillerinin doğru aktarılması konusunda çalışmalar yapılması gerektiğini gösteriyor.
Otizmli bir çocuk yetiştirme konusunda en sık rastlanan endişeler
Araştırmada, kişilere otizmli bir çocuk sahibi olmaları durumunda ne tür endişeleri olacağı sorulduğunda ise cevaplayanların yüzde 76’sı çocuklarının zorbalığa maruz kalacağından endişeli olduğunu söylüyor. Yüzde 75’i ise çocuğunun sosyal hayatı konusunda endişeli olduğunu belirtirken, yüzde 66’sı çocuğunun büyürken sahip olamayacağı fırsatlar konusunda, yüzde 49’u otizmli bir çocuk yetiştirmenin getireceği finansal yük nedeniyle endişeli olduğunu ifade ediyor. Yüzde 41’i ise otizmli bir çocuk yetiştirmeleri halinde hayal kırıklığı yaşayacağını ve yüzde 40’ı otizmli bir çocuk yetiştirme konusunda kendilerini hazır hissetmediklerini belirtiyor.
Yaşlılar Y jenerasyonuna göre daha fazla endişeli
Otizmli bir çocuk yetiştirme konusunda soru yöneltildiğinde 55 yaş ve üstü kişilerin Y jenerasyonuna kıyasla daha fazla endişeli olduğunu görülüyor. Bu durum, farkındalığın jenerasyonlar arasında zaman içerisinde pozitif bir kayma yaşadığını gösteriyor. Bu farkındalık düzeyindeki artış, otizmin günümüz medyasındaki temsiliyetinde görülen artışa veya yıllar önce olmayan ancak eğitime erişim sıkıntısını azaltan yeni teknolojiler hakkındaki bilincin artmasına bağlanabilir.
“Finansal yük” konusunda Y jenerasyonunun yüzde 38’i endişeliyken 55+ yaş jenerasyonunun yüzde 57’si, “Sahip olunamayacak fırsatlar” konusunda Y jenerasyonun yüzde 60’ı endişeliyken 55+ yaş jenerasyonunun yüzde 71’i, “sosyal yaşam” konusunda Y jenerasyonun yüzde 67’si endişeliyken 55+ yaş jenerasyonunun yüzde 81’i, “çocuğun karşılaşabileceği zorbalık” konusunda Y jenerasyonun yüzde 70’i endişeliyken 55+ yaş jenerasyonunun yüzde 80’i ve “hayal kırıklığı” konusunda Y jenerasyonun yüzde 34’ü endişeliyken 55+ yaş jenerasyonunun yüzde 47’si endişeli olduğu görülüyor.
Otizmli bireylerle etkileşim
Günümüzde otizme dair farkındalık ve kabul edilirlik düzeyleri dünya çapında hiç olmadığı kadar yüksek. Peki bu gündelik hayatta otizmli bireylerle olan etkileşimlere nasıl yansıyor?
Hizmet sektörü çalışanlarıyla (BT teknisyeni, tesisatçı vb.) olan iş ilişkileri sorulduğunda; yüzde 27’si bu kişiye güveneceğini belirtirken, yüzde 31’i otizm spektrum bozukluğu teşhisi konan bir hizmet sektörü çalışanıyla olan işleri sırasında kendilerini rahat hissedebileceğini belirtiyor.
Saygın bir mesleği olan bir kişiyle (doktor, avukat vb.) kurulan iş ilişkileri sorulduğunda ise yüzde 24’ü bu kişiye güveneceğini belirtirken, yüzde 29’u otizm spektrum bozukluğu teşhisi konan kalifiye bir profesyonelle olan işleri sırasında kendilerini rahat hissedebileceğini ve yüzde 47’si otizm spektrum tanısı konulduğunu öğrenmeleri durumunda bu yüksek düzeyde kalifiye profesyonelle olan işlerini devam ettireceğini belirtiyor.
İleri evre meme kanseri hastaları için psikolojik destek

Türk Tıbbi Onkoloji Derneği (TTOD), Europa Donna Hasta Derneği ve Pfizer Onkoloji’nin koşulsuz desteği ile hayata geçirilen, Metastatik Meme Kanseri (mMK) Farkındalık ve Hasta Psikolojik Destek Projesi, İstanbul’da başladı.
Metastatik meme kanserli kadınların psikososyal destek ihtiyacından yola çıkan bu proje sayesinde metastatik meme kanserli hastalar uzman psikologlardan ücretsiz olarak yardım alabilecek. Uzman bir psikologdan randevu almak için hastaların “0530 969 39 33” numaralı Psikolojik Destek Randevu Hattı’nı araması yeterli olacak. Hastaların psikolog ile yapacağı ilk görüşme sonrasında, ihtiyaçları doğrultusunda beş seansa kadar ücretsiz görüşme imkanı sağlanacak.
Metastatik meme kanserli kadınların psikososyal destek ihtiyacından yola çıkan Türk Tıbbi Onkoloji Derneği, Europadonna Hasta Derneği ve Pfizer Onkoloji’nin koşulsuz desteği ile hayata geçirilen ve  uzman psikologların yer aldığı Metastatik Meme Kanseri (mMK) Farkındalık ve Hasta Psikolojik Destek Projesi, meme kanserinin en ileri evresinde, ağır bir duygusal yük altında yaşayan metastatik meme kanserli kadınların bu yükünü paylaşarak hafifletmek, içinde bulundukları depresyon ve olumsuz duygularla mücadelede ihtiyaç duydukları psikolojik ve sosyal desteği sağlamayı hedefliyor. Pilot olarak İstanbul’da uygulamaya konan proje, toplum ve hatta hasta yakınları tarafından psikolojik etkileri tam olarak anlaşılamadığı bilinen metastatik meme kanseri ile ilgili farkındalığı artırmayı amaçlıyor.
Metastatik meme kanseri hastaları için psikolojik destek hattı
Europa Donna’nın önderliğinde, uzman psikologların yer aldığı bir psikolojik danışmanlık merkezinde bu iş için TTOD tarafından da onaylanmış iki psikolog projeye destek verecek. Hastalar “0530 969 39 33” numaralı Psikolojik Destek Randevu Hattı’nı arayarak uzman bir psikologdan randevu alabilecek. Hastaların psikolog ile yapacağı ilk görüşme sonrası hastanın ihtiyaçları doğrultusunda beş seansa kadar ücretsiz görüşme imkanı sağlanabilecek.

Spor Yaralanmalarının %75’i Sporcunun Kendisinden Kaynaklanır!

Yaz geldi, açık havada yapılan spor faaliyetleri giderek arttı. Ancak ne yazık ki yeterli hazırlık yapmamaktan kaynaklanan spor yaralanmaları da hayatımızın ortasına bir anda giriverdi. Yaz sıcaklarını yaralanmalara mahkum bir şekilde yatarak geçirmek istemiyorsanız dikkat etmeniz gerekenleri ve en çok karşılaşılan spor yaralanmalarını Hastane Derindere Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü Uzmanı Op. Dr. Yavuz Çırpıcı konuştuk.

 Sağlıklı yaşamın temeli olan spora uzun süre ara verip; hızla forma girmek için yeterince ön hazırlık yapmadan başlanan sporun ciddi yaralanmaları beraberinde getireceğini belirten Op. Dr. Yavuz Çırpıcı; ‘Spor yaralanmaları vücudun limitleri üzerinde zorlanmasından kaynaklanır ve özellikle kas, eklem ve bağ dokularının zarar görmesiyle oluşur. Yapılan sporun türü, harcanan kuvvet ve sporcunun yaşı gibi birçok faktöre bağlı olarak değişiklik gösterse de sportif travmaya en fazla maruz kalan bölge diz eklemidir. Diz ekleminden sonra en çok yaralanma ayak bileği, kalça ve kasık bölgesi, omuz eklemi, ayak uyluk bölgesi, omurga dirsek eklemi, el bileği ve elde görülür. Aynı şekilde futbol, basketbol, boks gibi birebir temas gerektiren sporlarda daha sık; tenis, atletizm gibi bireysel sporlarda daha düşük oranlarda görülür. Bu yaralanmaların dışında tenisçi ve golfçü dirseği, futbolcu kasığı, güreşçi kulağı, voleybolcu omzu şeklinde adlandırılan yaralanmalar da görülebilir’ açıklamasında bulundu.

En sık görülen spor yaralanmaları:

  • Adale tendon yaralanmaları; kas gerilme ve ezilmesi, kas liflerinde yırtılmalar, tendon kopmaları, (Aşil tendon kopmaları, omuz rotator adale yırtıkları, quadriseps tendon yırtıkları, kasıkta tendon kopmaları, uyluk arkasında hamstring yırtıkları)
  • Bağ (ligaman) yaralanmaları; eklemlerde burkulma ve dönmeler sonucunda bağlarda gerilme, esneme ve kopmalar (ayak bileği burkulması ile bağ yaralanmaları, diz iç yan, dış yan ve çapraz bağ yaralanmaları)
  • Kırıklar ve çıkıklar; Temas sporlarında travmanın şiddetine, yönüne ve düşme şekline göre çeşitli kemik kırık ve çıkıkları gelişir (Omuz, dirsek ve parmak çıkıkları, köprücük kemiği, el bileği, ayak bileği, el ve ayak tarak kemikleri, dirsek bölgesi kemiklerde ve diz çevresi kemiklerde kırıklara rastlanır.

Spor yaralanmalarının %75’i sporcunun kendisinden kaynaklanır!

Spor yaralanmalarının çok büyük bir bölümü sporcunun kendisinden kaynaklanan nedenlere dayanır. Başka kişilerden kaynaklanan yaralanmaların oranı çok düşüktür. Sporcunun kendisinden kaynaklanan nedenleri; yaş, cinsiyet, fiziksel uygunluk, yapısal bozukluk, temel tekniklerde bozukluk, aşırı yorgunluk, kötü alışkanlık, psikolojik faktörler gibi sıralamak mümkündür. Bunun yanında yaralanmalarda konsantrasyon yetersizliği, aşırı hırs gibi psikolojik faktörler önemlidir. Sporcunun dışında spor türü, aşırı sıcak/soğuk, yetersiz aydınlatmanın olduğu ortamlar, sporun yapıldığı düzgün ve esnek olmayan sert zemin, yapılan spora uygun olmayan spor ekipmanları, spor öncesi yeterli ısınma hareketlerinin yapılmaması gibi nedenler sayılabilir. Ayrıca sporun kurallarına uymamama oluşabilecek yaralanmalarda etkilidir.

 Spor yaralanmalarından korunmak için risk faktörlerini yönetin!

Spor yaralanmalarına neden olan faktörlerin hepsini ortadan kaldırmak mümkün olmasa da yönetebileceklerinizi kontrol altında tutmak, yaralanma riskinizin azalmasına yardımcı olur. Bunun için;

  • Düzenli spor yapmayı planlıyorsanız mutlaka öncesinde hekiminize başvurarak gerekli dolaşım, solunum, hareket ve sinir gibi tüm sistemleri kapsayacak kontrol ve testlerinizi yaptırın.
  • Yaşınıza ve vücut yapınıza uygun sporu seçin.
  • Yapacağınız spor türüne uygun antrenman programı ile yeterli derecede ısınma/soğuma egzersizlerini yapın.
  • Spor yapacağınız alanın zemininin uygun olmasına dikkat edin. Sert, ıslak, kaygan, engebeli ve düz olmayan zeminlerde spor yapmayın. Koruyucu, şok yumuşatıcı malzemeler ile kaplanmayan direk, kale gibi yüzeyler ciddi yaralanmalara neden olabilir.
  • Hava şartlarını dikkate alın.
  • Spor yaparken sıvı kaybınızı göz önünde bulundurarak sıvı tüketin.
  • Başta ayakkabınız olmak üzere kullandığınız tüm ekipmanları doğru seçin.
  • Sporu kurallarına uygun yapın.

 Spor yaralanmalarında tanı ve tedavi

Ağrı, bölgesel şişlik, hassasiyet, kızarıklık ve hareket zorluğu gibi belirtiler tanının konulması için önemli işaretlerdir. Tedavide temel, iyileşmenin tam sağlanması ve en kısa sürede spora dönmektir. İlk olarak aktiviteye son verilerek, yaralanmış kısım dinlendirilmeye alınıp korunma sağlanır. Ağrı ve şişliğin azaltılmasına yönelik 2-3 gün süre ile günde 4-5 kez 15-20 dakika süre ile soğuk uygulaması yapılır. Yaralanmış bölgeye dolaşımı engellemeyecek şekilde bandaj yapılarak basınç uygulanır, ödem oluşması engellenmeye çalışılır. Kalp hizasından yukarıda tutulmaya çalışılarak dolaşımın kolaylaşması sağlanır. Kesin tanı ve tedavi hekim tarafından muayene edilerek yapılmalıdır. Gerekli durumlarda ileri tanı (X ray, ultrason, MRG, tomografi) yöntemleri kullanılır. Unutulmamalıdır ki ‘Hastalık yoktur, hasta vardır’ ve temel prensip Hipokrat tarafından belirtildiği gibi ‘Önce zarar vermemektir’.

Ebeveyni sigara içen çocuk sigara bağımlısı olmaya daha yatkın
/Sigara bağımlılığı çocuklar için de tehdit

Ege Üniversitesi Madde Bağımlılığı, Toksikoloji ve İlaç Bilimleri Enstitüsü Madde Bağımlılığı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Görkem Yararbaş, anne-babaları sigara bağımlısı olan çocukların sigaraya başlama riskinin daha yüksek olduğu konusunda uyardı.
Sigarayı bırakmak isteyen kişilerde çok sık duyulan sigara bırakma sebeplerinden birisinin “sigarayı çocuğum için bırakmak istiyorum” sözü olduğunu belirten Doç. Dr. Görkem Yararbaş şöyle konuştu: “Ebeveynler genellikle sigara içerek çocuklarına hem pasif içicilik açısından hem de rol model olarak zarar verdiklerini düşünerek sigara bırakma kararı alır. Bazen çocuklar sigarayı bırakmaları konusunda ebeveynlerine baskı yapabilirler. Sigara bırakma konusunda tercih edilen, kişinin kendisiyle ilgili kişisel hedeflerinin olmasıdır. Çünkü “çocuklarımın iyiliği için sigarayı bırakıyorum” yerine, kişinin kendi kişisel sebepleriyle, kendi iyiliği için bunu yapması çok daha kalıcı ve sürdürülebilir olacaktır. Sigaranın zararları hakkında doğru şekilde bilgilendirilmiş bir çocuğun ebeveyninin sigarayı bırakmasını istemesi oldukça anlaşılırdır. Böyle bir istek karşısında baba ya da anne çocuğun isteğini ciddiye aldığını çocuğa hissettirmelidir. Sigarayı bırakmaya dair herhangi bir düşüncesi olmayan ebeveyn sigara içmenin yarattığı olumsuz etkiler üzerine düşünmeli ve sigara kullanımıyla ilgili öz değerlendirmede bulunarak sigarayı bırakmak adına kendince sebepler belirlemelidir. Bu durumla ilgili çabalarını da çocukla paylaşarak süreçle birlikte başa çıkarak baba, anne – çocuk ilişkisinin de güçlenmesi sağlanabilir.”
Anne, baba ve kardeşi sigara içen çocuk sigara bağımlısı olmaya daha yatkın
Doç. Dr. Görkem Yararbaş pasif içicilik ve ailenin rolü konusunda şunları söyledi: “Pasif içicilik, başkasının içtiği bir tütün ürününün dumanına maruz kalmaktır. Ciddi sağlık sorunlarının ispatlanmış nedenidir. Bir birey, sigara içmemesine rağmen pasif içicilik nedeniyle her gün saatlerce dumana yani son derece zehirli bir içeriğe maruz kalabilir. Bilimsel çalışmalar pasif içicilik ile alınan dumanın beyinde nikotinin bilindik etkilerini oluşturabilmesi için yeterli olduğunu göstermiştir. Yani pasif içiciliğin daha genç yaşta sigaraya başlamayı veya daha dirençli bir içici olmayı tetikleyebileceğini söyleyebiliriz. Aile, çocuk için ilk öğrenme yeridir. Çocuk okul çağına kadar daha çok aileden daha sonra ise okul ve akranların da dahil olduğu çevreden öğrenmeye devam eder. Araştırmalar anne, baba ve kardeşleri sigara içen bireylerin daha çok sigara kullandıklarını ortaya koymaktadır. Charlton (1996) tarafından, ortaya konulan “Aile Döngüsü Modeli”ne göre çocukların sigara içme davranışı yetişkinlerin sigara içmesiyle, özellikle de ebeveynlerinin içmesiyle ilişkilidir. Çocukların sağlık durumları ebeveynlerinin sigara içmesinden etkilenir, çocukların sigara içme davranışı sağlıklarını etkiler, bu çocuklar gelecekteki yetişkinlerdir ve onların yeni nesil çocukları etkilemesiyle sigara içmeyle ilgili bir döngü oluşacaktır.”
Ergenlikte dikkat eksikliği ve hiperaktivite, sigara kullanımını artırabilir
Bir ebeveyn için çocuğunun sigara içtiğini öğrenmenin kolay bir durum olmadığını belirten Doç. Dr. Görkem Yararbaş şunları söyledi: “Ancak bu durumu öğrenen ebeveynlerin ilk etapta ani ve aşırı tepkiler göstermesi ebeveynin çocukla olan iletişimini zedeleyeceği için durumu daha zor hale getirecektir. Bu nedenle aileler öncelikle çocuğun sigaraya başlama nedeni hakkında çocukla uygun şekilde görüşmelidir. Eğer belirgin bir neden varsa öncelikle bu konu üzerinde çocukla ortak bir çözüm yolu aranabilir. Bir uzmandan alacağı bilgiler çocuğun sigaraya bakışını düzenlemede daha etkili olabilir. Ebeveyn ve çocuk arasındaki iletişimin temel konusunun sigara olması sürece zarar verecektir. Eğer anne ya da baba sigara bağımlısıysa bu durumda ebeveynler çocuğa sigara bağımlılığının ne kadar zorlayıcı bir durum olduğunu, kendilerinin sigaradan gördükleri zararlara rağmen sigarayı kullanmayı bırakamadıklarını, eğer sigara kullanmaya devam ederse yıllar içerisinde sigaraya olan bağımlılığının artabileceğini ve bu durumun her şeyi daha zor hale getireceğinden bahsedebilirler. Çocuğa sigara bırakması öğütlenirken, sigara kullanmaya devam eden bir ebeveyn profili de takdir edersiniz ki çok tutarlı olmayacaktır. Böyle bir durumda ebeveynler de sürece aktif olarak sahip çıkarak, çocuğa isterse birlikte bu duruma bir çözüm arayabileceklerini böylece kendisinin de kurtulmakta zorlandığı bir alışkanlığın üstesinden birlikte gelebileceklerini söyleyebilirler. Ek olarak, ergenlik döneminde dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi tabloların sigara kullanım oranlarını artırdığı bilinmektedir. Bu anlamda yaş grubuna uygun bir psikiyatrist desteğinin gerekebileceği akıllarda tutulmalıdır.”
Sigarayı bırakmak için uzman desteği alınması süreci kolaylaştırır
Sigara bırakmak isteyen bir bireyin içindeki bulunduğu psikolojik duruma uygun bir yaklaşım geliştirmenin önemli olduğunu belirten Doç. Dr. Görkem Yararbaş şu bilgileri verdi: “Bağımlılık, bireylerin karar verme süreçlerini olumsuz etkileyen bir tablodur. Bu nedenle bir bireyin kendi bağımlılığıyla ilgili süreci yönetme çabası çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanır ve problem giderek derinleşir.  Sigarayı bırakmak için uzman desteği alınması, kişinin kanıta dayalı ve etkinliği gösterilmiş tedavi yaklaşımlarına ulaşabilmesi açısından önem taşıyor. Ülkemizde Alo 171 sigarayı bırakma destek hattı, sigarayı bırakmayı düşünen kişiler için çok önemli bir hizmeti başarıyla gerçekleştirmektedir.  Uygun tedavi seçeneklerine ulaşabilecekleri Sigara Bırakma Merkezlerine yönlendirilen kişilerin bireysel denemelere kıyasla çok daha başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”

Yüz felci geçirdi, unutkanlık başladı, yürüyemedi

BEYNİNDE 7 CM’LİK BİR TÜMÖR VARDI!

 54 yaşındaki Pervin Artık, hastaneye başvurduğunda yürüyemiyordu.Yüz felcinden şiddetli baş ağrısına kadar hayatını eziyete çeviren hastalığının teşhisini Acıbadem Kayseri Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Dr. A. Kerim Gökoğlu’ndan duydu. Beyninde 7 cm’lik bir tümör vardı. Ameliyat sırasında kullanılan nöronavigasyon ve nöromonitorizasyon yöntemleri ise mutsuzluğa doğru giden hayatının rotasını değiştirdi.

Kayseri’de ev hanımı olarak yaşamını sürdüren 54 yaşındaki Pervin Artık, daha önce herhangi bir sorun yaşamaması karşın son aylarda artan şikayetlerinin beynindeki tümörden kaynaklandığını tahmin bile etmiyordu. Ardı ardına yaşadığı sol kol ve bacağındaki kuvvet kaybı, yüz felci, dengesizlik, yürüyememe, idrar tutamama, baş ağrısı ve hafıza problemleri hayatını çekilmez hale getirdi. Hareket kabiliyetini kaybetmesinin yanında yaşadığı ciddi sorunlar nedeniyle yardıma ihtiyaç duyuyor; başkasına muhtaç kalmaktan dolayı ayrıca mutsuz oluyordu. Tam umutlarını yitirmek üzereydi ki bir tavsiye üzerine geldiği Acıbadem Kayseri Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Dr. A. Kerim Gökoğlu’nun koyduğu tanıyı duyunca şok oldu ama doktorun önerdiği tedavi ile hayatı değişti.

İlk 24 saatte iyileşme başladı

Yapılan değerlendirmeler ve beyin MR’ı sonrasında  hastada 7 cm’lik tümör saptandığını söyleyen Acıbadem Kayseri Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Dr. A. Kerim Gökoğlu, nöronavigasyon ve nöromotörizasyon eşliğinde gerçekleştirilen ameliyat sonrasında hastaneden desteksiz ve yürüyerek ayrılabildiğini anlattı. “Ameliyattan sonra ilk 24 saat içerisinde hastanın baş ağrısı tamamen geçti,  yüz felci düzeldi, sol kol ve bacağını rahatlıkla kullanabilmeye başladı” dedi.

Son yıllarda beyin ameliyatlarında da kullanılan nöronavigasyon, cerraha yol gösteren bir bilgisayar sistemi. Alınmak istenen tümöre 3 boyutlu görüntüleme ile yaklaşılıyor. Kafatasında daha küçük kesiler açılarak yaklaşıma izin veriyor. Tümöre doğru alınan yolda sinir yolları damarların yerleşimi için farkındalık artıyor. Böylece cerrahi hata payını minimize edilmesini sağlıyor. Nöromonitorizasyon ise cerrahi sırasında yüz kol ve bacak fonksiyonlarını değerlendirmeye izin veriyor ve elektriksel aktivite ölçümü yapmaya imkan veriyor. Cerrahi sırasında dokunulduğunda hasar bırakacak beyin bölgeleri içi hem sesli hem de görsel uyarmalar yapıyor. Bu sayede beynin derin bölgesinde bulunan tümörleri çevre dokulara zarar vermeden çıkarmak mümkün olabiliyor.

Zorlukları aştık!

Geçirdiği zor günlere rağmen ameliyat sonrasında bu kadar hızlı bir iyileşme beklemediğini söyleyen Pervin Artık, “Ameliyattan hemen sonra iyileşmeye başlamak öyle güzel bir şey ki anlatamam. Beynimde bir tümör varmış ve benim haberim yokmuş. Meğer yaşadığım bütün eziyetin nedeni de bu kocaman tümörmüş. Öyle bir hale düştüm ki, düşünün yürümek için bile destek alıyordum. Günlerce süren baş ağrısından hayatım zindana dönüşmüştü. Yüz felci nedeniyle aynaya bile bakmak istemiyordum; çocuklarımla torunlarımla konuşmaktan kaçıyordum. Psikolojim bozulmuştu. Ama bakın şimdi, yüzüm gülüyor; içimden koşup torunlarıma sarılmak onlara masal anlatmak istiyorum!” diyor. Beyin ameliyatı sonrası süreçte kemoterapi ve radyoterapi tedavisi de görecek olan Pervin Artık, önünde uzun bir tedavi yolculuğu olduğunu belirterek şunları söyledi. “tedavim uzun bir yolculuk. Bunun ilk etabında beyin ameliyatı oldum ve sonuçlarından memnum kaldım. Beyin ameliyatı sonrasındaki olumlu değişimler, bundan sonraki tedavi sürecimi de daha rahat kabullenmemi sağladı. İyileşme umudumu artırdı!”

SICAK ÇARPMALARINA KARŞI AYRAN

Kayseri Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Erciyes Üniversitesi Acil Tıp Ana Bilim Dalı Öğretim görevlisi Prof.Dr. Nurullah Günay, “ Sıcak çarpması acil olarak tedavi edilmediği takdirde, vücutta kalıcı hasarlara veya hayati kayıplara neden olabilir” dedi.

Prof.Dr. Nurullah Günay, hava sıcaklıklarının artmasıyla birlikte görülebilen sıcak çarpmalarına karşı vatandaşları uyardı.

“ Doğru ve yeterli sıvı alımı ile kendimizi sıcak çarpmalarından bir miktar da olsa korumaya çalışabiliriz. Eski hayat tarzına karşı bugünkü yeni yaşam şeklini kıyasladığımızda sıcak acillerinin günümüzün daha önemli bir problemi olduğunu görebiliriz.” diyen Nurullah Günay, “yüksek binaların, neredeyse tüm şehrin nefes borusu sayılan rüzgârını kesmesi, bu gün için çözümsüz bir sıcak çarpmasına oluşum etkenidir. Bir diğer etken ise yetersiz ve/veya yanlış sıvı alımı olup, bekli de günümüzde kişisel olarak düzenlemesi yapılabilecek tek faktör gibi gözükmektedir. Rafine meyve suları ve meşrubatlar soğuk bir şekilde tüketilmektedir. O an için geçici bir serinlik hissi oluşturan bu soğuk ürünlerin içerdiği şekerin vücudumuza iki türlü zararı olmaktadır. Birincisi her türlü şekerin bilinen zararları (kalp damar ve şeker hastalığı başta olmak üzere), ikincisi Sıcak acillerinde yapılması gereken sıvı alımı iken, soğuk tüketilen bu rafine ürünler ile tam tersi yapılmış olmaktadır. Diğer bir ifade ile serinlediğimizi zannederken, vücudun ihtiyacı olan başlıca su, elektrolit ve mineraller atılmaktadır. Bu noktada eski hayat tarzına hızla dönersek karşımıza sağlıklı kaynak suları, geleneksel tarımla üretilen taze meyve sebzeler ve ayran çıkacaktır. Bu ürünlerin bu gün için bilinen bir zararlı etkileri bulunmamaktadır. Aksine, bu sıcak ve yeni yaşam şeklinde en iyi dostlarımız olacaklardır” dedi. Kalorik beslenmenin de sıcak acillerindeki zararlı etkisi gözden ırak edilmemelidir ve bu tip yiyeceklerin sindirilmesi sırasında ek suya ihtiyaç duyulduğu bilinmelidir. Zaten eksik kalabilen vücut suyu bir de bu şekilde zayi edilmemelidir. Bu koruyucu hekimlik uygulamalarına rağmen, sıcak acilleri ortaya çıkmışsa, öncelikle, alabilecek durumda ise vakaya ağızdan sıvı tedavisine başlanmalıdır. Evde yapılacak tedavi uygulamaları hafif belirtileri için mümkündür. Bu belirtiler arasında bitkinlik, el ve ayaklarda görülen hafif şişlikler, isilik şeklindeki cilt lezyonları, iskelet kas sistemi ağrıları ve krampları yer almaktadır. Hayati tehlike oluşturmayan bu durumlarda uygun sıvı alımı ve serin bir mekân ile iyileşme sağlanabilir. Ancak, başta yaşlılar ve çocuklar olmak üzere ağız yolu ile beslenme imkânı kalmamışsa ve sıcak çarpmasının ciddi belirtileri olan ateş, bilinç değişikliği, bayılma gibi belirtiler görülüyorsa hemen bir acil servise başvurulmalıdır. Burada söz edilen tüm belirtilerin sıcaktan kaynaklanmayabileceği de akılda bulundurulmalıdır. Şüpheli bir durumda yine ve hemen hekime başvurulmalıdır” dedi.

AİLELERE ÇOCUK İSTİSMARINA KARŞI ÖNERİLER

Kayseri Özel Melikgazi Hastanesi Psikiyatrist  Uzmanı Dr. Enver Aydın Cüceloğlu, son günlerde artan cinsel istismar olaylarına karşı aileleri uyararak, bazı noktalara dikkat çekti.

İstatistiklere bakıldığında yaklaşık her 4 kız çocuktan biri ve her 10 erkek çocuktan biri 18 yaşına gelene kadar en az bir kez cinsel istismara uğradığını ifade eden Dr. Enver Aydın Cüceloğlu, “ İstismar türleriyse teşhircilik, röntgencilik, çocuğa yetişkin cinselliği içeren filmler izletilmesi, uzayan ya da aşırı yakınlık içeren öpme davranışı ya da her türlü cinsel ilişki vb. olarak sıralanabilir” dedi.

Kayseri Özel Melikgazi Hastanesi Psikiyatrist  Uzmanı Dr. Enver Aydın Cüceloğlu,ailelere şu uyarılarda bulundu:

  1. Öncelikle şunları bilmelisiniz:

– İstismarcıların % 80’i çocuğun tanıdık çevresindendir. % 20’lik kısmı, çocuğun daha önce hiç görmediği, etkileşime girmediği tanıdık olmayan kişilerdir.

– İstismarcılar genellikle şüpheli görünmezler, sıradan ve güvenilir görünen kişilerdir.

– Çocuklar cinsel istismar konusunda genellikle yalan söylemezler. Ancak istismara bir kereden fazla maruz kalan çocukların ebeveynlerinin -en yumuşak tabirle-  sorumsuz davrandığı, çocuğunu yeterince koruyamadığı düşünülür.

– Parklar, genel tuvaletler, karanlık sokaklar, karanlık yerler, boş inşaat alanları en çok korkulan yerler olsa da cinsel istismara çoğu zaman evde, okulda ya da ev ile okul arasında kalan yol ve çocuğun çevresindeki alanlarda rastlanmaktadır.

  1. Çocuğunuza İç Çamaşırı Kuralını Mutlaka Öğretin!

Çocuklarınıza vücutlarının kendilerine ait olduğunu ve hiç kimsenin, kendi izinleri olmadan, vücutlarına dokunamayacağını öğretmelisiniz.

İç Çamaşırı Kuralı Nedir?

Kural: Başkaları çocukların iç çamaşırlarına ve çamaşırın iç kısmındaki bedenlerine dokunamazlar. Çocuklar da aynı şekilde başkalarının bu yerlerine dokunmamalıdır.

İstisna durumlar: Doktorlar, anne baba ya da bakıcılar vb. gerekli durumda istisnadır. Yine de en ufak bir rahatsızlık hissettiklerinde “Hayır!” demeleri gerektiğini çocuğunuza açıklamalı ve gerektiğinde “Hayır Dokunma!” demeye teşvik etmelisiniz..

  1. Çocuğunuza İyi ve Kötü Sırların Ne Olduğunu Öğretin. İyi sırlar mutluluk verir, kötü sırlarsa mutsuzluk… İstismarcılar, sıklıkla “bu bir sır, aramızda” kalsın derler. Eğer çocuğunuza, kötü sırları saklamaması gerektiğini öğretmediyseniz, istismara uğradığı takdirde, “sır tutmak her zaman iyidir” kanısı ve yanılgısıyla bunu size söylemeyebilir
  2. Çocuğunuza İyi ve Kötü Dokunmaların Neler Olduğunu Öğretin.

– İyi dokunmalar ailemizin, arkadaşlarımızın ve diğer tanıdık çevremizin bizi önemsediğini hissettirir.

– Kötü dokunmalarsa kendimizi kötü hissettirir. Kötü bir dokunma sezdiğimizde kendimizi öfkeli ve kirlenmiş hissederiz.

Çocuğunuza, kötü dokunmaya maruz kaldığında, “dokunma! Diyebilmesini; gerektiğinde çevresinden yardım istemesini, bağırmasını ya da kötü dokunan kişiyi itip kaçmasını söyleyin.

  1. Çocuğunuza Mutlaka Cinsel Eğitim Verin. Cinsellik hakkında yaşına göre bilmesi gerekenden daha az bilgiye sahip olması çocuğunuzun cinsel istismara maruz kalma riskini arttırır. Çocuğun olası tacizlere karşı kendini koruyabilmesi için sağlıklı bir cinsel bilgiye ihtiyacı vardır. Örneğin, çocuğunuz size “ben nasıl doğdum/oldum?” sorusunu sorduğunda ona “seni leylekler getirdi” demek hatalı ve yararsız bir açıklamadır. Bunun yerine, çocuğun yaşına göre açıklama yapılmalıdır. Örneğin, “biz annenle/babanla birbirimizi severek evlendik. Daha çok sevdiğimizdeyse sen oldun” gibi. Eğer çocuğunuzun yaşı bu açıklamadan tatmin olmayacak kadar büyükse -açıklamayı yapan ebeveyne göre- “annenin yumurtalarıyla benim tohumlarım birleşti ve bu birleşmeden yaklaşık 9 ay sonra sen doğdun” diyebilirsiniz. Eğer çocuğunuzun yaşı daha büyükse, artık cinsel birleşmenin ne olduğunu, bu konuda yazılmış ve görsellik içeren kitaplardan yararlanarak onunla birlikte okumalı ve ona gerekli açıklamaları yapmalısınız. Unutmayın, çocuğunuza zamanında ve doğru bilgiler içeren cinsel eğitim vermek, çocuğunuzu cinsel istismardan korur, yetişkinlik döneminde daha sağlıklı bir cinsel hayatı olmasına katkıda bulunur. Doğru bilgiye dayanan ve çocuğun yaşına göre cinsel eğitim vermek aynı zamanda sizin analık/babalık görevinizdir.
  2. Çocuğunuzun özel alanı olduğunu öğretin ve o alana öncelikle siz girmeyin.

– Çocuğunuz fiziksel yeterliğe ulaştığında genital bölgelerini, siz değil kendisi temizlemelidir.

– Çocuğunuzun yatağını uygun zamanda ayırın (2 yaş civarı), gerekirse bir uzmandan bu konuda destek alın.

–  Cinsel organını uygun olmayan yerlerde bir başkasına göstermesi için çocuğunuzu teşvik etmemelisiniz. Kız çocuğunun da erkek çocuğunun genital bölgelerinin aynı derecede özel olduğunu unutmayın.

– Çocuklarınızı dudaklarından öpmeyin ve iyi niyetle ya da oyun amacıyla da olsa kimsenin öpmesine izin vermeyin!   Özel alan ve özel bölge kavramlarını edinen çocuklar cinsel istismara karşı daha iyi korunmuş olacaklardır.

  1. Çocuğunuzun cinsel istismara uğradığından şüphelenirseniz ne yapmalısınız?

– Öncelikle onu yargılamadan dinlemeye hazır olduğunuzu gösterin.

– Çocuğunuza inandığınızı hissettirin.

– Ona her türlü yardım için hazır olduğunuzu sözle belirtin.

– Suçluluk duymaması için çaba gösterin.

– Çocuğunuz ve gerekirse kendiniz için uzman desteği alın  (psikolog, psikiyatrist, çocuk gelişimi uzmanı, sosyal çalışmacı vb.)

Yaz döneminde, kulak iltihaplarından korunmanın yolları

Sıcak yaz aylarının vazgeçilmezi olan yüzmek ve güneşlenmek büyük oranda ihtiyaç olmakla birlikte, bazı hastalıklara da davetiye çıkartabiliyor. Güneşlenmek, D vitamini salgısının arttırması sebebiyle bir ihtiyaç. Bu vitaminin, kemik yapısı ve bağışıklık sistemi başta olmak üzere, birçok vücut fonksiyonunda önemli görevleri bulunuyor.

Hepimizin doğal ihtiyacı olan yaz tatilimizin, zehir olmaması için su ile temastan kaynaklanabilecek sağlık sorunlarına değinen Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, özellikle yaz mevsimde karşılaşılan (KBB) hastalıkları hakkında bilgiler verdi.

Bakımı iyi yapılmayan havuzlar tehlike saçıyor ve en çok çocukları etkiliyor

 Uygun kimyasallar ile temizlenmeyen havuzlara işaret eden Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları kaydetti:

“Halk arasında “akan su kir tutmaz” derler, bu kısmen doğrudur ve denize girmek hijyen açısından daha güvenlidir. Fakat yazın birçoğumuz, tatil yerlerinde veya oturduğumuz sitelerdeki havuzlara girerek, güneşlenmeyi daha çok tercih edebiliyoruz. Özellikle yazın suda çok daha fazla zaman geçiren çocukları etkileyen sağlık durumunun en önemli nedeni, uygun kimyasallar ile temizlenmeyen havuzlardır. Buradaki sorunu, genellikle havuzun uygun pH değerinden yüksek yani alkali olması, uygun kimyasal temizleyicilerin gerektiği şekilde kullanılmaması veya aşırı klor kullanılarak hijyen sağlanmaya çalışılmasından kaynaklanan durumlar oluşturuyor. Küçük çocukların girdiği havuzlarda sorunlar daha da fazla olmaktadır. Bunun nedenleri arasında, miniklerin sıklıkla havuza idrar yapmalarını veya ailelerin bebeklerini bez ile suya sokmalarına bağlı oluşan hijyen bozukluklarını söyleyebiliriz. Özetle, bakımı iyi yapılmayan havuzlar tehlike saçıyor; enfeksiyonlara, lejyoner hastalığı, mantar enfeksiyonları, hepatit A, hepatit E ve ateşli ishal gibi hastalıklara neden olabiliyor ve burada en çok çocuklar etkileniyor” dedi.

Dış kulak yolunuz, nemli kalmasın

 Dış kulak yolunun nemli kalmaması gerektiğini anlatan Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, konuşmasına şöyle devam etti:

“Yazın sıklığı artan, ancak kış aylarında da görülebilen dış kulak yolu rahatsızlığının en önemli nedeni, dış kulak yolundaki asidik pH’yı sağlayan (tıp dilinde serumen denilen, halk arasında kulak kiri olarak tabir edilen) doğal koruyucu yağlı tabakanın bozulmasıdır. Dış kulak yolu, yaklaşık 3 cm uzunluğunda olup, içeride kulak zarı ile sonlanan ve üzerinde vücudun diğer bölgelerindekine benzer cilt tabakasının bulunduğu kıkırdak ve kemik yapılarından oluşmaktadır. Bu dar bölge, normalde iyi korunan ve kendi kendini temizleyebilen bir yapıya sahiptir. Ancak, çeşitli bakteri ve mantar enfeksiyonları bu bölgeyi olumsuz etkiler. Ayrıca uzun süre suda kalmanın yanında, kulak çubuğu gibi çeşitli aletlerle müdahale de, dış kulak yolu hastalıklarına zemin oluşturur. Kulak yolunuzun nemli kalmamasına özen gösterin ve kulak çöpleriyle kulağınızın içini çok fazla kurcalamayın” diye konuştu.

Dış kulak yolu enfeksiyonlarından korunmak için neler yapılabilir?

Dış kulak yolu enfeksiyonlarından korunmanın yolları hakkında bilgi aktaran Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları kaydetti:

“Su ile temas durumlarında, dış kulak yolu enfeksiyonunu sıkça geçiren çocuklar ve erişkinler, suya girmeden önce yarı yarıya sulandırılmış sirke suyu veya limon suyunu, kulağın dış çevresine koruma amaçlı bir pamuk ile uygulayabilirler. Bu koruyucu doğal uygulamaların güven ile gerçekleşebilmesi için kulak zarında bir delik olmadığından emin olunması lazımdır. Az önce de belirttiğim gibi tüm bireylerde, suyla temasın her türlüsünün sonunda, dış kulak yolunun kurulanması yani ıslak ve nemli kalmaması gereklidir. Bu amaçla havlu yada ucu pamuklu kulak temizleyicilerini, kulak kanalının sadece girişinden kurulama amaçlı uygulamalıyız. Ayrıca, saç kurutma makinasını da en yavaşa alarak, tercihen en az 10 cm mesafeden kulağa uygulanması da buranın kurulanmasına yardımcı olabilir. Saç kurutma makinası, dış kulak yolunun içerisinde kalan suyun, kurutularak buharlaştırılmasında etkilidir” dedi.

Her kulak iltihabının tedavisi farklıdır

Kulak iltihaplarında herhangi bir damlayı alıp kullanmak yerine, bir hekimin görüp ayırıcı tanıyı yapmasının uygun olacağını belirten Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları anlattı:

“Flora değişikliğine bağlı oluşan mikrobik dış kulak yolu enfeksiyonlarında, sıklıkla ağrı ön planda olup, bunlarda ödemi azaltması amacıyla antibiyotikli damlalara ilaveten bazende kortizonlu damlalar faydalıdır. Mantar enfeksiyonu sözkonusu ise, sıklıkla kaşıntı ön planda olup mantara dönük solüsyonlar kullanılır ve bunlarda kortizonlu damlalar kesinlikle kullanılmaz, çünkü tabloyu daha da ağırlaştırır. Bazen de ağrının sebebi, orta orta kulak iltihapları olup, bunların tedavilerinde bölgesel damlaların yeri yoktur ve ağızdan antibiyotik kullanılır.  Kısaca, öncelikle hekimin kulak iltihabındaki tanıyı koyması ve ardından tedaviye geçilmesi gerekir” şeklinde konuştu.