Müftüden konferans ve Braill kursu

“KÂMİL MÜMİN, GÜZEL AHLAKLI OLANDIR”

İl Müftüsü Prof. Dr. Şahin Güven, Pozitif Gençlik Spor ve İzcilik Kulübü Derneğince bu yıl 7’ncisi düzenlenen  Ufka Yolculuk Bilgi ve Kültür Yarışması’nın ödül töreni öncesi “Güzel ahlak konulu konferans verdi.

Güven konuşmasında kısaca şu hususlara değindi: “Ufka Yolculuk Bilgi ve Kültür Yarışmasının bu yılki konusu “güzel ahlak”tır. Aslında bir konuyu seçerken neden seçeriz biz? Ya öneminden dolayı veya toplumda bir sorun olduğundan dolayı buna bir farkındalık oluşturalım diye seçeriz. Aslında bu konu hem önemli, hem de bu günün insanları açısından gerçekten kayda değer bir konu. Çünkü hem bireyler olarak, hem de toplumlar olarak ahlak aşınması yaşıyoruz. Hem de Müslüman, mütedeyyin kesimlerin ahlak aşınması çok daha hızlı bir şekilde devam ediyor. Bunun birçok sebepleri olabilir. Ancak şunu bilmek durumundayız; zor ve sıkıntılı zamanlarda davaya omuz vermek, davanın yolunun yolcusu olmak gerçekten fedakârlık gerektirdiği için ve herhangi bir dünyevi menfaat ve hesap derdi olmadığı için o zor zamanların insanları aslında ahlaklı, erdemli işler yaparlar. Ancak dünyevileşmenin, maddi ve ekonomik kazancın getirmiş olduğu ahlaki dejenerasyon bizlere epeyce sıkıntılara maloluyor. Bu, aslında sadece bizim için değil; birçok aynı süreçten geçen toplumlar için de geçerli bir durumdur.

“İMAN VE AHLAK BİRBİRİNDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ”

Kur’an-ı Kerim’in Mekkî surelerinde iman ve ahlak üzerinde durulur. İbadet ve hukuk Medenî surelerdedir. İman ve ahlak birbirini destekleyen en önemli unsurdur. Hatta âlimlerimiz iman ve ahlakın yerini belirlerken, “en temelde ahlak mı vardır, yoksa iman mı vardır?” sorusunu sormuşlardır. Güncel karşılığı şudur: “ahlaklı insan mı dindar olur, yoksa dindar insan mı ahlaklı olur?”. Cahiliye döneminde ahlaklı olanlar İslam’ı tercih edenlerdi. Cahiliye döneminde ahlaklı olanlar İslam’ın ahlakî güzelliklerini daha emir ve yasaklar gelmeden önce yaşayanlardı. En önemli örneği Hz. Ebubekir (r.a.)’tır. Cahiliye döneminde de içki içmiyordu, zina ve fuhuş işlerine bulaşmıyordu, hak ve adalet üzere hayatına devam ediyor, insanların iyiliği için çalışıyordu. İslam, O’nun için aslında yaşadığı hayatın bilinçli ve imanlı bir boyutuydu. Kimi Gayr-i Müslimleri görürsünüz; iman ehli değildir ama ahlaklıdır ve dürüsttür. Nedendir bu acaba? O’na ahlaklı ve dürüst olmayı gerektiren, şey nedir? Diğer taraftan her türlü kötülüğü yaptığı halde imanla şereflenen bir insan, imanın gerektirdiği bütün ahlaki kurallara riayet ederek güzel bir mümin oluyor. Bütün bunların temelinde “fıtrat” dediğimiz bir şey var. Allah Teala bizi yaratırken öyle bir fıtrat üzere yarattı ki, o fıtrat güzel ahlakın, İslam’ın ve imanın ta kendisidir. Rum Suresinde şöyle bir ayet vardır: “Allah’ın yarattığı fıtratta –ki bütün insanları fıtrat üzere yaratmıştır- hiçbir değişiklik göremezsin. Eğer bu değişiklik olmayacak olursa ve bir insan fıtrat üzere yaşarsa, tam da dosdoğru din üzere yaşamış olur.”  Öyleyse fıtrat dediğimiz şeye dikkat etmek durumundayız. Fıtrat, insanın yaratılışından getirmiş olduğu en önemli özelliğidir. Peygamberimiz (s.a.s.)’de şöyle buyurmuştur: “Her doğan çocuk, fıtrat üzere doğar; ancak onun anne babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapabilir.” Müslüman yapabilir demedi. Zaten fıtrat üzere yaşamak, Müslümanlığın ta kendisidir. Bu hadiste geçen “ebevâhû” kelimesinden maksadın anne-baba başta olmak üzere çevresel etkenler veya kültürel şartlar olduğunu söyleyebiliriz. Batı dünyasında, Avrupa ülkelerinde, Amerika’da, Avustralya’da, Yeni Zelanda’da veyahut da İslam’ın hakim olmamış olduğu, Müslüman dünyasının dışında kalan birçok kültür ve toplumda bireysel olarak İslam’ı tercih edenler, mühtediler, iman edenler var. Neye göre iman ediyor bunlar? Din değiştirmek öyle kolay bir şey değildir ki! Bir insanın doğup büyümüş olduğu ortam Hıristiyan bir ortam ise Hristiyan olarak devam ediyor; ardından bu dinini bırakıp Müslüman oluyor. Acaba neden? Hangi saik O’nu arayışlara itiyor? En önemli saik, “fıtrat”tır. Fıtratının sesini dinliyor. Ya da yaşadığı kültür ve inanç ikliminin fıtratına uygun olmaması nedeniyle sürekli bir tedirginlik yaşadığından dolayı daha sonra araştırmaya başlıyor. Bunlara bireyler dedik; ama her yıl onlarca, yüzlerce kişi bu şekilde iman ediyor; biliyor musunuz? Batı ülkelerinde yaşayanlar varsa bunu çok görürler ve bilirler. Kayserimizde son 3 buçuk yıl içerisinde 26 tane ihtida merasimi düzenledik. Bu ihtida merasimlerinden 15 tane civarı evlilik yoluyla gerçekleşen ihtidalardır; ama o da bir hidayettir. Ben onun da bir hidayet vesilesi olduğuna inanıyorum. Çünkü özellikle evlenmek maksadıyla gayr-ı müslim eşine –ister kadın, ister erkek olsun- “Müslüman olursan seninle evlenirim!” diyen bir kimse kendisi İslam’ı yaşamıyorsa bile O kişiye söylediğim şeyler şudur: “Senin vasıtanla bir insan hidayete eriyor, Mümin oluyor. Peygamberimiz, Hz. Ali (r.a.)’ya diyor ki: “Ya Ali! Senin vasıtanla bir insanın hidayete ermesi, şu dünya ve içindekilerden hayırlıdır!”. Sen bu hayra vesile oldun; inşallah bundan sonraki süreçte de birlikte İslam’ı öğrenirsiniz ve birlikte İslam’ı yaşarsınız. Bu da bir tebliğ yöntemidir.”

“İNSANIN HAYATI KENDİSİNİN AYNASIDIR”

İnsanları fıtratlarına davet edeceğiz. Hatta Gayri Müslimlere İslam’ı nasıl anlatacağız? Güzel ahlakla, yaşayarak anlatacağız. Sen yaşa, karşındaki insan zaten istifade edecektir. Güzel ahlak, yalnızca konuşmakla gerçekleşecek bir şey değildir. Bizler birbirlerimizin konuşmalarını dinleriz, ama bir de yaşantısına bakarız. Eğer ahlaka muğayir, süfli bir hayat yaşıyorsa bir insan, ahlak satmasına gerek yoktur. O insanın hayatı kendisinin aynasıdır; söylediklerine kimse bakmaz. Hele hele topluma manevi yönden rehberlik edecek olan ilim ehli, iman ehli insanların söyledikleriyle yaşantıları birbiriyle uyumlu olmak durumundadır. Bir Ayet-i Kerime’de Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey İman Edenler! Neden yapmıyor olduğunuz şeyleri başkalarına söylüyorsunuz. Yapmıyor olduğunuz şeyleri yapmadığınız halde başkalarına söylemek Allah katında büyük bir günahtır.” Yani sevap kazanmıyormuşuz; günah kazanıyormuşuz. Öyleyse bizler özü-sözü bir olan, söyledikleriyle yaşantıları arasında uyum olan insanlara güveniriz, inanırız. Zaten İslam, inanç ve onun hayata yansımasından ibarettir. “İman” ve” salih amel” Kur’an-ı Kerim’in en çok birlikte zikretmiş olduğu iki kavramdır. “İman edenler” denilmiyor sadece; “imanına yaraşır bir hayat yaşayanlar” diyor aynı zamanda. Demek ki, imam-ahlak ilişkisini düzgün kurmak durumundayız.

Ahlak, Arapçada “yaratılış” kelimesiyle aynı kökten geliyor. “haleka” ile “hulk” kelimeleri aynı kökendendir. Yaratılış kodlarımıza uygun olarak, yani fıtrata uygun olarak yaşamak ahlaklı yaşamanın ta kendisidir. İlmin ahlakı vardır, imanın ahlakı vardır, yaşantının ahlakı vardır.

“AHLAK, ANLATILAN DEĞİL, YAŞANILAN BİR ŞEYDİR”

İşte Hucurat Suresi, hicretin 8-9. yıllarında geliyor; biliyor musunuz? Ve hicretin 8-9. yılı özellikle de Mekke’nin Fethi süreci, hele hele Hudeybiye anlaşmasından sonra, Hayber’in fethinden sonra ekonomik olarak rahatlama, Mekke’nin fethi, bir de Huneyn Savaşından sonra çok büyük ganimetlerin gelmesiyle ahlaki zaaflar oluşmaya başlıyor. Onun için bu sure geliyor. Mekkî dönemde de ahlaka dikkat çeken ayetler var; Medenî dönemde de. Demek ki her zaman ahlak bize gereklidir. Peygamberimiz (s.a.s.) namazına kalktığı zaman: “Ya Rabbi! Beni ahlakın en güzeline ulaştır, senden başka ahlakın en güzeline ulaştıran yoktur. Beni kötü ahlaktan da uzaklaştır, koru; kötü ahlaktan uzaklaştıracak ve koruyacak yegâne merci sensin.” diye dua ediyordu. Ayrıca Peygamberimiz (s.a.s.): “Müminlerin en kâmili, ahlakı en güzel olanıdır.” Yani kâmil mümin, güzel ahlaklı olandır. Ahlak, anlatılan değil, yaşanılan bir şeydir. Biz onu yaşadığımız zaman ahlakın nasıl bir erdem olduğunu, nasıl bir süs ve güzellik olduğunu anlarız. Ahlakı güzel insanlarla herkes dostluk kurmak ister. Ahlakı güzel bir genç gördüğümüz zaman onunla kızımızı evlendirmek isteriz. Ahlakı güzel bir kız gördüğümüz zaman onu oğlumuza almak isteriz. Ahlakı güzel bir işçi gördüğümüz zaman onu işyerimize almak isteriz. Ahlakı güzel bir patron gördüğümüz zaman onun emrinde çalışmak isteriz. Güzel ahlak, bize imandan sonra nimetlerin en büyüğü olarak verilen en önemli şeydir.

Yine Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Nerede ve ne zaman olursa olsun, Allah’a karşı gelmekten sakının. Eğer yanılır ve yenilir de nefsine uyarsan, şehevi arzularına uyarsan da bir kötülük yaparsan hemen o kötülüğün peşinden bir iyilik yap ki o kötülüğünü silsin ve kaldırsın”. Aslında bu, tam da bizi anlatıyor. İnsanoğlu olarak masum değiliz, günahkârız. Ama günahlardan arınmak da en önemli erdemlerden birisidir. Bizler o kötülüklerden arınabilmeliyiz. Bütün insanlar hata ve günah işleyebilirler; ama hata ve günah işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir. Tövbe de hemen yapmış olduğumuz, işlediğimiz bir günahın peşinden yapılan bir şeydir. Bir yanlış veya kötülük yaptığımız zaman hemen peşinden bir iyilik yapalım da o kötülüğü silsin ve ortadan kaldırsın. Yine Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir anne-baba, evladına güzel ahlaktan daha güzel bir miras bırakamaz.” Bizler evlatlarımıza bir sürü mal-mülk bırakmak için gayret gösteriyoruz; hatta bunu yaparken de biraz haram-helal dengesini kaçırıyoruz. Sonra da “ben, evladıma iyilik yaptım” diyoruz. Ama evlada böyle iyilik yapılmaz. Evlada yapılacak en güzel iyiliklerden birisi daha evlenmeden önce o evladının annesi olacak kişiyi seçerken ahlakı güzel olan kişinin seçilmesidir. Onu ahlaklı, erdemli ve faziletli bir insan olarak yetiştirmektir.

“ÇOCUKLARIMIZIN AHLAKİ EĞİTİMİ İÇİN ÇOK ZAMAN HARCAMALIYIZ”

Evlatlarımızın ahlaki eğitimlerine ne kadar önem verdiğimizi düşünmeliyiz. Çocuklarımızın akademik ve maddi geleceği için yapmış olduğumuz fedakârlıkların yüzde 1’ini çocuğumuzun ahlakı için yapıyor muyuz? Çocuğumuz en güzel okula gidip en güzel eğitimi alsın ve en iyi mesleğe sahip olsun diye nelerden fedakârlık etmiyoruz ki! Her türlü fedakârlığı yapıyoruz. Ama çocuğumuzu sabah namazına “aman ha, uyusun, kaldırmayalım” diyerek kaldırmıyor, çocuğumuza bu konuda acıyoruz. Ama o sabah namazı vaktinde okul varsa kesinlikle kaldırıyoruz. Okul, namazdan önemliymiş gibi! Demek ki bir yerlerde yanlış yapıyoruz. Aynı şekilde çocuğumuzun giysisine, yemesine harcadığımız paranın yüzde 1’ini ahlâkı için harcıyor muyuz! Çocuklarımızın ahlaki eğitimi için çok zaman harcamalıyız. Öncelikle anne-babalar olmak üzere çocuklarımızı namaza alıştıracağız. Biz de camiye gideceğiz; çocuklarımızı da camiye götüreceğiz. Nasıl topluca alışverişe gidiyorsak topluca camiye de gidebiliriz. Evimizde çocuklarımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz bir ders halkamız olsun; bu halka, çocuklarımıza uygun bir halka olsun. Anne-baba evde Kur’an okumuyorsa çocuk niye okusun! Çocuğu cezp edecek cihazlar var elinde; cep telefonu var, bilgisayarı var, sanal âleme giriyor. Şu dönemde ailelerin en çok çektiği sıkıntı çocuklarının ahlakıyla ilgili sıkıntıdır. Eğer bizler küçüklükten itibaren onların kalplerine imanı yerleştiremezsek, büluğ çağından sonra onları bu tarafa çekebilmemiz çok zordur.

“NAMAZI ÇOCUKLARA TARİF EDEREK ANLATAMAYIZ”

Bizler Diyanet İşleri Başkanlığı olarak, illerde ve ilçelerde Müftülükler olarak çok önemli çalışmalar yapıyoruz. Ancak şöyle bir kısır döngümüz de vardır. Camiye gelen gençler hep aynı gençlerdir; yani ulaşabildiklerimiz sınırlı sayıdadır. Bunun farkındayız. Bunun için arayışlar içerisindeyiz. 04-06 yaş Kur’an Kursları açtık; daha ilkokula gitmeden önce Kur’an Kurslarına geliyor çocuklarımız. Orada ahlak ve erdem, yani değerler eğitimi alıyorlar. Oradaki derdimiz sadece Kur’an’ın telaffuzunu öğretmek değildir; O, ikinci amaçtır. Birinci amaç, davranış modelleri vermektir. 04 yaşındaki çocuk oraya geldiği zaman Kur’an Kursu hocasının başörtülü olduğunu görüyor ve kendisi de başörtüsü takıyor. O kızımızın annesi başı açık olsa bile kendisi onu Kur’an Kursuna gönderirken başını kapatmasını istiyor. Orada çocuklarımıza tuvalet eğitimine varıncaya kadar eğitimler veriyoruz. Namaz kılmayı öğretiyoruz. Namazı çocuklara tarif ederek anlatamayız. Büyüklere bile tarif ederek anlatamayız. Hiç namazı bilmeyen bir insana namazı tarif edin, sonra kılmasını isteyin; kılamaz. Ama Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Beni nasıl namaz kılıyorken görüyorsanız siz de öyle namaz kılın.” Görsel ve uygulamalı eğitim budur işte. Peygamberimiz (s.a.s.) devlet başkanı idi ve bir devlet başkanı olarak namaz kıldırıyordu. Cemaate namaz kıldırmak, imam olmak sadece görevleri imam-hatiplik olanlara bırakılacak kadar basit ve değersiz bir ibadet değildir. Her Müslüman erkek namaz kıldırabilmeli ve namaz kıldıracak bir yetkiye ve kıraate sahip olabilmelidir.

 Neticede şunu söyleyebiliriz: Ahlakı anlatarak ahlaklı bir toplum olunmaz; yaşanarak ahlaklı bir toplum olunur. Eğer bu toplum bozuluyorsa yine bizim sebebimiz iledir; çünkü biz yaşamıyoruz. Zaten yaşamayanlar dedikodusunu yaparlar. Bizler dedikodu yapmayalım, başkalarını eleştirmeyelim; önce kendimizden başlayalım. Bu program bize şu soruyu sordursun: “ben nasıl ahlaklı bir mümin olabilirim; ahlaki zaaflarım varsa bunları nasıl tedavi edebilirim?” Bu gün bu adımı atarsak biz aslında doğru bir yolda ilerliyoruz demektir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in ifadesiyle “bir kötülük yaparsan hemen bir iyilik yap ki o kötülüğü silsin.”

Yüce Mevla hepimizi Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklananlardan eylesin. Yüce Mevla hepimizi Peygamberimizi kendisine örnek alan, O’nun gibi yaşayan ve O’nun ahlakıyla ahlaklanan kimselerden eylesin. Yüce Mevla hem bireysel olarak, hem aile olarak, hem toplum olarak, hem de İslam Ümmeti olarak bütün bir insanlığa örnek olabilecek ahlaklı bir hayat yaşamayı bizlere nasip eylesin inşallah.” diyerek sözlerini tamamladı.

 Yarışmanın bu yılki konusu “Güzel Ahlak” olarak belirlenmişti. Bu yıl ilk kez iki aşamalı yapılan yarışmada, online sınavda belirlenen puan barajını geçenler, yazılı sınava katılmaya hak kazandılar. Sınav ilkokul, ortaokul ve lise olmak üzere üç kategoride yapıldı. Ufka Yolculuk Bilgi ve Kültür Yarışması’nda dereceye giren öğrencilere ödülleri protokol tarafından takdim edildi.

DİN GÖREVLİLERİMİZE YÖNELİK “BRAİLL ALFABESİ İLE ELİF BA” KURSU BAŞARIYLA TAMAMLANDI

 İl Müftülüğü Engelliler Koordinatörlüğümüzün, 05 Mart 2019 – 16 Nisan 2019 tarihleri arasında, Melikgazi İlçe Müftülüğü’ne bağlı Tacettin Veli Hizmetiçi Eğitim Merkezi’nde erkek personelimize yönelik başlattığı 64 saatlik “Braill Alfabesi ile Elif Ba” Kursu başarıyla tamamlandı.

Vaiz, İmam Hatip ve Müezzin Kayyımlardan oluşan 14 erkek kursiyer, “Braill Alfabesi ile Elif Ba” Kursu’nu tamamlayarak sertifika almaya hak kazandılar.

Kursiyerler, düzenlenen “Braill Alfabesi ile Elif Ba” Kursu’na destek ve katkılarından dolayı İl Müftüsü Prof. Dr. Şahin Güven’e, “Braill Alfabesi ile Elif Ba” kursu hocası, H.Seyit Ali Delikan Camii İmam Hatibi Ahmet Kaplan’a ve Engelliler İl Koordinatörü Yasin Bulut’a çok teşekkür ettiler.

Programda konuşan İl Müftüsü Prof. Dr. Şahin Güven, “Personelimizin daha donanımlı olması için çeşitli kurslar ve seminerler düzenlemekteyiz. Bu açıdan bu kursları çok önemli görüyorum. Büyük bir özveri göstererek böylesi güzel bir kursa katılımlarınızdan dolayı siz değerli kursiyerlerimize ve kurs hocamız Sayın Kaplan’a teşekkür ediyorum. Bundan sonra görme engelli vatandaşlarımıza Kur’an-ı Kerim eğitimi verme hususunda başarılı çalışmalar yapacağınıza gönülden inanıyorum.” diyerek sözlerini tamamladı.

İl Müftüsü Güven, konuşmasının ardından kursiyerlere katılım belgelerini takdim etti. Düzenlenen programa, İl Müftüsü Güven ile birlikte İl Müftülüğü Engelliler Koordinatörü Yasin Bulut, Kursu Hocası H.Seyit Ali Delikan Camii İmam Hatibi Ahmet Kaplan ile kursiyerler katıldı.