Hollanda Parlamentosu’ndaki Türk kökenliler ve Volt partisi (Köşe yazısı )

Hollanda Parlamentosu’na seçilmeyi başaran Türk kökenli milletvekillerini sizlere tanıtmaya başlamadan önce, şu ifadelerime önem vermenizi rica ediyorum: Şimdilik sayıları 5 olan bu yurttaşlarımızın dini ve siyasi görüşleri ne olursa olsun, en azından Hollanda’da yaşayan Türk ve Türk kökenlilere yararlı hizmetler yapacaklarına inanmak istiyorum.
İlhan KARAÇAY
TUNAHAN KUZU (DENK PARTİSİ)
Tunahan Kuzu, Türkler kendisinden çok şey bekliyor…
Tunahan Kuzu Kocaeli Kandıralı bir ailenin çocuğu olarak 1981 yılında dünyaya geldi. Ailesi ile birlikte 1978 yılında Hollanda’ya işçi olarak göç eden Kuzu, üniversite eğitimini Roterdam Erasmus Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi Bölümü’nde yaptı.
2008 ve 2012 yılları arasında Rotterdam Belediyesi’nde İşçi Partisi’nin meclis üyesi oldu.
20 Eylül 2012 tarihinde İşçi Partisi listesinden parlamentoya girerek milletvekili oldu.
2014 yılında İşçi Partisi ile fikir uyuşmazlığı yaşadı. Kuzu uyum politikasına karşı çıktığı için partiden ihraç edilmişti.
Daha sonra DENK partisini kurdu ve ilk seçimlerde üç kişilik kadroyla meclise yeniden girdi. ile meclise yeniden girdi.
2016’da Fransa’daki patlamanın ardından saygı duruşunda bulunan parlamenterlerin, Ankara saldırısından sonra saygı duruşuna yanaşmayan meclisi protesto etti ve tek başına 1 dakika saygı duruşunda bulundu. Bu protestosu uzun süre gündemden düşmemişti.
Tunahan Kuzu, Hollanda’da karşı karşıya geldiği İsrail Başbakanı Netanyahu’nun elini sıkmayarak yine gündem yaratmıştı.
Milletvekilliği yaptığı sürece, alternatif fikirlere ve azınlık politikalarına önem veren Kuzu, geçen yıl yaşanan özel bir durum nedeniyle yıpranmış ve partisindeki görevinden istifa etmişti.
Daha sonra araya giren akil insanlar kanalıyla barış sağlandı ve Kuzu yeniden aday olduğu seçim sonrasında Farid Azarkan ve Stephan van Baarle ile birlikte yeniden milletvekili oldu.
Türkler ve Türk kökenliler, ‘Meclisin en iyi konuşanı’ olarak nitelenen Tunahan Kuzu’dan çok şeyler bekliyor.
VOLT PARTİSİ VE NİLÜFER GÜNDOĞAN
Hollanda genel seçimlerine ilk kez katılan VOLT Europa Partisi (Genelde sadece VOLT olarak söz ediliyor), sürpriz bir şekilde üç koltuk kazandı. Parti seçim listesinin ikinci sırasında yer alan Nilüfer Gündoğan da böylece meclise girmiş oldu.
Sizlere Nilüfer Gündoğan’ı tanıtmadan önce, çok ilginç bir yapıya sahip olan VOLT Partisi’nden söz edeyim.
2017 Yılında İtalya’da Andrea Venzon tarafından kuruldu. İdeolojik yapısı, sosyal liberal ve tam bir Pan-Avrupa taraftarı. Lüksemburg’da, kâr amacı gütmeyen bir dernek olarak kayıtlı. Ayrıca, Avrupa Birliği Yeşiller fraksiyonuna kayıtlı. 30 Avrupa ülkesinden 20 bin aidat ödeyen üyesi var.
Avrupa Birliği’ni gözü kapalı destekleyen bu kuruluşa, Birliğin finansal katkısı var mı yok mu bilemiyorum.
İtalya’dan başka, Almanya, Hollanda, Belçika ve Bulgaristan’da siyasi parti olarak faaliyet gösteriyorlar ama yakın biz zamanda tüm Avrupa ülkelerinde faaliyete geçecekler.
Avrupa sınırları içinde yaşayan tüm insanların, eşit bir şekilde yaşayabilmeleri için, bir tek yasa altında yönetilmeyi şart koşan bu parti şu örneği veriyor: Almanya, Lüksemburg, Holland ave Belçika’nın yer aldığı bir Limburg Bölgesi var. Bu bölgede yaşayan insanların, çalışma veya okula gitme alanları diğer ülkede olabiliyor. Bir ülkede ikamet edip bir başka ülkede işe veya okula gidenler, çeşitli yasalar ile karşılaşıyorlar. Bu parti, işte bu nedenle, yasaların tüm Avrupa ülkelerinde aynı olması gerektiği belirtiliyor.
NİLÜFER GÜNDOĞAN (VOLT EUROPA PARTİSİ)
Nilüfer Gündoğan, Pan-Avrupa partisininden meclise girdi
Babası 1980 ihtilalinden önce Hollanda’ya göç etmiş bir eğitimci.
Annesiyle birlikte Hollanda’ya geldiği zaman 18 aylıktı. Annesi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeğeni olduğunu söylüyor.
10 yıl önce siyasete atılmış ve Demokrat 66 Partisi’ne üye olmuş. Eşinin vefat etmesinden sonra siyaseti bırakmış. Ama aradan bir müddet geçtikten sonra, 4 yıl önce VOLT Partisi’nden gelen teklifi geri çevirmemiş.
Bir yayın organına verdiği beyanatında, Türkiye’deki gelişmelerden memnun olmadığını belirten Nilüfer Gündoğan, mecliste temsil edeceği insanlar için, kadın-erkek eşitliği, cinsel tercih eşitliği, dini ve siyasi görüş özgürlüğü için mücadele edeceğini söylüyor.
HÜLYA KAT (DEMOKRAT 66 PARTİSİ)
Hülya Kat, tercihli oy baklerken, meclise direkt girdi
1 Ağustos 1983 tarihinde Velsen kasabasında doğdu. 2002-2009 yılları arasında Groningen Üniversitesi’nde hukuk okudu ve diplomasını aldı. Çok yönlü hukuk işlerinde uzmanlaşan Hülya Kat, Amsterdam adliyesindeki bir departmanda başkanlık yapıyor.
Siyasete atılışı, 2009 yılında Demokrat 66 Partisi’ne üye olmak ile başladı. 2010 yılındaki yerel seçimlerde tercihli oylar ile Velsen Belediye Meclisi’ne girdi.
2018 seçimlerinde Amsterdam Belediye Meclisi seçimine 9’uncu sıradan girdi ama partisi 8 sandalye kazandı. Daha sonra yedekten meclise giren Hülya Kat, genel seçimlere kadar bu görevi sürdürdü.
Hülya Kat, 2012’den bu yana UNESCO’nun Hollanda Merkez yönetiminde yönetim üyeliği yapıyor.
Önceki gün yapılan genel seçimlerde, Demokrat 66 Partisi listesinin 17’inci sırasında yer alan Hülya Kat, 24 sandalye kazanan partisinden milletvekili oldu. Demokrat 66 Partisi’nin, Demokrat 66 Partisi’nin, Demokrat 66 Partisi’nin,
MAHİR ÖNDER ALKAYA (Sosyalist Partisi)
Mahir Alkaya, parti başkanı LilianMarijnessen tarafından tebrik ediliyor
6 Temmuz 1988’de Amsterdam’da doğdu. Delft Teknik Üniversitesi’nde endüstri masterini aldıktan sonra, Hollanda Ekonomi Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. 2014 yılında siyasete atıldı ve Sosyalist Parti’nin Yeni-Batı Amsterdam Belediyesi’nde komisyon üyeliği yaptı.
2017 genel seçimlerinde listenin 16’ncı sırasındaydı ama partisi 14 sandalye kazanmıştı.
Parti başkanı Emile Roemer istifa edince, 15’inci sıradaki Eric Smaling teklifi kabul etmedi ve 16’ncı sıradaki Mahir Alkaya 2018’de yine de meclise girmiş oldu.
Mahir Alkaya, önceki gün yapılan genel seçimlerde, 7 sandalye kaybeden ve sandalye sayısı 14’ten 7’e düşen partisinin listesinde, 3’üncü sıradan milletvekili seçildi.
DİLAN YEŞİLGÖZ-ZEGERİUS (VVD PARTİSİ)
Dilan Yeşilgöz-Zegerius, Başbakan Rutte’nin gözdelerinden
18 Haziran 1977’de Ankara’da doğdu. 1984 yılında annesi ve kızkardeşi ile, Hollanda’ya Kürt özgürlükçüsü (!) siyasi ilticacı olarak sığınmış olan babaları ile aile birleşimi yaptı.
Eğitimini tamamladıktan sonra siyasete atıldı ve 2014-2017 yılları arasında Amsterdam Belediye Meclisi’nde görev yaptı. 2017 genel seçimlerinde Başbakan Rutte’nin partisi olan VVD’den aday oldu ve seçildi. Yeşilgöz, önceki gün yapılan genel seçimlerde, parti listesinin 5’inci sırasındaydı. 36 sandalye kazanan Rutte’den görev bekleyen Yeşilgöz, bir güvenlik uzmanı olarak biliniyor.
DENK PARTİSİ ÜÇÜNCÜ KOLTUĞU YAKALADI
Hollanda’da tamamlanan oy sayımı sonucunda, DENK Partisi bir sandalye daha kaznarak, parlamentodaki sayısını üçe çıkardı. Üçüncü koltuğa Stephan van Baarle oturacak.
HOLLANDA SEÇİMLERİNDE TEK SEVİNDİRİCİ SONUÇ: Türk ve Müslüman dostu Sigrid Kaag’ın zaferi…
Başbakan’ın partisi yine birinci parti. Irkçı Wilders ikincilikten üçüncülüğe düştü. DENK Partisi hafif sallandı. Sosyalist Parti ve Yeşil Sol Parti çok kayıp verdi. Hıristiyan Demokratlar hezimete uğradı. İşçi Partisi yerinde saydı. Diğer ırkçı partiler kazandı. Ama en büyük kazanan Demokrat 66 oldu.
Yapılan Hollanda genel seçimlerinde en büyük sürprizi, Türk ve Müslüman dostu Sigrid Kaag’ın liderliğini yaptığı Demokrat ’66 Partisi yaptı. Kazandığı 24 sandalye ile, ırkçı Wilders’in partisini ikincilikten indiren Sigrid Kaag, ilk haberden sonra masaların üzerinde dans edecek kadar sevindi.
Korona hastalığına karşı alınan önlemler nedeniyle günlerce protesto edilen ve yabancı kökenlileri mağdur eden, çocuk bakım ödenekleri için, skandal hatalar yapan vergi daireleri haberleri ile çok yıpranan Başbakan Rutte, tüm bu dezavantaj gelişmelere rağmen, 36 sandalye ile birinci parti olarak kalmayı başardı.
Başbakan Mark Rutte de seçim sonuçlarının ilk duyuruluşu sırasında sevinç çığlıkları attı.
Anketlerde 25 sandalye kazanacağı tahmin edilen Türk ve Müslüman düşmanı ırkçı Wilders’in elde ettiği sandalye sayısı 17 oldu. Hayal kırıklığı yaşayan Wilders, sonuçların açıklanmasından sonra kabalığı bir kenara atarak Mark Rutte ve Sigrid Kaag’ı tebrik etti.
Wilders, ‘Sandalye kaybımız oldu ama yine de ana muhalefet partisi olduk’ diye avunmaya çalıştı.
Koalisyon ortağı Hıristiyan Demokratlar Birliği CDA’nın siyasi lideri olan Maliye Bakanı Wopke Hoekstra, 4 sandalye kaybedip 15 elde edişlerinin nedenini, Rutte ile ortaklığa bağladı. Bundan sonraki koalisyonda yer alıp almayacakları hakkında fikir beyan etmeyen Hoekstra’nın istifası bekleniyor.
İşçi Partisi’nin, ‘Sütçü kızı’ olarak anılan yeni siyasi lideri Lilianne Plaumen de bir varlık gösteremedi ve mevcut olan 9 sandalye sayısını yükseltemedi.
Sol görüşlü Sosyalist Parti 5 kayıpla 9 sandalye, Yeşil Sol Partisi de 7 kayıpla 7 sandalye elde ettiler.
Wilders’in en büyük rakibi Form Demokrasi Partisi’nin genç lideri Thierry Baudet 2 olan sandalye sayısını 8’e yükseltmeyi başardı.
Sandalye sayısı 3 olan ve 4-5 olması beklenen DENK Partisi, bir sandalye kaybetti. Oyların tamamen sayılmasından sonra bir sandalye daha kelde edeceği tahmin edilen DENK Partisi’ndeki ortam pek iç açıcı değil.
Kesin olmayan sonuçlara göre, partilerin elde ettikleri sandalye sayıları şöyle:
VVD: 36 (+3), D66: 24 (+5), PVV: 17 (-3), CDA: 15 (-4), SP: 9 (-5),
PvdA: 9 (0), FVD: 8 (+6), GroenLinks: 7 (-7), Partij voor de Dieren: 6 (+1),
ChristenUnie: 5 (0), JA21: 4 (+4), Volt: 3 (+3), SGP: 3 (0), DENK: 2 (-1),
50PLUS: 1 (-3), BoerBurgerBeweging: 1 (+1),BIJ1: 1 (+1)
İŞTE DENK PARTİSİ’NİN ÖNÜNÜ KESEN O KADIN!: SYLVANA SİMONS
4 Yıl önceki seçimler öncesinde DENK’ten adaydı. Seçimlere dört ay kala ayrıldı ve kendi partisini kurdu ama hazırsızlık nedeniyle seçilemedi. Yılmadı, mücadele etti ve bu seçimlerde tek başına seçilmeyi başardı.
Hollanda’da dün yapılan genel seçimlerde elde edilen sonuçların analizine bundan sonra yazacağım haber-yorumda değineceğim.
Ama, hepimize hayal kırıklığı yaşatan DENK Partisi’nin, beklenen başarıyı gösteremeyişinin ardında yatan gerçeği öncelikle yazacağım.
Seçimlerin yapıldığı dün sabah saatlerinde, eşim ile kahveli sohbet yaparken, ‘Bak hanım, ben anketlere inanmıyorum. Genel durumu değerlendirdiğim zaman, DENK Partisi’nin 4 belki de 5 sandalye kazanacağına inanıyorum. Sigrid Kaag’ın liderliğini yaptığı Demokrat 66 Partisi’nin de, Wilders’in partisinin önüne geçip, ikinci büyük parti olacağına inanıyorum’ dedim.
Sigrid Kaag iddiamda haklı çıktım. Hem de çok haklı. (Bu konuyu bugün ayrıca yazacağım)
Ama DENK iddiamda yanıldım. Kesin olmayan sonuçlara göre, DENK Partisi bir sandalye kayıp ile iki sandalye elde edebilmiş. Hoş, bugün öğleden sonra bu sayının üçe çıkacağına inanıyorum.
4 Yıl önceki seçimler öncesinde DENK’ten adaydı. Seçimlere dört ay kala ayrıldı ve kendi partisini kurdu ama hazırsızlık nedeniyle seçilemedi. Yılmadı, mücadele etti ve bu seçimlerde tek başına seçilmeyi başardı.
DENK Partisi’nin neden başarılı olamadığı konusunda çeşitli varsayımlar var.
Kimi, Tunahan Kuzu’nun özel yaşamı ile ilgili dezavantajlardan söz ediyor, kimi de Farid Azarkan’ın siyasi liderliğinden. Hoş, Azarkan bile dün gece televizyonda yaptığı konuşmada, ‘Belki ben iyi liderlik yapamadım’ diye itirafta bulunmuştu.
Ne var ki, seçim sonuçlarını incelerken, ‘BIJ1’ adlı partinin bir sandalye kazanmış olması dikkatimi çekti. ‘Necidir bu parti’ diye merak edip baktığım zaman, bu partinin liderinin Sylvana Simons olduğunu farkettim. Kaldı ki ben, Simons’un partisinin adını ‘TMF-vj’ olarak biliyordum. Ama bu bir araştırma bürosunun da adı olduğu için mahkeme isim değişikliği istemiş ve isim değişmiş.
Doğrusunu söylemek gerekirse, seçim öncesinde Simons’u hiç takip etmediğim gibi, önemsemedim de…
Kaldı ki, bu Televizyon eski sunucusu bayan, çeşitli eksantrik hareketleri ile, eski hakem ve TV yorumcusu Johan Derksen tarafından topa tutuluyordu ve ünlülüğünü sürdürüyordu.
Evet işte, DENK’in başına ne geldiyse bu kadın tarafından geldi. Zira, Simons’un aldığı oyların hemen hemen tamamı DENK’e verilecek oylardı.
Bugün sizlere, hem seçim analizini ve hem de büyük bir başarı elde eden Sigrid Kaag’î yazacağım.

HOLLANDA SEÇİMLERİNDEKİ SEVİNCİMİZ: Türk ve Müslüman dostu Sigrid Kaag

18 Mar 2021 | 2 Yorumlar
Hollanda’nın ‘İlk Kadın Başbakanı’ adayım Sigrid Kaag için, geçen yılın 25 Temmuz günü yazdığım yorumda, bu günleri işaret etmiştim.
Hollanda’da dün yapılan genel seçimlerde, naçizane şahsım hariç, tüm tahminleri alt üst eden Demokrat 66 Partisi’nin lideri Sigrid Kaag, ülke yönetiminde daha ağır bir pozisyona geleceği için, nasıl ki masaların üzerinde dans yaptıysa, bizleri de çok sevindirdi.

Dün, yani seçim sabahı eşim ile kahveli bir sohbet yaparken, Sigrid Kaag’ın, tüm anket tahminlerinin aksine, ırkçı Wilders’in ikincilik pozisyonunu yıkacağını ve kendi partisinin ikinci sıraya gireceğini iddia etmiştim.
Ne mutlu ki bu iddiam gerçekleşti.
Şimdi, lafı fazla uzatmadan, Sigrid Kaag için geçen yılın 25 Temmuz günü yayınladığım, bu günleri işaret eden yorumumu sizlere sunmak istiyorum.
Artık bundan sonra benim için ‘müneccim’ mi dersiniz, ‘falcı’ mı, siz bilirsiniz.
İşte başlıkları ile o yazı.
Hollanda’ya ilk kadın başbakanı seçmeye var mısınız?
D’66’lı Sigrid Kaag, Türkiye ve müslümanlara çok yakın davranıyor.
Ermeni davasını destekleyen Hollanda meclisinde, Dışişleri Bakanı olarak konuşan Kaag, ‘Soykırımların tanınmasında, uluslararası mahkemelerin hükümleri, BM’nin bilimsel araştırma ve bulgularındaki açık ve net olan sonuçları Hollanda hükümeti için yönlendiricidir’ demiş ve oylamanın ‘kabul’ anlamına gelmeyeceğini belirtmişti.
C:\Users\ILHAN\Desktop\AGUSTOS BULTENINE GIRECEKLER\Sigrid Kaag başortulu.jpg
Sigrid Kaag
Hollanda’da siyasi partilerin bazıları, gelecek yıl mart ayında yapılacak olan genel seçimlere yeni liderler ile katılma çalışmaları içindeler.
50+ Partisi’nin kıdemli siyasi lideri Henk Krol, kurucusu olduğu partiden ayrılarak kendi partisini kurdu. Böylece 50+ Partisinin siyasi lideri Norbert Klein oldu.
Hollanda’ya ilk kadın Başbakan’ı getirmek için bir kadın lider arayan Hıristiyan Demokratlar Birliği CDA, Mona Keijzeri seçtirmeyi başaramadı.
CDA’da iki güçlü aday Pieter Omzicht ile halen Sağlık Bakanı olan Hugo de Jong arasındaki mücadeleyi, sonuncusu kazandı. (buna memnun olduk, zira diğer aday Omzicht, yabancılar için sempatik bir siyasetçi değildir)
İşçi Partisi’nin siyasi liderliğini Lodewijk Asscher’in yapacağı kesin gibi.
Hükümetin en büyük ortağı Hürriyetçi Liberal VVD’nin siyasi lideri ise, kesinlikle şimdiki Başbakan Rutte olacak.
‘Bizim partimiz’ DENK’te ise durum belli değil.
Faslı Farid Azarkan, partinin hem başkanlığını ve hem de siyasi liderliğini ele geçirmek istiyor. Bizimkiler kendi aralarında kavgayı sürdürürlerse Azarkan başarılı olabilir.
DEMOKRAT 66 PARTİSİ UMUT VERİYOR
Hollanda’ya bir kadın Başbakan kazandırabilmek için, en ciddi seçimi Demokrat 66 Partisi yaptı. Partinin siyasi başkanlığına seçilmesi halinde, D’66’ya en çok sandalyeyi kazandırıp, Koalisyon aşamasında Başbakanlığı hak edecek olan bu kadın aday Sigrid Kaag’dır.
C:\Users\ILHAN\Desktop\AGUSTOS BULTENINE GIRECEKLER\thumbs_b_c_c7ddd080e5bd9457b72449894885ac9e.jpgSigrid Kaag, Ankara’yı ziyaretinde anlaşma imzaladığı Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ile
Sigrid Kaag şimdiki kabinede Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanı olarak görev yapıyor.
Daha önceleri de başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, çeşitli önemli görevlerde hizmet etmiş olan Sigrid Kaag, kendisini dinleyen ve okuyanlara daha ilk etapta ‘İşte bu’ dedirtecek kadar kültürlü bir insan.
Dışişleri Bakanı iken İran’a yaptığı bir ziyaret sırasındaki başörtülü fotoğraflarıyla dikkat çeken ve özellikle muhalefet tarafından eleştirilen Sigrid Kaag’ın, müslümanlara sempatik gelecek bir çok faaliyeti ve davranışı var.
TİCARETTE DESTEKÇİMİZ
Sigrid Kaag, şimdiki kabineyi temsilen gittiği Ankara’da, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ile karşılıklı imzaladıkları sözleşmeden sonra, açık, samimi ve karşılıklı saygı içinde bir toplantı gerçekleştirdiklerini vurguladıktan sonra şunları söylemişti: “Ticaret hacmimiz artıyor. Hollanda Türkiye’ye yatırım yapan en büyük ülkelerden biri ve en önemli ticaret ortaklarından. Bu toplantılar sayesinde fırsatları, çözümleri, sorunları ele alma imkanı buluyoruz. Bu sayede inovasyonlarla ilişkilerimizi nasıl ileri götürebiliriz, sürdürülebilir üretim zincirimizi nasıl oluşturabiliriz, kadın girişimciliğine, döngüsel ekonomilere, akıllı şehirlere ve diğer bütün konulara nasıl katkıda bulunabiliriz, bunları tartışıyoruz. Bu noktada Türkiye ile ortaklık hayati önem arz ediyor.”
ERMENİ DAVAMIZDA YANIMIZDA
Sigrid Kaag, Dışişleri Bakanlığı yaparken, Hollanda parlamentosunda oylanan ve kabul edilen sözde Ermeni soykırımı hakkında alınan bu kararın, hükümetin tanıması anlamına gelmediğini söylemişti.
Sigrid Kaag, hükümetin, 1915 olaylarıyla ilgili ‘Ermeni Soykırımı’ iddiası konusunda itidalli davranılması gerektiği düşüncesinde olduğunu belirtip, “Hollanda hükümeti, BM tarafından bağlayıcı bir karar ya da Srebrenitsa olayında olduğu gibi uluslararası mahkeme tarafından verilen bir hüküm olduğu zaman soykırımdan bahsedebilir” diye konuşmuştu.
Kaag, bunun Ermenistan ile Türkiye arasında bir sorun olduğunu dile getirerek “İki ülke birlikte çalışarak uzlaşmak için beraber adım atmalı ve yaşananları ortaya koymalı” çağrısı yapmıştı.
Hükümet protokolüne işaret eden Kaag, “Soykırımların tanınmasında, uluslararası mahkemelerin hükümleri, BM’nin bilimsel araştırma ve bulgularındaki açık ve net olan sonuçları Hollanda hükümeti için yönlendiricidir. Hükümet, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulunun, Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre hareket ediyor” diye eklemişti.
Sigrid Kaag’ın, bizleri memnun edecek pek çok yönleri var.
Şimdi bizi memnun edecek olan bu özellikleri sıralayalım:
C:\Users\ILHAN\Desktop\AGUSTOS BULTENINE GIRECEKLER\Sigrid Kaag iran’da.png
Sigrid Kaag, İran’a yaptığı ziyaret sırasındaki bu başörtülü fotoğrafları yüzünden, özellikle ırkçı politikacılar tarafından çok eleştirilmişti.
Hollanda’da, popülizme inat, Arapça konuşan sıradışı bir Bakan
III. Rutte kabinesinde göreve geldiği günden itibaren, dikkatleri üzerine çeken Sigrid Kaag, alışılagelmişin dışında bir Bakan. Arapça konuşuyor. Filistin davasını savunuyor. Fransız muhabir ile Fransızca konuşurken pek çok yabancı muhabirle de kendi dillerinde cevap verebiliyor.
Kudüs’de, Amman’da, Cenevre’de, Şam’da, New York’da üst düzey görevlerde bulunan Kaag, üç yıl önce Birleşmiş Milletler Başkanı Ban Ki-Moon tarafından ‘Lübnan Özel Elçisi’ olarak görevlendirilmişti.
Tecrübeli ve dünyayı tanıyan uzman bir bürokrat olan Kaag, çok yönlü kişi.
Kaag, Utrecht Üniversitesi’nin Arapça ve Orta Doğu, Oxford’un Uluslararası İlişkiler ve Orta Doğu bölümlerini bitirmiş. Öğrencilik yıllarında Arap-İsrail çatışması ve Petrol Politikası üzerine tez hazırlamış. Londra’da Shell’de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nda, Birleşmiş Milletler’de, Unicef’de çalışmış. Filistin lideri Yaser Arafat’ın önemli adamlarından diş doktoru, eski politikacı ve Filistin İsviçre Büyükelçiliği de yapan Anis al-Qaq ile evlenmiş. Dört çocukları var. Evlerinde İngilizce, Fransızca, Arapça ve Holllandaca konuşuluyor. Bakan olmadan önce görev yeri Beyrut idi..
Sigrid Kaag’ın uzmanlık alanı çok ilginç. Şu an üstlendiği Bakanlık portföyü ile tam bir uyum sağlıyor. Bakan Kaag, mülteci kamplarını ziyaret eden, Hizbullah ile görüşmeler yapan, siyasi liderler, Devlet Başkanları, Dışişleri Bakanları ile konuşan birisi olarak tanınıyor. Görüşmelerin içeriği ise malum: Lübnan meselesi, çatışmaların önlenmesi, barış, güvenllik, radikalleşme, yoksullukla mücadele.
Sigrid Kaag, 2014 yılında BM misyonu ile Suriye’deki kimyasal silahların imha edilmesini sağladı. Suriye’de çok meşhur olan Sigrid Kaag, ‘Iron Lady’, (Bemir Bayan) olarak anılıyor.
Hassan-Rouhani-Sigrid-Kaag-310×200
Sigrid Kaag, İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşürken başörtülüydü..
Peki, bu kadar yoğun işi olan Sigret Kaag nasıl Bakan oldu?
Bu soruya Kaag şu cevabı veriyor: ‘‘Bir çok insan, ‘Lübnan’ı bırakıp gelmek zor olmadı mı?’ diye soruyor. Zira, BM Elçisi olarak milyonlarca mülteciden sorumlusunuz. Lübnan’da son üç yıl son derece kritik anlar yaşadım. Benim için Lübnan’dan bir anda ayrılmak garip oldu. O kadar hızlı gelişti ki olaylar, ‘Bakanlık benim için zordur’ deme fırsatı bile bulamadım. Çocuklara söyleme zamanım bile olmadı. Oğlumun biri eğitim için Hollanda’ya gelmişti. Arkadaşlarından duymuş. Beni aradı ve ‘Anne herhalde benim kaldığım şehre yerleşmeyeceksin’ diye şaka yaptı..’’
Yani Sigrid Kaag’ın Bakan oluşu tam bir sürpriz.
Kaag, Lübnan’da eşyalarını tam olarak toplayamamış. ‘Valizlerim var Lübnan’da’ diyor Ekim (2017) ayının sonunda D66 Partisi lideri Alexander Pechtold Sigrid Kaag’ı telefonla arar. Ulaşamaz ilk önce. Daha sonra, ‘D66 olarak hükümete girersek, Bakan adayımızsın’der Pechtold. Zira, Sigret Kaag, başarılı bir Birlemiş Milletler diplomatı olarak, Pechtold’un uzun zamandır kafasındadır. Çünkü bayan Kaag, New York’da BM, Cenevre ve Orta Doğu tecrübesi, iyi bir müzakereci ve dünyayı tanımasıyla, Bakanlık için ideal bir isimdir.
Sigrid Kaag’ın Bakan olmasından rahatsız olanlar oldu tabii ki. Zira Bakan Kaag, BDS Boycot, Desinvesteringen and Sancties BDS (Filistin İçin İsrail’e Boykot Girişimi) hareketini savunanlardandır.
Evet, oldukça renkli, çok yönlü ve sıradışı bir Bakan olan Sigrid Kaag, bazı çevreleri rahatsız ediyor. Ancak, şu dönemde, Avrupa’da popülizmin geçer akçe olduğu süreçte, dünyayı bilen ve okuyan birisinin, Hollanda kabinesinde yer alması önemli bir şans. Hollanda’nın içe kapanması yerine, dış dünyayla ilişkiler kurması için önemli bir fırsat. Avrupa’nın içinden çıkamadığı göç ve mülteciler meselesi için de önemli bir değer Sigrid Kaag. (Veyis Güngör 2018)
İşte böyle bir Başbakan adayıdır Sigrid Kaag.
Hoş, partinin siyasi liderliği henüz resmi olarak açıklanmadı ama, karşısında başka aday olmadığı için siyasi liderliği kesinleşen Sigrid Kaag, belki de bizim beklediğimiz Başbakan olacaktır.
Ne dersiniz, gelecek ay mart ayında yapılacak seçimlerde, bize karşı çok sempatik olan bu hanımefendiyi, Hollanda’nın ilk kadın Başbakanı olarak seçmeye va mısınız?
Hatırlayacaksınız, bazı siyasi partiler, sözde Ermeni soykırımını tanımadıkları için Türk adayları seçim listesinden atmışlardı. Biz de bu duruma çok kızmış ve Demokrat 66 Partisinden Fatma Koşer Kaya’yı seçtirmek için harekete geçmiştik. O mücadelede başarılı olmuş ve Fatma Koşer Kaya’yı milletvekili olarak seçtirdiğimiz gibi, D’66 Partisini de güçlü hale getirmiştik.
Şimdi de aynı başarıyı göstermek neden olmasın?
Ben şahsen bu yeni mücadelede varım.
Oyum, Sigrid Kaag’a helal olsun.
(Yukarıdaki yorumu yazdığım zaman DENK Partisi büyük bir kriz yaşıyordu. Tunahan Kuzu’nun özel yaşamındaki sarsıntı partiyi ‘yok olma’ aşamasına getirmişti. O nedenle o gün ‘Oyum Sigrid Kaag’ahelal olsun’ demiştim.
Ama dün, Türklük tarafım ağır bastı. Ben DENK’e, eşim de Sigrid Kaag’a oy verdik. Böyle biline…)
İLHAN KARAÇAY OBJEKTİF GAZETECİLİK İLKESİYLE SORUYOR: LALE GÜL’E DESTEĞE OKEY, ACI ÇEKEN EBEVEYNLER NE OLACAK?
*Doğrudur, bir genç kız, tanrının kendisine bahşettiği hayatı hür
iradesiyle yaşamalı ve baskılara maruz kalmamalı.
*Peki buna karşın, yaşananlar nedeniyle ele güne bakamaz
duruma gelen ebeveynlerin çektikleri acılar ne olacak?
*Izdırabını kitap yazarak anlatan ve destek bulan Lale Gül
amacına ulaştı ve özlediği hür yaşama kavuştu.
*Peki, ‘İrinli hamam böceği ve faşist islam despotu’ suçlaması ile
anne, ‘sadece döllendiren’ olarak suçlanan baba ne olacak?
Değerli Okurlarım,28 Şubat 2021 günü alttaki başlıklar ile bir haber yayınlamıştım:
HOLLANDA’DA YENİ BİR BİLİMKURGU
*Ailesine ‘roman yazıyorum’ dedi ama laf furyası ile ebeveynlerini yerden yere vurdu…
*23 yaşındaki Lale Gül, Türk ve islam geleneklerini sertçe eleştiren kitabının
yayınlanmasından sonra evinden çıkamaz oldu.
*Televizyonlarda ve gazetelerde günün konusu olan genç kız, babası için ‘döllendiren’
annesi için de ‘irinli hamam böceği ve faşist islam despotu’ yakıştırmasını yaptı.
*Din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden ölüm tehditleri alan genç kız
‘yazarlığa tövbe’ dedi ama gelen cazip teklifler de kafasını karıştırıyor.
Yukarıdaki başlıklar ile yayınladığım haber, ana akım gazetelerinde, haber portallarında ve sosyal medyada yayınlandıktan sonra, büyük bir çalkalanma oldu. Genç kızımızı destekleyen görüşlerin yanında, az da olsa adet ve geleneklerden söz eden görüşler de vardı.
Üç beş gün süren bu çalkalanmadan sonra ortalık sessizliğe büründü.
Ne var ki, aradan 15 gün geçtikten sonra akılları başlarına gelen (!) bazı siyasetçiler ve kurumlar, bu konuyu yeniden gündeme getirerek, kendilerine bir paye kazandırmaya çalışmaya başladılar. Paye kazanmaya çalışan bu kişiler arasında benim dostlarım da var.
Lale Gül’ün ebeveynlerinin, utançlarından hâlâ sokağa çıkamadıklarını göz ardı eden bu kişi ve kuruluşlar, bu durumun ehemmiyetine değinmezken, tehdit edilmekte olan Lale Gül’e, arşivlerdeki en edebi sloganları sıralayarak sahip çıkıyorlar.
Aslında ben de, Lale Gül’ü savunan bu sloganları destekliyorum. Ama madalyonun diğer tarafına da bakılmasını istiyorum.
Hollanda’da yazarlık yapan erkek cinsiyetinde bir Türk, önceki gün kendisyle yapılan ve
‘de Volkskrant’ta yayınlanan bir röportajda, ‘Ben 15 yaşında iken geneleve gittim. Ama buna karşın kız kardeşim okul seyahatine bile gidemedi’ benzetmesi ile Lale Gül’e destek oluyordu.
Ama nedense, bu demokrat ve özgürlükçü gazeteci, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir bayan politikacı, şu andaki görevi ile hiç bağdaşmadığı halde, Lale Gül hakkında bir bildiri yayınlıyor ve Lale Gül’e yapılan tehditleri şiddetle kınıyor.
Bu politikacımız da nedense, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Özgürlükçülüğü ile tanınan bir Türk örgütü de dün bir açıklama yaptı ve Lale Gül’e yapılan tehditleri şiddetle kınadı.
Ama nedense, bu demokrat ve özgürlükçü örgüt de, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Lale Gül’e destek açıklamaları yapanların yanında, tehdit iddiaları ile yıpratılan Kuzey Hollanda Milli Görüş Yönetimi de, Amsterdam Belediye Başkanı Bayan Femke Halsema’ya göndermiş olduğu mektubu yayınladı.
Milli Görüş Yönetimi’nin, Belediye Başkanı Halsema’ya gönderdiği mektubun bir kısmının orijinal fotoğrafı ve Türkçe tercümesi altta:
Amsterdam, 15.03.2021
Konu: ‘Ik ga leven’ isimli yayını nedeniyle Lale Gül’e karşı tehditler
Belediye Başkanı Sayın Halsema,
Kuzey Hollanda Milli Görüş olarak Lale Gül hanıma karşı yapılan tehditleri kayıtsız șartsız reddediyor ve kendisinin güvenliği için alacağınız her türlü önlemi destekliyoruz.
Bir eleştiri eylemi hiçbir zaman tehditlere yol açmamalıdır. Bir an önce bu meselenin netliğe kavuşmasını ve Lale Gül hanımın tekrar normal günlük hayatına devam etmesini temenni ediyoruz. Bir kişinin İslam dinini kabul edişinde, yaşayışında veya reddedişinde hiçbir tehdit veya zorunluluk söz konusu olmamalıdır. Dolayısıyla Lale hanımın kararına saygı duyarak yapılan tehditleri kınıyoruz.
Çeşitli medya kanallarının iddialarının aksine yönetimimiz hiçbir şekilde Lale hanımın ailesi ile iletişime geçmemiş ve kendisi tarafımızdan hiçbir şekilde bir tehdide maruz kalmamıştır. Söz konusu medya ilgisinin bir sonucu olarak teşkilatımız maalesef haksız yere itham edilmiş ve medyada olumsuz bir şekilde yer almıştır.
Geçtiğimiz günlerde ‘Volkskrant’ gazetesi tarafından bir düzeltme yayınlanmış, Milli Görüş teşkilatının bu meselede, ne ebeveynler ile bir irtibatta ne de bir mahkeme tehdidinde bulunduğu belirtilmiştir. Gül ailesine bu zor zamanlarında kolaylıklar ve bir an evvel sükunete kavuşmalarını diliyoruz.
Saygılarımızla,
Kuzey Hollanda Milli Görüş Yönetimi
Son aldığım bir habere göre, Hollanda’daki pek çok sanatçı, siyasetçi ve hatta birkaç imam,
Lale Gül için imzaya açılan bir dilekçeye destek vermişler.
Bu haberin yer aldığı sayfaya, Jan Beerenhout (1933 yılında Atatürk ve Kraliçe Wilhelmina tarafından kurulan Hollanda-Türk Dostluk Cemiyeti eski sekreteri ve müslüman olmuş bir değer) şu satırları yazmış:
Kur’an:2:256 ‘Dini inançta zorlama olmaz’
Hz. Muhammed: ‘Sizin inancınız sizindir, benim inancım ise benimdir’.
‘Lale Gül ile dayanışma içinde olduklarını açıklayan müslümanların mevcudiyeti tuhaf değildir. Ama O’na saldıran ve tehdit edenler de muhtemelen müslüman değildir.’
İşte, kendisi de 60 yıl önce müslüman olmuş bir Hollandalı’nın görüşü yukarıdaki gibi.
Müslümanlığın, şamatacı ve yalancı politikacı Geerd Wilders’in saçmaladığı gibi bir din olmadığını, Kur’an-ı Kerim’i inceleyen her insanoğlu anlayabilir.
Jan Beerenhout’un yukarıda verdiği örnekte olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’de ‘Dini inançta zorlama olmaz’ başlıklı ayete inanmayanlar müslüman olamazlar.
Şimdi gelelim yeniden boynu bükülen Gül aile fertlerinin yaşamakta oldukları acılara…
Hollanda TV’sine çalışan Bülent Moran kardeşimiz bugün sosyal medya üzerinden bir duyuru yaptı. Lale Gül konusunda konuşmak isteyen Türk aileleri arıyormuş. Dilerim ki Moran kardeşimiz konuşacak aileleri bulur ve bu aileler de, Gül ailesinin çektikleri ızdıraba merhem olurlar.
Ben şahsen soz söz olarak şunu söyleyebilirim: Gurbette yaşayan Türk kökenlilerin birinci kuşağının tükenmekte olduğu yıllar içindeyiz. Birinci kuşaktakilerin büyük bir çoğunluğu dini vecibelerine, kültür ve geleneklerine sıkıca bağlı insanlardır. Hoş, ikinci kuşak gurbetçilerimiz, evde öğrendikleri doğrultusunda aynı hassasiyete bağlı kalmışlardır.
Üçüncü ve şimdilerde henüz bebek olan dördüncü kuşak Türkler’in, ilk kuşaktakiler gibi, aynı konularda çok hassas ve bağnaz olmayacakları malumdur.
Ama her şeye rağmen, henüz yaşamakta olan birinci ve ikinci nesil yurttaşlarımıza, göç edip geldikleri ülkelerde, yaşam tarzının şekilleri ve şartları öğretilmelidir.
Her konuda aşırı düşünen insanlar olduğu gibi, din, adet ve gelenek hakkında da aşırı düşünen insanlar vardır. Makul ve sağlıklı düşünen insanlarımız çoğunlukta olduğuna göre, yaşam şartları konusunda kendilerini geliştirememiş insanlarımız için eğitici toplantılar yapmak doğru olmaz mı?
Bu eğitici toplantıları veya kursları, vergi ödediğimiz devletin kurumları üstlenmelidir. Ama kendi devletimiz de bu konuda girişimlerde bulunma hakına sahip olmalıdır.
‘Ankara’nın uzun kolu’ safsatası bir kenara itilerek, en az 30-40 yıl daha sürecek olan bu gelişmemişliğe son vermenin tek çaresi budur.
Yukarıdaki konuyu daha önceden okumamış olanlarınız vardır. Bu nedenle, 28 şubat günü yayınlamış olduğum yazıyı aşağıda yineliyorum.
HOLLANDA’DA YENİ BİR BİLİMKURGU
*Ailesine ‘roman yazıyorum’ dedi ama laf furyası ile
ebeveynlerini yerden yere vurdu…
*23 yaşındaki Lale Gül, Türk ve islam geleneklerini sertçeeleştiren kitabının yayınlanmasından sonra evinden çıkamaz oldu.
*Televizyonlarda ve gazetelerde günün konusu olan genç kız,
babası için ‘döllendiren’ annesi için de ‘irinli hamam böceği ve faşist islam despotu’ yakıştırmasını yaptı.
*Din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden ölüm tehditleri alan genç kız ‘yazarlığa tövbe’ dedi ama gelen cazip teklifler de kafasını karıştırıyor.
Bir Pazar gününüzü zehir etmek istemiyordum ama, Hollanda’da nelerin yaşandığını güncel olarak bilme hakkınız olduğu için bekletemedim. Ama söz, sizlere yarın iç açıcı bir yazı servis edeceğim. Yazının başlığını şimdiden müjdeleyim: Türkler Avrupalı mı?
Şimdi dönelim bugünkü konumuza…
Hollanda’da yeni bir ‘scienne fiction’ bilimkurgu filmi dönmeye başladı. Bu fimin başrol oyuncusu bu kez 23 yaşında Lale Gül adlı bir genç kızımız.
Ailesine ‘Roman yazıyorum’ diyen, ama roman yerine kendi hayatını yazarken Türk ve islam geleneklerini yerden yere vuran genç kızımız, gerek ailesinden ve gerekse din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden gördüğü tepkiler ve tehditler üzerine, hayata küserek dışarı çıkamaz hale geldi.
Kendi ifadesiyle, çeşitli çevreler tarafından lanet okunan genç kız, ‘Beni yuvasına pisleyen’ olarak anıyorlar diye dert yanarken, kalemini bir kenara attığını ve artık yazmayacağını belirtti.
Lale Gül’ün bir ilk olan kitabının adı ‘Ik ga leven’, yani ‘Yaşayacağım’. Ama öyle görülüyor ki, kitabında kullandığı hiciv, taşlama ve laf salatası nedeniyle hayatını zindana soktu. Kitapta kullandığı yazı dili, kendi deyimi ile yapısı olmayan, sokak dili ile yazılmış kaotik bir hikâye. Ama buna rağmen, kitapçılara sipariş verme yarışında ilk 10’na girmeyi başarmış.
Bakınız Lale Gül Hollanda medyasında nasıl değerlendirildi:
Lale Gül, kitabının yayınlanmasından iki hafta sonra çok naif davrandığını ve budalalık yaptığını kabul etti. Amacı, kendini örnek göstererek, Amsterdam’da yaşayan bir genç kızın, aşırı islam toplumu içindeki boğuşmalı yaşamını anlatmaktı. Yazacaklarından ötürü evde zorluk çekeceğini hiç hesaba katmamıştı. Sonuçta anne ve babası kırık Hollandacaları ile bir şeyin farkına varmayacaklardı ve sonunda da, ‘Amaaan, kulaktan dolma sözlerle yazılmış bir roman’ diyecekti.
Ama bu düşünce ne yazık ki suya düştü. Kitabın yayınlanmasından iki hafta sonra çıktığı Televizyon programından sonra, Gül ailesinin telefonları kilitlenmişti. Aile bireyleri, tanıdıklar ve tanımadıkları hesap sormaya başlamışlardı. Kitap, Türk toplumu içinde utanç yaratıcıydı.
Lale anlatıyor: ‘Babam, titreyen elleri ile tuttuğu telefondan herkese cevap vermeye çalışıyordu. Zira ben kendilerine bir aşk hikâyesi yazdığımı söylemiştim. Ama babam her gelen telefondan anladıklarıyla, benim neler yazdığımı öğrenmişti. O sırada babam bana ‘Kızım, ne yaptın sen, aile yaşamımızı sokağa döktün.’ diye feryat etti.’
‘Yaşayacağım’ adlı kitapta başrolü oynarken laf salatası yaptığını unutmuştu. Evde müzik dinlemek, öpüşme sahnesi olan film seyretmek ebeveyler tarafından yasaklanmıştı. Makyaj, ziynet ve selfi fotoğraf çekmek yasaktı. Doğum günü kutlamak ve dışarı çıkmak yasaktı. Okul gezisine gitmek, tatile bir erkek aile bireyi olmadan gitmek yasaktı. Erkek arkadaş edinmek, hele hele sevgili edinmek kesinlikle yasaktı.
Ama başrol oyuncusu yasakların olmadığı bir yaşam istiyordu. Kitabında da soruyordu: ‘Ne yani, bir ev bitkisi olarak mı yaşayacaktım? Evleneceğim, gülme yoksunu, Kur’an yutmuş bir uyuşuk erkeği seçecek olan beni döllendirenler, yaşamam gereken seksüel ilişkinin nasıl olması gerektiğini de mi anlatacaklar? Bunun için mi yaşayacağım? Allah benim bu trajedime sevinecek mi?’
Lale Gül kitabında, annesi ile arasındaki geçimsizliği, bir erkek arkadaşıyla ilişkisi nedeniyle çektiği zorlukları anlatırken, babasından ‘Beni döllendiren’, annesinden de ‘irinli hamam böceği ve faşit islam despotu’ diye söz ediyor.
‘Amacım, zehirleyici dil kullanmak değildi’ diyor Lale Gül ve ekliyor: ‘Amacım, yaşadığım gerçekleri yazmak ve kararı okuyuculara bırakmaktı. Ama yazım sırasında ebeveynlerime kızdım ve kızgınlığımı okuyucuların da bilmesini istedim.’
Lale Gül’ün anne ve babası, 1990’lı yıllarda Hollanda’ya göç etmişlerdi. Amsterdam’ın bir mahallesinde ikamet ediyorlardı. Annesi, üç çocuğa bakan bir ev kadınıydı. Babası ise postacı ve tren temizliği işleri yapmıştı. Lale, o günleri şöyle anlatıyor: ‘Amsterdam’da ikamet ediyorlardı ama, geldikleri köyü hiç terk etmemiş gibiydiler. Türk televizyonlarını izliyorlar ve kendi geleneksel norm ve değerlerinden kopamıyorlardı. Benim kot pantolon giyinmemden bile rahatsız oluyorlardı. Ne de olsa komuşulardan çekiniyorlardı. Sofu müslüman olarak cennet ve cehenneme inanıyorlar. Çocuklarının ahirette cayır cayır yanmasını istemiyorlardı. Bu nedenle bize bazı kısıtlamalar koymuşlardı. Annem, benim günahlarımın kendisine kaydolacağına inanıyordu. Allah’ın ona, ‘Kızın şeytanın peşine takıldığı zaman sen ne yaptın’ diye soracağına inanıyordu.
Lale’ye göre, müslüman kızların çoğu aynı baskı ve kurallar içinde yaşıyordu. Ama çoğunluğun da bu baskı ve kurallara uymadığını görüyordu. ‘Amsterdam Üniversitesi’nde, yüksek eğitimli müslüman kızlar ile konuşurken, onların da evden dışarı çıkamadıklarını ve arkadaş edinemediklerini duyuyordum. Ama onlar bu duruma isyan etmiyorlardı. Okula geldikleri zaman başörtülerini çıkarıyorlar ve gizlice arkadaşları ile buluşuyorlardı. Ama toplum içinde bununla mücadeleden kaçınıyorlardı.’ diyor Lale.
Lale’nin bu konudaki serüveni Kur’an okulunda başlamıştı. (Gazete Kur’an okulunun bağlı olduğu kuruluşun adını yazmış ama ben bundan imtina ediyorum.)
6 yaşından 17 yaşına kadar her Cumartesi ve Pazar günleri, Kur’anı ezbere öğreniyordu. Öğrenciler islam norm ve değerleri çerçevesinde öğrenim görüyorlardı. Lale’nin tuhafına giden, kendi görüş ve düşüncelerinin ne olduğunun sorulmaması idi. Kaldı ki gittiği ilkokulda buna imkân veriliyordu. Ama hafta sonları buna şansı yoktu ve kendi düşüncelerini yutmak zorundaydı. Kur’an hocasına ‘Neden biz başımızı örtüyoruz ama erkeklere hiçbir kural yok’ diye sormuş. Aldığı cevap şu olmuş:’Bu soruyu senin kulağına şeytan üfürdü.’
Lale Gül kitabında, Batılı görüşler ile peygamber öğretisini barıştırmak istiyordu. Şöyle diyor Lale: ’16 yaşında iken YouTube’de solcu Türkler’in filmlerini izliyordum. Onlara göre dini kurallara körü körüne bağlanmak yerine, günün şartlarına göre hareket etmek mübahtır. O zaman memnun olmuştum ve bundan böyle kimlerle özdeşleşeceğimi öğrenmiştim.’
Lale şöyle devam ediyor: ‘Bir hafta sonra sınıfta, eşcinselliğin bir hastalık olduğunu söylediğim zaman doçentimiz çok kızmış ve bunun hipokrit (münafık-riyakâr) bir düşünce olduğunu, hipokritlerin de çoğu zaman ateistlerden (inançsızlardan) daha kötü olduklarını belirtmişti’
18’inci yaşından itibaren kendisinin ‘islamofoob’ (islam korkusu) olduğunu belirten Lale Gül şöyle diyor: ‘O zaman dini inancın, insan yaşamındaki etkisinden endişe duymaya başlamıştım. Eşcinsel veya feminist kadınların yaşayabileceği hiçbir islam ülkesi yoktur. Kadın imam veya bir eşcinselin camiye girmesi gibi, islamı modernleştirme girişimleri hep baltalanmıştır. Yayınlanan dini tekstlerdeki yorumlar, peygamber öğretisini zayıflatınca, Hollanda-Türk toplumu içindeki tutuculuk SGP ( Dini Parti) oryantallığına dönüşüyor.’
Lale Gül, kitap yazımından çok önce, 2019’da görüşlerini sosyal medyada duyurmaya başladığı zaman, sağ görüşlü twitter kullanıcıları tarafından baştacı edildi. Bir anda kendisini De Telegraaf yazarı Wierd Duk, Forum Demokrasi Partisi lideri Thierry Baudet ve TV programcısı Fidan Ekiz öğle yemeğine davet ettiler. Bu buluşmalardan çok memnun olmuştu. Zira bu cesur görüşlerini destekliyorlardı. Baudet, kendisini parti propagandası toplantılarına davet etti. Ama 23 yaşındaki Lale, bu davete icabet etmediği için de memnun oldu. ‘Öyle umut ediyordum ki Baudet, bu yapısal konulara değinecekti. Ama öyle olmadı.’ diyor Lale.
Lale Gül, kitabının yayınlanmasından sonra da ilgi odağı oldu. Kendi pozisyonunda olan pek çok genç kadından aldığı mektuplarda tavsiyeleri soruldu. Okuyucular da onun kültüre bakış açısını tebrik ettiler. O da bir yazar olan Franca Treur’den aldığı mektupta, aynı konulara değinilecek olan bir kitap yayınlayacağını öğrendi.
Lale, islam karşıtları tarafından takdir ediliyordu ama evdeki durum bambaşkaydı.
Kitabın yayınlanmasından iki hafta sonra katıldığı televizyon tartışma programından sonra, ‘verem ol’ tehditleri başladı. Kitapta adından bahsettiği (Açık ismi yazmıyorum) dini kuruluşun başkanının telefon ederek kendisini mahkmeye vereceğini belirten Lale, ‘Amcalarımdan biri evime geldi ve bana ‘pis fahişe kızı’ dedi ve ağzımdaki dişlerin hepsini kıracağını söyledi. Annem de bana, ‘Amcana hak vermeden edemeyeceğim. Zira sen yazdığın kitapla bunu hak ettin’ dedi.’
Lale, artık sokakta tanınıyor ve tehdit ediliyordu. Bunun için savcılığa şikâyette bulundu. Evden dışarı çıkamaz oldu. Babası da, komşuların hesap sormasından korktuğu için dışarı çıkamaz oldu. Kitabın yayınlanmasından sonra camiye de gitmez oldu. Ama, postacılık işi için yine de sokaklara çıkma mecburiyetinde kalıyordu..
Lale anlatıyor: ‘Babam mahallede mektup dağıtırken, kendisine ‘Senin kızın da ikinci Ebru Umar oldu. ( O da yazdıkları nedeniyle Türkiye’den Hollanda’ya sınır dışı edilmişti) Neden kızına engel olamadın?’ diye soruyorlar. Babam da onlara ‘Ne yapayım, boğazını mı keseyim, söyleyin’ diye cevap veriyor. Babam eve gelince, ‘İnsanlarımızın nasıl olduğunu biliyordun, bunu hesaba katamaz mıydın’ diye azarlamaya devam ediyor.’
Dışarıdan gelen tehditlere karşı babası, 20 yaşındaki erkek kardeşi ve 22 yaşındaki yeğeni tarafından korunduğunu belirten Lale ekliyor: ‘Kardeşim insanları uyarıyor. Kardeşim ‘kim kız kardeşime dokunursa benden çekeceği var’ diyor. Onun desteği olmasaydı şimdiye çoktan tokatlanmıştım.’
Lale, diğer aile fertlerinden de destek bekliyordu. Ama onlar kendisine sırtlarını çevirdiler. Bu da çok zoruna gidiyor ve ekliyor: ‘Bana yuva pisleten diyorlar. Ama ben kendi hayatım diye yazdım. Kendi hikâyemi anlatmak hakkım yok mu? Bunu tekrarlamaya devam edeceğim. Ama birbirimizi anlayamıyoruz.’
Lale, aynı zamanda kendisini suçlu buluyor ve devam ediyor: ‘Öncelikle, kötü bir düşüncem yoktu, Sadece hikâyemi dökmek istiyordum. Ama pratikte bu böyle olmadı. Ebeveynlerimin bu yüzden hastalandıklarını görüyorum. Annem iki haftadır yatakta kıvarıp duruyor. Annem kız kardeşime şöyle diyor.’Bana felç inerse veya kendimi öldürürsem, bu Lale’nin kabahatidir.’ Bu da kardeşimi çok üzüyor. Dün kardeşim bana, ‘Bunu bir daha yapmayacağına dair söz ver. Annemin başına bunların gelmesini istemiyorum’ diyerek ağlamaya başladı.’
‘Olanları Hollandalı arkadaşlarıma anlattığım zaman bana, ‘Bu olağan durum karşısında kendini suçlu bulma’ diyorlar. Ama ben bunların hepsini hesaba katmadan hareket ettim.’ diyen Lale’ye diğer aile fertleri sırt çevirmişti ama kendi anne ve babası sırt çevirmemişti. Lale şöyle devam ediyor: ‘Bu durum en çok anne ve babamı zor durumda bıraktı. Annem ve babam bana yine de teklifte bulundular ve şöyle dediler:’Öyle sanıyoruz ki, şimdi pişmanlık duyuyorsun. Kitabın için seni af ediyoruz. Ama bir daha hiçbir tartışma ortamına girmeyeceksin.’
Lale bu durumdan çok memnun olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: ‘Yazdığım kitap ile görüşlerimi tüm dünyaya duyurdum. Hollanda, Türk toplumunun içinde bulunduğu durumu öğrenmiş oldular. Böylece amacıma ulaştım sayılır. Şimdi kepengi indirdim. Annem ve babam ile bağdaşmak için yazmaya ‘stop’ diyorum’
Ama bu alınması çok zor bir karardı. Bunu da şöyle yorumluyor Lale: ‘İçimi kemiren bir his var. Benim için iyi bir yetenek diyorlar. Geçen hafta çok sayıda telefon geldi. Aylık dergi Elle’ye yorum yazmam istendi. Katıldığım Televizyon programı için sürekli katılım teklifi geldi. Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında konuşmam istendi. Bu nedenle kariyerli ve kamuoyu oluşturan bir yazar olma rüyaları görüyorum. Ama bunları yapmamam lâzım. Böylece yarayı deşmekten başka bir şey yapmış olmam. Aksi takdirde, bir daha asla düzelmez.’
Yıllarca çırpındıktan sonra elde etmek istediği serbestliğe ulaşmıştı Lale.
‘Baş örtüsü kullanmaya mecburiyetim yok, makyaj yaparak da dolaşabilirim. Yaz gelince kumsalda da uzanabilirim. Türk-Hollandalı pek çok kadının bunları nasıl elde ettikleri hakkında çok şeyler okudum. Tiyatrocu Nazmiye Oral ve televşzyon yapımcısı Fidan Ekiz’in, evlerine Türk olmayan erkeklerle gittiklerini de okudum. Bu gelişmeler bana hep umut veriyor. Demek ki bir gün bana da bu yol açılabilir diye düşünüyorum hep.’ diyor.
Lale anlatmaya devam ediyor: ‘Biliyorum, Nazmiye ve Fidan bu konuda tabii ki birer istisnadır. Ben bir Hollandalı erkekle eve gidemem ve artık yayın da yapamam. Kendimi buna alıştırmaya çalışacağım. Bunlar ebeveynlerimin bana sunacakları en iyi toleranstır. Ben anne ve babam ile vedalaşmak istemiyorum. Erkek ve kız kardeşim ile gizlice anlaşmak da istemiyorum. Çocuklarım olduğu zaman, anne anne ve dede diyebilmelerini istiyorum.’
Son olarak şunu söyleyebiliriz: Lale, şimdilerde anne ve babasının bilgisi dışında son mülakatlarını yapıyor. 23 yaşındaki yazarın kariyeri başlamadan bitiyor. Üniversitedeki eğitimine devam edecek. İleride evleneceği ve mutlu bir evlilik süreceği bir Türk erkek bulacak. Çok ileride belki yine kalemi eline alacak ve yazacak. Ama bunu şimdi hiç düşünmeyecek. Romanının filme çekilmesi için ciddi teklifler alan Lale, bunun gerçekleşmesi halinde, başına gelecekleri şimdiden bildiği için, bu teklifi de geri çevirdi.
Kendisiyle yaptığım bu görüşme bir umutsuzluk görüşmesi miydi acaba?
Lale, gülerek cevap veriyor: ‘Sana başka bir hikâye anlatmak isterdim. Zira benim yaşamım bir masal değildir.’
AYAAN HİRSİ ALİ VE EBRU UMAR AYAAN HİRSİ ALİ
Lale Gül, yayınlamış olduğu kitap ile, islamı yeren yazarlar zincirine katılmış oldu.
Bu yazarlardan biri de Somalili Ayaan Hirsi Ali idi. 2004 yılında Theo van Gogh ile birlikte, islam karşıtı Submission filmini yapmıştı. Bu nedenle van Gogh öldürülmüş, Ayaan Hirsi Ali de, hayatından endişe edildiği için ABD’ye sürgüne gönderilmişti.
Ne ilginçtir ki, solcu görüşlerle sivrilen Ayaan Hirsi Ali, ABD’de konservatif (tutucu) görüşlü bir Düşünce Kuruluşu olan Hoover Instituut’te çalışıyor.
Ama Lale Gül, Hirsi Ali ile kıyaslanmasını da doğru bulmuyor ve ‘O bir şahane insandır. O benim ancak ustam olabilir’ diye övgü yağdırmayı da ihmal etmiyor.
EBRU UMAR
Babası patoloji doktoru, annesi göz doktoru olan Ebru Umar, 2004 yılında öldürülen Theo van Gogh ile birlikte çalıştı. Çeşitli gazetelere yazdığı yorumlarda, müslümanların ve Türkler’in gözüne battı. Tehditler aldığı için savcılığa başvuruda bulundu.
23 Nisan 2016 günü, Kuşadası’nda polis tarafından tutuklandı. Suçu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret suçuydu. Bu tutuklama iki ülke arasında siyasi krize yol açtı. Daha sonra Hollanda Dışişleri’nin baskısı sonucunda sınır dışı edildi.
Sevgili Okurlarım, Bugünkü yazım iç açıcı değildi. Hoş, dünyanın neresine giderseniz gidin, göçmenler için yazılacaklar arasında bu gibi konular yer alır.
Kanada’ya, Yeni Zelanda ve Avustralya’ya göç etmiş olan Hollanda toplumları içinde de gelişmemişliklere rast gelebilirsiniz. Bu, göçün bir kaderidir. Burnumuzun dibindeki Paris yakınlarında koloni halinde yaşayan Hollandalılar içinde de bunlar yaşanmaktadır. Mesele, dışa açılamamak ve kendi içlerinde boğulma meselesidir.
https://www.ilhankaracay.com/ilhan-karacay-objektif-gazetecilik-ilkesiyle-soruyor-lale-gule-destege-okey-aci-ceken-ebeveynler-ne-olacak/