Kapadokya Üniversitesi Montessori Anaokulu bülteninden ‘çocuk makaleleleri’

Çocukların İletişim Becerilerini Geliştirmek İçin Etkili Bir Yöntem: Yaratıcı Drama

Öğr. Gör. Gizem Karabudak

Kapadokya Meslek Yüksekokulu Sosyal Hizmetler Programı

İnsan toplumsal bir varlıktır ve daima çevresi ile iletişim içerisindedir. Çünkü insan, kendini anlatma ve iletişim halinde olduğu insanları anlama ihtiyacı duyar. Kendini anlatma ve karşısındaki insanı anlama gereksinimi insan olmanın doğasında vardır.

Bireylerin etkili bir iletişim süreci gerçekleştirebilmeleri için 3 ön koşul gerekmektedir. Bunlar:

Kendi duygularını fark edip, kendini ifade edebilmek,

Karşısındaki bireylerin duygu ve düşüncelerini dikkate alabilmek,

Kendi tutum ve davranışlarını da kendinin ve karşısındaki bireyin içinde bulunduğu bağlama göre değerlendirebilmektir.

Kuşkusuz bu gereklilikleri yerine getirebilmek için iletişime yönelik etkili dinleme, duyguları anlama ve ifade etme, beden dili, empati gibi becerileri geliştirmek gerekmektedir.

Yaratıcı drama etkili bir iletişimde gerekli olan bu becerileri geliştirmek için kullanılabilecek yöntemlerden biridir.

Yaratıcı drama nedir?

Yaratıcı drama; bir grubu oluşturan üyelerin yaşam deneyimlerinden yola çıkarak bir düşüncenin, bir konunun doğaçlama, rol oynama (rol alma) gibi tekniklerden yararlanarak, canlandırılmasıdır. Bu canlandırma süreçleri deneyimli bir lider eşliğinde yürütülür. Yapılan tüm etkinlikler kendiliğindenliğe (spontaniteye), şimdi ve burada ilkesine dayalıdır ve yaratıcı drama, oyunun genel özelliklerinden doğrudan yararlanır.

Peki, yaratıcı drama çocuğun iletişim becerisini nasıl geliştirir?

Yaratıcı drama bireylerin içinde bulundukları psikolojik, sosyal ve fiziksel durumları anlayabilmemiz ve bu bireylerle iletişim kurabilmemiz için bir araç niteliği taşımaktadır. Benzer şekilde çocukların da kendilerini tanımaları ve ifade etmeleri sürecinde de etkili bir yöntem olarak kullanılmaktadır.

Yaratıcı drama; anne-baba ve öğretmenlere, çocukların sahip oldukları sınırlı yaşam deneyimi ve sınırlı kelime dağarcıklarının ötesinde onları anlayabilmek, çocuklarının iç dünyalarındaki çatışmaları görebilmek ve kendini ifade etmekte güçlük çeken çocuklara ulaşabilmek için bir kanal yaratır.

Yaratıcı drama bir grup etkinliğidir. Çocukların bu grup etkinliklerinde yer alması onların duygularını ve hayal gücünü harekete geçirir. Temeli oyuna dayanan yaratıcı drama çalışmaları ile çocukların problem çözme becerileri gelişir. Böylece çocuklar yaşamlarında daha sonra karşılarına çıkabilecek sorun ve sorunların çözümünde deneyim kazanmış olur. Bu durum yaratıcı dramanın yaşamın bir provası olmasından kaynaklanmaktadır.

Yaratıcı drama ile çocuklar, toplumsal yaşama uyum sağlayabilmesi için gerekli olan farklı düşünme, empati kurma, sözlü ve sözsüz iletişim kurma, duygularının ve bedeninin farkında olma, dinleme ve anlama becerisi kazanırlar. Bu kazanımlar çocukların zihinsel, sosyal, duygusal ve psikomotor gelişimlerine de katkı sağlamaktadır.

Yaratıcı drama süreçleri içerisinde iletişimin her türlü öğesi sıklıkla kullanılmaktadır. Bu sürece katılan çocuklar iletişim sürecinde öncelikle kendi düşüncelerinin, duygularının ve bedeninin farkına varmaktadır. Bu kazanımlarla çocuklar birçok duygu ve düşünceyi önceden deneyimleyerek kendilerini geliştirme imkânı bulurlar.

Anne ve babaların özellikle okul öncesi dönemde çocuklarının yaşam yolunun drama ile kesişmesini sağlamak hem çocukları için hem de çocuklarıyla olan ilişkileri için önem arz etmektedir.

Unutulmamalıdır ki; yaparak ve yaşayarak öğrenme olarak da tanımlanan yaratıcı drama;

Eleştirel düşünme yeteneği geliştirme,

Problem çözme becerilerini geliştirme,

Kendini tanıma,

İletişim becerileri geliştirme,

Sosyal gelişim,

Dinleme ve anlama becerisi,

Hayal gücünü geliştirme gibi birçok alanda yarattığı kazanımlarla çocuklara ve yetişkinlere rehberlik etmektedir

Erken Çocukluk Döneminde Toplumsal Cinsiyet – Oyun ve Oyuncak

Dr. Öğretim Üyesi Münire AYDİLEK ÇİFTÇİ

Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Çocuk Gelişimi Lisans Programı

İnsanlar, hayat boyu yaşamı algılayıp zihinlerinde anlamlandırırken belli süreçlerden geçmektedir. Kategoriye dayalı bu algılar, bireyin davranış ve tepkilerini şekillendirme gücüne sahiptir. Cinsiyet de, sosyal yaşamı “dişilik” ve “erillik” diye kategoriye indirgeyen sınıflandırma şekillerinden bir tanesidir. Cinsiyet, toplumsal yaşamın kategorize edilmesine ilişkin en önemli değişkenler arasında yer almaktadır. Bireylerin bu kategoriye göre değerlendirilmesi, karmaşık toplumsal yaşamın kadınlar ve erkekler olarak iki farklı evrene indirgenerek daha anlaşılır olmasını sağlamaktadır. Sosyal yapı, insanları çocukluktan itibaren cinsiyete özgü bu iki kategoriden birine dâhil etme çabasındadır. Toplum, çocukların kendi cinsiyetlerine özgü davranışları kazanması için adeta bir yarış içindedir. Bu etki birçok kültürde bireyin doğumundan önce başlayan hazırlık süreci ve takibinde devam etmektedir. Ebeveynler ve aile çevresi tarafından dünyaya gelecek birey için hazırlanan eşyalar ve hediyeler cinsiyet kategorilerine göre seçilmektedir. Ebeveynler ve diğer yetişkinler, çocuklara şekillendirdikleri kalıplarla ve yaptığı yönlendirmelerle cinsiyetine özgü davranışları kazandırmaktadır. Antik çağlarda bile, çocukların cinsiyet rol ve becerilerini geliştirmeleri için yetişkinlerin günlük yaşamda kullanmış oldukları araç ve gereçlerin küçük boyutlarda yapılarak oyuncak haline getirildiği görülmektedir. Bu süreç içerisinde yine kız ve erkek çocuklar için ayrı oyuncakların tasarlanmış olduğu yapılan arkeolojik çalışmalarda da görülebilmektedir (Bener, 2008). Günümüzde ise çocukların çevresinde gördüğü oyuncaklar, resimli kitaplar ya da televizyon programları çoğunlukla kadın ve erkek arasındaki farklılıkları vurgulama eğilimindedir. Böylece bu iki evrendeki bireylerin uygun yaşam alanları ve davranış kalıpları şekillendirilmiş olmaktadır. Bireylerin bu kategorilendirme temelinde algılanması onların birbirlerine ilişkin farklılıklarını ön plana çıkarmaktadır. Çocuklar ise bebeklikten itibaren etkileşimde bulundukları çeşitli toplumsallaşma araçları ile cinsiyete ilişkin kategorilendirme temelindeki farklılıkları algılamakta, kendi cinsiyetlerine uygun görülen toplumsal normları ve beklentileri içselleştirerek ona göre davranış ve tercihlerini şekillendirmektedir (Giddens, 2013). İki cinsiyet arasında özellikle çocukluktan itibaren oyun arkadaşı tercihi, oyun stilleri, oyun alanları, oyun materyalleri, oyuncak tercihleri ve oyunlarda aldıkları rollere ilişkin olarak farklılıklar görülebilmektedir.

Çocukların yaşları ilerledikçe ve ev dışına çıktıkça, özellikle akran gibi başka toplumsallaşma unsurları da etkili olmaya başlamaktadır (Liss, 1983; Akt. Maccoby, 1998). Cinsiyet ayrımı erken çocukluk döneminde ortaya çıkmakta ve gelişmektedir. Cinsiyet, çocukların oyunları sırasında oyun materyallerinin seçimini ve oyunlarda rol seçimlerini, oyun arkadaşları seçimlerini, onlar ile olan sosyal ilişkilerini ve çevre ile etkileşimlerini etkilemektedir (Fabes, Hanish, ve Martin, 2003). Örneğin, çocuklar iki yaş gibi erken bir sürede, genel olarak hemcinsleri olan akranları tercih etmeye ve onlarla oynamaya başlamaktadır. Ayrıca bazı çalışmalarda, çocukların kendi cinsiyetinden akranlarını daha çok tercih ettiklerini ve 3 yaşından sonra tipik olarak kendi cinsiyetlerinde akranlarıyla oynadıkları belirlenmiştir (Maccoby, 1998). Erken çocukluk döneminde okulda gözlem yapılan başka bir çalışmada 60-72 ay arası çocukların çoğunlukla kendi cinsiyetindeki çocuklar ile etkileşime girmeyi tercih ettikleri ve hemcins gruplarla daha sık oyun oynadıkları görülmüştür (Çiftçi, 2011).

İki cinsiyet arasında özellikle çocukluktan itibaren oyun stillerinde, oyun alanları, oyun materyalleri ve oyunlarda aldıkları rollere ilişkin olarak farklılıklar görülebilir. Kız çocuklar erkek çocuklara nazaran daha sakin oyunları seçerken, erkekler ise daha sert ve hareketli oyunları tercih edebilmektedir. Erkek çocuklar oyun alanları olarak evden uzak ve geniş alanları tercih ederken kızlar ise eve yakın alanlarda ve küçük alanları tercih etmektedirler. Erkek çocuklar daha çok fiziksel güç gerektiren, hareketli oyunlara, kız çocuklar ise daha hareketsiz ve sözel beceriler isteyen oyunlara yönelmektedir. Örneğin erkek çocukların boğuşma oyunlarını oynamayı kız çocukların ise evcilik oynamayı tercih etmektedir. Yapılan bir gözlemlerden elde edilen verilere göre boğuşma oyunlarına erkeklerin daha çok zaman ayırdıkları ve bu oyunlar içerisinde erkeklerin kızlardan daha çok mücadeleci oldukları görülmüştür (Lindsey, 2012). Anasınıfı çocuklarının oyun ve oyun arkadaşı tercihlerinde cinsiyet unsurunun incelendiği başka bir çalışmada kızların ve erkeklerin hemcinsleri ile oynamayı tercih ettikleri fark edilmiştir. Ayrıca kızlar tarafından doktorculuk ve evcilik gibi dramatik oyunların, erkekler tarafından ise legolar, bloklar ve yapı inşa oyunlarının tercih edildiği görülmüştür (Taş ve Yağan Güder, 2012).

Çocukların oyun ve oyun stillerindeki farklılaşmalar ebeveynlerin de iki cinsiyet kategorisine yönelik destekleyici uygulamaları iki cinsiyet arasındaki farklılıkları belirginleştirmede etkilidir. Örgün eğitime dâhil olmadan önce çocuklar aile içerisinde toplumsal cinsiyet uygulamalarına tabi kalırken, okula başlama çağından itibaren ise eğitim kurumlarında da bu yönde etkiler ve kalıplar etkisindedirler. Özellikle oyun çağında çocuklar arasında karşı cinse uzak durma, hem cinse yakınlaşmalar görülebilmektedir. Hemcinsle yakınlaşma oyun ortamında birlikte oyun kurma ve oyun akranlığı ortamında gerçekleşebilmektedir. Akran grupları açısından hemcinslerle oyun sorun olmazken, karşı cinsiyetlerin bir araya gelinmesi, hemcins akran gruplarından tepkiye neden olabilmektedir. Çocuklar birbirleri arasında cinsiyet kalıp yargılarına uymayan oyuncakları tercih ettiklerinde akran grupları tarafından dışlanma yaşayabilmektedir. Özellikle oyun gruplarında yer alan kurallar ve cinsiyet kategorileştirmeleri çocukların toplumsal cinsiyete ilişkin yetişkinlerden edindikleri ile bütünleşebilmektir. Çocukluk çağlarında cinsiyet farklılaşması büyük önem taşımaktadır. Çünkü toplumsal cinsiyet uygulamaları çerçevesinde erkek ve kadınlara uygulanan tutumun şekillenmesi bu çağlardan başlamaktadır. Çocuklar bu kategorilerden toplumsal olarak kendi cinsiyetine ilişkin olarak uygun hareket etmek çabası içine girmektedir. Büyüme sürecinde sosyalleşen birey kendi cinsiyetine özgü davranışları içselleştirir. Aile ve ailenin yaşadığı sosyokültürel ortam bu konuda bireyi uygun davranışlar için desteklerken uygun olmayan davranışlarda ise cezalandırma, caydırma gibi uygulamalarda bulunur. Erkek ve kız çocuklara uygulanan bu yaptırım ve ödüllendirmeler özelikle çocukların oyun ve oyuncaklarında belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. Aileler, kendi cinsiyetine özgü oyun ve oyuncakların yanı sıra çocukların oyun arkadaşı seçiminde de etkili faktör olarak yer alabilmektedir. Erkek egemen toplumlarda özellikle erkek çocukların erkek çocuklarla, kız çocukların kız çocuklarla oynaması gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Ailelerin kültürel yapısı, inançları da bu konuda çocuklar üzerinde baskı yaratabilmektedir. Kadının erkek karşısında daha zayıf, evcimen, pasifize gösterilerek edilgenleştirilmesi oyun, oyuncak ve oyun gruplarıyla pekiştirilebilmektedir. Cinsiyet kategorileştirmelerinde farklılıkların temeli önceleri biyolojik yönden kabul edilmesine rağmen, son yıllarda yapılan birçok çalışmada cinsiyetle ilgili stereotipi (kalıp yargısal) tutum ve rollerin çoğu, biyolojik durumdan ziyade daha çok kültürel tasarımdan kaynaklandığını göstermiştir (Bussey & Bandura, 1992).

Yapılan birçok çalışmada ailelerin çocuklarını nasıl yetiştirdiği ve çocuklarıyla hangi yollardan etkileşime girdikleri, günlük hayatta nasıl bir etkileşime sahip oldukları incelenmiştir (Erden, 2001; Maccoby, 1998; Özyeşer Çinel, 2006). Jacklin ve Maccoby (1974), ailelerin ilk iki yılda cinsiyet ayrımı yapmadan aynı şekilde davrandığı sonucuna varmıştır. Maccoby, Snow ve Jacklin (1984), annelerin 12 ve 18 aylık çocuklarıyla oynarken kız ve erkek çocuklarına eşit derecede cesaret verdiklerini belirlemiştir. Ancak aileler, kız çocuklarının erkek çocuklarına göre daha çok oyuncak bebekle oynamalarını istemekte ve erkek çocuklarının da daha kaba oyuncaklarla oynamasını desteklemektedir. 1983’deki çalışmasında Huston da benzer sonuçları elde etmiştir (Akt. Maccoby, 1998). Çocuğun cinsiyeti üzerinde hormonların etkisinin bulunduğu, dört yaştan sonra erkek çocuklarında testesteron hormonın iki katına çıktığı bulunmuştur (Browne, 2004). Bundan dolayı erkek çocuklarında boğuşma gibi davranışların daha çok görüldüğü düşünülmektedir (Friedman ve Downey, 2014). Lytton ve Romery (1991), ailelerde de erkek çocuklarının motor aktivitelerini desteklemeye yönelik bir yatkınlığın olduğunu belirtmiş ve onlardan daha kaba ve sert olmalarını istediklerini ön görmüşlerdir (Akt. Maccoby, 1998). Babaların annelere göre daha hareketli ve fiziksel oyunları tercih ettikleri belirlenmişken annelerin oyunda daha duygusal ifadeler kullanarak çocukların gelişimlerine pozitif katkı sağladığı vurgulanmıştır (Akt. Roggman, Boyce, Cook, Christiansen ve Jones, 2004). Erkek çocuklar ise duygularını belli etmemeleri yönünde baskı altında tutulmaktadır (Maccoby, 1998). Babalar erkek çocuklarının dişil oyuncaklarla oynamaları durumunda kız çocuklarına göre beş kat daha fazla tepki göstererek cezalandırmaktadırlar. Babalar, erkek çocuklarının oyunlarında düşmanca-saldırgan davranışları kötü bulmalarına rağmen, istenmeyen davranış olarak kabul edilen “hanım evladı” davranışlarını da aynı oranda kötü olarak nitelendirmektedirler. Belli bir noktaya kadar hanım evladı olmamak, fiziksel kavga düzeyine kadar kişinin kendini savunmasını gerektirdiği için, babaların, oğullarına karışık mesajlar verdikleri görülmektedir. Ayrıca, babalar saldırgan davranışları, oğulları için kızlarına göre daha “normal” kabul etme eğilimindedir (Maccoby, 1998). Annelerde babalar gibi erkek çocuklarının makyaj malzemeleri, saç tarama, aynaya bakma gibi dişil özellikler taşıyan oyuncaklar ile oynamalarını onaylamamaktadır. Babaların dişil cinsiyet rol algıları arttıkça kız çocuklarının erkek oyun ve oyuncakları ile oynamalarını da onaylamadıkları belirlenmiştir. Bunun yanı sıra babaların eril cinsiyet rol algıları arttıkça kız çocuklarının spor etkinliklerinde bulunmalarını desteklemişlerdir. Anneler kız çocuklarının dişil cinsiyet rol algıları arttıkça peluş oyuncaklarla oynamalarını, eril cinsiyet rol algıları arttıkça kazma, kürek, kova gibi oyuncaklarla oynamalarını cesaretlendirmişlerdir (Çiftçi, 2011). Bu noktada ebeveynlerin, çocukların daha çok cinsiyete özgü oyuncaklarla oynamasını tercih etme eğilimde oldukları görülmektedir. Ancak okul öncesi dönemdeki çocukların toplumsal cinsiyet algılarının incelendiği bir çalışmada, ebeveynler tarafından kız çocukların eril özellikler taşıyan oyuncaklarla oynaması kısmen de olsa hoşgörü ile karşılanırken, erkek çocukların kız oyuncakları diye atfedilen oyuncaklarla oynaması kesinlikle istenmemektedir. Toplumsal cinsiyet kalıp yargılarına göre yapılan bu yönlendirmeler ise daha çok babalar tarafından yapılmaktadır. Ebeveynlerin tercihlerini, toplum içerisinde erkeksi değerlerin kadınsı değerlerden daha önemli görülmesinin ve erkeksi değerlerin yüceltilmesinin etkilediği düşünülebilir (Yağan Güder, 2014). Sonuç olarak çocukların oyun ve oyuncak tercihlerinde anne ve babaların cinsiyet rol algısının önemli olduğu söylenebilir.

Çocukların da Söyleyecek Sözleri Var

Arş. Gör. Uğur Hassamancıoğlu

Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Çocuk Gelişimi Lisans Programı

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 yılında Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edilmiştir ve 20 Kasım ‘Dünya Çocuk Hakları’ günü olarak kutlanmaktadır. Türkiye ise 29-30 Eylül 1990 tarihlerinde geçekleşen zirvede bu sözleşmeyi imzalamıştır ve 9 Eylül 1994 yılında sözleşme Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da onaylanmıştır (UNİCEF, 2007). Bu sözleşmeyi imzalayan devletler; ırk, din, dil yaş gözetmeksizin çocukların yaşama, gelişme, katılım ve korunma haklarından sorumlu olmaktadırlar.

Sözleşmede ihmal istismarı önleme ve yaklaşım, mülteci çocuklar, çocuk işçiler, çocuktan sorumlu kişilerin hak ve ödevleri, ulusal ve uluslar arası alanda çocuklarla ilgili hukuki kararlara ilişkin yol gösterici maddeler, kısaca çocuğun korunma, gelişime, yaşama ve katılım haklarına ilişkin maddeler yer almaktadır.

Sözleşme 54 maddeden oluşmaktadır. İlk 41 madde çocukların temel haklarından, 42-54 maddeleri ise sözleşmeyi imzalayan devletlerin sözleşmeye uyma, uygulama, raporlama gibi ilkelerden bahsetmektedir. Sözleşmede yönlendirici olarak gösterilen 4 temel ilke bulunmaktadır Bunlar; Madde 2 (Ayrımcılık Maddesi); sözleşmedeki haklar ayrım gözetmeksizin her çocuk için geçerlidir, Madde 3 ( Çocuğun Yüksek Yararı); her koşulda bireyler, kurum ve kuruluşlar çocuğun yüksek yararını gözetmek zorundadırlar, Madde 6 (Yaşama ve Gelişme Hakkı); çocuğun sağlıklı bir şekilde gelişimini tamamlayabilmesi için devletler çaba göstermelidirler ve son olarak Madde 12 (Katılım) çocuklar kendilerini ilgilendiren konularla ilgili özgürce fikirlerini belirtme hakkına sahiptirler (UNİCEF, 2007)

Alan yazın tarandığında günümüze deyin yapılan araştırmaların genel olarak çocuğun korunma, gelişme ve yaşama hakları doğrultusunda olduğu, katılım haklarının daha az işlendiği görülmüştür(Karaman-Kepenekci & Aslan, 2011;Turan, 2011; Türkyılmaz & Kuş, 2014; (Gültekin, Gürdoğan Bayır, & Balbağ, 2016). Bu yazıda da çocukların; katılım haklarına ve bu konu ile ilgili de ailelerin ve çocukların farkındalıklarını desteklemeye yönelik konular ele alınacaktır.

Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. Maddesi; taraf devletlerin çocukların kendilerini ilgilendiren konularda özgürce fikirlerini ifade etmeleri ve bu fikirlere saygı duyulmasının özeni ile ilgilidir. 13. Madde; çocuğun düşünce ve fikirlerinin ülke sınırlarına bağlı olmaksızın; yazılı, sözlü, basılı, sanatsal ya da çocuğun seçeceği herhangi bir kanal yoluyla özgürce ifade edilmesiyle ilgilidir. Çocuklar demokratik karar alma süreçlerinde belediyeler, kaymakamlıklar, valilikler, muhtarlıklar vb. düzeylerde fikirlerini bildirebilirler, sosyal hayata katılabilirler ve hak talebinde bulunabilirler.

Peki, çocuk katılımının yararları nelerdir?

  • Çocuklar demokrasi kavramını öğrenir ve uygularlar, hak ve sorumluluklarının farkına varırlar,
  • Toplumun bir parçası olurlar ve toplum sorunlarına duyarlılık geliştirirler,
  • Problemlere çözüm ararlar,
  • Sorumluluklarının bilincinde olurlar, iletişim becerileri kuvvetlenir,
  • Kendi fikirleri ile alınan kararlara daha kolay uyum sağlarlar ve sadık olurlar,
  • Empati kurarlar ve diğerlerinin fikirlerine de saygı duyarlar,
  • Kendi fikirlerinin önemli olduğunu görürler ve ‘birey’ olurlar(Gürkan & Koran, 2014)

Çocukların katılımını desteklemek için neler yapabiliriz?

  • Eğer çocuğu ve aileyi ilgilendiren bir karar alınacaksa çocuğun nasıl hissettiği ya da konu ile ilgili fikirlerini almak ve ortak karar vermek gereklidir.
  • Çocuk bir ‘birey’ olarak görülmelidir.
  • Fikir ve görüşlerine saygı duyulmalıdır.
  • Emir ya da yaptırımlardan ziyade çocukla ortak bir paydada buluşulmalıdır.
  • Etkili iletişim yollarını kullanmak, çocukla aynı dili konuşmak, çocuğa karşı saygılı olmak önemlidir. (UNİCEF, 2009)

Bir sabah uyandınız ve hava soğuk. Çocuğunuzun üşümemesi için bugün en kalın kazağını ve çorabını giydirmek istiyorsunuz. Ama o, sizin tercih etmediğiniz başka bir kazak giymek istiyor. Üşümemesi için kendi tercihinizi giydirdiniz ve o, evden ağlamış ve üzgün çıktı. Başka bir örnek verelim; ailenizle birlikte bir restorana gittiniz, garson geldi ve ne yiyeceğinizi sordu. Çocuğunuz tam kendi istediği bir yemeği garsona söyleyecekken garson size döndü ve dedi ki ‘küçük hanım/bey ne tercih eder?’ Siz de çocuğunuzun yemesini istediğiniz bir yemek seçtiniz ve garsona sipariş verdiniz. Diğer bir örneği de şu şekilde verebiliriz; hayaliniz keman çalmaktı ama küçükken bu hayali gerçekleştiremediniz, onun yerine ben çalamadım ama çocuğum çalsın düşüncesiyle hep hayal kurmuş olabilirsiniz. Çocuğunuz da o yüzmeyi çok seviyor. Oturup bir karar verdiniz, çocuğunuzu keman kursuna göndermek en iyisiydi.

Yukarıdaki örneklerin hepsinde çocuğumuz için en iyi olan, onun yararına olan seçimler yaptığımızı düşünüyoruz. Fakat hangi yemeği seçeceğini, o günkü ruh haline göre hangi renk kazağını giymek isteyeceğini ya da hangi aktiviteyi yapmaktan daha çok keyif alacağını aslında kendisine hiç sormadık. Onun için iyi olacağını düşündüğümüz seçimler yaptık. Aslında o da içten içe belki de kendi seçimlerinin önemsiz olduğunu, bir zamandan sonra da ailesinin kendi yerine karar verebileceğini düşündü ve hatta bundan sonraki yaşantısında da belki de onun yerine toplumdan başka birilerinin kendisi yerine karar alabileceğini içselleştirebilir.

Çocukların katılımlarını desteklerken bir önemli nokta da sınırları iyi belirlemektir. Çocuğun verdiği kararlar çocuğun olgunluk ve gelişim düzeyi ile dikkate alınmalı, ortak bir karar verilmeli, çocuğun kendisinin ve başkalarının sınırlarını tanımasına olanak sağlanmalıdır.

Unicef, katılım el kitabında çocuklara yönelik bazı oyun önerilerinde bulunmuştur. İnsan Bingosu, Köpek Balıkları, Rüzgar Üflüyor, Benzerlikler ve Farklılıklar, Köpek Balıkları, Artılar ve Eksiler, Baklava Sıralaması, Neden, neden, neden, Nasıl, nasıl, nasıl? Bu oyunlara örnek verilebilir (UNİCEF, 2009). Bu oyunlar çocukların fikirlerini açıklamalarını sağlama, grupla karar verme, çocukların ve ailelerin katılımla ilgili farkındalıklarını destekleme gibi amaçlara yöneliktir.

Okul öncesi döneme uygun, çocukların haklarına yönelik bazı kitaplar bulunmaktadır. Çocukların Hakları Var, Yazar; Süleyman Bulut- Can Yayınları. Bu seri çocuk hakları maddelerini çocukların anlayabileceği bir dilde tek tek ele almaktadır. Ayrıca çocuklara yönelik diğer kitaplar; Çocuk Hakları, Yazar; Aleix Cabrera- Tubitak Yayınları, Kız Çocuk Hakları Bildirgesi – Yapı Kredi Yayınları; Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi – Yapı Kredi Yayınları, Çocuk Olmaya Hakkım Var- Yapı Kredi Yayınları olarak örneklendirilebilir.

Kendine güvenen, düşüncelerinin önemini bilen, farklılıklara saygı duyan, demokratik tutum geliştiren, sorumluluklarının bilincinde olan ve sorumluluklarını yerine getiren geleceğin yetişkinleriyle karşılaşmak ümidi ile…