Günay Uslu’ya soru (Köşe yazısı)

Değerli Okurlarım,
Hollanda’da araştırmacılığı çok seven bir dostum, bana göndermiş olduğu yazı ve dökümanlara not olarak şunları yazmış:

“Günay Uslu, bir çok uğraşlarının yanında, Amsterdam’daki Hollanda “Soykırımlar” Araştırmaları Enstitüsü (NIOD) Fonu yönetim kurulu üyesiydi.
NOID, Amsterdam Üniversitesi’nin zırhına bürünerek “Sözde Ermeni Soykırımı” yalancılarına ev sahipliği yapan bir “Çiftlik” olduğuna göre, Günay Uslu’da “NIOD” çatısı altında olup-bitenleri mutlaka biliyordur.
Soru: NIOD Yönetim Kurulu Üyeliği yapan Günay Uslu, severek ve gönüllü olarak çalıştığı Enstitü’nün, biz Türkleri soykırımcı ilan eden yalanlarına hiç tepki göstermiş midir?”

Bu değerli dostuma, bu konuyu araştıracağımı, Günay Uslu ile konuşacağımı ve sorusuna cevap vereceğimi söyledim.

NIOD, Savaş, Soykırım ve Soykırım Araştırmaları Enstitüsü, Hollanda’da bulunan ve arşivleri tutan ve İkinci Dünya Savaşı, Holokost ve dünyadaki diğer soykırımlar hakkında geçmişte ve günümüzde tarihi araştırmalar yürüten bir kuruluştur.

NEDEN GÜNAY USLU?
İşte, Amsterdam Eye Film Müzesi Konseyi’ne Başkanlık, Lahey’de Maurits Müzesi’nin Danışma Kurulu Üyeliği, Rembrand Derneği’nin Danışma Kurulu Üyeliği, Leiden Üniversitesi’nde Hoşgörü Kürsüsü ve Allard Pierson’da Danışma Kurulu Üyesi olarak, pek çok kuruluşun, yönetimine almak istediği Günay Uslu, NIOD Vakfı’ndan da davet aldı ve bu teklife evet diyerek çalışmalar yaptı.

Geçtiğimiz 3 Ocak’ta Kültür ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanı olduktan sonra, 10 ocakta bu görevinden istifa eden Günay Uslu, kendisine yöneltilen bu soruya, “Benim görev dönemimde, Ermeni meselesi hiç gündeme gelmedi. Aksine ben Osmanlı ve Türklerin, Avrupa kültür tarihindeki önemli rolünü aydınlatan konferanslar verdim. Ayrıca, genc araştırmacılara kendilerini geliştirebilmeleri için burs imkânları sağlama çabalarında bulundum.” cevabını verdi.

Günay Uslu, 2019’da NIOD Yönetim Kurulu’na girdiğini ve 10 Ocak 2022’de ayrıldığını belirtirken, ”2019’dan önce NIOD ile bir bağım yoktu. 2001’den 2022’ye kadar Amsterdam Üniversitesi Kültür Bilimleri Bölümü’ne bağlı olarak çalıştım. NIOD ile Üniversite Yönetim Kurulları ayrı ayrıydı.” dedi.

Bakınız, Günay Uslu’nun NIOD’taki Yönetim Kurulu Üyeliği gündeme gelmeden önce, Bakan olduğu ilk günlerde kendisi için neler yazmıştım:

OSMANLI TARİHİNİ İNGİLİZCE ANLATTI

Osmanlıca metinleri aslından okumak ve anlamak için, bireysel çabasıyla Osmanlıca öğrenen Uslu, 2014 yılında “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kültür Politikaları” konusunda doktora tezini yazıp, savunarak, dr. ünvanını aldı.

Amsterdam Üniversitesi’nde bu konuda hem ders veren hem de araştırmalar yapan, Günay Uslu, Avrupa kültürü, mirası, müze ve kültür politikaları tarihinde de uzman oldu.

Günay Uslu, 8 Haziran 2018’de, “Homeros, Truva ve Türkler. Geç Osmanlı İmparatorluğu’nda Miras ve Kimlik, 1870-1915” başlıklı konferans vermişti.
Amsterdam Üniversitesi’nde ‘Homeros’un Avrupa ve Türk kültürü üzerindeki etkileri’ konularında araştırmalar yapan Uslu, Homeros’un Truva Hikayeleri’nin, Batı kültürünün temel eserlerinden olmasına rağmen, Osmanlı-Türk kültür geleneğine de ilham verdiğini belirtiyor. Homeros ve Truva üzerine yapılan tarihi ve arkeolojik araştırmalarda, araştırmacıların büyük ölçüde Batı kaynaklarına güvendiğine dikkat çeken Uslu, Türklerin de Truva destanının kendi versiyonunu oluşturduğunu belirtiyor.
Uslu konferansta, Heinrich Schliemann’ın Osmanlı topraklarında Truva’yı aramak için 1870’li yıllarda başlattığı arkeoloji kazılarından, 1915’te Gelibolu muharebelerine kadar uzanan zaman dilimindeki Truva’nın hikayesini, hem de İngilizce anlatmıştı.

Türkiye sevdalısı Emirdağlı Ata Uslu’nun kızı ve Türkiye’ye en çok turist gönderen Corendon’un sahibi Atilay Uslu’nun kız kardeşi olan, öğrencilik yıllarında, ‘Türkiye’de bile kadın Başbakan oldu, Hollanda’da neden kadın Başbakan yok” yok diyerek, ilk kadın Başbakan’ın kendisi olacağını belirten Günay Uslu, işte böyle bir siyasi, dini, sosyal ve kültürel yapıya sahip biridir değerli okurlarım.
Araştırmacı dostum da bu anlattıklarımdan tatmin olmuştur sanırım.

ÖDÜL KONUSU

Araştırmacı dostum, Lahey Büyükelçiliğine de göndermiş olduğunu belirttiği mektupta, devletimizin verdiği ödüller konusuna da değinmiş. Geçmişte yapılan hatalardan söz eden dost şunları yazmış:

“Hollanda Kültür ve Medya’dan sorumlu Devlet Bakanlığı görevine atanan Günay Uslu’ya, birgün gelir de “bilmem ne ödülü” vermeye kalkacak olursanız, NIOD Fonu Yönetim Kurulu üyeliği yaptığını bir yerlere not ediniz.
Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından Prof.dr. Eric-Jan Zürcher’e verilen “Üstün Hizmet Ödülü” olayında olduğu gibi, günün birinde de Hollanda Kültür ve Medya’dan sorumlu Devlet Bakanlığı görevine atanan Günay Uslu’ya veya benzerlerine “Üstün Hizmet Ödülü” vermeden önce çok iyi araştırılmasında yarar vardır (…!)
Zamanında Lahey Büyükelçimiz merhum Zeki Çelikkol’a, Prof. Eric-Jan Zürcher ile ilgili bilgileri iletmemize rağmen, 11 Haziran 2005 tarihinde “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecine yapmış olduğu katkılardan dolayı” kendisine Lahey Büyükelçiliğimizde, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından, Büyükelçi Tacan İldem’in sunumu ile “Üstün Hizmet Ödülü” tevcih edilmişti  (…!)
Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafindan Prof.dr Eric-Jan Zürcher’e “Üstün Hizmet Ödülü” verilmesi tuhaf, tuhaf olduğu kadar da esef vericidir.”

BEN DE YAZMIŞTIM

Günay Uslu konusunda soru yöneltip uyarılarda bulunan dostuma şunu söyleyebilirim:
Haklı olduğun taraflar var. Zürcher hakkında ben de aşağıdaki yorumu yazmıştım. Ama Uslu hakkında endişe etme, Zira, yukarıda da yazmış olduğu gibi, Türkiye sevdalısı Emirdağlı Ata Uslu’nun kızı ve Türkiye’ye en çok turist gönderen Corendon’un sahibi Atilay Uslu’nun kız kardeşi olan Günay’dan, bir Zürcher olmaz.

İşte Zürcher hakkındaki eski yorumum

Türkiye’den aldığı şeref madalyasını iade eden tarihçi Erik Jan Zürcher’in gerçek yüzü…

İlhan KARAÇAY yazdı:

Türkiye tarihi üzerine çalışmalarıyla bilinen tarihçi Erik Jan Zürcher, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den aldığı ‘Şeref Madalyası’nı Türkiye’deki ‘diktatöryal yönetim’i gerekçe göstererek iade etti.
Zürcher, Türkiye tarihi üzerine yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle 2005 yılında  ‘Yüksek Şeref Madalyası’na layık görülmüştü. Dönemin Türkiye büyükelçisi Tacan İldem’in elinden madalyayı alan Zürcher, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) giderek daha çok yaklaştığını söylemişti.

Ne var ki, aynı Erik Jan Zürcher, Türkiye’nin kendisine cömertçe vermiş olduğu o madalyayı geri iade ettiğini açıklayarak ortalığı karıştırdı.

Erik Jan Zürcher’e Türk devleti tarafından ödül verilmesini ilk kınayanlardan biri bendim. Hollanda medyasında dikkatle izlediğim Zürcher’in, Türkler ile birlikteyken Türk hayranı gibi konuştuğunu, Hollandalılar ile birlikteyken ise düşmanca konuştuğunu fark etmiştim.

Bu konuda kısa bir anımı anlatacağım: Mersin’de Soli Tesisleri’nde tatildeydim. Orada bir çift ile tanışmıştım. Çift ile sohbet ederken, ‘Kızımız Hollanda’ya gidecek. Orada Atatürk hayranı bir Hollandalı dostumuz var’ demişlerdi. Ben de ‘Kimdir bu Atatürk hayranı Hollandfalı?’ diye sorduğum zaman, Erik Jan Zürcher adını zikrettiler. Bunun üzerine, ‘O adam kesinlikle Atatürk hayranı değildir. Sizi aldatmış’ demiştim.
Şimdi o saptamamda ne kadar haklı olduğumu öğrenmiş oldum.

CEZMİ DOĞANER’İN TEPKİSİ
Hollanda’da sosyal, kültürel ve siyasi çalışmaları ile ön safhada yer alan Cezmi Doğaner, Erik Zürcher’e ödül verilmesinden sonra yaptığı açıklamada ve Zürhrer’e yazdığı mektupta şunları belirtmişti:

Sayın Zürcher,

Hollanda Yazılı ve sözlü basın yayın organlarında “Türkiye etnik temizlik üzerine kurulumuş, ırkçı bir devlettir” diyorsunuz.
Türkiye’nin etnik temel üzerine kurulmadığını siz herkesten daha iyi biliryorsunuz.
Birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de bazı etnik sorunlar bulunabilir. Bunlara demokratik ve insani yollardan çözümler aranması doğaldır ve çok yerindedir.

Ancak, böyle çözümler aranırken, Türkiye’nin ve Türk ulusunun din, mezhep ve etnik easalara göre bölünmesi eğilimini yansıtan, veya Türk ulusunun birliğine gölge düşüren görüşlere katılamayız. CDA’lı Avrupa Parlementosu üyesi Camile Eurlings, “Türkiye’ de 26 etnik grup var ve 26 bölgeye ayrılmalı”, diyor.

Osmanlı Devleti sona ererken, Türkiye ve Türk ulusu, emperyalist güçlerce yapay biçimde bölünmek istenmiştir ve bu istek, işgal devletlerinin baskısı altında padişah adına imzalanan Sevr Antlaşması’nın temel unsurlarından birini oluşturmuştur. Fakat Türk ulusunun, etnik ayırım gözetmeksizin, birlik içinde başarıya ulaştırdığı Kurtuluş Savaşı sonunda bu Antlaşma feshedilmiş ve onun yerini, Türk ulusunun birliği ve Türkiye’nin bütünlüğü ve bağımsızlığı temeline dayanan Lozan Antlaşması almıştır.

Bu antlaşmanın ruhuna uygun olarak Atatürk Devriminin Türkiye’de oluşturduğu çağdaş ve anti-ırkçı ulus kavramına göre, “Türk” deyimi, bir ırkın veya etnik grubun değil, tümüyle bir ulusun, Türkiye’de yaşayan ulusun adıdır. Bunun açık kanıtı:Atatürk “Türk Cumhuriyeti” yerine ; “Türkiye Cumhuriyeti” demiş.

Halkımız bağımsızlık, ulusal birlik ve ülke bütünlüğü üzerine çok duyarlıdır. Ülkemizin tarihsel süreç içinde bütünleşmiş halkını, ırk, dil, din veya mezhep ayrılıklarına göre bölünmüş veya bölünebilinir sayamayız veya bölme çabası içinde bulunanlarla, ya da böyle bir çaba içinde bulunanları onaylayıp destekleyenlerle, bir arada olamayız.

Türkiye, bazı emperyalist güçlerin, “böl ve yönet” veya “böl ve sömür” stratejisini uyguladıkları bir bölgenin en duyarlı noktasındadır. Bilmeden veya herhangi bir kötü niyet beslemeden de olsa, bu emperyalist oyunlarına kapılanlarla işbirliği yapamayız. Bundan, en çok, Türk ulusundan ayrı bir unsurmuş gibi gösterilmek istenen yurttaşlarımız tedirgin olmaktadırlar.

Türk Sosyal demokratları olarak, bizler, sağcı ırkçılığa olduğu kadar, solcu veya sol görünümlü ırkçılığa da karşıyız.
Türkiye Tarihinde Geçiş Dönemi (1908-1928) adlı kitabınızda , o döneme ait Hollanda devlet arşivlerini çok iyi incelemişsiniz.
Özellikle arşivlerde “Ermeni iddiaları” ve “Sözde Soykırımı” üzerine yazılanları yazmamışsınız.

Tarihe, kendinize karşı dürüst olmak ve kalmak istiyorsanız o belgelerde neler yazılı olduğunu lütfen yazınız.
Bizde biliyoruz ki; sizin iddialarınız tarihle çelişecektir.
Osmanlı döneminde (1915) Ermeni tehcir inde hatalı ve görevini yapmayanlar yargılandılar; bazıları idam edildi, bazıları hapis cezası aldı.

1919-1921 de, Malta da İngiltere’nin istediği üzerine, Ermeni iddiaları için Uluslararası Mahkeme yapıldı. O dönemin sorumluları yargılandılar ve beraat ettiler.

Ülke işgal edilmiş, devlet yok.
Lozan da yeni Türkiye devleti kuruldu.
Bir dönem böylece kapandı. Siz bir dönemi önyargılı ve sömürgeci anlayışınızla yargılamak istemenizi anlamıyorum. Hangi bilgi ve belgeyle “Soykırım olmuştur”, “Türkler bunu kabul etmeli”, diyorsunuz?
Buyurun arşivlerinizi kendiniz açıklayınız.
Cezmi Doğaner.