Ölüm yakışmadı…

Çırak bile sayılamayacak genç gazeteciler arasında idik. Ama, mesleğe öyle ya da böyle adım atmıştık.

Bizim kuşaktaki bazı arkadaşlar ile gündüz gazetede çalışıyor, akşam ise Kayseri Akşam Lisesi’nde okuyorduk.

O günlerde dostluk, arkadaşlık, yardımlaşma, mücadele etmede de birlikte hareket ediyorduk.

Bıyıkları yeni çıkıyordu. Bu nedenle bir eli sürekli bıyıklarındaydı.

Çabuk sinirlenir, çabuk sakinleşir, olayların etkisinden çabuk kurtulurdu.

Vefalı, saygılı, bana göre fazla da kindar değildi.

Kimine göre deli-dolu, kimine göre maceracı, kimine göre de vatanına, milletine, devletine, bayrağına, olmazsa olmaz çizgilerine, en önemlisi ise Atatürk ilke ve Devrimleri konusunda olmazsa olmaz kesin ve kalıcı çizgileri vardı.

Bu konularda taviz vermezdi.

Her zaman Devletinin yanında oldu.

Bugün yaşamış olsa, bizler gibi elbette ‘keşke, acaba, yanlıştı, hataydı’ diyeceği mutlaka üzüntü duyduğu, unutmadığı anılarını da rahatlıkla anlatır, kendi söylerdi.

Bazen benzetmek gibi olmasın ama keçi gibi inatçıydı. İddia eder, direnirdi.

Birlikte, polis-adliye  muhabiri olarak çok habere, emniyete, jandarmaya, adliyeye  gittik. Haber yaptık, suçluların, olayların fotoğraflarını çektik.

Bazı paslaştığımız, yardımlaştığımız, birlikte gülüp ağladığımız, üzüldüğümüz, birbirimizi eleştirdiğimiz, kırıldığımız olaylarda aramızda yaşanmadı değil.

Polis-adliye muhabirleri biraz katı yürekli, zor ağlayan ama kalpleri temiz, yürekleri yufka olur.

O da bizler gibi gittiği bazı haberlerden sonra insanları kurtarmak için büyük mücadele verdi.

Evliliğinin  daha taze olduğu dönemlerde, küçük yaştaki çocukları ile eşini kaybetti. Ben o gün ne kadar ağladığımı iyi hatırlıyorum.

‘Allah kimseye böyle acı vermesin’ demiştik.

Kayseri’deki gazete sahipleri arasında, yaptığı haberlerde ‘risk’ almayı çok severdi. Bazılarının yapmakta zorlandığı haberleri, işin ucunda Devlet, millet sevdalısı olunca gözünü kırpmadan, korkmadan, birilerinin sonra ki tehditlerine bile aldırış etmeden rahat yapardı.

Ama en kötü huyu çok sigara içerdi.

Kafasında her zaman ‘Ne yapsam, ne yazsam, hangisi doğru olur?’ gibi sorular olurdu.

İyi bir sırdaş, arkadaş, dost, çocuklarının babasıydı.

Sert görünürdü ama çok vefalı, yardımsever, gönül adamıydı.

Bazen oturup konuştuğumuzda bile şakalaşır, bir konu üzerine sorduğu sorunun yanıtını net alana kadar diretir, lafı tekrar tekrar aynı noktaya getirirdi.

Sevdiği insanlara ‘lan oğlum  yapma’ diye benzer sözler söylerdi.

Bir gün sıkıştığımda yanına geldim. ‘Bu konuda ne yaparsın?’ diye sordum. ‘Ben senin için ne yapabilirim ve nasıl olması gerekiyorsa kimseye gitme ben varken başkalarına gidersen üzülürüm’ diyerek o gün sorunumu halletmiş,  ‘Senin bana yaptıkların karşısında bu ne ki’ diyerek birde gönlümü alarak o sorunu çözmüştü.

Gazetecilikte tırnakları ile kazıyarak bugünlere gelmişti.

Onunda, hepimizin de mutlaka seveni-sevmeyeni, eleştireni-öveni vardır.

Ama o tam bir mücadele adamı, yukarı da dediğim gibi Devletine, Vatanına, Milletine, Bayrağına bağlı iyi bir Vatanseverdi.

Kanser denilen o illeti sana yakıştıramamıştık.

Sonrasında ‘Artık sigarayı bırak’ diye baskı da yaptık. İnatlaştın, ona da direndin.

Ölüm sana bu yaşta yakışmadı Ali Ceran arkadaş.

Şimdi biz kiminle didişecek, tartışacak, kavga edeceğiz.

Ölümü elbet hepimiz tadacağız ama bizler için bugün ‘kara’ bir gün oldu.

Allah günahlarını affetsin, ailene, meslektaşlarına ve sevenlerine de sabır versin.

Seni de bugün ebedi son yolculuğuna uğurlarken, senden önce toprağa verdiğimiz insanlar, meslektaşlarımız gibi unutmayacağız.

Güle güle Ali Ceran, güle güle.

Toprağında nur ve huzur  içinde yat.