Gurbetçiliğin travması (Köşe yazısı )

GURBETÇİLİĞİN MİLYONLAR ÜZERİNDE YARATTIĞI TRAVMA

Bir gurbetçi fotoğrafı üzerine şarkı yapan Hüsnü Uysal’a, fotoğraftaki gurbetçinin kızından gelen mektup ve klip yürekleri yaralayacak nitelikte.
‘Bu adam benim babam’ şarkısının klibi ve fotoğraftaki adamın hikâyesi, milyonlarca gurbetçinin çektikleri çilelerin ağırlığını ortaya seriyor.
‘Elinde tahta bavul ve ayağında çarık’ edebiyatının geride kaldığı o günlerden, geldiğimiz bu günlerdeki fark yüreğimizi serinletiyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:

Sirkeci Garı’ndan Almanya’nın Münih kentine kalkan ilk trenlerin hikayesi tam 60 yıl önce başlamıştı. Yaşadıkları toprakları, tanıdıkları insanları ve sevdiklerini geride bırakıp, çok uzaklarda yeni bir hayata başlamak için çıkmışlardı bu yola. Daha iyi yaşamak için, ikamet ettikleri yerlerde sokakları bile görmeden pansiyondan işyerine gidiş gelişler, onları kahrediyordu.

Binbir umutla geldikleri gurbette, en ağır ve en pis işleri yapmak için Ankara’da seçilirlerken dişlerine kadar muayene ediliyor ve makatlarına parmak sokuluyordu.
Geldikleri gurbette alın teri ve emek sarfederlerken, 20 kişi ranza yataklarda yatırılıyor, yeteri kadar gıda alamıyor, hastalıklarına inanılmıyordu.
Hasretini çektikleri insanlar ile mektuplaşarak mutlu oluyorlardı. İzin vakti geldiği zaman, gittikleri köylerinde, elerindeki polaroid makinelerle çektikleri fotoğrafları gurbete taşıyarak hasretlerini gideriyorlardı.
Yaşadığımız şimdiki çağdaki teknolojik imkânların hiçbiri yoktu. Kısa dalga Ankara radyosunu dinlemek için, radyo cihazının başında kümeleniyorlardı.
Para biriktirip yurtlarına geri dönüp yatırım yapma planları tabii ki gerçekleşmedi.
Aile birleşimleri başladı. Ama bu durum Almanlar’ın hoşuna gitmedi. Almanya’da Mölln ve Solingende evleri yakılarak katledildiler. Hollanda’nın Rotterdam ve Schiedam kentlerinde Türkler’in evleri ve işyerleri talan edildi. Hastalananların evine fabrika doktorları baskın yaptılar. ‘Hasta değilsin’ dediler ve gönderildikleri işyerlerinde can verenler oldu. Almanlar ile dayanışma içinde olup grevlere katılmak istediler ama, ‘sizin grev hakkınız yok’ diye tutuklandılar.

Almanlar ile dayanışma içinde olmak için 27 yurttaşı ile greve katılan Baha Targün, grubun sözcülüğünü yaptığı için tutuklanmıştı.
TOPLUMA UYUM VE GİRİŞİMCİLİK
Gurbetçilerimizin topluma uyumları zor olmadı. İşçilikten patronluğa geçiş epey zaman aldı ama yine de başarılı başladı ve başarılı devam ediyor. Berlin Duvarı’nın yıkılışını bile fırsata çevırerek, yol kenarına döşediği eşyaları satarak girişimciliğe başlayanların yanında, onlarca ve hatta yüzlerce personel çalıştıran işadamlarımız oldu.
Tahsillerini tamamlayarak, önemli kurumlarda ve işyerlerinde yönetici pozisyonuna girenlerimiz oldu.
Siyasete soyunarak milletvekilliği, İl Genel Meclisi Üyeliği, Belediye Meclis Üyeliği ve hatta Bakanlık mertebesine ulaşanlarımız oldu.

O GÜNLERDEN BU GÜNLERE
Gurbetçilerimizin atlattıkları badireler o kadar çok ki, bunları kitaplara döken yazalarımız oldu.
Hatta şarkı yapanlar bile oldu.
İşte o şarkı yapanlardan biri de, Hollanda’da yaşayan müzisyen Hüsnü Uysal’dı.

İki hafta önce 17 Haziran günü yayınladığım haberimde, Hüsnü Uysal’ın, 1982 yılında bir gazetede gördüğü fotoğraftan esinlenerek, önce güfte yazdığını, sonra da beste yaptığını belirtmiştim.
Yayınlamış olduğum bu haber büyük ilgi toplamıştı. Gerek şahsıma ve gerekse Hüsnü Uysal’a gelen mesajlar bunu anlatıyordu.
BU YAZIYI YAZMAMA NEDEN OLAN MESAJ
Hüsnü Uysal’a öyle bir mesaj geldi ki, bana aktarılan bu mesajı okuduğum, ve ekinde gönderilen şarkı klibini dinlediğim zaman çok duygulandım. Utanmadan söyleyeyim, göz yaşı da döktüm.
Konu şuydu: Hürriyet’te birlikte çalıştığım sevgili meslektaşım Murat Çulcu, gurbetçilerimizin serüvenlerini anlatan 9 bölümlük bir dizi yayınlamıştı. O yayınlarda, yukarıda gördüğünüz fotoğraf da yer almıştı. Hüsnü Uysal bu fotoğraftan çok etkilenmiş ve cebinden çıkardığı bir kâğıda bir şeyler yazmaya başlamıştı. İki yıl sonra 1984 yılında, yabancılara yapılan baskı ve aşağılamaların çoğaldığı bir anda, eski notlar üzerinde çalışan Uysal, ‘Özlem’ adını koyduğu bir güfte yazmış ve sonra da bunu şarkı yapmıştı.
İşte bu hikâyeyi anlatan ve dinleten bir haber yapmıştım.
SONGÜL’DEN GELEN MESAJ
Hüsnü Uysal’a gelen mesajlar içinde biri vardı ki, dillere destan şekilde yazılacak bir hikâyeyi yaratacaktı.
Evet, Songül isimli bir bayan,‘O fotoğraftaki adam benim babam’ diye yazdıktan sonra bir de ‘Bu adam benim babam’ şarkısının klibini göndermiş.
Şöyle yazıyordu Songül hanım: ‘Sizin şarkı yapış hikayesini okurken gördüğüm fotoğrafta, önde olan ve oturan sarı çizmeli adamı hemen tanıdım. Ama onu kaybettiğim zaman 4 yaşındaydım ve babamı hayal meyal hatırlıyordum. Fotoğrafı anne ve ağabeyime gösterdiğim zaman, onlar da fotoğraftakinin babam olduğunu söylediler. Rahmetli olan babamın adı Şemsettin Mıhçı. Babamın omuz arkasında duranın da Hacı Tarhan amcaymış.’

Babalarının, önce Almanya’da çalıştığını, daha sonra Hollanda’nın Arnhem kentine taşındığını belirten Songül hanım, şimdi Hollanda’nın Rotterdam kentindeki Maasluis banliyosunda yaşıyor. Babası ile ilgili klibi takip ettiğimiz zaman, Şemsettin Mıhçı’nın da Maasluis’te kaldığı anlaşılıyor.

Songül hanım, babalarının fotoğrafını yıllar sonra benim haberimde gördüklerinden sonra çok duygulandıklarını belirterek, bir de klip hazırladıklarını ve bunu youtube koyduklarını belirtmiş.
‘Bu adam benim babam’ şarkısı eşliğinde, o babanın fotoğrafları ile süslenmiş klibi seyretmek için aşağıdakini tıklayınız.

İşte böyle değerli okurlarım:
Songül hanımın göndermiş olduğu mesajında, bir Hayvan Gıda Bankası kurmuş olduğunu ve açılışa davet için geç kaldığını belirtmiş. Web sayfasına baktığım zaman, meşakkatler görmüş ve ezilmiş birinci nesil göçmenlerden birinin kızının, bugünkü durumu beni çok mutlu etmişti.

Birinci nesil gurbetçilerimizin, aile birleşiminden sonra yaşamaya başladıkları konut sorunu ve çocukların eğitim sorunu yıllarca sürmüştü. Şimdilerdeki halimize şikâyet ederken, birinci nesilin yaşadıkları ile kıyasladığımız zaman, arada dağlar kadar fark olduğunu ve hatta bugün cennette yaşadığımızı bile söyleyebiliriz.

‘Bu adam benim babam’ şarkısını Fatih Kısaparmak’tan dinlerken göz yaşı dökmemek elde olmuyor.
O babaların hakkını ödeyebilmek için dikmekte olduğumuz anıtlar büyük alam taşımalıdır.
Son olarak Hollandalı Türk girişimcilerin Kadıköy’e diktikleri ‘Umuda Yolculuk Antını’na devlet tarafından gösterilmeyen ilgi çok üzücüdür.
Umuda Yolculuk Anıtı’nın önemini iyi anlatamayanlar ve anlamak istemeyenler, birinci nesil gurbetçilerimizin hak ettikleri minnet borcumuza saygı duyacaklardır.

‘Bu adam benim babam’ klibini dinlemek için tıklayınız:

Bu adam benim babam, sekiz köşe kasketiyle
Omuzunda sekosuyla hey!
Cebinde yok parası Bafra’dır cigarası
Yüreğindedir yarası
Altı çocuk büyütmüş, bir işçi maaşıyla
Bu adam benim babam hey!
Ağlama benim babam, ağlama naçar babam
Kara gün geçer babam hey!
Bir kapıyı kapayan, gene açar babam
Ağlama benim babam hey!
Allah büyük babam hey!
Bu adam benim babam, derdi dağlardan büyük
Çaresiz (biçare) , beli bükük hey!
Bir gün olsun gülmemiş, rahat nedir bilmemiş
Gözyaşını silmemiş
Bir lokma ekmek için, kimseye eğilmemiş
Bu adam benim babam hey!
Benim babam mert adamdı
Mangal gibi yüreği, yufka gibi kalbi vardı
Hayatım boyunca o’na özendim, fedakardı
Bir dikili ağacı olmadı belki
Ama onuruyla yaşayan koskoca bir çınardı
Üstümdeki kol kanat, sırtımı yasladığım dağ gibiydi
Ben babamın oğluyum
Tepeden tırnağa Anadolu’yum…