“İyi gıda-kötü gıda’ diye bir şey yok”

Türkiye Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi’nde konuşan Gıdahattı Dergisi İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İlknur Menlik, gıdaları “iyi gıda-kötü gıda” diye sınıflandırmanın yanlışlığına değindi, “Doğru tanımlama; ‘doğru beslenme tarzı-yanlış beslenme tarzı’ ya da ‘doğru yaşam tarzı-yanlış yaşam tarzı’ şeklinde olmalı” dedi.

Uluslararası Katılımlı ‘Türkiye Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi’ 2015, Şeyh Edebali Üniversitesi ev sahipliğinde 21-23 Mayıs 2015 tarihleri arasında NG Sapanca Wellness Hotel’de gerçekleştirildi. Zirvenin açılışında konuşan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, bir yandan 7 milyar insanın ihtiyacı için gıda üretilirken, 850 milyon insanın yatağa aç girdiğini söyledi. Eker, “850 milyon insan açlıktan kıvranırken, gıdanın bulunduğu yerlere gidişte telef olurken, yılda değeri 1 trilyon dolar civarında olan 1 milyar 300 milyon ton gıda da israf ediliyor. Kayıp, kaçak ve israf olmazsa, ürettiklerimiz yeryüzünde bütün insanlığa yeter.” dedi.

“Reformülasyon ve regülasyon stratejileri gerçekçi olmalı”

Zirvenin ikinci gününde “Gıda Sanayi Reformülasyon ve Regülasyon Stratejileri” başlıklı bir sunum yapan Gıdahattı Dergisi İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İlknur Menlik, gıda sanayinin, toplumun sağlık ve beslenme sorunlarının çözümünde önemli bir paydaş, reformülasyon çalışmalarının ise etkin bir araç olduğunu belirterek, reformülasyon ve regülasyon çabalarında; gerçekçi, bilime dayalı, açık ve şeffaf, toplum tarafından kabul gören ortak bir zemin oluşturulması gerektiğini söyledi.

Gıda ve içecek sanayinin, toplumun beslenme kaynaklı sağlık sorunlarının çözümüne katkı yapmayı ve ülkemiz genelinde beslenme, diyet, fiziksel aktivite ve hareketli yaşam tarzlarının geliştirilmesi konularındaki çalışmalara kesintisiz destek vermeyi arzu ettiğini söyleyen Menlik, pek çok sanayicinin bu kaygıyı derinden hissettiğini ve bu yönde birçok çalışmaları olduğunu kaydetti. Sektörün bu yöndeki çalışmalarına toplumun çeşitli paydaşlarından yapıcı bir işbirliği beklendiğini ifade eden Menlik, “Gıda sanayinin, toplumun sağlık ve beslenme sorunlarının çözümünde önemli bir paydaş, reformülasyon çalışmalarının ise etkin bir araç olduğunu düşünüyorum. Bu başarılabilir ancak reformülasyon çabalarında gerçekçi, bilime dayalı, açık ve şeffaf, toplum tarafından kabul gören ortak bir zemin oluşturmalıyız. Kamu ve bilim dünyası ise bunu desteklemeli, sektörün işi kolaylaştırılmalıdır.” şeklinde konuştu.

7 milyar nasıl yeterli ve dengeli beslenecek?

Sunumunda, 1960 yılından günümüze dünya nüfusunun iki katı arttığına dikkat çeken Menlik, bugün 7 milyarı geçen nüfusun nasıl yeterli ve dengeli besleneceğinin ve bunun yanında beslenme kaynaklı hastalıklar konusunda neler yapılması gerektiğinin konuşulduğunu kaydetti.

Beslenmenin kişisel bir eylem olduğuna işaret eden İlknur Menlik, bunu toplumsal eyleme dönüştürme işinin günümüzde en başta hükümetler tarafından üstlenildiğini, hükümetlerin toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesi konusundaki çalışmalarının başında da çeşitli beslenme ve fiziksel aktivite programlarının geldiğini ifade etti.

Bireylerin de beslenme konusunda bilinç düzeyinin artmaya başladığını ve artık insanların sağlıklı olmaya daha fazla önem verdiğini söyleyen Menlik, “Gıda ve içecek sektörü, bu iki unsurun, yani hükümetlerin kamusal alanda, bireylerin ise özel yaşamlarında sağlığın korunması çabalarındaki en önemli paydaşı konumunda bulunuyor.” dedi.

 “İyi gıda, kötü gıda” işin kolayı

Obezite ve diyabet gibi hastalıklar karşısında, beslenmenin farklı bir açıdan da önem taşıdığını söyleyen Menlik, bu noktada en başta söylenecek şeyin; ‘bireylerin, yedikleri kalorileri mutlaka yakmaları gerektiği’ konusu olduğunu kaydetti. Sağlıkla ilgili pek çok konunun, “sağlıklı gıda” kavramıyla izah edilmeye çalışıldığına değinen Menlik, konuşmasına şöyle devam etti:

“Öte yandan, biraz da işin kolayına kaçarak, gıdaları ‘iyi gıda-kötü gıda” diye sınıflandırıyoruz. Aslında böyle bir şeyin olmadığını hepimiz biliyoruz. Ben buradaki doğru tanımlamanın; ‘doğru beslenme tarzı-yanlış beslenme tarzı’ ya da “doğru yaşam tarzı-yanlış yaşam tarzı” şeklinde olması gerektiğini düşünüyorum.”

Reformülasyon işin neresinde?

Gıda ve içecek sanayinin birincil görevinin; yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlayacak nitelikte ve Türk gıda mevzuatına uygun ambalajlı, güvenilir ve kaliteli gıdalar üretmek olduğunu belirten Menlik, gıda reformülasyonunun yıllardan beri sanayinin başvurduğu bir uygulama olduğunu kaydederek, şöyle konuştu:

“Dünya Sağlık Örgütü’nün 2004 yılında yayınlandığı diyet, fiziksel aktivite ve sağlık hakkındaki global strateji belgesi ile konu daha fazla gündeme taşındı. Dünya Sağlık Örgütü’nün bu strateji belgesindeki hedefi ‘bulaşıcı olmayan hastalıkların yaygınlığının azaltılması’, önerisi ise ‘gıdalardaki tuz, ilave şeker ve doymuş/trans yağ’ gibi bileşenlerin azaltılmasıydı. Buradan hareketle Türkiye’de de Sağlık Bakanlığı’nın gıda reformülasyonu konusuna odaklandığını ve bunun da tuz, şeker ve doymuş/trans yağın azaltılması şeklinde gerçekleştirilmesinin hedeflendiğini söyleyebiliriz. Bu anlamda, Bakanlığın uygulamaya koyduğu programlardan biri olan ‘Türkiye Aşırı Tuz Tüketiminin Azaltılması Programı’ önemlidir.

‘Aşırı tuz tüketimi, değiştirilebilir bir sağlıksız beslenme uygulamasıdır ve birçok kronik hastalığın temelinde yer almaktadır.’ vurgusu yapılan Program kapsamında pek çok uygulama gerçekleştirildi. Bunlardan biri de Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın ekmekte tuzun azaltılmasına yönelik çalışmaları oldu. Bildiğiniz gibi, yeni ekmek tebliğinde, ekmekte kullanılacak tuz oranları düşürüldü. Tabii ki bu, çözümün sadece bir bölümüdür. Ancak bizim asıl sorunumuz ekmekteki tuz oranı ve bir dilim ekmekten vücuda alınan tuz miktarı mıdır, yoksa ekmeğin Türk tüketicisinin en fazla tükettiği gıda olması mıdır?”

 “Reformülasyon, Ar-Ge demektir”

Türk gıda ve içecek sanayinin yüzde 99’unun, KOBİ ve mikro ölçekli işletmelerden oluştuğuna dikkat çeken Menlik, bu nedenle doğru çıkış noktasından hareketle, gerçekçi hedefler koymak gerektiğini de sözlerine ekledi.

 “Her şeyden önce reformülasyon, Ar-Ge demektir ve Ar-Ge, para, zaman, bilim ve istihdam isteyen bir iştir.” diyen Menlik, mevzuatımızı uyumlaştırmaya çalıştığımız AB’de bu çabaların geçmişinin 15 yıl geriye gittiğini ve sadece reformülasyon uygulamalarını desteklemek için 3 milyar avrodan fazla bütçe ayrıldığını bildirdi.

İşin tüketici tarafına da dikkat çeken Menlik, “Reformülasyon aynı zamanda çok iyi iletişim yapılması gereken bir alan olarak öne çıkıyor. Öncelikle tüketicinin ne istediğini anlayacaksınız, sonra bunu bilim öncülüğünde hayata geçireceksiniz. Öte yandan, tüketicinin reformüle edilmiş gıdaları ve tabii bunlarla ilintili sağlık ve beslenme beyanlarını, anlaması, kabullenmesi ve önemsemesi gerekiyor. Burada beslenme eğitiminin öneminin altını çizmek istiyorum.” dedi.

Yasal düzenlemeler inovasyonu engelliyor mu?

Sunumunda, Ar-Ge ve inovasyonun önemine de değinen Menlik, bu konuda mevzuatla ilgili yaşanan sıkıntılar üzerine Avrupa Birliği’nden örnekler verdi.  Menlik, “Yaşam İçin Gıda” Avrupa Teknoloji Platformu’nun Avrupalı gıda ve içecek sanayicilerine sorduğu “Hangi düzenleyici AB araçları sektörünüzdeki yenilikçi çalışmaları engellemekte ya da engelleme tehdidi oluşturmaktadır?” sorusuna sektörden gelen yanıtları, şu şekilde özetledi:

“Cevaplar arasında ilk sırada, ‘Farklı politikalar ve yasal şartlar arasındaki tutarsızlıklar’ geliyor. İnovasyon alanındaki idari yükler, ihtiyatlılık ilkesi ve risk analizinin kötüye kullanılması bunu takip ediyor. Özdeş standartlar ve düzenlemeler nedeniyle reformülasyonun her zaman mümkün olmaması da belirtilen zorluklar arasında.

Beslenme beyanı kriterlerinin özellikle şeker, tuz ve yağın düşük miktarda azaltıldığı durumlarda gıda endüstrisine tüketiciyi yeterli bilgilendirme imkanı vermemesi de platforma bildirilmiş. Bunun yanında, yaşlılar, bebekler ve belirli gıda ve gıda bileşenlerine hassasiyet geliştiren bazı hastalıklara sahip kişiler gibi özel grupların özel beslenme ihtiyacını karşılayacak mevzuat ve teşviklerin yetersizliği de beyan edilmiş durumda.

Sonuçta ortaya çıkan şu; reformülasyon ve regülasyon stratejileri gerçekçi olmalıdır. Reformülasyon çabalarında; bilime dayalı, açık ve şeffaf, toplum tarafından kabul gören ortak bir zemin oluşturulmalı, kamu ve bilim dünyası ise bunu desteklemeli, işi kolaylaştırmalıdır.”