Sağlık haberleri (07.06.2019)

Dinlendikçe artan ve uykudan uyandıran bel ağrısı ankilozan spondilit habercisi olabilir

En sık görülen romatizmal hastalıklar arasında yer alan Ankilozan Spondilit (AS) ülkemizde her bin kişiden 5’inde görüldüğü tahmin ediliyor. Bu kapsamda, Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nilay Şahin, iltihaplı bel romatizması anlamına gelen ankilozan spondilit hakkında dikkat edilmesi gereken noktaları paylaştı.
İltihaplı bel romatizma hastalığı anlamına gelen ankilozan spondilit (AS), genellikle 45 yaş altı genç erkeklerde görülüyor. Erken dönemlerde doktorları yanıltabilen bu hastalık, sıklıkla bel fıtığıyla karıştırılabiliyor ve uzun yıllar yanlış tedavilere sebep olabiliyor. Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nilay Şahin, bel fıtığında görülen, hareket edince artan, oturunca hafifleyen ağrının aksine hareket halindeyken hafifleyen, oturunca ise artan ağrı yaşayan kişileri ankilozan spondilit hastalığı konusunda uyardı.
Ankilozan spondilit hastalığı bel fıtığıyla karıştırılıyor
Ankilozan spondilit hastalığının sıklıkla bel fıtığıyla karıştırıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Nilay Şahin, bel ağrıları yaşayan kişilerin dikkatli olmaları gerektiğini söyledi: “Eğer kişideki bel ağrısı sadece belde hissedilen yani bacaklara yayılmayan, hareketle artan, istirahatle azalan bir ağrı ise çok korkmaya gerek yok demektir. Böyle bir durumda bir hafta içinde ağrının azalmaya başlaması gerekir. Öte yandan bel ağrısı gece uykudan uyandıran, hareketle biraz rahatlayıp, oturunca veya istirahatle artan, sabahları belde veya tüm vücutta tutukluğun eşlik ettiği bir ağrı ise en kısa sürede doktora başvurmak gerekir. Bel ağrısında ilk başvurulması gereken kişi fizik tedavi ve rehabilitasyon doktorudur.”
Dinlendikçe artan ve gece uykudan uyandıran bel ağrısı ankilozan spondilit habercisi olabilir
Prof. Dr. Nilay Şahin, hangi durumlarda bu hastalıktan şüphelenmek gerektiği konusunda bilgiler verdi: “Ankilozan spondilit yani iltihaplı bel romatizma hastalığı erken dönemlerde bizi yanıltan bir tablo ile karşımıza çıkar. Hastalar ilk dönemlerde sanki bel fıtığı olmuş gibi doktora başvururlar. Yani öne eğilmekle ve hareketle ağrısı artan, istirahatle ağrısı azalan bir hikaye tanımlarlar. Bu nedenle biz ilk olarak bunun bel fıtığı olduğunu düşünürüz. Bir de bel MR’ında fıtık görülürse bu hastalar aylarca, hatta yıllarca bel fıtığı olduklarını sanabilirler. Oysa tipik ankilozan spondilit hastalığında ilk dönemlerde mekanik, daha sonra inflamatuvar dediğimiz bir ağrı tipi vardır. Şu anki mevcut tedaviler ve bilgiler ışığında ankilozan spondilit, ömür boyu süren bir hastalıktır. Verilen tedavilerle hasta rahatlasa bile hastalık dönem dönem alevlenir ve tam olarak geçmez.”
AS hastalığının teşhisi hastanın hikayesini dinlemekle başlar
Prof. Dr. Nilay Şahin, hastalığın teşhisinin öncelikle iyi bir anamnezle yani hastanın hikayesini dinlemekle başladığını vurgulayarak şöyle devam etti: “Detaylı bir muayene ile hastalığın oluştuğu eklem bölgelerini değerlendirmek şarttır. Sonrasında hastanın iltihap değerlerini görmek için kan testi yaptırmak gerekir. Ayrıca tanıda çok önemli olan ilaçlı sakroiliak bölge MR’ı (omurganın alt tarafında kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğini birleştiren eklemlerin MR’ı) önemlidir. Ancak hastalık çok ileri evrelerdeyken hasta doktora başvurduysa MR’a gerek olmadan sakroiliak grafi de tanı için yeterlidir. Ayrıca ankilozan spondilit genetik zeminli bir hastalık olduğu için HLA-B27 dediğimiz, kişinin bu hastalığa yatkınlığını gösteren gen testini de istemek doğru olacaktır. Hasta hikayesinin alınması, fiziki muayene, kan ve radyoloji testleri sonucunda tanı koymak doğru olacaktır.”
Ankilozan spondilit hastalığı kalıtsal olabilir
Ankilozan spondilit hastalığının kalıtsal bir yönünün olduğunun altı çiziliyor. Özellikle erkeklerde belirgin olan bu hastalığın genetik olarak varlığını gösteren testler de var. Fakat bu testlerin negatif çıkması hastalığın olmayacağı anlamına da gelmiyor. Ankilozan spondiliti olan kişilerin akrabalarında özellikle herhangi bir tip eklem ağrısı mevcutsa hemen doktora başvurması gerekiyor.
AS hastalığı organlara da zarar verebilir
Ankilozan spondilit hastalığının özellikle boyundan kuyruk sokumuna tüm omurgayı, kalça, diz ve dirsek eklemleri ile topuk bölgesini etkileyebilen bir hastalık olduğunu belirten Prof. Dr. Nilay Şahin, hastalıktan tek etkilenenin yalnızca eklemler olmadığına; göz, kalp, akciğerler ve nadiren böbreklerin de etkilenebileceğine dikkat çekti: “Ankilozan spondilit gözde üveit ve göz tansiyonuna sebep olabilir. Kalpte iletim bozukluklarına yol açabilir. Akciğerlerde ise atelektazi isimli hastalığa (akciğerin bir kısmının ya da akciğerlerden birinin tamamen büzüşmesi sonucu yeterince genişleyememesi ve böylece işlevini yitirmesi) neden olabilir. Ankilozan spondilitin en önemli komplikasyonu ise kişinin hareketlerini kısıtlaması ve duruşunu bozmasıdır. Hasta boynunu ve belini rahat hareket ettiremez, oturup kalkmada zorlanır.”
Sedef veya iltihaplı bağırsak hastalığı olanlar dikkat etmeli
Ankilozan spondilit hastalığının spondiloartropati dediğimiz romatizmal bir hastalık grubunun üyesi olduğu bilgisini veren Prof. Dr. Nilay Şahin, bu gruptaki diğer hastalıklara sahip olan hastalarda ankilozan spondilit hastalığına sık rastlandığını söyledi: “Bu hastalık grubu içinde ankilozan spondilit, sedef romatizması ve iltihaplı bağırsak hastalığına bağlı romatizma bulunur. O nedenle sedefi veya iltihaplı bağırsak hastalığı olan hastalarda iltihaplı bel romatizması sık rastladığımız bir durumdur. Yani sedefi veya iltihaplı bağırsak hastalığı olan hastalar, bel ağrısı yakınması olduğunda mutlaka bir fizik tedavi ve rehabilitasyon veya romatoloji uzmanına başvuru yapmalılar. Sonuç olarak sedef, iltihaplı bağırsak hastalığı ve AS hastalıklarının hepsi belde romatizma yapan hastalıklardır.”
AS hastalığının tedavisinde egzersiz de ilaçlar kadar önemli
Ankilozan spondilit hastalığının tedavisinde ilaç, egzersiz ve diyetin yer aldığından bahseden Prof. Dr. Nilay Şahin, tedaviyle ilgili bilgiler verdi: “Tedavide öncelikle ağrı kesiciler ve hastalığı düzenleyici sentetik tedaviler tercih edilir. Bu ağrı kesiciler belli dönemlerde kullanılıp daha sonra ağrı oldukça alınır. Ayrıca çok alevlenme yani ağrının olduğu dönemlerde hastalara glukokortikoid tedavisi sıkı bir doktor kontrolü ile verilebilir. Bu ilaçları 3-6 ay kadar kullanmasına rağmen ağrıları geçmeyen hastalara TNF-blokerleri dediğimiz tedaviler verilir. İlaç yanında egzersizleri ise ihmal etmemek gerekir. Egzersizler doktor tarafından hastaya verilmeli ve düzenli olarak yapılmalıdır. Diyette ise özellikle glüten açısından zayıf ürünleri seçmek uygun olacaktır.”
AS hastalığının geçici olmadığının farkında olmak gerekiyor
Ankilozan spondilit ne yazık ki geçici bir durum olmayıp ömür boyun süren bir hastalıktır. Ancak mevcut tedavilerin düzenli ve iyi bir şekilde uygulanması, oluşacak komplikasyonları en aza indiriyor. O nedenle moral bozmadan ilaç ve egzersiz tedavilerini düzenli olarak uygulamak önemli. Böylece hem ağrılar azalıyor hem de korktuğumuz kötü duruş daha yavaş gelişiyor. Bu hastalık için hareket, bereket demek. Hekimin verdiği egzersizlerin yanı sıra yapılacak yürüyüş ve yüzme egzersizleri de hastaların hem ağrısını hem de komplikasyonları azaltmaya yardım ediyor.

Sigaradan kurtulmak için uzmanlardan destek alınmalı

Tütün ve tütün ürünlerinin zararları hakkında toplum bilincinin artırılmasının önemini belirten Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Oğuz Kılınç, sigaranın zararlarına dikkat çekti. Ayrıca sigaradan kurtulmak için tavsiyeler paylaştı ve sigaradan kurtulma niyetinde olan kişilerin güvenilirliği kanıtlanmış  yöntemleri kullanan polikliniklerden, hekimlerden, Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurumlardan ve Alo 171’den destek almalarını önerdi.
Dünyada yılda 7 milyon, günde 11 bin kişinin ölümünden sorumlu olan sigara, gencinden yaşlısına, aktif içicilikten pasif içiciliğe sağlığı kötü etkiliyor. Tütün mamullerinin ilk zararları DNA düzeyinde başlıyor ve çeşitli sakatlıklara neden olabiliyor. İçilen miktardan bağımsız olarak sigara kadınlara 23 yıl, erkeklere 28 yıl kaybettiriyor ancak sigarayı bıraktıktan 20 dakika sonra kaybedilenler geri kazanılmaya başlıyor. Örneğin 12 saatte kandaki karbon monoksit seviyesi normale dönüyor; 2 hafta-3 aylık bir süreden sonra kalp krizi riski azalmaya, akciğer fonksiyonları düzelmeye başlıyor; 1 ila 9 aydan sonra öksürme ve nefes darlığı azalıyor; 1 yılda koroner kalp rahatsızlığı riski sigara içen birinin yarısı seviyesine geriliyor; 10 yılda akciğer kanseri riski sigara içenlerin taşıdığı riskin yarısı seviyesine geliyor; 15 yılda ise koroner kalp rahatsızlığı riski sigara içmeyenlerin taşıdığı riskle aynı seviyeye geriliyor. Bu sebeple birçok hastalığa davetiye çıkaran ve hayatı büyük oranda etkileyen sigaradan kurtulmak isteyenlerin, profesyonel yardım sunan polikliniklerden destek alması çok önemli.

Hemofili hastalığının anne karnında teşhisi mümkün

Kanda pıhtılaşmayı sağlayan proteinlerin doğuştan eksikliği veya yokluğu sonucu ortaya çıkan bir kanama-pıhtılaşma hastalığı olan hemofiliye karşı farkındalığı artırmak ve bu sayede hastalığın daha erken tanınmasını sağlamak amacıyla Türkiye Hemofili Derneği    Başkanı Prof. Dr. Bülent Zülfikar hastalık hakkında önemli bilgiler verdi.
Genellikle doğumdan sonra başlayan ve ömür boyu tekrar edebilen kanamalara sebep olan hemofili hastalığı, kanda pıhtılaşmayı sağlayan proteinlerin doğuştan eksikliği veya yokluğu sonucu ortaya çıkan bir kanama-pıhtılaşma hastalığıdır. Hemofili hastalığının görüldüğü kişilerde en sık kas – eklem kanamaları görülür ve iyi tedavi-takip edilmediğinde eklemleri bozarak sakatlıklara neden olabilir.
Hemofili’nin iki tipi için Prof. Dr. Bülent Zülfikar şu bilgileri verdi: “Faktör VIII eksikliğine Hemofili A, Faktör IX eksikliğine Hemofili B, diğer faktörlerin (faktör V, VII, X, XI, XIII gibi) eksikliğine ise Nadir Faktör Eksiklikleri, yine faktör VIII’in büyük moleküllü kısmının eksikliğine de von Willebrand Hastalığı denir. Hemofili A ve B erkek çocuklarda görülür, kız çocuklarıysa taşıyıcı olurlar. Diğer türler ise hem erkeklerde hem de kızlarda görülür.”
Ülkemizde kalıtsal kanama bozuklukları yaygın olarak görülür 
Ömür boyu süren bir kanama hastalığı olan hemofiliyle ilgili Prof. Dr. Bülent Zülfikar, şu verileri paylaştı: “Hemofili hastalarının yaklaşık %60 kadarında ailenin önceki nesillerinde de bu hastalık bulunmakta ve bunlara “familyal tip hemofili” denmektedir. Kalan %40’ı ise annede gelişen mutasyonlar sonucunda ortaya çıkan “sporadik tip hemofili” olgularıdır. Nadir de olsa gende ortaya çıkan değişikliğe (mutasyon) bağlı olarak kız çocuklarında da hemofili hastalığı görülebilir. Hemofili hastalığı sıklığı; coğrafi ve etnik bir farklılık göstermez. Ailelerin hastalık hakkındaki bilgilerinin artmış olması ve kamuoyu farkındalığı, hastalığın daha erken teşhisini sağlamaktadır. Geçmiş yıllarda daha fazla gördüğümüz aynı ailede 1’den fazla hemofili görülmesi de giderek azalmaktadır. Akraba evliliklerindeki azalmanın da buna katkısı olmuştur. Şu an Türkiye’de taşıyıcılarla birlikte kalıtsal kanama bozukluğu olanların 80.000 olduğu tahmin edilmektedir.
Anne karnında teşhis mümkün
Prof. Dr. Bülent Zülfikar, anne karnında hemofili hastalığının nasıl teşhis edilebileceğinden bahsetti ve sözlerine şöyle devam etti: “Hemofili hastalığını doğumdan önce teşhis edebilmek için öncelikle ailede hemofili hastası olan kişinin/çocuğun genetik mutasyon tipi bilinmelidir. Ardından anne karnındaki bebeğin taşıyıcı veya hasta olduğu belirlenebilmektedir. Günümüzde preimplantasyon çalışmaları ile hastalıksız bebek doğurma şansı da vardır. Ülkemizde evlilik öncesinde ve doğum sonrasında ise hemofili ve diğer kanama bozuklukları için tarama testler yapılmamaktadır.”
Gen tedavisi hemofili hastaları için umut vaat ediyor 
Hemofili hastalığı tedavisinde bugüne kadar sağlam kişilerden toplanan plazmadan üretilen faktör VIII veya faktör IX konsantreleri kullanılmakta olduğunu belirten Prof. Dr. Bülent Zülfikar: “25 yılı aşkındır bu ürünler laboratuvarlarda rekombinant teknolojilerle daha bol ve daha güvenli olarak üretilmekte ve kullanılmaktadır. Ancak bunların vücutta kalış süreleri kısa olduğu için sık sık tekrarlanarak kullanılırlar. Özellikle ağır tiplerin kanamadan korunması için 20 yıldır dünyada, 10 yıldır da ülkemizde sosyal güvenlik kapsamında uygulanan profilaksi (kanamadan koruma) yöntemi hastaların haftada 2-3 kez bu ilaçları almasını gerektirmektedir. Bunların damar yoluyla yapılması özellikle küçük çocuklar için ciddi bir yük oluşturmaktadır. Tedavinin devlet tarafından karşılanıyor olması sayesinde tüm hastalar tedavi olanağı elde edebilmektedir. Ancak iyi bakım olanağı için; deneyimli hemofili merkezlerine ve uzman ekiplere ihtiyaç devam etmektedir. Buna ek olarak yakın gelecekte kliniğe gelmesi beklenen gen tedavisi/nakli umut vaat edici tedavilerdendir.”