Politik haberler… (02.08.2018)

CHP’Lİ ÇETİN ARIK CEMEVLERİNİN YASAL STATÜSÜNÜN TANINMASI İÇİN KANUN TEKLİFİ VERDİ: “CEMEVLERİ İBADETHANEDİR TARTIŞILMAMALIDIR”

CHP Kayseri Milletvekili Çetin Arık, cemevlerinin yasal statüsünün tanınması için TBMM Başkanlığı’na kanun teklifi verdi. Gerek Türkiye Cumhuriyeti anayasasının gerekse taraf olduğu uluslararası antlaşmaların kişilerin din ve vicdan hürriyeti konusundaki tartışmalara yer bırakmadığını ifade eden Arık, “Kişiler nereyi ibadethane olarak görüyor ve hangi şekilde ibadet ediyorsa buna sadece ve sadece kendileri karar verebilir. Cemevleri ibadethanedir tartışılmamalıdır” dedi.

CHP Kayseri Milletvekili Çetin Arık, yasal statülerinin belirlenmesi için “İbadet Yerlerinin Düzenlenmesi” için TBMM Başkanlığı’na kanun teklifi sundu. Devletlerin kişilerin ibadet şekline karar veremeyeceğini ve inançlar arasında ayrımcılık yapamayacağına dikkat çeken Arık, ilgili ilgisiz kişilerin cemevlerinin statüsünün tartışmasının anlamsız olduğunu söyledi. Arık TBMM Başkanlığı’na sunduğu kanun teklifinin gerekçesinde ise şu görüşleri dile getirdi: “Laik devletlerin inançları tarif ve tanım gibi bir hakkı olmaz, olmamalıdır. Kişiler nereyi ibadethane olarak görüyor ve hangi şekilde ibadet ediyorsa buna sadece ve sadece kendileri karar verebilir. Bu genel bakışın yanı sıra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 18. Maddesi “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak din veya topluca açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir” denilerek, din ve vicdan özgürlüğü garanti altına alınmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da “Herkes din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” denilerek herkesin yasa önünde eşit olduğu belirtilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24. Maddesi’nde de, “Herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14’üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz” denilerek, din ve inanç özgürlüğü konusu düzenlenmiştir.

1982 Anayasası’nın 90. Maddesi’nde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklar milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” demektir.

Bu çerçevede Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 25 Kasım 1981 tarihinde kabul ettiği, “Din veya İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılması Bildirisi”nin 6. Maddesi’nde;

“Bu bildirgenin 1. Maddesi uyarınca ve 1. Maddesinin 3. Fıkrası hükümleri saklı kalmak üzere, düşünce, vicdan, din yada inanç özgürlüğü hakkı ötekilerinin yanı sıra;

  1. Bir din ya da inan cın gerekleri uyarınca ibadet yada toplanma ve bu amaçla ibadet yerleri kurma ve koruma;
  2. Uygun yardım ve insancıl amaçlı kurumlar kurma ve koruma;
  3. Bir din yada inancın tören ya da törenlerine ilişkin araç ya da gereçleri yeterli ölçüde yapma, edinme ya da kullanma;
  4. Bu alanlarda ilgili metinleri yazma, yayınlama, ve yayma;
  5. Bir din yada inancı bu amaçlara uygun yerlerde öğrenme;
  6. Bireylerden ve kurumlardan gönüllü maddi ya da başka yardımlar isteme ya da alım;
  7. Her hangi bir din yada inancın ve standartlarının öngördüğü uygun liderleri yetiştirme, atama, seçme ya da yerini alacak olanı belirleme;
  8. Dinin ya da inancın kurallarını uyarınca tatil günlerine uyma ve bayram törenlerini kutlama;
  9. Din ve inanç konularında ulusal ve uluslararası düzeylerde bireylere ve topluluklarla iletişim kurma ve sürdürme özgürlüklerini içerir” denilmektedir.

Özetle gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda gerekse taraf olduğumuz uluslararası antlaşmalar kişilerin din ve vicdan hürriyeti konusunda tartışmaya yer bırakmayacak şekilde özgürlükleri tanımlamıştır. Ancak ülkemizde, özellikle Alevi vatandaşlarımız, inançlarının gereğini yerine getirme konusunda farklı sıkıntılar yaşamaktadır. Bunların başında da Alevi yurttaşlarımızın ibadet yerleri olan  “Cemevleri”nin yasal statüsünün olmaması önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi yurttaşlarının hak ve özgürlükleri konusunda gerekli adımları atmadığı gibi uluslararası sözleşmeler gereği kanun hükmünde olan karaları da yerine getirmemektir. Şöyle ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2 Aralık 2014 tarihli kararında Cemevleri’nin diğer ibadethaneler gibi dini ibadet için kullanılan yerler olduğuna karar vermiştir. Cemevlerinin Türkiye’de resmen ibadethane olarak tanınması amacıyla açılan davada AİHM Büyük Dairesi, cemevlerinin statüsü hakkında nihai kararını duyurdu. Strasbourg’daki mahkeme, cemevlerinin statüsü konusunda açılan davada Alevileri haklı buldu.

AİHM Büyük Daire’nin kararında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din özgürlüğü hakkını belirleyen 9’uncu ve ayrımcılığı yasaklayan 14’üncü maddelerinin ihlal edildiği belirtildi. Alevilerin, hukuksal statülerinin olmaması nedeniyle din özgürlüğü hakkını fiilen kullanamadıkları kaydedildi. AİHM, Türkiye’de kamu hizmetinin sadece bazı dini gruplara verilmesinin diğerleri açısından ayrımcılık anlamına geleceğine de işaret etti. Bu hizmetten yararlanamayan Alevilerin ayrımcılık gördüğü vurgulandı.

Tüm bunlara rağmen Cemevleri’nin ibadethane olup olmadığı konusunda ilgili ilgisiz kişiler tarafından tartışmalar sürdürülmekte, kanunlar ve uluslararası sözleşmeler yok sayılmaktadır. Bu konuda tartışılacak bir durum olmayıp, bir yerin ibadethane olup olmadığına devletler değil, o inancı içindeki yurttaşlar karar vermelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin asli unsurlarından biri olan Alevi yurttaşlarımız ibadethane olarak Cemevlerini kabul ediyorsa, devletin de bu konuda gerekli adımları atması zorunludur.

Hazırlanan kanun teklifi ile mevzuatında yer alan “İbadethane”, “İbadet yeri” ve “mabed” ifadelerinden; “Cami, Mescit, Cemevi, Kilise, ve Sinagogların” anlaşılması ve bu doğrultuda kavram kargaşasının önüne geçilmesi; halen uygulanan tüzük ve yönetmenliklerin kanuna göre yeniden düzenlenmesi yoluyla Cemevleri’nin yasal statüye kavuşması ve Alevi yurttaşlarımızın yıllardır uğradığı mağduriyetin giderilmesi amaçlanmaktadır.”

İYİ Parti Genel Sekreteri ve Sözcüsü Dr. Aytun Çıray Türkiye –ABD arasında yaşanan “Bronson krizi” hakkında partisinin resmi görüşünü açıkladı:

TÜRKİYE’NİN EGEMENLİK HAKLARINI VE HUKUKUNU KORUYUN

Amerika Birleşik Devletleri, “Başkanın talimatıyla Hazine Bakanlığı, Papaz Brunson’ın tutuklanması ve hapsedilmesinde rol oynayan Türk İçişleri ve Adalet bakanlarına yaptırım getiriyor.” dedi. Rahip Andrew Brunson hakkında ülkemizde sürdürülmekte olan adli süreçle irtibatlı olarak ABD Hazine Bakanlığı’nca İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül hakkında alınan yaptırım kararı aldı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletimizi hedef almıyor olsa da adı geçenlerin sıfatlarından ötürü konu Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerini doğrudan ilgilendirmektedir.

İYİ Parti olarak öncelikle ifade etmeliyiz ki, ABD’nin bu yakışıksız olduğu tavrını kınıyoruz, müttefiklik anlayışına aykırı buluyoruz. Bizim için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığı ve Türk milletinin özgürlüğü her türlü değerlendirmenin üzerindedir. Ülkemizin varlığı ve bütünlüğünü ilelebet devam ettirecek bir siyasetin yılmaz savunucusu olarak varoluşsal değerlerimizin korunması konusunda dışarıdan gelecek tehditlere karşı birlik beraberlik ruhu içinde olacağız; ancak Türkiye’yi yönetenlerin de milletimizin egemenlik haklarını ve hukukunu koruyup koruyamadıklarının yakın takipçisi olacağız. İYİ Parti dış politikayı megafonla yapmayacaktır.

AKP’Yİ ELEŞTİRMEK DIŞ DEVLETLERİN YANINDA OLMAK ANLAMINA GELMEZ

Herkes bilmelidir ki, İYİ Parti’nin dış politika konusunda AKP yönetimlerini eleştiriyor olması dış devletlerin yanında yer aldığı anlamına gelmez. Bu çerçevede:

ABD ile ilişkilerimizde ortaya çıkan bu istenmeyen durumu birlik ve beraberlik ruhu içinde aşmamızın iki temel şartı vardır. Birincisi demokrasinin gerektirdiği şeffaflık içerisinde başta muhalefet partileri olmak üzere milletimizin bilgilendirilmesi, ikincisi mutlak güçler ayrılığına dayalı, yargının bağımsız olduğu, tartışmasız bir hukuk ve kanun devleti olmak.

Türkiye Cumhuriyeti’nde yargının ne kadar bağımsız olduğu konusunda gündeme gelen sorgulamalar ve Almanya örneğine de benzer durumdaki yabancı uyruklu kişilerin hukuk yolları tüketilmeden siyasi pazarlıklarla serbest bırakılmış olmalarının oluşturduğu kötü emsaller, üçüncü ülkelerin dava süreçlerine siyasi mülahazalarla müdahale etmelerinin önünü açmış bulunmaktadır.

ABD BU CÜRETİ NEREDEN BULMUŞTUR

İYİ Parti, iktidar olmaya aday sorumlu bir muhalefet partisi olarak, Rahip Andrew Brunson hakkındaki adli sürecin şeffaf ve hukuk düzeni temelinde süratle sonuçlandırılmasında ve gündemden düşürülmesinde zaruret görmektedir.

İYİ Parti olarak Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinde bir tırmanma temayülü gösteren ve başka alanlara da sirayet eden bu gergin ortamın suhuletle çözüme kavuşturulması, iki dost ve müttefik ülke arasındaki ilişkilerin karşılıklı çıkar temelinde ve sağlıklı bir zeminde gelişmesinin sağlanması en samimi beklentimizdir.

Bu iş yakışıksızdır, uluslararası hukuka aykırıdır, güçlülerin hukuksuzluğudur. Ancak bir rahip konusu nedir, ne değildir? ABD bu cüreti nereden bulmuştur? Bu süreçte perde arkasında yapılan pazarlıklar nedir? Bu tartışmayı önümüzdeki günlerde tabii ki yapacağız. Çünkü şeffaflık Büyük Türk Milleti’nin bilme hakkına saygıdan öte, ona karşı mecburiyettir.

ABD Başkanı’nın talimatları ile  Brunson’ın tutukluğunda kilit rol oynadıklarını gerekçe göstererek haksız bir şekilde yaptırım listesine konulan Adalet ile İçişleri Bakanlarını uyarmak isteriz; Sayın Bakanlar kendi muhalefetlerini hainlikle suçlayacaklarına, kendi vatandaşlarından düşman yaratacaklarına ülkenin bekasını bizlerle birlikte yabancı ülkelere karşı korumaya çalışırlarsa devletin çıkarlarına uygun bir iş yapmış olurlar.

TRUMP TOWERS’A EL KOYUN, UÇAK ALIMINI DURDURUN

Türkiye kamuoyunun bildiği gibi geçmişte de zaman zaman ABD’yle karşı karşıya gelinmiştir. 1975’de Türkiye’ye konulan ambargonun kalkmaması üzerine merhum Demirel’in başında olduğu Hükümet üslere el koymuştur. Ambargoyu kaldırtıldıktan sonra da üsler bu defa Türkiye’nin hükümranlığına geçerek yeniden açılmıştır.

Bu çerçevede ABD’ye karşı mütekabiliyet içinde tedbir yaptırımlar uygulayacağını açıklayan AKP Hükümeti’nin; karşılık gelen ABD’li bakan/sekreterlerin mal varlıklarına, Trump Towers’a el koymalı. ABD’den alınacak olan 11 milyar dolarlık yolcu uçağı alımını da durdurmalıdır.

Rahip Bronson canlı yayın yapılarak dünya önünde adil bir şekilde yargılanmalıdır.

Atatürk ve silâh arkadaşlarının önderliğinde milletin temsilcileri tarafından TBMM’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti önce milletimizin gayreti sonra da Allah’ın izni ile ilelebet yaşayacaktır.