Hollanda’da ülkücülerin tercihi (Köşe yazısı)

İLHAN KARAÇAY

Türk Federasyon’un 10’uncu Olağan Kurultayı’na Türkiye ve Avrupa’dan önemli isimler katıldı.

Federasyon’nun başkanlığını 10 yıldır sürdüren Murat Gedik, ‘Yeri geldi Yunus, yeri geldi Yavuz olduk. Bizler, Anadolu’muzdan çıkıp gelmiş büyüklerimizin nesilleriyiz, Avrupa Türklüğüyüz. Bizler burada kalıcıyız. Yaşamış olduğumuz topluma, mensubu olduğumuz ülkeye yabancı kalamayız,’ sözleriyle büyük alkış topladı.

UTRECHT (Çaypressajans) -Hollanda’daki Türk Ülkücüleri bir çatı altında toplayan Türk Federasyon (HTF), 10’uncu Olağan Kurultayını, korona engeline rağmen büyük bir katılım ile gerçekleştirdi.
Federasyon’un 10 yıldır başkanlığını yapan Murat Gedik, genel istek üzerine kormuş olduğu adaylığında fire vermeden yeniden seçildi. ( Gedik’in yapmış olduğu olumlu faaliyetlerini içeren bir röportajı en altta bulacaksınız)

Utrecht şehrinde yapılan Kurultay’a, Avrupa Türk Konfederasyon Genel Başkanı ve MHP İstanbul Milletvekili Cemal Çetin ile Almanya Türk Federasyon Genel Başkanı Şentürk Doğruyol, Avusturya Türk Federasyon Genel Başkanı Ali Can, Fransa Türk Federasyon Genel Başkanı Orhan İlhan, İsviçre Türk Federasyon Genel Başkanı İrfan Okutan, Belçika Türk Federasyon Genel Başkanı Hamit Atak ile İngiltere Türk Federasyon Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Daylak katılırlarken, Hollanda Türk Federasyon Yönetim Kurulu, teşkilat başkanları ve üyeler ev sahipliği yaptılar.

Divan Başkanlığını Almanya Türk Federasyon Genel Başkanı Şentürk Doğruyol’un yaptığı kongrede, divan üyeliklerini Veyiş Şenyürek ve Selahattin Yücel yaptılar.

Hollanda Türk Federasyon Genel Başkanlığı için, Genel İdare Kurulu Üyelerinin tamamının teklifiyle aday gösterilen Murat Gedik, delegelerin tümünün oyuyla yeniden başkanlığa seçildi. Daha sonra HTF Genel İdare, Denetleme ve Disiplin Kurulu üyeleri belirlendi.

Başkanlığa yeniden getirilen Murat Gedik şu konuşmayı yaptı:
“Öncelikle göstermiş olduğunuz bu teveccühten dolayı siz değerli gönüldaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum. Şunu belirtmek isterim ki, ülküdaşlarım bizleri bu mevkiye layık görüyorsa, bizler de başta Başbuğumuz ve onun yolunda şahadet şerbetini içmiş olan binlerce yiğitlerimiz olmak üzere, onların alınlarını yere getirmeyeceğiz ve yüzlerini kızartmayacağız. Bu bir ülkücü sözü, yemini olsun. Türk Federasyon’umuz, ‘Baş başa, başta Allah’a bağlı’ anlayışına hep sadık kalmıştır. Teşkilatımıza bağlılığımızı daha da kenetleyerek adeta kendimizi Tanrı Dağları’nın o soğuk sularından su içercesine, o güzel havasını teneffüs edercesine kalbimizde gönlümüzde beynimizde, hizmet aşkı ile mücadele edeceğiz, söz veriyoruz.”

Sık sık alkışlanan Murat Gedik konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Var olan projelerimizin devam ettirileceğini ve bunu yaparken de bu davamızın (mefkuremizin) daha güzel yerlere gelmesi için mücadele vereceğimizin de çoktan sözünü verdik. Tek temennimiz, Yüce Yaradan bizleri mahcup eylemesin. 9,5 yıllık bir tecrübenin getirmiş olduğu elbette ki sancılı dönemleri olmuştur. Fakat hiçbirini kafaya takmadık, çok şükür Yaradan’a hepsinin de üstesinden geldik. Yeri geldi Yunus, yeri geldi Yavuz olduk. Bizler, Anadolu’muzdan çıkıp gelmiş büyüklerimizin nesilleriyiz, Avrupa Türklüğüyüz. Bizler burada kalıcıyız. Yaşamış olduğumuz topluma, mensubu olduğumuz ülkeye yabancı kalamayız,dedik. Bizler de kendimize ‘Avrupa Türklüğü’ tabirini her yere yerleştirmeye çalışırken Türk Federasyon’un misyonunu da yaşatma mücadelesini yürütmeye çalıştık. Özellikle HTF olarak Türkçe ve Hollandaca dilinde kitaplar neşrettik ve neşretmeye devam edeceğiz, Federasyonumuzu özellikle Hollanda toplumuna daha iyi anlatmayı, tanıtmayı sürdüreceğiz.”

Murat Gedik, dikkatle dinlenen konuşmasını şöyle tamamladı:
“Bizim teşkilat anlayışımız; şube sayısını artırmaktan çok kaliteyi artırmaktır. Var olan teşkilatlarımızı da en yüksek kaliteye getirebilme mücadelesi vereceğiz. Teşkilatlarımızdaki faaliyetler konusunda özellikle ‘eğitim’ alanında biraz geri kaldığımızı söyleyebilirim. İnşallah yeni dönemde buna daha da ağırlık vereceğiz. Hedefimiz, federasyonumuz bünyesinde oluşturacağımız ‘Ortak Havuz’ ile gelecek 5 yıl içerisinde HTF’ye mensup teşkilatlarımız, kendi binalarını satın almak adına o havuzdan faydalansınlar, bankalardan kredi işini bertaraf edelim düşüncesindeyiz. İleriye bakmamız lazım. Hem Hollanda’dan hem Türkiye’den kopmadık, kopmayacağız.”

Daha sonra Kurultay’ın onur konuğu olan, Avrupa Türk Konfederasyon Genel Başkanı ve MHP İstanbul Milletvekili Cemal Çetin kürsüye geldi ve şu konuşmayı yaptı:

“Liderimiz Devlet Bahçeli, Avrupa ve Hollanda Türklüğünü Türk Devleti ve MHP olarak asla yalnız bırakmayacaklarını, Hollanda Türk Federasyon’un 10’uncu Olağan Kurultayının hayırlı olmasını, ayrıca emeği geçen ve Murat Gedik başkanlığında yeni göreve gelen gönüldaşlarımıza da şimdiden başarı dileklerini iletmemi istediler.
Türkiye’den Avrupa’ya işçi göçü oldu ve bugünlerde de bunun 60’ncı yılı kutlanmaktadır. Bizler, 60 yıldır üzerinde yaşadığımız ülkelerin bir vatandaşı ve ayrılmaz bir parçası haline geldik.Türk Toplumu, Avrupa’nın sosyal ve kültürel hayatına ekonomik hayatına çok büyük katkılarda bulunmuştur. Üzerinde yaşadığımız ülkelerin 60 yıldır bir parçası haline geldik ve artık o ülkeler bizi yabancı, misafir işçi olarak görmemelidirler. Çok güçlü STK’larımız var, iş insanları ve siyasetçilerimiz var. Bizler yaşadığımız ülke ile anavatan arasında bir köprü vazifesi görüyoruz.

Bizim de bir beklentimiz var, biz de insanca olan değerlerimize sahip çıkılmasını, hoşgörülü olarak bakılmasını istiyoruz. Kültürel kimliğimizi, dini inancımızı korumak istiyoruz. Anavatanımızla olan bağımızı korumak istiyoruz.
Bizler burada kalıcıyız, bizlere düşen, çocuklarımıza daha iyi bir eğitim aldırmak.

Yarınlarımızın daha iyi olacağına canı gönülden inanıyorum. Avrupa Türklüğünün geleceği parlak olsun! Milletimizin birliği daim olsun. Vatanımız sağ olsun.”

Yapılan konuşmalardan sonra Kurultay, fotoğraf çekimleriyle sona erdi.

***********************************************************

10 Yıldır yaptığı yararlı faaliyertleri ile toplum için önemli bir rol oynayan Murat Gedik ile yapmış olduğum bir röportajı, güncelliğini koruduğu için sizlere sunuyorum:

Hollanda Ülkücüleri’nin lideri Murat Gedik ile konuştu.

* Yurtdışında doğmuş ama, Türkiye’ye
aidiyeti zayıflamamış.

* Siyasi bir yol seçmiş ama, sosyal ve
kültürel alanda yararlı olmuş.

Kim demiş, ‘Yurtdışında doğanın aidiyet duygusu zayıf olur’ diye ?
Bu savın yanlış olduğunun en büyük ispatı, Hollanda’da doğmuş olan Murat Gedik’tir. 1973 yılında Nijmegen’de doğan Murat Gedik’in Türkiye’ye olan aidiyet duygusu, Türkiye’de doğmuş ve büyümüş pek çok kişiden daha fazladır.
Neden mi?
Çünkü Murat Gedik, pek çok kişinin, özellikle Avrupalılar’ın ‘Aşırı sağ’ iddiasında bulunduğu bir geleneği, Türkiye’den binlerce kilometre uzaktaki Hollanda’da doğmuş olmasına rağmen kendine şiar edinmiş bir Türktür.

Öyle ki, Türk milliyetçiliğinin temeline imzasını atmış olan Alparslan Türkeş’in mirası sayılan ‘Ülkücü’ sıfatını taşıyacak kadar ülkesine bağlı olan Murat Gedik, şimdilerde Hollanda’daki ülkücülerin liderliğini yapıyor.

Ülkücüler’in beşiği sayılan ‘Türk Federasyon’ da yıllarca çeşitli kademelerde görev yapmış olan Murat Gedik, 19 Mayıs 2012 tarihinden bu yana Hollanda Türk Federasyon’un başkanlığını yapıyor.

İş yaşamına ‘Mali İşletmeci’ olarak devam etmekte olan Murat Gedik, Hollanda’nın dört bir tarafında bulunan çok sayıda derneğin çatısı altında birleştiği Türk Federasyon’da, pek çok yeniliğe imza attı ve sayısız etkinlikler ile yurttaşlarımıza yararlı olmaya çalıştı.

Murat Gedik’in başında bulunduğu Federasyon’un, Türkiye’deki Milli Hareket Partisi MHP ile resmi bir bağı yok ama, adı geçen partinin ideolojisi ile hareket ettiği inkar edilmez bir gerçektir.
Her siyasi partinin olduğu gibi, MHP’nin de yurtdışında yandaşı ve sempatizanı olarak faaliyette bulunan Türk Federasyon’un Hollanda’daki kuruluşu, çoğu zaman asılsız iddialar ile saldırıya uğramış ve faaliyetleri engellenmeye çalışılmıştır.

Murat Gedik’e önce kitabımı imzalayarak armağan ettim, sonra da siyaseti değil, sosyal ve kültürel faaliyetleri içeren bir söyleşi yaptım.

Murat Gedik ile, Türk Federasyon’un Amsterdam’daki Genel Merkezi’nde, Federasyon’un Genel Sekreteri Erim Uğurlu ile birlikte yaptığım söyleşi şöyle gelişti:

– Murat bey, öncelikle ‘Ülkücü’ kavramını tanımlar mısınız?

– ”Ülkücülük, Türk milliyetçiliği üzerine kurulmuş bir düşünce akımıdır. Dünya üzerinde yaşayan ne kadar Türk varsa, onların bir hedef doğrultusunda birleşmesini sağlayan bir kavramdır. Bunu da, iyi eğitilmiş, asimile olmadan, yaşadığı topluma barış ve huzur getiren Türk Gençleri başaracaklardır. Federasyonumuz, Türklük ruhuna uygun ve bu ruhu benimsemiş bir gençlik yetiştirmek için çalışmalar yürütmüş ve yürütecektir. Ne Türk’ü İslam’dan ne de İslam’ı Türk’ten ayırabiliriz.”

– Federasyonunuzun kuruluş biçimini anlatır mısınız?

– ”Sekiz kişiden oluşan bir yönetim kadromuz var. Yönetim kurulumuzda yer alan arkadaşlardan beşi ya burada doğdu ya da çok küçük yaşlarda Hollanda’ya geldi. Eğitimini burada tamamlamış arkadaşlardan dördü üç yabancı dil biliyor. Ne mutludur ki, eğitimli ve kaliteli insanlardan oluşan bir kadro ile çalışıyoruz.”

– Faaliyetleriniz genellikle neleri kapsıyor?

– ”Değişik alanlarda faaliyetlerimizi yürütüyoruz ama mevcut yönetimde ağırlıkla yöneldiğimiz alan, kültürel eğitim olmuştur. Türk-İslam eğitiminde çocuklarımıza, Türk tarihi öğretiliyor ve bu konular üzerinde duruluyor. Aynı zamanda dini eğitimler de veriliyor Ne Türk’ü İslam’dan ne de İslam’ı Türk’ten ayırabiliriz.”

– Eğitime katkı için projeleriniz var mı?

– ”Uzun bir süredir, bir ‘Üniversiteliler Masası’ oluşturduk. Geleceğimizi gençlerimize emanet edeceğimiz için, böyle bir çalışma başlattık. Belirli dönemlerde bu masa etrafında birleşen gençlerimiz, fikir alışverişinde bulunmakta ve yetişmekte olan çocuklarımıza iyi bir örnek olmaktadırlar. Bu gençlerimiz aynı zamanda, ilkokul ya da ortaokul düzeyindeki çocuklarımızın derslerinde başarılı olmaları için yardımda bulunuyorlar.

Üniversiteliler masasını oluşturduktan sonra bir düşünce masası kuruldu. Bu masada, seçilen belirli konular uzmanlar tarafından değerlendiriliyor ve Türkler’e olan etkisi sorgulanıyor. Ortaya çıkan sonuç önce teşkilatlarımıza, teşkılatlarımız vasıtasıyla da insanlarımıza iletiliyor.”

 – Federasyon’un faaliyetleri için maddi yardım alıyor musunuz?

– ”Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim; Hiçbir devletten yardım almadan ayakta kalabilen, hatta kendini geliştiren, yegane kuruluş, Hollanda Türk Federasyon’dur. Federasyon olarak çok zor günler atlattık. 10-15 yıl geriye gittiğiniz zaman, toplumda bize karşı muazzam bir önyargı vardı. Kuruluşumuz, çok büyük iftiralara maruz kaldı. Herhalde bize atılan çamurların az bir kısmı başka kurumlara atılmış olsaydı, o kurumlar şimdi hayatta olamazlardı. Bu durum da, federasyonumuz bünyesindeki bağların ne kadar güçlü olduğunu her kesime göstermiştir. Biz şekil ya da sembol temsil eden bir kurum değiliz. Günümüzde bizleri karalayan bazı Hollanda basın-yayın organları mevcut.”

– Hollanda’daki Türklerin genel durumu hakkında bir değerlendirme yapar mısınız?

– ”Hollanda’nın 17 milyona yakın genel nüfusu var. Bunun 500 binini, kökü Türkiye’de olan insanlarımız oluşturuyor. Çünkü burada dördüncü nesili yaşatıyoruz. Yabancı kökenli olarak birinci sıradayız. Buna sayıca Faslılar da yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Türk insanının geneline baktığımızda, dördüncü nesilde olmasına rağmen hâlen bir ikilem mevcut.
Türk’üz ve Batı Hıristiyan kültürünün etkisinden dolayı zaman zaman zorluklar yaşanıyor. Genel manada her mevkide görev alanlarımız var. Hollanda Meclisine baktığımızda şu anda 8 Türk milletvekili, Senato’ya baktığımızda da 5 Türk var. Yerel yönetimlerde insanlarımız uzun zamandır var. Türk insanı genelde sivil toplum kuruluşları tarafından temsil ediliyor. Kültürel, dinî ve siyasal ağırlıklı her türlü kuruluş mevcut. Bizler Türk Federasyon’u temsil ediyoruz. Şu anda 25’e yakın binalı yani kapısı açık olan teşkilatımız var. Bunun dışında onlarca oba teşkilatımız var.”

– Siz Hollanda’da ikinci nesil olduğunuzu belirttiniz. Birinci nesilden başlayarak özetle dördüncü nesle kadar bu nesiller ne gibi sorunlar yaşadılar ve şu andaki durum nedir?

– ”İlk gelen Türkler, yani bizim anne ve babalarımız Türkiye’de gerekli uyumu sağlayamamışlardı. Genelde eğitim düzeyi düşük olan bu insanlar Avrupa’ya çıktığında çok zor şartlar altında yaşamışlar. Hollanda ile Türkiye arasında 1964 yılında yapılan bir Ankara Antlaşması var. Bu anlaşma ile birlikte bizim Türk insanı hukuki, yani yasal yollardan oraya yerleşmeye başladı. Türk insanımızın burada 500 bini bulmasında belirli aşamalar vardır. Birincisi, Ankara Anlaşması ile yapılan göçtür ve bu en büyük göçtür. İkincisi, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nin sonucu olarak belirli sayıdaki insanımızın buraya siyasi amaçla gelmesi olmuştur. Türk Federasyon da bundan büyük darbe almıştır. Üçüncüsü, Hollanda’ya aile birleşimi ile gidenlerdir. Türkiye’den evlenip eşlerini Hollanda’ya getirme olayıdır. Gelenler üç ana kaynaklı olmuştur. Şimdi bu üç kaynağın üçü de kapatıldı. Bu açıdan baktığımızda, birinci nesil çok büyük zorluklar yaşamıştır. Çok ağlanacak durumlar yaşamışlar. Örneğin; dil yok, el kol ve göz hareketleri ile günde 12, 13, 14 saat zor şartlarda çalışma söz konusu. Evden işe, işten eve, yanlarında eşleri yok, sosyal bir hayatları yok. Eşlerini getirme işlemi 1977-1978’den sonra gerçekleşmeye başladı. Dil konusunda muazzam zorluklar yaşandı. Bayramlarda namaz kılacak yerlerinin olmadığından dolayı, bayram namazı için 100 kilometre yol gidenler oldu. İmam yok, namaz kılınacak yer yok. Namazlarını kilise köşelerinde kıldılar. Tüm bunlar roman ve filmlere konu oldu.”

– Bu sorunların şimdi tamamen aşıldığını söyleyebilir miyiz?

– ”Şimdi tüm bu sorunlar artık aşıldı. Bana göre en büyük sorun, Anadolu’da tam olarak uyum sağlayamayan insanların tamamen ayrı bir kültürün içine girmesi olayı idi. Birinci nesle baktığımızda Anadolu’dan nasıl çıktılarsa hâlen aynı durumda duruyorlar. Hem Türkçesi gelişmemiş hem de bulundukları ülkenin dilini öğrenmemişler. Hâlen daha Türkiye’den gelirken birlikte getirdikleri kültürle kalmışlar. Örneğin, birinci nesilden birisini, çıkmış olduğu köye götürün, aradaki farkı göreceksiniz. Hollanda’ya gelen insan gelişmemiş ama o insanın köyündeki insan ise gelişmiştir. Bu sosyolojik açıdan çok doğal olan bir şey. Bir de korku oluşmuş. “O topluma girersem benliğimi kaybeder miyim?” diye. Bu sıkıntılar hep yaşanmış. İkinci nesle geldiğinizde bana sorarsanız en büyük zorluğu aslında bunlar yaşadı. Çünkü birinci nesilde gitme ve dönme olayı vardı.  O umutla yaşadılar ve aradan 40 yıl geçmiş hâlen daha o umudu yaşıyorlar. İkinci nesil, yani orada doğan çocuklar olarak önümüzde hiçbir örnek olacak insan yoktu. Elimizden tutan hiç olmadı. Ailem eğitimi bilmezdi ama beni hep teşvik ederdi. Fakat bu eğitimi nasıl yapacağımı bilmezdi. Ama o bile bizim için büyük bir şeydi gelişmemiz açısından. Bu nesilden olan gençlerimizin önünün kesildiği de oldu. “Okusa ne olacak?” diyerek. Bu zorluklarla bizler aşama aşama okumayı becerebildik. Örneğin; ben yüksek lisansa kadar gidebildim ama bunu benim dışımda başaran o nesilden çok az bir kesim var. Ben üniversiteye başladığımda Türk olarak birinci sınıfta üç arkadaştık. Birisi birinci sınıfta üniversiteyi terk etti, ben bitirdim, diğer arkadaşım da bir süre ara verdi ve evlendikten sonra yeniden başlayıp bitirebildi. Biz ikinci nesil olarak ikilem de yaşadık.”

– Nasıl bir ikilem yaşadınız?

– Önceleri “Türk müyüz yoksa yaşadığımız toplumun insanı mıyız?” diye ikilem yaşadık. Eve vardığımızda kültürel açıdan yeterli bilgi alamıyorduk. Dışarıda zaten ayrı bir ortam vardı. Öyle bir ortamda yaşıyorsunuz ki Türklüğünüzden utanır bir hâl alıyorsunuz. Çünkü yaşadığınız toplumda Türkler’e ve İslam’a yönelik çok olumsuz bir tutum, bir ön yargı hâkim. Bunlar bizi çok etkiledi. Üçüncü nesil, ikinci nesli temsil eden bizlerden daha rahattı. Tam olmasa da okumuş ve dil bilen anne ve babaları mevcuttu. Oysa şimdi bizim çocuklarımız ana dilimiz gibi Hollandacayı biliyor. Çocuklarımız Türkçeyi çok iyi biliyor. Üçüncü ve dördüncü nesil bizden daha rahat. Fakat burada da şunu görüyoruz: Dördüncü nesilde bir yozlaşma söz konusu. Özellikle bazı ailelerde Türkçe yerine Hollandaca konuşmaları sıkıntı verebilecek seviyede.”

– Yurt dışındaki Türkler için Türkiye ne ifade ediyor?

– ”Her ne kadar 50 sene de geçmiş olsa, yurt dışında da Türkiye’nin ayrı bir yeri var. Biz şuna inanıyoruz: Güçlü bir Türkiye demek, yurt dışı Türkleri’nin -ki bizler buna dâhiliz- daha güçlü ve daha rahat bir hayat sürmesi demektir.
Güçlü bir Türkiye olsaydı, Türkmeneli’nde, Doğu Türkistan’da soydaşlarımıza yapılanlar olur muydu? Olmazdı elbette.
Güçlü bir Türkiye olsaydı Hollanda’da Türkçe dersleri ilkokulda müfredattan kaldırılır mıydı? Kaldırılmazdı.
Güçlü bir Türkiye olsaydı bu İslamofobi ile Türkler’in üzerine gidilebilir miydi? Gidilemezdi.
Bu açıdan Türkiye’nin çok önemli olduğunu düşünüyoruz ve olmazsa olmaz düşüncesindeyiz.”

-Sizin, Türk Dünyası’na ilgi ile baktığınızı, Türk Dünyası’nı hem yazılarınıza hem de faaliyetlerinize taşıdığınızı görüryoruz.

– ” Evet, Türk milletinin nerelerden geldiğini öğrenmek ve bunu aktarabilmek için çeşitli girişimlerde bulunuyoruz. Örneğin Doğu Türkistan; Adından da anlaşılacağı gibi, bir Türk diyarı. Türk var olduğu andan itibaren ona yurtluk etmiş Türk Eli.
Hunlar, Göktürkler, İdikut, Karahanlılar gibi nice Türk devletleri bu topraklarda yeşermişlerdir. Yakın tarihte Hoca Niyaz Hacı önderliğinde, 1933 yılında Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kuruldu. Ömrü kısa olan bu Devlet Rus-Çin beraberliği ile çökertildi. 1944 yılında ise Gulca’da Alihan Töre önderliğinde Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruldu. Doğu Türkistan 1949 yılından itibaren ise Komünist Çin tarafından işgal edilmekte ve Çin’in insafsızca asimilasyon politikası devam etmektedir. Yasaklamalar, işkenceler, idamlar bu Türk topraklarında maalesef bir gerçek olarak gün geçtikçe çoğalarak sürmektedir. 1949 yılında Doğu Türkistan coğrafyasında Çin nüfus oranı %6 civarında iken (göçmen Çinliler bunlar) bugün bu oran %50 civarına ulaşmıştır.

Biraz Türk Kültür tarihi ile ilgilenenler, o toprakları Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugat-it-Türk eserinden bilirler. Kaşgarlı Mahmud aslen Isık Göl’ün yakınındaki tarihi Barsgan şehrinden olup Kaşgar’da dünyaya gelmiştir ve muhteşem eseri Divanü Lugat-it-Türk’ü bugünlere ışık olarak Türklüğe armağan etmiştir. Her şeyden evvel bir sözlük olan bu ölümsüz eser Türk boy ve uruglarını toplamış ve bir Türk birliğini hayata geçirmiştir. Türk tarihi, coğrafya, mitoloji gibi Türk milli kültürüne yer vermiş bir ansiklopedik eserdir Divanü Lugat-it-Türk.

Örneğin, günümüzde Doğu Türkistan davasının bayraktarlığını yapan Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir, Hollanda’da başta Türk insanı olmak üzere davasını anlatmak için çeşitli ziyaretlerde bulundu. Sürgünde 15. yılını dolduran Rabia Kadir Hollanda Türk Federasyon’un da misafiri olmuş ve Doğu Türkistan Coğrafyasında yaşanılanları dile getirmiştir. Rabia Kadir bir kaç defa milliyetçi teşkilatlar tarafından Türkiye’ye de davet edilmiş, ama maalesef her seferinde vize başvurusu ret edilmiştir.
Bu konuyu anlatmam çok uzun sürecek. Bunun için çok daha geniş bir zamana ihtiyaç olacak. Ama biz, soyumuzun yeşerdiği yerleri hiç ihmal etmeyeceğiz.”

****

BELÇİKA, HOLLANDA VE GALLER MEDYASI CİNER GRUB’A ÖVGÜ YAĞDIRIYOR

Belçika’nın Lommel kentinde ve Galler’de cam fabrikası açacak olan Ciner Holding, C02’yi azaltarak, 1100 kişiye iş imkânı sağlayacak, şişe ve bardak boşluğunu dolduracak.
Bira, şarap, su ve alkolsüz içecekler için yılda 2,5 milyar adet şişe imal edilecek.
Park Cam Grubu’nun CEO’su olan, Turgay Ciner’in eşi Didem Ciner, Glass Worldwide dergisine verdiği mülakatında, şişe üretiminde dünyanın en büyüğü olacaklarını söyledi.
Spor dünyasından tanıdığımız Turgay Ciner’e ait olan Ciner Holding, Belçika, Hollanda ve Galler’deki medya tarafından göklere çıkarılıyor.
Galler’de 2023’te tamamlanması beklen, 600 işçi kapasiteli cam fabrikasından sonra, şimdi de Belçika’nın Lommel kentinde kurulması planlanan fabrikanın, C02’yi azaltarak, 500 kişiye iş imkânı sağlayacağını, Avrupa’daki şişe ve bardak boşluğunu dolduracağını belirten medya, Bozöyük’te kurulan fabrikayı örnek göstererek Ciner’den övgü ile söz ediyor.
Haberlere göre, Ciner Grup tarafından Lommel’de kurulması düşünülen cam şişe fabrikası için 23 hektarlık bir arazi satın alındığı, resmi İnşaat ve çevre imar izin onayının beklendiği açıklandı. Belçika hükümetinin cam fabrikasının kurulmasına olumlu baktığı ve desteklediği bildirildi.
Fabrika’da, günlük 1.6 milyon şişe üretimi hedeflenirken, bölgede ekonomi ve istihdamın artacağı belirtiliyor.
Lommel Belediye Başkanı Bob Nijs,Türkiye’nin en büyük holdinglerinden biri olan Ciner’in gelişinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, izin başvuru ve işlemlerin sonuçlanmasını beklediklerini ifade etti. Bob Nijs, “Şehir olarak bu projeyi Kuzey Limburg’a getirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Lommel’deki Kristalpark III’te 23 hektarlık arsa alımı için opsiyon imzaladık. Bu iddialı planı hayata geçirmek için tüm ilgili makamlarla yakın bir şekilde çalışmayı dört gözle bekliyoruz.” dedi.
Fabrika’da, günde 1.300 ton, yılda ise 475 bin ton ambalaj camı üretimi yapılacak. Bunun yanında günde 6,3 milyon bira, şarap, su ve alkolsüz içecek şişesi, yıllık bazda ise 2,3 milyardan fazla üretim yapılacak. Bu fabrikada cam şişeler Belçika, Hollanda ve Almanya pazarları için üretilecek.
CAM GRUBU CEO’SU DİDEM CİNER
Ciner Cam Grubu Grubu İcra Kurulu Üyesi Didem Ciner İngiltere, Avrupa ve ABD’deki cam ambalaj üretim faaliyetlerini genişletmeye yönelik planların liderliğini üstlendi. Didem Ciner, 15 yılı aşkın bir süreden bu yana Avrupa’da sıfırdan inşa edilecek ilk cam ambalaj tesisleri için planları ve Park Cam’ın genişleme faaliyetleri hakkında Glass Worldwide’a özel açıklamalarda bulundu.
Didem Ciner’in dergiye verdiği röportajın tamamı şöyle:
-Ciner Cam Grubu’nun cam üretim faaliyetlerini Türkiye’nin dışına genişletmesinin
motivasyon kaynağı nedir?
-‘Mevcut ticari faaliyetlerimizi, cam şişe talebinin arttığı Avrupa pazarlarına genişletmeyi planlıyoruz. Cam üretimimizi Türkiye’den Avrupa’ya genişletme kararı Covid-19 salgını başlamadan önce alınmış olsa da, gelişmiş pazarlarda şimdiden görmekte olduğumuz salgından toparlanmanın sadece ölçek ve hız olarak büyümeye devam edeceğine eminim. Aynı zamanda Türkiye’deki mevcut faaliyetlerimiz de genişletiliyor. Park Cam hali hazırda Türkiye’nin en büyük ikinci cam üreticisidir. Yurtiçi ve uluslararası müşterilerden oluşan geniş bir ağ kurmuştur.’
-Avrupa’ya yapılan yatırım nasıl yapılandırılıyor?
-‘Yeni Avrupa cam işletmemizin merkezi Londra’da. Ciner Glass’ın %100’ü Ciner Gruba aittir. Avrupa yatırımlarımız için varlıklar ve sermaye İngiltere faaliyetlerimiz ile yönlendirilecektir. Grubun mevcut başarı geçmişi, bu yatırım için güçlü ve istikrarlı temeller sağlamaya yardımcı olmaktadır. Amacımız, artan öngörülen üretim kapasitemizin en az yarısına karşılık gelecek şekilde, müşterilerle önceden anlaşmalar sağlamaktır.Amacımız hiçbir zaman yerel pazarlara zarar vermek olmadı. Avrupa’da,  cam ambalaj ithalatının 2018 yılından bu yana yıllık bazda %15-20 oranında arttığını değerlendiriyoruz. Gerçekten de Türkiye’de üretimimiz ülkeye cam ambalaj ithalatının azaltılmasına yardımcı oldu.
Pandemi bu eğilimi yavaşlatmak için sadece geçici bir etkide bulundu, ancak önümüzdeki aylarda normal faaliyet seviyelerine geri dönüldükçe, çok kısa bir sürede hem talepte önemli bir artış hem de kapasite yetersizliği görmeyi bekliyoruz. Bizim değerlendirmemize göre, Avrupa’daki faaliyetlerimizi artırmak için doğru bir zamandayız.’
-Avrupa’ya genişleme için potansiyel müşterilerden hangi geri bildirimleri ve taahhütleri aldınız ve onlar bu süreçte ne kadar yer aldılar?
-‘Glass Worldwide ile daha önceki röportajımızda [Eylül/Ekim 2015] belirtildiği gibi, Türkiye pazarı çok hızlı bir şekilde büyürken 2015 yılında Bozüyük’teki son teknoloji Park Cam fabrikasında ikinci fırınımızın kurulumunu bitirdik.
Yüksek kalite standartlarımız ve teknolojik uzmanlığımız, Türkiye iç pazarı için diğer konteyner camı üreticilerine göre en az %5 daha hafif şişeler üretmemizi sağladı.
Bu başarı ile küresel markaların dikkatini çektik. 2018 yılında hafif ağırlık teknolojimiz ile ilgilenen, Türkiye’deki en büyük küresel bira üreticilerinden biriyle işbirliğine başladık. 12 aylık bir süre boyunca, bu üreticinin 330 ml’lik uzun boyunlu bira şişelerinin ağırlığını 200 gramdan 180 grama düşürmeyi başardık ve bu da onu dünyanın herhangi bir yerinde piyasada bulunabilen en hafif 330 ml uzun boyunlu bira şişesi haline getirdi.
Bu durumda, müşterilerden bu kadar talep gören ürünlerimizle, Avrupa pazarlarına tedarikçi olmanın lojistik ve operasyonel zorluklarına karşı en iyi çözüm, Avrupa’da sıfırdan tesisler inşa etmeye yönelmekti.
Yenilikçi teknolojimiz, nakliye maliyetlerini azaltırken ve karbondioksit salımlarını düşürürken camı daha verimli üretebiliyor. Halihazırda, Belçika’da ve aynı zamanda potansiyel olarak İngiltere’de olabilecek iki farklı Avrupa lokasyonunda yatırım yapma imkanlarını araştırıyoruz.’
-Belçika’da öngörülen sıfırdan yatırım hakkında neler söyleyebilirsiniz?
-‘Limburg eyaletindeki Lommel’de arazi satın almak için bir opsiyon anlaşması imzaladık. İnşaat ve çevre izinleri için başvurduk ve Belçika hükümeti çok destekleyici yaklaştı. Yakınlarda karbondioksit salımlarımızı azaltmaya tekrar yardımcı olan Avrupa’daki en büyük silika kum ocaklarından biri bulunmakta.
Esas niyetimiz bira ve şarap pazarlarına cam şişe tedarik etmek olacaktır. İki fırınlı son teknoloji ürünü bir tesis inşa etmeyi değerlendiriyoruz. Halihazırda, bölgedeki yiyecek ve içecek endüstrisi büyük miktarlarda şişe ithal etmek zorunda. Bu potansiyel büyük ölçekli üretim hem arz hem de maliyet açısından avantajlar sunacaktır. Belçika’daki fabrikanın tüm grup için teknik destek ve yardım sağlaması öngörülmektedir. Ar-Ge kaynaklı büyümeye odaklanmak için günde 80-100 tona kadar cam üreten tamamen elektrikli bir fırın inşa edilmiş olacaktır.
Belçika’da en başından itibaren, ekibimiz karbon nötr üretimi hedefleyecek ve bu hedefe ulaşmak için bir yol haritası üzerinde şimdiden zorlu bir çalışma yürütüyor. Bu hedef hemen ulaşılabilir olmasa bile, mümkün olan en kısa sürede gerekli önlemleri almayı taahhüt ediyoruz. Öngörülen tesis, halihazırda en az 100 megavat yenilenebilir enerji sağlayan Avrupa’nın en büyük güneş parkında yer alma avantajına sahip olacak.’
-Peki Birleşik Krallık’taki sıfırdan tesis için önerilen planlar nelerdir?
-‘Bizim değerlendirilecek diğer potansiyel öngörümüz, Güney Galler’de kurulabilecek ilave bir son teknoloji ürünü tesistir.
Bölgedeki ticarete ilişkin planımızı detaylı olarak değerlendiriyoruz. Bira ve şarap sektörlerine ek olarak, Galler’deki diğer içecek pazarlarını da hedefliyoruz. Güney Galler, müşterilerimizin halihazırdaki İngiltere faaliyetlerine hizmet sağlamak için iyi bir konuma sahip.
İngiltere’de bir Depozito İade Sistemi (DRS) oluşturulması için planları desteklemek istiyoruz ve cam için döngüsel ekonomi çevrimini oluşturmak için yatırımlarımızla tasarıya uygun hareket etmek için şimdiden planlama yapıyoruz. Ciner Glass, karbon salımlarını rakiplerimizden daha fazla ve daha hızlı kesmeyi taahhüt etmektedir. İngiltere ve Belçika’da karbon nötr üretim hedefine ulaşmak için, hem kısa hem de uzun vadeli planlarımızı geliştiriyoruz.’
-Brexit, İngiltere yatırım planlarınızı etkiledi mi?
‘Brexit’in etkisi bu projenin geliştirilmesiyle ilgili değildir. Odak noktamız İngiltere iç ve yerel pazarlarıdır. Galler’de bir nesildir bu ölçekte bir cam üretim tesisi inşa etmeye niyetlenilmemiştir.’
-Öngörülen Avrupa projeleri için temel güçlükler ve fırsatlar nelerdir?
-‘Ciner Glass, son zamanlarda Avrupa cam üretim sektöründe görülen, özellikle mevcut tesis ve makinelerdeki yükseltmeler dışında yeni tesisler kurulmasına yönelik, sınırlı yatırım yapılmasına ilişkin uzun vadeli trendi tersine çevirmek istiyor. Planlanan sermaye yatırım maliyetlerimiz, ölçek ve kullanmayı düşündüğümüz ileri teknoloji nedeniyle yüksek olacaktır. Ancak Avrupa cam üretimine yaptığımız yatırımlar, üretimimizi tesis ettiğimiz yerel topluluklar için dönüştürücü olma potansiyeline sahiptir. Bu Avrupa lokasyonları stratejik avantajlara sahiptir, ama aynı zamanda izin prosedürlerinin uzun sürmesi gibi zorluklar da göstermektedir. Ancak pazarlarımıza daha yakın olmamız çevreye fayda sağlamakta ve tüketiciye maliyeti düşürmektedir.
Ciner Grubu’nun çok uluslu faaliyetlerinin bir parçası olan We Soda, Türkiye’de başlayan, ABD’ye genişleyen ve artık dünyanın en büyük soda külü üreticisi haline gelen soda külü işletmemizdir. Soda külü ve cam üretim faaliyetleri kendine özgü ve birbirinden ayrı tutulacak olsa da, Ciner Cam Grubu’nun Türkiye’deki deneyim ve uzmanlığının birleştirilmesi genişleme planlarımızı yerine getirmemizi sağlayacaktır.
Soda külü işinde olduğu gibi, çok hızlı büyümek ve Avrupa üretimimiz için iddialı hedeflere sahip olmak istiyoruz.
-Belçika ve İngiltere’de uygun nitelikli personelin belirlenmesi ve işe alınmasında ilave zorluklar olacak mı?
-‘Ciner Glass, teknoloji tedarikçilerimizle oluşturduğumuz yoğun eğitim ve gelişim programından gurur duymaktadır. Bu program Türkiye’de, Park Cam tesisimiz oldukça başarılı olduğunu kanıtlamıştır. Cam endüstrisinde daha önce deneyime sahip personelden sadece küçük bir oranda istihdam etme kararını aldık ve bunun yerine ihtiyacımız olan yüzlerce insanı kendimize göre eğitmeye karar verdik.
Tercih ettiğimiz strateji, yerel toplumdan ‘eski moda’ cam üretimi hakkında önyargılı fikirleri olmayan gençleri istihdam etmektir. Ciner Glass, bir ailede olduğu gibi birlikte çalışma değerlerimizi paylaşabileceğimiz açık fikirli insanları işe almak istiyor.’
-Yeni tesislerde Park Cam’ın planı mı benimsenecek, yoksa tamamen farklı modellere mi ihtiyaç duyulacak?
‘Türkiye’deki tesisimizle gurur duyuyoruz ama her yeni tesiste bu başarının üzerine bir şeyler koymak istiyoruz. Binaların verimliliğinin ve etkinliğinin Bozüyük’ten daha da yenilikçi ve en son teknolojiye sahip olmasını sağlamak için bazı tasarım değişiklikleri yapıyoruz.’
-Türkiye’deki Park Cam’ın faaliyetlerine yönelik devamlı yatırımdan da bahsettiniz?
-‘Avrupa’ya açılımımız, Ankara ile İstanbul arasında orta noktada yer alan Bozüyük’teki gelişmiş üretim faaliyetlerimizin kaybedilmesi pahasına değil. Bozüyük, kalite ve yüksek üretim verimliliği seviyeleri ile tanınmaya devam ediyor. Artan ve salgın sırasında daha da fırlayan talebe bağlı olarak, orada da üretim kapasitesini artırıyoruz.
2015 yılındaki son röportajımızda belirttiğimiz gibi, sıfırdan kurulan Bozüyük üretim tesisi, o dönemde inşa edilen iki adet günde 500 ton üretim kapasiteli fırınına ilave olarak, gelecekte üretimin artırılmasına imkan verecek şekilde tasarlanmıştır. Bozüyük’teki üçüncü günde 500 ton kapasiteli fırının inşaatı şimdiden tamamlandı ve 2022’nin ilk yarısında da Ankara’daki soda külü tesisimizin yakınında yer almak üzere dördüncü bir fırının yapımına başlamayı hedefliyoruz.
Dördüncü projenin çevre değerlendirmesi yakın zamanda onaylandı ve inşaata başlandı. Günde 650 ton kapasite ile dünyanın en büyük arkadan ateşlemeli rejeneratif fırını olacak.
Soda külü tesisimiz ile bütünleşik olarak, Ankara’daki dördüncü fırının bulunduğu yerin ilave lojistik faydaları bulunmaktadır. Cam üretim tesisimize ham madde tedarikini sağlayacak bir demiryolu inşa edilecek ve elektrik tedariğimizi entegre etme konusunda ilave avantaja sahip olacağız.’
-Bottero Glass Technologies, TECO Group, Tiama, EMS Group, Lahti Glass Technology, Glassworks Hounsell, Global Combustion Systems, Heye International, KTG Engineering, Novaxion, Ramsey Products, Revimac, DSF Refractories & Minerals gibi önde gelen tedarikçilerle halihazırda çalışmış olmak , RHI Magnesita, ACSI, AGR International, Antonini, Bohemi Chemicals ve XPAR Vision, Avrupa’da önerilen sıfırdan yatırım ve Türkiye’deki genişleme için ortaklar belirlediniz mi?
-‘Türkiye’deki üçüncü fırın projesi için orijinal yatırımla aynı konsorsiyumu kullanmayı düşünüyoruz. Ancak Türkiye’de kurulması öngörülen dördüncü fırın ve bunun yanı sıra Belçika ve İngiltere’de kurulacak fırınlar ihaleye açık olacak.’
-Öngörülen Belçika ve İngiltere projelerine ek olarak, ABD gibi dünyanın diğer bölgelerinde de benzer cam tesisleri kurmayı umuyor musunuz? Eğer öyleyse, hangi bölgelerde ve ne kadar zaman sonra?
-‘Üzerinde konuşmak için çok erken olmasına rağmen, ciddi bir şekilde değerlendirdiğimiz başka bir yer var. Müşterilerle görüşme halindeyiz ve halihazırda uygun yerlere bakıyoruz. Gelecekte Ciner Glass hakkında daha fazla şey duymayı bekleyebilirsiniz.’
Turgay Ciner’in Biyografisi
Doğum Yeri:Artvin/ Türkiye
Doğum Tarihi:1.3.1956
Lise öğrenciliğinde çay ocaklarında çıraklık yapmış olan Ciner, ticari yaşama üniversite yıllarında atılarak oto yedek parçacılığına başlamıştır. 28 yaşında İstanbul Talimhanede bulunan dükkanında kardeşi Tuncer Ciner ile Almanya’dan Mercedes otomobil ithal etmeye başlaması ilk önemli ticari girişimidir.
1988 yılında 32 yaşına geldiğinde Anadolu Endüstri Holding’in ortaklarından Osman Yazıcı ile birlikte ortak iş yapmaya başlamış olup, Anadolu Endüstri’nin Irak’taki taahhütlük işlerini devralarak 1990 yılına kadar Irak’ta anahtar teslim işler yapmıştır.
Körfez krizi ile birlikte Rus pazarına yönelen Ciner, bölgede tekstil yatırımlarına başlamıştır. Türkiye’de ise Ceytaş, Mensucat Santral ve Penyelüks’ü satın almıştır. 1995 yılında özelleştirilen Havaş’ın (Havaalanları Yer Hizmetleri A.Ş.) yüzde 60’ını 1998’de ise tamamını satın almıştır. 1997 yılında ise, İsviçre Havayolları Swissair ile işletme ortaklığına gitmiştir.
Medya sektörüne girmesi ise Sabah Grubu’na 1998 yılında ortak olması ile başlamıştır. Ciner Grubu, daha sonra Kanaltürk’ü alma girişimi sonuç vermeyince Kanal 1 ve Habertürk kanallarını satın almıştır. Habertürk TV’den sonra Habertürk Gazetesi ve Habertürk Radyo’yu kuran Turgay Ciner, TMSF’den Show TV’yi satın alarak Türkiye’nin en önemli Medya Patronlarından biri olmuştur.
2015 yılında ise Spor Kanalı 7/24 TV’yi alan Ciner Grubu bu kanalın adını HTSpor 7/24 olarak değiştirmiştir. Halen Show TV, Habertürk TV, Bloomberg HT, HT 7/24 Spor, Showmax gibi önemli TV kanalları, Habertürk Gazetesi, Marie Claire, Marie Claire Manson, Newsweek, FHM ve daha birçok ünlü dergi ile Habertürk Radyo, Bloomberg HT Radyo, HT Spor Radyo, Habertürk.com ve Ajans Habertürk (Ciner News Agency) gibi önemli medya kuruluşlarının sahibidir.
Aynı zamanda Kasımpaşa SK’nın sahibi olan Turgay Ciner evli ve iki çocuk babasıdır. Büyük oğlu Atilla kendi inşaat şirketini yürütmektedir.
Sahip olduğu kuruluşlar
2002-2007: Sabah (Dinç Bilgin’den satın aldı, TMSF’ye sattı.)
2002-2007: Takvim (Dinç Bilgin’den satın aldı, TMSF’ye sattı.)
2005: Bugün (Mehmet Ali Ilıcak ile ortak yaptı.) (Akın İpek’e sattı.)
2007-2009: TV Guide
2009-: Gazete Habertürk
Televizyon
2002-2003: M TV
2002-2006: Yeni TV (Dinç Bilgin’den satın aldı.)
2002-2007: atv (Dinç Bilgin’den satın aldı, TMSF’ye sattı.)
2002-2007: atv Avrupa (Dinç Bilgin’den satın aldı, TMSF’ye sattı.)
2003-2004: 10 TV
2004-2005: Merkez TV
2004-2007: TürkÇ TV (TMSF’ye sattı.)
2005-2007: Kanal 1 (TMSF’ye satıp geri aldı.)
2007-: Habertürk TV (Ufuk Güldemir’den satın aldı.)
2007-2010: Kanal 1 (TMSF’den satın aldı, Bloomberg L.P.’ye sattı.)
2010-: Bloomberg HT (Bloomberg L.P. ile ortak yapmaktadır.)
2013-: Show TV (TMSF’den satın aldı.)
2013-: Showmax (TMSF’den satın aldı.)
2015-2016: HT 7/24 Spor (Yavuz Semerci’den satın aldı.)
Radyo
2007-: * Habertürk Radyo (90.4 İstanbul) (Ufuk Güldemir’den satın aldı.)
2010-: Bloomberg HT Radyo (92.7 İstanbul)
2015-2016: * HT Spor Radyo (87.7 İstanbul) (Yavuz Semerci’den satın aldı.)
Spor Kulübü: Kasımpaşa SK