Sağlık-eğitim-kültür haberleri (27.10.2020)

Sedef hastalığı tek başına Covid-19 için risk oluşturmaz
Uygun tedaviyle sedef hastalığı kontrol altına alınabilir
Sedef hastalığı kroniktir ama bulaşıcı değildir
Yalnızca bir cilt hastalığı olarak bilinen sedef hastalığına (psoriasis), eklem tutulumu, obezite, şeker hastalığı, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, damar sertliği, kalp krizi, Crohn ve Ülseratif Kolit gibi iltihabi barsak hastalıkları eşlik edebilir. 29 Ekim Dünya Psoriasis Günü vesilesiyle İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Bölümü Uzmanı, Türk Dermatoloji Derneği Psoriasis Çalışma Grubu Yürütme Kurulu Üyesi-Sekreteri Doç. Dr. Didem Didar Balcı önemli bilgiler paylaştı.
Sedef (psoriasis) hastalığı, uzun süre devamlılık gösterebilen (kronik) bir deri hastalığı olup, en sık görülen plak tipinde (psoriasis vulgaris), sağlam deriden keskin sınırla ayrılabilen, deriden kabarık kızarıklıklar ve bunların üzerini kaplayan sedef renkte pullanmalarla karakterizedir. Bağışıklık sistemi, genetik ve çevresel faktörler hastalığın oluşumunda rol oynayan unsurlardır. Kaşıma, yolma gibi travmatik durumlar, alkol, stres, sigara, bazı ilaçlar, aşırı güneşlenme ve güneş yanıkları hastalığı tetikleyebilir, ataklara yol açabilir.
Sedef, bebeklik ve yaşlılık dönemi arasında herhangi bir dönemde ortaya çıkabilir
İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Bölümü Uzmanı, Türk Dermatoloji Derneği Psoriasis Çalışma Grubu Yürütme Kurulu Üyesi-Sekreteri Doç. Dr. Didem Didar Balcı: “Psoriasis, bebeklik ve yaşlılık dönemi arasında herhangi bir dönemde ortaya çıkabilmektedir. 20-30 ve 50-60 yaşları, en sık başlangıç yaşlarıdır. Kaşıma, yolma gibi travmatik durumlar; alkol, stres, sigara, bazı ilaçlar, aşırı güneşlenme ve güneş yanıkları hastalığı tetikleyebilir, ataklara yol açabilir.
Hastalık hafif, orta ya da şiddetli evrede olabilir. Erken evrede tanı hastalığa eşlik edebilecek kalp krizi riski, damar sertliği riski, obezite ve eklem tutulumunun tedavi ve takiple azaltılmasını ve hastanın doğru tedaviye kısa zamanda ulaşarak yaşam kalitesinin bozulmasını engeller.
Sedef hastalarının %30-40’ının birinci dereceden akrabalarında da hastalık var
Psoriasisli hastaların yaklaşık %30-40’ının birinci dereceden akrabalarında da psoriasis saptanmaktadır diyen Doç. Dr. Didem Didar Balcı: “Çift yumurta ikizlerinin her ikisinde de psoriasis görülme riskinin %15- 30, tek yumurta ikizlerinde ise %65-72 gibi yüksek oranda olduğu saptanmıştır.” ABD’de %3.2, Norveç’te %11,4, batı ülkelerindeki psoriasis görülme oranı %2-4 olarak bildirilmişken, ülkemizden üç çalışma vardır; Trabzon ilindeki psoriasis görülme oranı erişkin nüfusta %1,1 olarak, Bolu’nun Mudurnu ilçesinde görülme oranı %0,5 olarak saptanmıştır. Ankara’da bir üniversite dermatoloji polikliniğine başvuran hastalar arasında ise psoriasis hastalarının görülme oranı %1,3 bildirilmiştir.”
Sedefin kronik bir hastalık olduğu konusunda aile ve çocuğa eğitim verilmelidir
Çocukluk çağında (<18 yaş) sedef hastalığı görülme oranı %0-1,37 arasındadır diye ifade eden Doç. Dr. Didem Didar Balcı: “Hastanın yaşı, cinsiyeti, hastalığın tutulum yerleri ve şiddeti, eşlik eden diğer hastalıklar, hastanın yaşam kalitesi, sosyoekonomik düzey tedavi seçiminde değerlendirilmelidir. Ayrıca hastalığın kronik olduğu hakkında aileye ve çocuğa eğitim verilmeli, tetikleyici faktörlerden uzak durulmasının önemi vurgulanmalıdır. Hastalar ve ebeveynlerine hastalığın kontrolü ile iyileşmenin sağlanabileceği anlatılmalı, kendiliğinden iyileşmenin yanı sıra hastalığın tekrarlayıcı olduğu ve hayat boyu süreceği konusu da vurgulanmalıdır. Bazı üst solunum yolu enfeksiyonları veya diğer infeksiyon odaklarının tedavi edilmesi önemlidir. Hastalığın şiddetine göre topikal tedavi, fototerapi gibi geleneksel sistemik tedaviler ya da hedefe yönelik gelişmiş tedaviler kullanabilmekteyiz.”
Uygun tedaviyle sedef kontrol altına alınabilir
Hastanın yaşı, cinsiyeti, hastalığın tutulum yerleri ve şiddeti, eşlik eden hastalıklar, hastanın yaşam kalitesi, sosyoekonomik düzeyi tedavi seçiminde önemlidir vurgusu yapan Doç. Dr. Didem Didar Balcı: “Hastalığın kronik olduğu hakkında hastaya bilgi verilmeli, sigara, alkol, travma vb. tetikleyici faktörlerden uzak durulmasının önemi vurgulanmalıdır. Obeziteye dikkat etmeleri, düşük karbonhidratlı diyet ve egzersiz önerilmelidir. Sedef hastalarına, hastalıklarında dermatologları ile tedavi ve düzenli takiple iyileşmenin sağlanabileceği anlatılmalıdır. Hastalık zaman zaman tekrarlayıcı olabilir ve hayat boyu sürebilir ancak dermatoloji hekimleriyle ve uygun tedaviyle kontrol mümkün olacaktır.”
Sedef bulaşıcı bir hastalık değildir
Sedef hastalığı hastaların yaşam kalitesini olumsuz etkileyen, damgalanma hissiyle, anksiyete, depresyon gibi rahatsızlıklara sebep olan bir hastalıktır diyen Doç. Dr. Didem Didar Balcı: “Bu hastalık cinsel yaşamda, boş zaman aktivitelerini, spor aktivitelerini geçirmede, kıyafet seçiminde, arkadaşlık ilişkilerinde zorlanmaya neden olmaktadır. Çocuklar okula gitmek istememektedir. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Ancak bu yanlış kanıdan dolayı da toplumdan izole olmaktadırlar.”
Sedef hastalığı tek başına Covid-19 için risk oluşturmaz
Doç. Dr. Didem Didar Balcı: “Sedef hastaları da toplumun uyduğu genel izolasyon tedbirlerine uymalıdırlar. Pandemi döneminde gelişmiş tedavi kullanan hastaların normal toplumdaki insanlarla Covid-19 geçirme sıklığı ve şiddeti aynı düzeyde bildirilmiştir. Bu dönemde korona enfeksiyonu olanlar tedavileri için hekimleri ile iletişim halinde olmalıdır.”

Yeni Tip Koronavirüs ve Eğitime Etkisi

Kapadokya Konuşmaları’nın yeni yayınının konukları Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilimsel Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Figen Çizmeci Şenel ve Türk Diş Hekimleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Atilla Ataç oldu.

“Yeni Tip Koronavirüs ve Eğitime Etkisi” konulu yayın Kapadokya Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Serdar Sütcü moderatörlüğünde, 24 Ekim Cumartesi günü Kapadokya Üniversitesi Youtube kanalından canlı olarak yayınlandı.

Pandemi sürecinin gelişimini anlatan Prof. Dr. Figen Çizmeci Şenel, dünyadaki enfeksiyon normlarının dışında bir tablo geliştiğini ve vaka sayılarının pik yapıp tekrar düşüşe geçeceği beklenirken, durumun aksi yönde ilerlediğini ve yok olmadan artmaya devam ettiğini söyledi.

Dr. Öğr. Üyesi Serdar Sütcü’nün okulların eğitime kapatılmasının ve uzaktan eğitim sistemine geçişin etkileri sorusu üzerine Prof. Dr. Atilla Ataç, ilk andan itibaren eğitim sisteminin nasıl olacağını tartıştıklarını ve nitelikli bir eğitim vermek için çalışmalara başladıklarını söyledi.

Eğitim dünyasında uzaktan eğitimin birtakım sorunlar oluşturacağından bahseden Ataç, “Fakülteler arası bir standart olmaması büyük bir problem. Şu an ki koşullarda öğrencileri bir araya getirmek doğru değil. Geçen seneye oranla bu sene yüz yüze eğitimde bir adım daha ilerideyiz fakat uzaktan eğitimin doğru mu, yanlış mı olduğu sonuçlarını birkaç sene sonra mezun olacak öğrencilerin meslek hayatlarında göreceğiz.” dedi.

“Pandemi sonrası kanserli hasta sayıları artış gösterebilir.”

Pandemi döneminde insanların hastaneye gitmekte çekindiklerini belirten Şenel, “Yeni normal hayatta sona gelmeden hekime gitmeme kavramı oturmuş oldu. İnsanlar çok acil bir şey olmadığı sürece hastaneye gitmeyi erteliyor. Kanser hastalarının erken dönem yakalanmasının önemini biliyoruz. Genel tıpta bu süreçten 4-5 yıl sonra kanser vakalarının artacağı konuşuluyor.” dedi.

“Bu bir savaşsa biz ülke olarak topyekûn birliği, beraberliği sağlamak zorundayız.”

Prof. Dr. Atilla Ataç, “Maske takmamak için polise, doktora saldıranlar var; ben bunları vatan haini olarak görüyorum. Bu kişiler halk sağlığını değil, kişileri direk tehditten yargılanmalı. Bu bir savaşsa biz ülke olarak topyekûn birliği, beraberliği sağlamak zorundayız.” dedi.

Program, konukların izleyicilerden gelen soruları yanıtlamasıyla son buldu.

Oral-B PUANLI TRİATLON YARIŞLARININ ÜÇÜNCÜ ETABI YAPILDI.

Oral-B’nin sponsorluğunda, ‘’Gücüne Güç Kat’’ mottosuyla Türkiye Triatlon Federasyonu tarafından gerçekleştirilen yarışlarda, 18 ilde 580 sporcu mücadele etti.

Yarışlara katılan sporcular, pandemi nedeniyle, güvenlik kurallarına uygun bir şekilde kendi illerinde ter döktü. Her ilde katılan sporculara, yarışlar öncesinde, Oral-B bakım kitleri hediye edildi.Oral-B Puanlı İstanbul Yarışı’nda milli triatlet Gültiğin Er, 3 Bin metre koşu etabında 9.19; 400 metre yüzme etabında 4.19’luk dereceleri sezonun en iyi performansına imza attı.Oral-B Puanlı İzmir Yarışında ise bir başka milli triatlet Esra Nur Gökçek, 3 Bin metre koşu etabında 10 dakika kırkdört saniye ve 400 metre yüzme etabında da 4.41’lik dereceleriyle sezonun en iyisi oldu.

YALNIZLIĞIN ÇÖZÜMÜ GERİYE DÖNÜP BAKMAKTA

Yalnızlık seçilmiş değilse zorlayan ve insanı besinsiz bırakan bir duygu durumudur. İyi günlerimizde eğlenmek, sohbet etmek, birlikte hayal kurmak, yaşamın keyfini paylaşmak için insana ihtiyaç duyarız. Kötü günlerimizde acıyı, kederi paylaşmak, hak arayışımızı güçlendirmek, sıcak ve samimi destekler almak için yine insana ihtiyaç duyarız. Bu arayışın cevap bulamadığı yerde “yalnızlık” başlar.

Yalnız da kendi içinde çeşitliliğe sahiptir. Yalnızlığın; çok insan, kalabalık içinde yalnızlık, az insanla paylaşımsız yalnızlık, tek başınalık, kimsesizlik gibi alt alanları vardır. Her birinin sebepleri, süreçleri ve sonuçları da farklıdır. “Yalnızlık yaşamın adı değil, değiştirmemiz gereken bir duygu durumudur; kimse yalnız kalmaya mecbur değildir.” diyen Aile Danışmanı Ebru Demirhan yeni çıkan kitabı Hayatı Yeniden Başlat’ta yalnızlığa temel oluşturabilecek anne rahmi süreci, doğum ve sonrasına dair bilgileri ve 40 ayrı meditasyonla çözüm önerilerini paylaştı.

Güvenli bağlanma eksikliği ileride yalnızlığa sebep olabiliyor

Genel olarak yalnızlık duygusunun arkasında güvenli bağlanma eksikliği aramak ve burayı onarmak süreci pozitife dönüştürmemizi kolaylaştıracaktır. Çünkü yalnızlık, kişiden dışarıya, dışarıdan kişiye bağ kuramamak anlamına gelmektedir. Güvenli bağlanmanın ilk oluşma yeri anne rahmidir. Kordon güvenli bağlanmanın öncelikli temsilidir. Kordon ile anneye, besine, canlılığa, yaşama bağlanırız.

Kordondan gelen besin yetersizlikleri, kordonun sağlıklı olamaması güvenli bağlanmanın yeterli olmamasına sebep olacaktır. Henüz anne ile rahimde başlayan bağlanmanın gerek besinle gerek duygularla kurulamamış olması cenin için olumsuz kayıtlara sebep olabilir. Kendisini yalnız hissetmiş olabilir ve bu his bilinçaltı tarafından kodlamaya dönüştürülmüş olabilir.

Kordonun uzun olması; boyundan, baştan, koldan, bedenden, ayaklardan dolanmış olması, doğumu zorlaştırması hatta bebeğin nefessiz kalıp ölüme yakın deneyime sebep olması yine güvenli bağlanmayı etkileyebilir. Bağlanmanın zararlı olduğu, tehditkar olduğu gibi kodlar üretebilir ve kişiyi bilinçaltı kayıtlarla yalnızlığa itebilir.

Doğumun nasıl olduğu da yalnızlık kodlarının oluşmasında etken olabilir. Annenin insandan, imkandan, sevgiden, besinden yoksun kaldığı doğumlar yalnızlık, tek başınalık gibi kodlar üretebilir. Bilinçaltında oluşan kodlamalar kendini tekrar etmek durumundadır.

Bebeğin doğduktan sonra ihtiyaçlarına hızlı cevap alıp alamaması da güvenli bağlanmayı etkiler. Bebek; beslenme, sevilme, korunma, temizlenme gibi ihtiyaçlarına hızlı ve şefkatli bir şekilde cevap alamadıysa anne ile arasında güvenli bağlanma sağlıklı kurulamayabilir ve ileriki yaşamında yalnızlık hissinin temelleri atılmış olabilir.

Yalnızlık hissi oluşumunda babanın rolü önemli

Anne rahmi, doğum, anne ile olan ilişki kadar tüm bu süreçte babanın varlığı, cenin rahimdeyken babanın anne ile ilişkisinin tamamlayıcı olup olmaması, anneye nasıl davrandığı, yerini ve rolünü doldurması güvenli bağlanmanın oluşması için çok önemlidir. Babanın doğumda bekleyen olup olmaması, cinsiyet beklentileri, yeni doğanı kucaklaması ya da sırtını dönüp gitmesi, bebekle ilgilenmesi, ailenin geçimini sağlaması gibi birçok konu yine baba ile güvenli bağlanmanın oluşup oluşmamasını sağlayacaktır. Anne ve babayla kurulamayan güvenli bağlanma yaşamla da kurulamayabilir ve kişiler kendilerini yalnız, tek başına hissedebilirler.

Ebru Demirhan yalnızlığa çözüm bulmak isteyenlere anne rahmi süreçlerine dönmelerini, yalnızlık, evlenememek, yuva kuramamak, destek alamamak gibi kodların ana noktadan ele alınıp dönüştürmelerini önererek, yalnızlığın katlanılması gereken bir mecburiyet olmadığını belirtti.

YAYINEVİ VE EDİTÖR ESER SEÇER Mİ?

Yayınevi ve editörün; bir kitabın istenen yere, hedef okura veya yazarın hayal ettiği noktaya ulaşması konusundaki etkisi oldukça hassas bir yerdedir. Zira yazarın beklentilerinin sonuçla uyumu açısından yayınevi politikası ve editörün çalışması belirleyici olur. Klasik yayıncılıktan farklı olarak kişisel yayıncılığın yazara sunduğu seçenekler arasında, editör çalışması isteyip istemediği de yer alır.

Kişisel yayıncılıkta yazara klasik yayıncılığa göre biraz daha fazla olanak sunuluyor. Klasik yayıncılık eser ve yazar seçimini kendi yayınevi ilkelerine, tanınırlığa ve yazarla yapacağı anlaşmalara göre kırmızı çizgilerle yapıyor. Kişisel yayıncılıkta, yayınevi, özel bir yayın politikası yoksa eserleri bu tür bir elemeye tabi tutmuyor yani adına ve tanınırlığına göre seçim yapmıyor. Yayınevlerinin kendi editörleri varsa onlar da gelen dosyaları titizlikle değerlendiriyorlar. Yani burada da bir ayrımdan söz edemeyiz. Bu; kişisel yayıncılık her gelen dosyayı kabul eder, demek değildir elbette.  Yayınevi ve editörün yazar değil eser seçmesi ise tamamen yayınevinin hangi ilkelerle çalıştığına bağlı olarak gelişir. Ancak bağımsız çalışan editörler genelde çalışacakları eseri; çalışma sistemlerine, vakitlerine ve yetkinlik alanlarına göre seçerken kimi zaman kimya tutması, yazarla anlaşma ve uyum gözeten editörler de vardır.

Eser Seçiminde Yazar Danışmanı ve Editörün Birlikte Hareket Etmesi…

Yazardan Direkt Yayınevi Genel Koordinatörü Çağla Miniç Eker, “Bu anlamda yazar danışmanı ve editör ekibiyle gelen dosyaların analizini yazara sunarak ilerliyoruz. Bu, eser seçmek değil eserin nasıl bir yönteme gereksinim duyduğunu anlatmak adına önemli. Redaksiyon çalışması ile yayımlanabilecek dosyalar, editör çalışması gerektiren dosyalar veya geliştirici editörle ilerleyecek dosyalar şeklinde sınıflandırılıyor. Bu noktada yazar; kendini ve yapabileceklerini, eseri hakkında bir profesyonel gözlemi ve yorumu keşfetmiş oluyor.” diyerek klasik yayıncılığa göre daha esnek olan bir seçimden söz ediyor.

Gelen dosyanın türüne göre alanında uzman bir editörle çalışan yazarın ve sonrasında da okurun yayımlanan eserden çok daha tatmin olacağı da şüphe gerektirmeyen bir gerçek. Günümüzde kişisel yayıncılık daha fazla tercih edilmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri de kişisel yayıncılığın; yeni ve bağımsız yazarlara eserlerini okurla buluşturma şansı vermesi ve yazarın seçim konusunda özgür olması.