İMAM-I AZAM EBÛ HANÎFE’DE (699-767)  EHL-İ BEYT SEVGİSİ[1](Köşe yazısı)

Hilmi Özden         

Hz. Peygamber (S.A.V.) Ümmü Seleme’nin evinde iken, Ahzab Suresinin 33. ayeti nazil olmuştur: “Ey Ehl-i Beyt! Allah kusurlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak ister”. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Ali’yi, Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i (R.A.) abasının altına alarak “Allah’ım, benim Ehl-i Beytim bunlardır. Bunların kusurlarını gider, kendilerini tertemiz yap!” diye dua etmiştir. (Tirmizi, “Tefsir”, 4, Müsned, 4, 107).

İmam-ı Azam (Büyük İmam) Ebû Hanîfe (699-767), Ehl-i Beyt husundaki ayetleri hayatına rehber edinmiş ve daima Ehl-i Beyt’in yanında yer almış nadir yetişen bir İslâm alimidir. Ebû Hanîfe; Zeyd b. Ali Zeyd’el-Âbidin’den, Muhammed Bâkır ve oğlu Ca’fer Sâdık gibi Şia imamlarından da ders almıştır. Ebû Hanîfe’nin Muhammed Bâkır’la münasebeti olduğu gibi onun oğlu Ca’fer Sâdık’la da ilmî temasları vardı. İkisi aynı yaşta idiler. Aynı senede doğmuşlardı. Fakat Ca’fer Sâdık, Ebû Hanîfe’den daha evvel ahirete göçtü. Ebû Hanîfe ondan bahsederken: “Vallah Ca’fer Sâdık’dan daha fakıh bir kimse görmedim” demiştir. [2] Muvaffak Mekkî Menakıb-ı Ebû Hanîfe eserinde şunu nakleder: Ebû Ca’fer Mansur bir defa :“Yâ Ebû Hanîfe bu insanlar Ca’fer Sâdık’a meftun oldular. Ona sormak üzere en çetin mes’ele hazırla da sor bakalım, dedi. Ebû Hanîfe de 40 soru hazırladı. Bundan sonrasını Ebû Hanîfe’den dinleyelim. Diyor ki : Ebû Ca’fer, Hîre’de iken Ca’fer Sâdık yanında bulunduğu bir sırada huzuruna girdim. Cafer Sâdık Halifenin sağ tarafında oturuyordu. Gördüğüm anda Ca’fer Sâdık’ın heybeti beni kapladı, meclise Halifenin heybetinden ziyade onun heybeti hakimdi. Selâm verdim. “Otur, diye işaret ettiler. Ben de oturdum. “Mansur, Ca’fer Sâdık’a dönerek :  Yâ Ebâ Abdullah, işte Ebû Hanîfe bu zattır, dedi. “Alâ, dedi. Sonra bana dönerek : “ Yâ Ebâ Hanîfe, Ebû Abdullah’a mes’elelerini arzet bakalım, dedi. Ben de hazırladığım mes’eleleri arzetmeğe başladım. Ben soruyordum, o cevap veriyordu. Ve siz şöyle dersiniz, Medine ehli şöyle der, biz ise böyle deriz, diyerek bütün ihtilâfları naklediyor, bazan bizim kavlimize, bazan Medine ehli kavline tâbi oluyor, bazan bize muhalefet ediyordu. Kırk mes’eleyi de böyle bütün tafsilâtıyle cevaplandırdı, bir tanesini bile cevapsız bırakmadı. Ebû Hanîfe bunu anlattıktan sonra Ca’fer Sâdık’ın ilmî kudretini belirterek şöyle dedi : “İnsanların en âlim olanı, mes’eleler etrafındaki ihtilâfları en iyi bilendir.” Bu rivayet bize gayet açık olarak gösteriyor ki: Ebû Hanîfe Ca’fer Sâdık Hazretleriyle daha ilk görüşmede onun yüksek ilmî kudretini anlamış, onu takdir etmiştir. Ca’fer Sâdık’ın fıkıh hakkındaki derin bilgisine hayran kalmıştır. Şüphesiz ki, hâdise Mansur ile evlâd-ı Ali arasında düşmanlık baş göstermezden önce olmuştu. Ca’fer Sâdık her ne kadar Ebû Hanîfe ile aynı yaşta ise de ulema onu Ebû Hanîfe’nin üstadlarından addetmişlerdir.[3]

İmam Azam’ın Nesebi

Ebû Hanîfe’nin nesebi ve hangi millete mensup olduğu, onun biyografisini yazanları meşgul eden bir mesele olagelmiştir. Bu hususta eser veren alimlerin araştırıcılarının ifadelerine göre Ebû Hanife Arap değildir Acem’dendir. Acem, Arap olmayanların tümüne verilen isimdir. Nasıl ki, Türkçemizde, halk devlet sınırları dışındakilerin tamamına yabancı anlamına ecnebi derler, Acem de aynı mana için kullanılırdı.[4]  Bu tezi onun Emevilerin Arap olmayan Müslümanlara verdikleri isim olan “mevali” olarak kabul edilmesi güçlendirmektedir.

Taşköprîzade de bu konudaki farklı rivayetlere yer verir: Ebû Hanîfe’nin babasının adının Sâbit olduğunda ve bu zatın Müslüman olarak doğduğunda şüphe olmamakla beraber, büyükbabasının adında farklı rivayetler vardır, Zota b. Mah, ya da Tavus b. Hürmüz gibi. Bu kişinin İran asıllı olduğu görüşü ağırlıklı olmakla birlikte, Kâbil veya Bâbil (Bağdat’ın eski bir adı olarak) asıllı olduğu, hatta Arap asıllı olduğu şeklinde farklı rivayetler de vardır.[5] İmam-ı Azamın babası Sabit küçük yaşta iken Hazret-i Ali (r. a.) ile görüşmüştü. Hz. Ali (r. a.) de Sabit ve zürriyetine hayır, bereket duaları yapmıştı.[6]  Hatîb-i Bağdâdî Tarih’inde[7], Ebû Hanîfe’nin torunu Ömer b. Hammad’dan naklettiğine göre nesebi şöyledir: Sabit b. Zotâ (bu isim Musa vezninde bu şekilde okunduğu gibi Selmâ vezninde Zevta şeklinde de okunur) b. Mâh’dır. Kâbil halkındandır. Kabil Hindistana yakın bir yerdedir[8]. Zota nasılsa Teymullah b. Sa’lebe kabilesine esir düşmüş, burada islâmı kabul etmiş ve hürriyetine kavuşmuş. böylece de İmam’ın babası Sabit müslüman bir babadan dünyaya gelmiştir. Ya da Enbar’lıdır. Enbar, Irak’ın kuzeydoğusunda, Fırat sahilinde bir şehirdi. Hicri dördüncü asırda harap olmuştur. Bugün yeri ıssızdır.  Zotâ buradan Nese’ şehrine gitmiş, Sabit burada dünyaya gelmiştir. Nese, Mâveraünnehir Merv, Nişabur Serahs arasında bir şehirdir. Ayrıca Tirmiz’li olup oradan ayrıldıktan sonra diğer şehirleri babası gezmiştir, oralarda bulunmuştur, diyenler de vardır. Tirmiz Türkistan’da Ceyhun nehrinin yakınlarında bir şehirdir. Buhara’nın güneyindeki Tirmiz şehri halkından bir Türk olan Zota, Ebû Hanife’nin dedesidir. Zota, Tirmiz’in müslümanlar tarafından fethi esnasında esir edilerek Irak’a getirilmiş, orada müslüman olmuştur.[9] Tirmiz, Mâveraünnehir’de (Diğer adı Batı Türk ili, Ceyhun nehrinin öte tarafında kalan Türk illerine Arap tarihçileri Mâveraünnehir derler), Ceyhun nehri (diğer adı Amuderya) kuzeyinde kurulan bir şehirdi.

Yine Hatib-i Bağdadî’nin, İmam’ın diğer torunu – Ömer’in kardeşi – İsmail b. Hammad’dan naklettiğine göre dedem Sabit küçük yaşlarında iken Hz. Ali (r.a.)’yi ziyarete gitmişlerdi. Sabit’in babası Numan Hz. Ali’ye Falûzec (bir çeşit tatlı) hediye etmişti. İmam Ali (r.a.) de bu ne gündür diye sorduğunda Nevruz günüdür, denilmişti. Hz. Ali (r.a.) “Hergününüz Nevruz (gibi bayram) olsun” buyurmuşlardır. Ya da o günün Mehrican olması üzerine, Hergününüz mehrican[10] olsun, buyurmuşlardı.[11] Ebû Hanîfe’nin şerefi ve faziletiyle ilgili olarak, Taşköprîzade ilginç bir rivayete de yer vermektedir. Buna göre, Sâbit vefat ettikten sonra Ebû Hanîfe’nin annesi Cafer-i Sadık ile evlenmiş, bu sırada Ebû Hanîfe henüz küçük bir çocuk olarak, Cafer-i Sadık’ın bakımı ve gözetiminde terbiye görmüş, ilmini ondan almıştır.[12] Bu rivayeti aktaran yazar, “eğer bu rivayet sabit ise İmam Ebû Hanîfe’ye menkıbe-i azîme olur” şeklinde bir de yorum getirmektedir.[13] Yine bazı güvenilir âlimlerin eserlerinde yazdıklarına göre İmâm-ı Azam’ın babası Sâbit’in ölümünden sonra annesini, Peygamberimizin temiz soyundan gelen büyüklerden İmam Cafer-i Sâdık hazretlerinin nikâhlamış olmasıyla İmâm-ı Âzam hazretleri onun terbiyesi altında bulunmuş, ondan ilim almış ve edep öğrenmiştir. Tezkiretül-Hikem fi Tabakâtül-Ümem’de böyle anlatılmaktadır.[14]

Önemli olan İmam-ı Azam’daki Ehl-i Beyt sevgisini özellikle zamanındaki Yöneticilere karşı Ehl-i Beyt’i desteklemesinden anlıyoruz. Üstelik İmam Ebû Hanîfe’nin Ehl-i Beyt’e olan sevgisi bilinen bir gerçektir. Ancak o bu sevgisinde aşırı gitmemiş, yani teknik tabiriyle teşeyyu’a kapılmamıştır. İmam’ın hareket noktası tamamen Kitap ve Sünnet nasslarında ifadesini bulan Ehl-i Beyt sevgisidir. Bu sebeple o, yönetimdeki sapmaları nedeniyle hem Emevîlere hem de Abbasîlere karşı durmuş, onların nebevî hilafete geri dönmeleri için olanca gücüyle çaba sarf etmiştir. Ancak onun ve benzeri ulemanın direnişlerine rağmen mevcut yönetimler despotluğu ve zulmü çeşitli şekilleriyle  sürdürmüşledir.[15]

Hayatının bir bölümü Emevîlerin, bir bölümü Abbasîlerin hâkimiyetinde geçti. Her iki dönemde de siyasal iktidara karşıydı. Onun siyasetini Ehl-i Beyt taraftarlığı belirliyordu. Ehl-i Beyt’e büyük muhabbeti vardı. Abbasîler iktidara geldiklerinde Ehl-i Beyt’i gözeteceklerini söylemişlerdi. Ancak onların iktidara geldikten bir süre sonra Ehl-i Beyt’e zulmetmeye devam ettiklerini görünce, onlara da karşı çıktı. Abbasi döneminde Mansur, kadılığı kabul etmesi konusunda ısrar etti. Ebu Hanife, El-Nefs el-Zekiyye’nin, kardeşi İbrahim’le birlikte Mansur’a karşı başlattığı ayaklanmaya açıkça iştirak etmişti.[16] Ebû Hanife alenen halkı Ehl-i Beyt’e yardıma çağırdığı için hapsedildi ve her gün kırbaçlatıldı. Bunun sonucunda yetmiş yaşında şehitler gibi öldü. Zehirletildiği de rivayet edilir.[17]

[1] Bütün Yönleriyle İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe ve Hanefilik Sempozyumu, 28-30 Nisan 2015, ESOGÜ, Eskişehir.

[2] Prof. Muhammed Ebû Zehra, Ebu Hanîfe, (Tercüme: Osman Keskioğlu), Üç Dal Neşriyat, Beşinci Baskı, İstanbul, 1959, s. 44.

[3] Prof. Muhammed Ebû Zehra, a. g. e., s. 124-126.

[4] İbn Haceri’l Heysemî, Menâkıb-ı İmâm Azam (Çeviren: Ahmet Karadut), Akçağ Yayınları,1978, Ankara., s.54.

[5] Dr. Said Nuri Akgündüz, Osmanlı’da Ebû Hanîfe Algısına Bir Örnek Olarak Taşköprîzade’nin Mevzûâtu’l-Ulûm’u,  İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 19, İmâm-I Azam Ebû Hanîfe Özel Sayısı Nisan 2012., s. 24-25.

[6] İbn Haceri’l Heysemî, Menâkıb-ı İmâm Azam (Çeviren: Ahmet Karadut), Akçağ Yayınları,1978, Ankara., s.26.

[7] Hatib-i Bağdadi, Ebû Bekr Ahmed b. Ali, vefAtı H. 463/ 1071. Büyük âlim ve Muhaddislerdendir. Mu’cemu’l-Buldan Hatib-i Bağdâdi’nin eserlerinden elli altı tanesinden bahsetmektedir. Burada adı geçen Bağdat Tarihinden başka, Şerefu Ashabi’I-Hadis, ol-Câmi’li âdâbi’r-Râvi ve’s-Sami, el-Kifâye fi Ma’rifeti usûli’r-Rivâye eserleri arasındadır. Tarih i Bağdat, c. XIII, s. 324-325, Nakleden: İbn Haceri’l Heysemî (Çeviren: Ahmet Karadut), a. g. e., s.54.

[8] Kabil: Bugün Afganistan’ın başşehri olan Kabil değildir. Burada bahsi geçen Kabil, şu anda harabe halindedir. Bkz. el-İmâmu’I-Azam Ebû Hanife el-Mütekellim, (Mısır, 1971) s. 14-15. Nakleden: (Çeviren: Ahmet Karadut), İbn Haceri’l Heysemî a. g. e., s.54.

[9] Birinci Türk Tarih Kongresi, S. 296-297, Nakleden: (Çeviren: Ahmet Karadut), İbn Haceri’l Heysemî a. g. e., s.55.

[10] Merzüban ya da Merzban sınır Beylerbeyi demektir. Nakleden: (Çeviren: Ahmet Karadut) İbn Haceri’l Heysemî, a. g. e., s.55.

[11] İbn Haceri’l Heysemî, a. g. e., s.55.

[12] Bir çok kaynak İmam-ı Azam ile Cafer-i Sadık’ın aynı yaşta veya yakın yaşlarda olduğunu nakleder.

[13] Dr. Said Nuri Akgündüz, a. g. m., s.26.

[14] İbn Hacer El-Heytem, Fıkhın Sultanı İmam-ı Azam Ebu Hanife, (Tercüme: manastırlı İsmail Hakkı),(Hazırlayanlar: Sıtkı Çoban-Fatih Başpınar) Semerkand Yayınları, 2014, İstanbul., s.149.

[15] Ali Pekcan, İmam A‘zam Ebû Hanîfe’nin Kişisel ve Toplumsal Yaşamına Bir Bakış İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Nisan 2012, Sayı: 19, s.42.

[16] M.M.Şerif (Editör), İslam düşüncesi Tarihi, Ebu Hanife, İnsan Yayınları, s.314-315

[17] Dr. Ali Pekcan, a. g.e., s.,77.