Hollanda’dan esen rüzgar, İstanbul’da fırtınaya dönüştü (Köşe yazısı)

‘Sosyal Bilimlerin Gözüyle Teknoloji Devrimi’ isimli kongre’de önemli bir konuşma yapan Güngör, Hollanda Türkleri’nin gurur kaynağı oldu.

Oturum başkanının, “Şimdi Hollanda’ya sığmayan Veyis Güngör’ü dinleyeceğiz” şeklindeki sunumu ve konuşma sonundaki “Dünya insanlığının sorunlarına dikkat çeken olağanüstü muhteşem bir konuşma” demesi alkışlandı.

Ünlü düşünce insanları arasında yer alan Veyis Güngör’ün kongrede yaptığı konuşmanın tam metnini ve kendisini tanıtan röportajı sunuyorum.

Hollanda’daki Türk Sivil Toplum Kuruluşları arasında önemli bir yeri olan Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin Başkanlığını yapan akil adamlarımızdan Veyis Güngür, İstanbul’da organize edilen bir kongrede yaptığı konuşma ile fırtına estirdi.

Kariyer Merkezi (MARKAM) ve TESAM işbirliği ile ”6.Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, Sosyal Bilimlerin Gözü İle Teknoloji Devrimi” konu başlıklı seminer 7-8-9 Aralık tarihlerinde yapıldı. 7 Aralık 2022 Çarşamba saat 09.30-15.30’da Göztepe Kampüsü Dr. İbrahim Üzümcü Konferans Salonunda iki oturum şeklinde düzenlenen Kongrenin, diğer oturumları online olarak 8- 9 Aralık 2022 tarihlerinde yapıldı.
Ünlü düşünce insanları arasında yer alan Veyis Güngör’ün kongrede yaptığı konuşmanın tam metnini ve kendisini tanıtan röportajı sunuyorum.

Oturum başkanının, “Şimdi Hollanda’ya sığmayan Veyis Güngör’ü dinleyeceğiz” şeklindeki sunumundan sonra söz alan Veyis Güngör, ‘Batı’da Teknolojinin Egemenliği ve Yaşam Felsefesini Kaybeden Gençlik’ başlıklı konuşmasında, Hollanda’dan örnekler vererek, Batı’nın, gençleri iyi yönetemediğini vurguladı.

Veyis Güngör, konuşmasına şöyle başladı:

“Utrecht Hümanist Üniversitesi Felsefe ve Ahlak Bölümü öğretim üyesi filozof Joep Dohmen’in “Birisi Olmak, Şahsiyetin Oluşumu” kitabının, 2022 kasım ayında yayınlanmasıyla, Batı’da yaşam sanatı felsefesi yeniden tartışma konusu oldu. Çünkü, ‘Batı’, Hıristiyanlık, bilim, sosyalizm ve kapitalizm yüzünden yaşam sanatını kaybetti. Teknoloji ve neo-liberal kapitalizmin tartışmasız egemenliği, özellikle gençlerde yaşam felsefesi ve üslubunun kaybolmasına sebep oldu. Batı’da, geçmiş dönemlerde, din ve sosyal yapılar, insanlara bir yaşam yolu gösteriyordu. Günümüzde bunun yerini, bireysel özgürlükler aldı. Modern insan, bir başkasının verdiği kararla hareket etmek istemiyor, ancak kendisi için neyin iyi olduğunu da bilmiyor ve ikilem içerisinde kalıyor. Gençler, içinde bulundukları neo-liberal kapitalist sisteme iyi yetişmeden, yani şahsiyetleri oluşmadan giriyorlar. Bunun için sisteme karşı bir eleştiri mekanizması da geliştiremiyorlar. Gençler, otuz beş yaşlarına gelince, kendilerini elleri boş, güçsüz ve tereddüt içinde buluyorlar. Bu sunumda, filozof Joep Dohmen’in düşüncelerinden hareketle, insanın kendini bilmesi, toplum içinde sınırlarının farkına varması, disiplinli olması, yaşamı daha anlamlı kılması, egoist olmaması, yani bir yaşam sanatı geliştirmesi üzerinde durulacaktır.”

Veyis Güngör, Hollandalı filozof Joep Dohmen’in kimliği ve fikirlerini içeren konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Joep Dohmen kimdir?

Dohmen, 1949 yılında Alman Nazi kamplarından kurtulan bir köle babanın ve gün ışığı görmemiş Hollandalı bir rahibenin oğlu olarak dünyaya gelir. Dönemin gençlik akımları içinde, özgürlük namına rezilliğin diz boyu olduğu bir hayat sürer. Utrecht, Berlin ve Leuven Üniversiteleri’nde felsefe eğitimi alır. 1992 yılında yayın hayatına başlayan Felsefe Dergisi’nin kuruluşu ve yardımcı yayın yönetmeni olur. 1994 yılında, ‘Nietzsche’nin doğası’ konulu çalışmasıyla doktorasını verir. 1998 yılından itibaren Utrecht Hümanist Üniversitesi’nde ders veren Dohmen, 2002 yılında ‘Yaşama sanatı antolojisi” ve 2014 yılında da “İyi yaşam üzerine büyük filozoflar” konulu kitaplarını yayınlar.

Dohmen kendini şöyle tarif ediyor:

“İkinci Dünya Savaşı sonrası bir kuşağa ait birisi olarak, güya özgürlük, eşitlik, emansipasyon adına savaştık, ancak karşı olduğumuz ekonomik sisteme ve gelişen refah için bir tohum olmaktan ileri gidemedik. Sınırsız eğitim imkânları, doyumsuz cinsellik, müzik, esrar ve eroin deneyimlerinden sonra, salak uyuşuk hedonistler haline geldiğimizi’ gördük diyor.

Bir yaşam sanatı ve stili geliştirmeyi, kendimi araştırmayı, Alman düşünür Nietzsche’yi tanıdıktan sonra başladım.”

Dohmen’in felsefi düşüncesi

Hümanist Joep Dohmen’in felsefi düşüncesinin ana çıkış noktasını, kişisel gelişim ve bir varoluş ahlâkı ve yaşama sanatının geliştirilmesi oluşturur.

Dohmen’in bu varoluş ahlâkı teorisinin üç uygulama alanı şunlardır:

– Gençlerin ahlâki eğitimi,

– Yaşlanma sanatı,

– Ahlâki liderlik.

Varoluş ahlâkında ele alınan temel temalar/konular başlıca şunlardır: Özerklik, otantiklik, erdemlilik, mutluluk, tutum, karakter, motivasyon, zaman ve hızlanma, negatif ve pozitif özgürlük, kendini gerçekleştirme, kişisel bakım ve anlamlandırma.

Liberalizmin ortaya koyduğu, özerk/otonom ve kendi kaderini tayin eden birey fikrine karşı çıkan Dohmen, liberalizmin insanları bağımsız ve dokunulmaz olarak tasvir ettiğini düşünüyor. Liberalizmin bu yaklaşımının insanları izole eden, yalnızlaştıran bir mit olduğunu belirtirken, diğer taraftan, insan hayatına çok fazla müdahale eden paternalizme karşı çıkıyor.
Otantik birey, yaşadığı ortamdan bağımsız olamadığı gibi, aynı zamanda, kendini gerçekleştirecek, kendisi olacak bir alana ihtiyaç duyar.
Muhafazakârların, ‘Otantik birey eninde sonunda egoist veya narsist olur’ görüşünü ret eden Dohmen, bireyin kendisi olması hali, aynı zamanda toplum için sorumluluğu da beraberinde getirdiğini savunmaktadır.

İnsan kayıtsız kalamaz
İnsanın kayıtsız, sorumsuz olamayacağını, bunun için bir yaşama sanatı modeli ve örneği geliştirdiğini, örneğin günümüzde var olan pozitif düşünme, öz yönetim, kendi kendini yönetme, hedonizm, zenBudizm ve new age gibi hareketlerin, dominant yaşam tarzı neo-liberalizme bir alternatif oluşturduğuna dikkat çekmektedir. Bu popüler yaşam şekilleri, ‘hayatı daha yaşanılabilir’ iddiasını sahiplenir.

Kişinin kendini bilmesi

Yaşama sanatı aynı zamanda, kişinin kendini bilmesi, tanıması ve bu yönde gayret sarf etmesiyle mümkündür. Bunun gerçekleşmesi için Dohmen, beş teknik önermektedir.
Bunların başında, kişinin kendi hakkında bilgiye sahip olması gelmektedir.
İkincisi, bu bilgiyi kişinin yaşamında uygulaması ve davranışlara yansıtmasıdır.
Üçüncü olarak, kişinin kendi değeri üzerinde çalışmasıdır.
‘Bu hayattan ne bekliyorum?’ sorusunun cevabını bulmalıdır.
Son iki teknik ise, zamanlama ve toplumsal şuura ermektir.

Dostluk
Dostluk, yaşam sanatının olmazsa olmazıdır. İnsanın, dertlerini, sevinçlerini, tecrübelerini, yaşadıklarını anlatacağı, paylaşacağı dostları olmalıdır. Kişinin, şuurlu, amaçlı, dolu dolu bir hayat yaşaması, gelecekten ümit var olması, etrafındaki dostlarla ilişkilerine bağlıdır. Dostluğu, kişinin kendisinde bulamayacağı ahlâki bilgiyi, başarılı bir hayat yaşanması temin eder.

Özgürlük

Özgürlük, ana bir sorundur. İç huzuru olmayanlar, dayanışmayı ve adaleti kaybederler. İşte bu tür insanlar, daha çok kendileriyle uğraşırlar. Bir yaşam sanatına sahip olmak ya da insanın kendini idare etme yeteneğini geliştirmesi, ‘egoizm ya da yaşamlarında başkalarına yer vermemek olarak’ yorumlanır. Bu tamamen yanlış bir bakış açısıdır. Burada, olumlu ve olumsuz özgürlüğü ayırt etmemiz gerekiyor.
Olumsuz özgürlük, başkalarının kendisine karışmamasını önceler. Ancak, yaşam sanatı, olumlu özgürlüğün gelişmesini sağlar. Beraberinde iç huzuru, barışı getirir. Ne ve kim olduğunu, ne istediğini bilirsin. Böyle bir mekanizmanın geliştirilmesi için, başkalarına ihtiyacın var. İç huzuru yakalamışsan, kendi dışındakilerle daha iyi ilişkilere girebilirsin.

En önemlisi, kendi yaşamının aktörü olabilmektir. Alman düşünür ve doktora yaptığım Nietzsche de böyle düşünüyor.
Elde ettiğimiz hiyerarşik değerler üzerine, kendimiz için bir duruş geliştirmemiz gerekmektedir.

Dohmen’in son kitabı: Birisi Olmak
Akış halinde olan bir hayatın içindeyiz. Etrafımızda bir çok şeyden etkileniyoruz ki, farklı seçenekler de var. O kadar ses var ve sürekli bir bilgi akışına muhatap oluyoruz. Bütün bunların içinde, nasıl kendimiz olabiliriz? İsteklerimizi, hissettiklerimizi nasıl araştırabilir, neler istediğimizi nasıl keşfedebiliriz?
Geçtiğimiz dönemlerde, kendi hakimiyetimizi kaybettik. Bunu yeniden elde etmeliyiz. Şartlar ne kadar olumsuz ve zor olursa olsun, hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, nasıl yaşamamız gerektiğini öğrenebiliriz. Karşılıklı, birbirimize değer vererek, farklılıklarımızı zenginlik sayarak, yeniden daha anlamlı ve dolu dolu bir hayat geliştirebiliriz.

Joep Dohmen, son kitabının birinci bölümünde, günümüzdeki yabancılaşma, varoluş belirsizliği ve doyumsuzluğu tartışmaya açıyor.

İkinci bölümde, Sokrates’ten Nussbaum’a kadar, filozofların, form, şekil, terbiye, yetişme kavramlarına nasıl eğildiklerini anlatıyor.

Üçüncü bölümde ise, genellikle düşünür Foucault’un eleştirel bir takipçisi ve kendi görüşü olarak pedagojideki çıkmazların giderilmesini ele alıyor.

Kitapta, varoluş ahlakı, insanın kendisi hakkında bir bakış açısı geliştirme, motivasyon, kendini bilmeden kendin olamama, öz disiplin, başkalarının çıkarı, yetişme ve içinde bulunulan zaman, ölüm, hayatın bir seyahat olması gibi konular işlenerek, örnek bir yaşam teklifi denemesi yapılıyor.

Kitabın mesajı, tek kelimeyle, ey insan, ey ademoğlu “İradeni kendi eline al”.

Gençlik, şahsiyet ve kapitalizm
“Ne yazık ki, ‘Batı’ olarak, Hıristiyanlık, bilim, sosyalizm ve kapitalizm yüzünden, yaşam sanatımızı ve üslubunu kaybettik. Bu dünyada ânı yaşamayı telkin etmeyen Hıristiyanlığa karşıyım. Bilimi, bir yardım aracı olarak kabul ediyorum. Solcuları, adalete ilgi duydukları için sempatik buluyorum. Ancak, programlarında şahsi sorumluluğa yer vermedikleri için tehlikeli buluyorum. Sağcılara karşıyım. Bir çoğu kalpsiz, merhametsiz ve vicdandan yoksun.”

Yukarıdaki satırların yazarı, Utrecht Hümanist Üniversitesi Felsefe ve Ahlak Bölümü öğretim üyesi filozof Joep Dohmen. Böyle aykırı ve geleneğe isyan etmiş bir filozof olan Dohmen’in son kitabı kasım (2022) ayında yayımlandı.
“Birisi Olmak, Şahsiyetin Oluşumu” başlığını taşıyan kitap 816 sayfadan oluşuyor. Uzun zamandır beklenen kitap, Hollanda basınında büyük ilgi gördü. Kitabın tanıtımı çerçevesinde yazarla çeşitli söyleşiler yapıldı.

Filozof Joep Dohmen ile yapılan söyleşilerde öne çıkan bazı görüşleri aşağıdaki şekildedir:

Filozof Dolmen, Batı toplumlarında işlerin iyi gitmediğine inanıyor.
Dohmen’e göre, geçmişte, dini ve sosyal yapılar, insanı iyi bir yaşam yoluna yönlendirirdi. Günümüzde ise bu kurumlar yerini bireysel özgürlüklere terk etti. Modern insan, bir başkasının verdiği kararlar doğrultusunda yaşamak istemiyor. Ancak, kendisi için neyin iyi olduğunu da bilmiyor. Bir ikilem, bir çıkmaz içinde.

Gençler, pazar ekonomisinin ve teknolojinin egemen olduğu, neo-liberal kapitalist sisteme iyi yetişmeden, hazırlanmadan yani şahsiyetleri oluşmadan giriyorlar. Böyle olunca, bir çok genç, sisteme karşı eleştiri mekanizmalarını geliştiremiyor. Yıllarca piyasanın kendilerine empoze ettiği değerlerle yetişiyorlar. Gençlerin, otuz beş yaşlarına gelince, kendilerini elleri boş, güçsüz ve tereddüt içinde bulduklarını belirtiyor filozof Dohmen.

Gençlerin bu hale düşmesi, geçen yüzyılın yarısından sonra verilmeye başlanan, romantik ve anti-patarnalist ‘özgürlük-mutluluktur’ yetişme felsefesinden kaynaklanmaktadır. Dolmen’nin analizi ise şöyle: “Ebeveynler artık çocuklarının kaprislerine ve isteklerine direnme yetkisine sahip değiller. Oysa, bu çok önemli ve zorunludur. Zira çocuklar ve gençler henüz kişiliklerini kazanmadıkları için, yönlendirilmeye ve disipline ihtiyaçları vardır. Bu çerçevede, Fransız hükümeti, okullarda akıllı telefonları yasaklamıştır. Bu davranış, ailelerin piyasa ve teknolojinin insanı kıskaca almasına karşı, tekrar çocuklarının yanında olduklarının bir ifadesidir.”

Dohmen felsefesi öğretisine göre, insan kendini tanımalı, neleri yapıp neleri yapmayacağını bilmeli, toplum içinde insanlarla ilişkilerinde kendi sınırlarını tanıması gerekmektedir. Zira kendi kendinin farkında olmayanlar, başkaları tarafından yönlendirilmeye müsait olurlar. Bunun için, insan öncelikle kendine karşı dürüst olmalıdır.

Joep Dohmen kitabında, klasik bir vizyondan hareketle, felsefeyi kişisel bir şekillenme süreci, bir varoluş eğitimi olarak değerlendiriyor. Buna göre şahsiyetin geliştirilmesi, şekillenmesi ve oluşması ana düşüncedir. Kişinin kendini bilmesi ve disiplinli olması, hayata daha anlamlı bağlanmasını beraberinde getirir. İnsanın ‘kendisi’ olması, ‘birisi’ olması ‘egoist’ olmaması, otantik ve başkalarının da farkında olmasıdır.

Hepimiz, birisiyle konuşmaya başlarken, ‘nasılsın, iyi misin’ sorusunu sorarız. Konuştuğumuz kişi de, ‘iyiyim, şükürler olsun’ cevabını verir. İnsanlar, genel olarak cevaplarını kendi sağlık durumlarına göre verirler. Ama, sorunun temelinde, insanın doğru yolda olup olmadığı, kendisi olup olmadığı, varoluş istikametinde olup olmadığı kastedilmektedir. Bu soruya hakkıyla cevap verilmesi, ancak şahsiyetin gelişmesi, geliştirilmesiyle mümkündür.

Kısacası, insanın bir yaşam felsefesine sahip olması ve bu yönde şahsiyetini geliştirmesi, ilişkilerini tayin etmesi, kendisi olması, toplum içinde sınırlarını bilmesi, bu şuura sahip olması gerekmektedir. Günümüzde, yaşamı bir sanat gibi gören ve yaşayan, daha estetik bir yaşam üslubu geliştiren, şahsiyeti gelişmiş güçlü bireylere ihtiyaç duyulmaktadır.”

Oturum başkanının, Veyis Güngör’ün bu konuşmasından sonra, “Dünya insanlığının sorunlarına dikkat çeken olağanüstü muhteşem bir konuşma” demesi alkışlandı.

İlhan KARAÇAY, Hollanda’da bir fenomen olan Veyis Güngör ile konuştu

* UETD Hollanda başkanlığını devrettikten sonra inzivaya çekildiği sanılan Veyis Güngör, ‘Etkinliklerimin en etkilileri asıl şimdi başlıyor’ diyor.

* Hollanda’da etkinlik yapma rekorlarını ekarte etmekte olan Veyis Güngör’ün, bundan sonraki ilk etkinliği ‘Mesnevi’yi okuma öğretisi’ olacak

* 25 yılda tam 101 eser yayınlayan Güngör, dünyanın dört bir yanında yapılan konferans ve seminerlere de imza attı

O’nu çok başarılı bir öğrenci olarak tanımıştım. Yeni GÜNAYDIN gazetesini yönetirken, Hollanda’da yetişmekte olan Türk gençleri için bir kompozisyon yarışması düzenlemiştik. Birinciliği O genç kazanmıştı. O gencin adı Veyis Güngör’dü. Amsterdam Hilton Oteli’nde yapmış olduğumuz ödül töreni, ülkenin en büyük gazetesi De Telegraaf’ta yarım sayfalık bir haber olmuştu.

O’nu çok başarılı bir öğrenci olarak tanımıştım. Yeni GÜNAYDIN gazetesini yönetirken, Hollanda’da yetişmekte olan Türk gençleri için bir kompozisyon yarışması düzenlemiştik. Birinciliği O genç kazanmıştı. O gencin adı Veyis Güngör’dü. Amsterdam Hilton Oteli’nde yapmış olduğumuz ödül töreni, ülkenin en büyük gazetesi De Telegraaf’ta yarım sayfalık bir haber olmuştu.

Hollanda’da etkinlik yapmaya öğrencilik yıllarında başlamıştı Veyis Güngör. Ama isterseniz daha öncelere gidelim ve soralım kendisine:

– Hollanda’daki renkli yaşamınızdan önce, tabii ki bir Türkiye yaşamınız vardı. Bize Türkiye yaşamınızdan söz eder misiniz?

– ”Memnuniyetle. 1962 yılında Anadolu’nun Toroslar’a yaslanmış bir kasabasında dünyaya gelmişim. O kasabanın adı Akören (Konya). Babam o zaman çiftçilikle uğraşırmış. Henüz ilkokula başlamamıştım. Bir gün, babamın elimden tutup kasabanın kalabalık caddesindeki esnafları ziyaret ettiğini ve ‘Allahaısmarladık’ dediğini hatırlıyorum. Sonraki yıllarda anlıyorum ki, babam Avrupa’ya, Hollanda’ya gidiyormuş. Ailenin en büyük erkek çocuğu olarak kasabada ilk ve orta okul, şehirde liseyi bitirdim. Çocukluğumdam beri insanlarla iç içe olmaya ve sosyal olaylara ilgi duymama rağmen, beni bir an önce bir meslek öğrensin diye sanat okuluna kayıt ettirdiler. Liseyi bitirdikten tam bir yıl sonra, yani 1980’nin ağustos ayında aile birleşimi çerçevesinde Hollanda’ya göç ettik. Altı aylık bir lisan kursundan sonra iş aramaya başladım. Amsterdam Belediyesi’nde tam bir yıl çalıştım. Bu süre içinde okuduğum ve çok etkilendiğim Taha Akyol’un `Tarihten Geleceğe` kitabı bana farklı bir gelecek perspektifi tayin etmeme vesile oldu. Bu çerçevede rahmetli Erol Güngör başta olmak üzere, Mümtaz Turhan, Hilmi Ziya Ülken, Nurettin Topçu, Peyami Safa, Mehmet Kaplan, Necip Fazıl Kısakürek gibi fikir ve düşünce adamlarıyla tanışmayla birlikte, özellikle sosyoloji merakı hasıl oldu bende. Sosyolojinin kurucusu Ibn-i Haldun’u yine bu kitap sayesinde öğrendim.
Bu heyecanla 1984 yılında Amsterdam Üniversitesi Pedagoji Bilimleri Fakültesinde öğrenime başladım. Pedagoji’nin ne kadar zor ve çetrefilli bir bilim dalı olduğuna kanaat getirdim. Bunun yanısıra aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesinde Orta Doğu Tarihi ek programını takip ettim. Üçüncü Dünya kavramı ve dünya üzerindeki özellikle Orta Doğu’daki azınlıklar başta olmak üzere, 20’nci yüzyıla mührünü vuran ideolojileri (Hitler Almanyasını, Mussolini İtalyasını, Lenin-Stalin Rusyasını) ve Batı düşünce akımlarını (Liberalizm, Sosyalizm, Nasyonal Sosyalizm, Hümanizm vs.) yakından öğrenme imkânı buldum. Üniversite son sınıfta Erasmus Değişim Programı çerçevesinde Preston (İngiltere) da Etnik Azınlıklar Politikaları üzerine de eğitim aldım. 1990 yılında Amsterdam Üniversitesi Pedagoji Fakültesinden lisans (master) alarak mezun oldum. Aynı fakültede (1991-1992) eğitim yılında yabancı öğrenciler danışmanı olarak görev yaptım. Bu yıllarda Hollanda Diyanet Vakfında Hollandaca ve Türkçe olarak “Arayış ve İslam” dergisini çıkardım. Part time olarak Cordaid (Kalkınma İşbirliği Ajansı) kurumunun Orta Avrupa-Doğu masasında proje görevlisi olarak çalıştım. Haftanın geri kalan günlerini ve özellikle her akşam en az üç saatimi sosyal, kültürel, bilimsel etkinlikler ve çalışmalara ayırdım. DÜNYA Gazetesi, Haber  ve HaberA dijital gazetede, genellikle Hollanda’daki insanlarımızın sorun ve faaliyetleri ile ilgili yazılar yazmaktayım. Evliyim ve iki çocuk babasıyım.”– Sayın Güngör sosyal, kültürel, bilimsel etkinlikler ve çalışmaları biraz açalım

– ”Hay hay!.. Yukarıda insanlara ve sosyal olaylara ilgimdem bahsetmiştim. Küçük yaşlardan beri, sanki kaos içinde olan etrafımı düzenleme, örgütleme, organize etme gibi bir his var içimde. Daha yedi, sekiz yaşlarında, aklımız henüz siyasete ermezken, mahallenin çocuklarını biraraya toplar ve grup oluştururdum. Hiç unutmam mahallede oluşturduğumuz Beşiktaşlılar grubuyla tüm mahalledeki evlerin kapılarına, duvarlarına BJK ibarelerini yazmıştık bir akşam vakti. Sonraki yıllar malum… Memleket kurtarma…
Bu haleti ruhiye içinde sosyal, kültürel ve diğer etkinliklerimiz Amsterdam Üniversitesinde oluşturduğumuz ‘Gençlik Komitesi’yle devam etmiştir. Artık misyonumuz, Hollanda’da Türk kültürünün kurumlaşması sürecinde gerek üniversite bünyesinde, gerek ülke düzeyinde sosyal ve kültürel etkinliklerde bulunmaktır. 1990’lı yıllara yaklaştığımızda, sosyal bilimlerde öğrenmiş olduğumuz bazı metodları mensup olduğumuz insanların hizmetinde kullanmak olmuştur o yıllardan günümüze amacımız. Mesela üniversitede okurken kurmuş olduğumuz  Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı, Hollanda’da oluşmakta olan kültürümüze sayısız Hollandaca ve Türkçe kitap kazandırmıştır. Devamında kurduğumuz Amsterdam Türkevi Derneği, Hollanda tarihinde ilk defa ata sporumuz yağlı güreşleri organize ederek bu kültür değerimizin Hollanda’da tanınması ve gençlerimiz tarafından benimsenmesine sebep olmuştur. Türkevi Derneği’nin etkinlikleri sadece Holanda’yla sınırlı olmayıp, Türkiye başta olmak üzere Balkanlar, Orta Asya ve Afrika ülkelerinde de onlarca kalkınma işbirliği projelerin gerçekleşmesine vesile olmuştur. Bir zamanlar Prizren’de yayın yapmakta olan Yeni Dönem Radyosu, Üsküp’te yayınlanmakta olan „Yeni Balkan“ gazetesi, Kişinov’da yayınlanan „Ana Sözü’’ hemen aklıma gelenler arasında.
Bunların yasıra, on yıl önce yani Hollanda Türk göçünün 40. yılında ;
Araştırma dalında: “Hollanda Güncesi“, Dr. Kadir Canatan`, “40 Yıl, 40 İnsan ve 40 Öykü“, Yavuz Nufel ve “Rembrandt’tan van Gogh’a“, Emel Ertop.
Edebiyat dalında: “Göçmen İşçiler Ağıdı“, Nuri Can, “Gurbetten Sılaya“, Aşık Çağlari, “Nevbahar“, Hüseyin Kerim Ece ve “Derdaniden Deyisler“, Ali Karaahmet ait kitaplar yayınladık.
Belgesel film dalında:Olie Worstelen/Yağlı Güreşler, Mehter in Holland/Hollanda’da Mehter, Tolerant Islam: MEVLANA / Hoşgörü – İslam: Mevlana ve Maria in de Qoran / Kur’an da Hz. Meryem konulu filmlerin Hollandaca baskısını yaparak piyasaya sunduk.
İşte bu tür etkinliklerimiz Sakarya Üniversitesi Sosyoloji bölümünde doktora tezi olmuş ve tez kitap olarak yayınlanmıştır.

Veyis Güngör, Doğu Türkistanlı Uygurlar’ın özgürlük savaşçısı Rabia Kadir’i de Hollanda’da ağırladı ve Hollandalı devlet yöneticileri ile tanıştırdı.

– Peki, son on yıl bu çalışmaların yanısıra lobi faaliyeleri de diyebileceğimiz siyasi katılım, Avrupa Birliği Türkiye ilişkileri analanlarında da etkin oldunuz. Bu dönemi kısaca değerlendirir misin?

– “Son sekiz, on yılda, sizin de ifade ettiğiniz gibi, yürüyen faaliyelerin yanısıra, özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği süreci başta olmak üzere, içinde yaşadığımız ülkede insanımızın siyasi katılım alanında etkin olması yönünde gayret sarfettik. Bu etkinliklerimizi kısa adı UETD olan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği Hollanda şubesi olarak icra ettik.  Bilindiği üzere, Türkiye – AB ilişkileri özellikle 2003’ten başlayarak sonraki yıllarda çok ciddi bir ivme kazandı. Türkiye’ye aidiyet duyan bireyler ve yöneticisi oldiğumuz kurumlar olarak bu süreçte pasif kalamazdık. Çünkü heyecanlanıyorduk. Avrupa Birliği değerlerinin, yani insan hakları, demokrasi, sivil toplum, düşünce özgürlüğü yani insanca yaşama değerlerinin ülkemize hakim olması, bu yönde bir çok adımlar atılması bizi heyecanlandırıyor hatta gururlandırıyordu. İşte biz de bu süreçte üzerimize düşen görevi yapmaya gayret ettik. Örneğin, Konya demokrasi okulu projesi, Antalya’da Filistinli yazar ve gazetecilerle sivil toplum çalıştayı, Hollanda Hükümeti Bilimsel Danışma Kurulunun “Türkiye, İslam ve Avrupa Birliği” raporunun tercümesi ve kitap olarak yayınlanması, Türkiye – AB ilişkilerinde Avrupalı Türk Sivil toplum kuruluşlarının rolü, gibi bir çok çalışma bu çerçevede olmuştur. Siyasi çalışmalarımız elbette bunlarla sınırlı kalmayıp, Hollanda’daki siyasi partiler, sendikalar ve Hollandalı sivil toplum kuruluşlarıyla ortak yaptığımız bir çok program da, Hollanda’daki insanımızın siyasi bilincinin yükselmesini amaçlamıştır. Bunlara ilaveten,  aynı çerçevede Balkanlarda, örneğin Kosova’da sivil toplum ve demokrasi okulu, Ohri’de Avrasya Sivil Toplum Forumu projelerimiz de Türk ve Akraba topluluklarda biraz önce bahsettiğim insani değerlerin yayılması ve yerleşmesi yönündeki uğraşlarımız olmuştur. Ve sekiz yıl süren bu yorucu, yoğun ama onurlu çalışma sonunda, geçtiğimiz aylarda UETD Hollanda görevini yeni arkadaşlara devretmiş oldum. Şu anda geride bıraktığımız 8 yılın bir değerlendirmesi mahiyetinde bir kitap çalışmasıyla meşgulüm”.

Veyis Güngör, dünyanmın dört bir yanından davetlilerin katıldığı ‘Süreli Yayınlar Sempozyumu’ adı altındaki toplantıları yıllarca organize etti. Türkçe yayın yapan insanlar bu sempozyumlara yığınlar halinde katıldılar.

– Yeni kitap çalışmanızın adı ne olacak? İçeriği hakkında bilgi verir misiniz?

– ‘Üzerinde çalıştığım ve yaz tatilinden önce yayınlamayı planladığım kitabın adı: UETD Hollada’nın Altın Yılları 2005 – 2013.
Adından da anlaşılacağı üzere, kitap bizim son sekiz, dokuz yılımızı anlatan daha çok siyasi açıklamalarımızın yer aldığı, bir tür siyasi tarih kitabı olacak. Kitap üç ana bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, UETD’de göreve geldiğimiz tarihten itibaren yayınlamış olduğumuz bildiriler ve faaliyetlerimizin bültenlerinden oluşmakta. İkinci bölüm UETD ve çalışmaları ile ilgili köşe yazılarından oluşmakta. Bu bölümde Prof. Dr. Talip Küçükcan, Yavuz Nufel, Ali Çimen, Ali Kılıçarslan, Cengiz Özdemir, İlhan Karacay, İbrahim Karaman gibi gazeteci ve yazarların yanısıra, benim ve Ahmet Suat Arı’nın UETD ve çalışmaları ile ilgili yazılarına yer verilmekte. Üçüncü bölüm ise, gazte küpürlerinden oluşan, basın kesitlerine yer verilmekte. Kitap tarihe düşülen bir not olarak da yorumlanabilir. Türkevi Yayınları arasında çıkacak olan kitap orta boy olup 1000 sayfadan oluşacak”.

– Tam da bu noktada size sormak istediğim UETD başkanlığı meselesi var. Başkanlığı devretmeyle ilgili bazı spekülasyonlar dolaşıyor. Birinci elden olayı anlatır mısınız?

– Siz de çok iyi bilirsiniz ki, Hollanda’da bir gelenek var. İnsanlar bir işte, bir görevde onlarca yıl kalmazlar. Bir iki dönem sonra kendileri yaptıkları işi, üstlendikleri görevi bir başkasına devrederler. Bu devretme hem kişiler hem kurumlar için bir yenilenmedir. Kan değişimidir. Buradan hareketle biz de, arkadaşlarımla birlikte 8 yılı aşan bir süreyle UETD Hollanda yöneticiliği yaptık. Bu gelenekten hareketle, tam bir yıl önce yönetim kurulumuzun aldığı karar gereği devir teslim çalışmaları başladı ve yeni arkadaşlarımıza devrettik. Bunun yanısıra, biz görevi devretme hazırlığı sürecindeyken, UETD teşkilatında genel anlamda bir de konsept değişikliğine gidildi. Lobi merkezli bir teşkilatttan, taban ağırlıklı bir hizmet anlayışı gelişti. Ben ve arkadaşlarım bu değişikliği saygıyla karşıladı. Belki etrafta dolaşan spekülasyonlar bu çerçevededir. Şunun bilinmesinde fayda var. 25 yılı aşan bir süredir Hollanda merkezli, Türkiye, Balkanlar hatta zaman zaman Orta Doğu ve Afrika’yı da içine alan bir sivil toplum hizmetimiz var. Bu çalışmaların merkezi, varoluş felsefemize uygun, Anadolu’da bin yıldır oluşturduğumuz medeniyet anlayışımızla milletimize ve insanlığa hizmet etmektir. Biz hangi kurumda olursak olalım, dünya görüşümüz ve duruşumuz hep aynı oldu, bundan sonra da değişmeyecek. Hz. Pir Mevlana Celaleddin Rumi, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-i Veli, Evliya Çelebi ve bunların ortaya koydukları misyon bizim ilham kaynağımızdır. Bu anlayışımız UETD Hollanda döneminden önce de, UETD döneminde de ve yarınlarda da sürecektir”.

 – Anlaşıldığı kadarıyla, bu faaliyetleriniz bundan sonra da devam edecek. Bu faaliyetleriniz Türkevi Araştırmalar Merkezi adı altında mı yapılacak? Bu kuruluş hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz?

– ”Memnuniyetle. Türkevi Araştırmalar Merkezi’ni (TAM), sosyolog Talip Küçükcan beyle birlikte, bilimsel araştırmalar yürütmek, stratejik analizler yapmak, bilim, siyaset ve medya dünyası ile kamuoyuna tarafsız ve doğru bilgiler vermek amacıyla 2004 yılında kurduk.  TAM’ın, eğitim ve insan kalitesinin giderek yükseldiği yeni bin yılda doğru ve güvenilir bilgi üretimine katkıda bulunmayı amaçlayan bağımsız bir bilimsel araştırma merkezi olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.
TAM, Hollanda ve Avrupa’da yaşayan Türkler’in sorunlarına sürdürülebilir çözümler üretmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, Avrupa değerlerinin Türkiye’de, Türk kültür ve uygarlık birikiminin ise Avrupa ülkelerinde tanıtılmasını sağlayarak Türkiye-Avrupa Birligi ilişkilerine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Bu amaca yönelik olarak TAM, Avrupa’daki eğitim, araştırma, düşünce kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile ortak çalışmalar yürüterek doğru ve nitelikli bilginin üretilmesine imkan sağlamakta, ulusal ve uluslararası bilimsel araştırma projelerini desteklemekte ve üretilen bilginin daha geniş kitlelere ulaştırılması için yayın, sempozyum ve konferans faaliyetlerinde bulunmakta ve yetkin bilim adamları yetiştirilmesi için imkânlar sağlayarak nitelikli insan gücüne katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. TAM, başta Hollanda olmak üzere Avrupa ve Türkiye’deki siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeleri bilimsel yöntemlerle izleyerek bilim adamı, yöneticiler ve medya için bilgi birikimi sağlamayı amaçlamaktadır.

Hollanda’da on üç yıldır kapsamlı etkinlikler sürdüren Türkevi Derneği’nin bir üst kuruluşu olarak etkinliklerine başlayan TAM bilimsel araştırma projeleri yanında Hollanda başta olmak üzere Avrupa’daki Türk toplumu, Türkiye-AB ilişkileri, Türk kültürü ve uygarlığı hakkında uluslararası araştırma, yayın, sempozyum ve konferans etkinliklerinde bulunacaktır. TAM, bilimsel ve nitelikli bilgi üretilmesine katkıda bulunmak amacıyla  araştırmacı yetiştirecek, araştırma kütüphanesi ve dokümantasyon ünitesi kuracak, ihtiyaç duyulan konularda kamuoyunu aydınlatacak görüşler hazırlayacaktır.”

BUNDAN SONRA YAPILACAKLAR

– Peki, bundan sonra Türkevi Araştırmalar Merkezi olarak yapacağınız etkinlikler konusunda bilgi verir misiniz?

-” İsterseniz önce yayınlarımızda söz edeyim: Bildiğiniz gibi Mesnevi’yi uzun ve yorucu bir çalışmadan sonra Hollandacaya tercüme ettik ve yayınladık. Bu yıl ikinci başkısını gerçekleştirdik. İkinci baskısında altı cild bir arada, büyük boy tek kitap olarak yayınladık.

Diğer taraftan, Anadolu Evliyaların Piri olan, Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi’nin hayatını, görüşlerini, Türklerin Orta Asya’dan yayılmalarını konu alan ‘Ahmet Yesevi’ kitabını Hollandaca olarak yayınladık. Önümüzdeki günlerde organize edeceğimiz “Türk kültüründe Tasavvuf ve Ahmet Yesevi” konulu bir çalıştayla kitabı kamuoyuna ve kitap severlere tanıtacağız.

UNESCO’un dünyada kaybolan diller arasına aldığı Nogayca ‘Akşa Nenem’ adında bir hikaye kitabı yayınladık. Hollanda’da yaşamakta olan Nogayların kurduğu Nogay Vakfıyla birlikte yürüttüğümüz bu proje çerçevesinde, bir de ‘Hollanda’da Nogaylar’ belgeselini hazırladık. Ankara’da ve Amsterdam’da organize edilecek programlarla bu kitap ve belgeselin tanıtımı yapılacak.

Bu arada, benimle son yirmibeş yılda yapılan ve çeşitli gazetelerde yayınlanan Avrupa’da Anadolu kitabımın Amsterdam’da bir tanıtım programı olacak.

Hollandalı yazar Mohamed El Fers’in hazırladığı ve Konya Selçuklu Belediyesiyle ortaklaşa yayınladığımız ‘13’üncü Yüzyıl Konyası’na Seyahat’ adlı kitabın tanıtımı Mayıs ayında Konya’da yapılacak.

Yayın faaliyetlerimizin yanısıra önümüzdeki dönemde yapacaklarımız ise gerçekten çok önemli.  İlk etapta Mesnevi’nin nasıl okunacağına dair bir kurs-öğreti planladık. Mart ayı içinde başlayacak olan 10 bölümlük bur kurs için duyurulara başladık. Büyük bir ilgi göreceğini umuyorum. Yunus Emre, Dede Korkut, Hacı Bektaş Veli programlarımız sırada.
Diğer taraftan, Leonardo Da Vinci projesi çerçevesinde Lahey Büyükelçiliğimizin Basın Müşavirliği, Hollanda Gazeteciler Cemiyeti ve Avrupa Kopmisyonun hazırladığı ‘Yerel Medya AB ile Buluşuyor’ programının bir bölümünde ‘Hollanda’da Türkçe Medya’ konulu bir çalıştay düzenlenecek.

Hollanda’nın kurtuluş yıldönümü 5 mayısta “Özgürlük Yemeği” düzenlecek. Gençlere yönelik olan bu programda özellikle göçmen gençlerin bu konuda görüşlerine yer verilecek.

Mayıs’ın sonunda, her yıl katıldığımız ‘3. Dünya Türk Forumu’ organize edilecek. Türk Dünyası Akil Kişiler toplantısının da yapılacağı Forum’da “Kültür Diplomasisi; Yeni Araçlar ve Modeller”, “Türk-Ermeni ilişkilerine Tarihsel Bakış” ele alınacak.

Hollanda’ya göç’ün 50. Yılı çerçevesinde ise yıl boyu çeşitli faaliyetlerimiz olacak. Bunların başında, 24, 25, 26 Haziran’da Türkiye’den 5o akademisyenin katılacağı uluslararası ‘Göç’ün 50. Yılında Hollanda Türkiye İlişkileri’ konulu bir sempozyum organize edilecek.
Diğer taraftan, ‘Sivil Toplum’da 25. Yıl’ konulu bir belgesel hazırlanacak. Göç çerçevesinde “Üçüncü Nesilden Birinci Nesile Mektuplar” konulu bir ödüllü kompozisyon yarışması organize edilecek.

Veyis Güngör Bosna Başbakanına DÜNYA’yı gösteriyor

– Yapmayı planladığınız bu etkinliklerin tamamı ‘Türkevi Araştırmalar Merkezi’ adına mı yapılacak?

-”Evet, bundan sonraki faaliyetlerimizi Türkevi adı altında sürdüreceğiz. Ancak bizim uzun süredir devam ettirdiğimiz ve birikte çalıştığımız partner kuruluşlarımızda bazı faaliyetlerde görev alacaklar.”

– Yurttaşlarımız için son olarak söylemek istedikleriniz var mı?

-” Tabii ki var. İnsanımıza hizmet sadece bir çatı altında yapılmaz. Ben UETD’ye başkan olmadan önce de milletimiz ve insanlık için etkinlkler yapıyordum. 25 yılda 101 eser yayınladım. Şimdi, çok değer verdiğim arkadaşlarımla birlikte Türkevi çatısı altıında hizmetlerimizi sürdüreceğiz.”

-Size yeni görevlerinizde başarılar diliyoruz.

-” Ben de sizlere teşekkür ediyorum. Milletimizin her türlü sorunları ile ilgilenmeye devam edeceğimi de sizin kanalınızla duyurmuş olayım.”