Ersoy’un esir kampı çalışması (Köşe yazısı)

Müslüman esirlere moral vermesi için gittiği Almanya’daki çalışmalarını izlediğim Mehmet Akif Ersoy’un ‘İstiklal Marşı’, şimdilerde Avrupa gündeminde.

Hollandacasını yayınladığım İstiklal Marşı’ndaki sözler, okuyanlar tarafından ‘muhteşem’ olarak nitelendi.

Dünyadaki tüm dillere çevrilmesi gereken İstiklal Marşı’mız için, 12 Mart İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü dolayısıyla gazete tasarım yarışması düzenleniyor.

Geçen hafta Hollandaca tercümesini yayınladığım İstiklal Marşı’mızı, Türk dostları kanalıyla okuyan Hollandalılar, ‘muhteşem’ olarak değerlendirdiler. (En altta tercümeyi yeniden sunacağım)

Dünyadaki tüm dillere çevrilmesi gerektiğine inanılan İstiklal Marşı’mız için, Millî Eğitim Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü (ABDİGM), 12 Mart İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü dolayısıyla gazete tasarım yarışması düzenledi.

Avrupa’daki Türk öğrencilerin milli tarih bilincine katkı sağlamak amacını taşıyan,
7-11 ve 12-17 yaş aralıklarındaki çocuk ve gençlerin katılacağı yarışmanın başvuruları 6 Mart 2022 tarihine kadar kabul edilecek. Millî Eğitim Bakanlığı yarışma duyurusunda hedefin, “yurt dışında yaşayan çocuklarımıza İstiklal Marşı’nın hangi şartlarda yazıldığını ve yaşanan zorlukları fark ettirmek, Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllara olan ilgi ve merakı artırmak, İstiklal Marşı’nın kabulü sırasında yaşanan coşkuyu ve millet olmanın gururunu hissettirmek, milli tarih bilinci oluşumuna katkı sağlamak, vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u tanımak, Türkçe ve Türk Kültürünü tanıtmak ve yaymak” olduğu açıklandı.
Değerlendirme sonuçlarına göre dereceye giren ve paylaşılması uygun görülen gazete tasarımları ABDİGM web sitesi ve sosyal medya hesaplarında yayımlanacak. Yarışmaya katılmak isteyen öğrenciler ve velileri https://abdigm.meb.gov.tr/yarismalar/ adresinden bilgi edinebilirler.

ERSOY’UN DIŞ ÜLKELERDEKİ ÖNEMİ

İstiklal Marşı yazarımız Mehmet Akif Ersoy’un, 1914 yılında esir düşen Müslümanlar’a moral vermesi için, Alman hükümeti tarafından özel olarak davet edilmesi üzerine gittiği Almanya’daki dört aylık yaşamını, 6 yıl önce gittiğim Berlin’de araştırmış ve TRT’ye program yapmıştım.

Daha önce yazıya dökmüş olduğum o programdaki Ersoy bölümünü sizlere sunuyorum:

WÜNSDORF HİLAL ESİR KAMPI VE MEHMET AKİF ERSOY

1914 yılında, Berlin’e 50 kilometre mesafedeki Wünsdorf’ta, Birinci Dünya savaşı’nda ele geçirilen Müslüman esirler için bir kamp kurulmuştu.
Bu kamptaki esirlerin çoğu, İngiltere’nin kolonileri Hindistan ve Afganistan ile, Fransa’nın Afrika’daki kolonilerinden getirilmişlerdi.

Almanlar, müttefik olan Türkiye’den gelen Müslüman askerlerden yararlanarak, esir olan
diğer Müslümanların kendi saflarında savaşmaları için, çok iyi davranıyordu. Yaklaşık 16 bin esirin barındırıldığı bu kampta ölenler için de bir mezarlık yapılmış.
Bu esirlerin çoğu 1921 yılında ülkelerine gönderildi.
Almanya’da kalmayı başaran esirlerin yanında,Türk askerleri de topluma karışarak yaşamlarını burada sürdürdüler.

Şimdi, Başkent Berlin’e 50 km. mesafede olan Wünsdorf’a gidiyoruz. Burada arayacağımız izler, 1’inci Dünya Savaşı’nın en şiddetli günlerinde kurulmuş bir esir kampına ait…
Bu kampta İstiklal Marşı şairimiz M. Akif Ersoy, 4 ay boyunca esirler arasında kalmış ve onlara savaşın asıl nedenini anlatan konuşmalar yapmıştı.
Mehmet Akif Ersoy ve esir kampına değinmeden önce, savaşta ve esir kampında ölenlerin gömülü olduğu mezarlığa değinelim.Çeşitli ülkelerden savaşa katılıp can veren müslümanlar için açılan bu mezarlıkta, böylesi anlamlı anıtlar da ziyaretçilerin takdirini kazanıyor.

Mihmandarımız, Berlin Şehitlik camii imamı Ender Çetin bizi önce bu mezarlığa getiriyor. Hilal esir kampı savaş sonuna kadar varlığını koruduğu için bu yıllar içinde ölenler kampın bitişiğinde oluşturulan mezarlığa defnedilmiş.

Müslümanlar’dan başka Hıristiyanlar’ın, Hindular’ın ve Sihler’in de yatmakta olduğu Mezarlığın giriş kapısında, ‘Mezarlık’ deyimininin üç dilde yazılı olduğu görülüyor.

Burada yatan savaş esirleri, ülkelerinden binlerce kilometre uzakta kaderin onları getirip bıraktığı bu bir avuç toprakta kıyameti bekliyorlar. Eve dönüş umutlarıyla, yakınlarının özlemleriyle can teslim edenler için yapılan son vazife, bir saygı ifadesi olarak, karşılıyor bizi…
Hala düzenli bir şekilde bakımı yapılan mezarlıkta, o günleri yaşatmak için dikilmiş anıtlar görüyoruz.

Burada yatanlar yakınlardaki bir esir kampında tutuluyordu. Mihmandarımızdan bizi oraya götürmesini istiyoruz. Kamp hakkında ayrıntılı araştırma yapan imam Ender Çetin kampın hikayesini anlatıyor:

Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikimiz olan Almanya’nın, İngiliz, Fransız ve Ruslardan aldıkları esirler arasında çok sayıda Müslüman bulunmaktaydı. Almanlar Müslüman esirleri Hilal adını verdikleri bu kampta toplamıştı.

Esir aldıkları Müslümanlar arasında yaptıkları araştırmada ilginç bir sonuçla karşılaştılar. Sömürgeleştirilmiş Müslüman ülkelerden toplanıp Almanlara karşı savaşmak üzere cephenin önüne yerleştirilen askerler, kendilerine yapılan bir propaganda sebebiyle büyük bir fedakarlık örneği göstererek savaşıyorlardı.. Sorgulamalar sırasında bunun nedenini öğrendiler: Sömürgeciler cahil ve yoksul bıraktıkları bu insanları, “Almanlar İstanbul’u işgal etti. Halifenizi esir aldı. Biz halifenizi kurtarmak için savaşıyoruz” diye kandırmışlardı.

İslâm dünyasına yönelik olarak Berlin’de Almanya Dışişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Şark İstihbarat Birimi yetkilileri, bu propagandayı tersine çevirecek girişimlere başladı. Wünsdorf’taki Müslüman esirlere, savaşın kimler arasında olduğu anlatılacak, gerçeğin bilinmesi sağlanacaktı. Bu amaçla İstanbul’daki Alman elçisinin katkısı istendi.
Elçi, Teşkilat-ı Mahsusa’da çalışan bir dostuyla irtibata geçerek gerekli isimleri belirledi ve Almanya’ya listeyi gönderdi. Bu listedeki isimlerin ilki Teşkilat-ı Mahsusanın Afrika masasının başındaki Şeyh Salih Eş-şerif Et-Tunusi, ikincisi ise Mehmet Akif Ersoy’du. Tunusi ve Mehmet Akif beraberindeki heyetle birlikte, bizzat Kral Wilhelm’in özel konukları olarak 1914 Kasım’ının son günlerinde Berlin’e vardılar.

Osmanlı heyeti Almanya siyasi tarihinde çok önemli bir yeri olan Brandenburg Meydanı’nın yanındaki Otel Adlon’a yerleştirildiler. Otel Adlon bugün de tarihi dekorunu muhafaza ederek faaliyetine devam ediyor. Ziyaretçilerini 20. yüzyılın başlarına götüren bir zaman makinesi gibi…
Bu otelde, Padişah Vahdettin ile Berlin’e gelen Atatürk de konaklamıştı

Mehmet Akif, bu otelin güzelliğinden ve konforundan çok etkilenmişti. Kasım sonlarından Mart sonlarına kadar Berlin’de kalan Akif, bu otelde bir de şiir yazar:

Meğer oteller olurmuş saray kadar ma´mûr:
Adam girer de yaşarmış içinde, mest-i huzûr:
Beş altı yüz odanın her birinde pufla yatak…
Nasîb olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak!
Sokakta kar yağa dursun, odanda fasl-ı bahâr,
Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf ı nehâr!
Hıyât-ı nûrunu temdîd edip her âvîze,
Fezâda nescediyor bir sabâh-ı pâkîze,
Havâyı kızdırarak hissolunmayan bir ocak;
Ilık ılık geziyor, her tarafta aynı sıcak.
Gürül gürül akıyor çeşmeler, temiz mi temiz;
Soğuk da isteseniz var, sıcak da isteseniz.
Gıcır gıcır ötüyor ortalık titizlikten,
Sanırsınız ki zemîninde olmamış gezinen.
Ne kehle var o mübârek döşekte hiç, ne pire;
Kaşınma hissi muattal bu i´tibâra göre!..
Unuttum ismini… Bir sırnaşık böcek vardı…
Çıkar duvarlara, yastık budur, der atlardı.
Ezince bir koku peydâ olurdu çokça, iti…
Bilirsiniz a canım… Neydi? Neydi? Tahtabiti!
O hemşerim, sanırım, çoktan inmemiş buraya,
Bucak bucak aradım, olsa rast gelirdim ya!

Mehmet Akif ve beraberindeki heyetin amacı, esir Müslümanlara gerçeği anlatmak ve halifenin yanında olmalarını sağlamaktı.
Akif, Berlin’de bulunduğu zaman içinde bu esirlerin bilgilendirilmesi için çalıştı.Esirleri bilgilendirmek için çıkartılan Cihad adlı gazetenin yayınlarına katkı yapmaya çalıştı. Esirlerden her biri aldatılmış olmanın acısını yaşadı. Savaşın mahiyetini öğrenenler saf değiştirdi.Onlardan oluşturulan Asya Taburu bu sefer kendi davası adına Suriye cephesine gönderildi. Sunulan her türlü imkana rağmen savaş şartlarında esir kampında hayat zordur. Birçok esir hastalıktan ölür. Kamp yakınında arazinin bira yüksek sayılan bir yeri esirlerin mezarlık sahası olur. Bu gün hala mevcut olan mezarlığın bir kısmı düzenlenerek ülkelerinden uzaklarda ölmek zorunda kalan bu mazlumların hatıraları yaşatılmıştır.

Mehmet Akif bir yandan esirlerle görüşmeler yapıyor bir yandan da İslam’ın içinde bulunduğu hali bizzat esirler üzerinden yeniden müşahede ediyordu. Özellikle Asya Müslümanları Ruslarla İngilizler arasında pay edilen topraklarda sömürülüyor, cahil bırakılıyor ve tarih dışına itiliyorlardı. Safahat’ta bu günlerde yazdığı şiirler gözlemlerini günümüze taşımıştır.
İşte o şiirlerden biri:
Hesaba katmıyorum şimdilik bizim yakada
Sönen ocakları; lakin zavallı Afrika’da
Yüz elli bin kadının tütmüyor bugün bacası.
Ne körpe oğlu denilmiş, ne ihtiyar kocası,
Tutup tutup getirilmiş Fransız askerine.
Siperlik etmek için saff-ı harbin önlerine

Hilal esir kampının bulunduğu yerde bugün iki fabrika ve boş bir arazi var. 1926 yılına kadar ayakta olan camii de, kamp kapatılıp bölge boşaltılınca diğer binalarla birlikte yıkılmış.

Asya’dan Afrika’dan yuvalarından kopartılarak bilmedikleri diyarlara sürüklenen bu insanlar, esirlikte aslında içine düştükleri büyük oyundan da kurtulmuş oluyorlardı.
Akif ve Eş-şerif Et-Tunusi bu uyanışta onlara destek oldular. Yeni bir bakış açısı kazandırdılar.

Burada 4 ay kalan Türk heyeti ve özellikle Mehmet Akif’in çabalarının iki önemli sonucu oldu. İlk olarak kamptaki esir Müslüman askerlerden gönüllüler Osmanlı ordusuna katıldılar ve Asya Taburu olarak bu sefer kendi davası adına Suriye cephesinde savaştılar. İkinci önemli sonuç ise savaş sonrasında Hilal esir kampının sakinleri memleketlerine döndüklerinde sömürgecilere karşı yerel direnişlere katılarak özgürlük savaşçıları haline geldiler.

Mehmet Akif Berlin’de kaldığı günlerde, Çanakkale Savaşları bütün dehşetiyle devam ediyordu. Savaşın durumu her an merakını çekiyor, sık sık son durumu öğrenmeye çalışıyordu. Çanakkale’nin kaybedilmesi Osmanlının bitmesi demekti.Bunu bildiği için savaşın seyrini Berlin’deki Askeri Ataşemiz Ömer Lütfi Bey’e soruyor, ‘Çanakkale ne olacak?’ diyordu. Uzakta olmasına rağmen  aklı Çanakkale’deydi. Her türlü teknik imkanla Çanakkale’ye saldıran güçler, galip gelerek hilalin hakimiyetine son vermişler miydi? Berlin Hatıralarında endişesini şöyle belirtir:

Silindi gitti Hilâl´in şu anda belki izi,
Zavallı Marmara’nın şerha şerha bağrından!
Bir İngiliz bezidir, belki, şimdi dalgalanan
Bizim Çanakkale âfâk-ı târumârında,
O dâr-ı Saltanat´ın bâb-ı şerm-sârında!
Uzakta olmama rağmen civâr-ı zârından,
Civârım inliyor âvaz-ı intizârından!

13 Temmuz 1915’te ise bu esir kampında, Müslümanların ibadet edebileceği ‘Hilal’ adlı bir cami inşa edilmişti. Caminin açılışı Ramazan Bayramı’na denk getirilmişti.
O günlerde Almanlar kamp içerisinde Müslüman esirlerin ibadetlerini yapması için bir de cami inşa ettiler. Cami, Müslümanların morallerini yüksek tutması ve ortak bir dayanışma ruhu kazanmaları için önemli bir görevi yerine getiriyordu. Böylece kamp esir tutukluluğunun ötesine geçiyor, bir rehabilitasyon ve gerçeğe çağrı alanı haline geliyordu.
Cami, 68 m. genişliğinde ve 12 m yüksekliğinde kırmızı beyaz renkli ahşaptan inşa edilmişti. 23 m yüksekliğinde bir minaresi vardı. Asker ve sivil bürokratların katıldığı bir törenle, 1915 de zamanın Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa tarafından açıldı. Açılışa ait bu görüntülerde Mehmet Akif yok ama bazı Osmanlı görevliler dikkatimizi çekiyor.
Ne var ki, 1924 tarihine kadar hizmet veren Hilal Camisi, bakımsızlık nedeniyle yıkılma tehlikesi geçirdiği için kapatılmış ve daha sonra da yerle bir edilmiş.
Burada şimdi sadece Tatarlar’a ait çürümeye yüz tutmuş bir anıt ve mezarlık kalmış.

İSTİKLAL MARŞIMIZIN HOLLANDACASI…

İlhan KARAÇAY Yazdı:

Milli mücadele şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, ‘O şiir bir daha yazılmaz.. Onu kimse yazamaz.. Onu ben de yazamam.. Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur… Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!..’  dediği istiklal marşımızı biz çok iyi anlıyoruz. Ne var ki, içinde yaşadığımız dış ülkelerdeki yerli halklar, sık sık duydukları bu marşta ne söylediğimizi anlayamıyorlar.
Ben, istiklal marşımızı Hollandalı dostlarımızın da anlamaları için, ilk iki kıtasını Hollanda’nın Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Erik Weststrate’nin tercüme ettiği marşımızın diğer kıtalarının da Hollandacasını sunuyorum. Hollandalı dostlarımıza dağıtmak ve duyurmak size kaldı. Diğer ülkelerdeki yurtseverlerimizden de aynı davranışı bekliyorum.

Marşımız ve tercümesinin sonunda, marşın Büyük Millet Meclisi’nde kabulünün hikâyesi var.

TÜRKİYE İSTİKLAL MARŞI (VRIJHEID MARSCH TÜRKİYE)

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
(Vrees niet, o rode banier; Die wappert op deze horizonten)

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
(Zolang de laatste haard die boven dit land rookt niet is gedoofd

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
(Is hij de ster van mijn volk die zal stralen.)
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
(Hij is alleen van mij, en van mijn volk)

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Frons je gezicht niet zo, jij terughoudende halve maan!)

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
(Lach toch eens naar mijn heldhaftige ras! Wat is dit voor een geweld en woede?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
(Anders komt ons vergoten bloed jou niet toe…)

Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
(Vrijheid is het recht van mijn godvrezende volk!)

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
(Ik was vrij vanaf het begin en zal het altijd zijn.)

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
(Welke gek zal me vastketenen? Het idee verbaast mij!)

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
(Ik ben als een brullende vloed; krachtig en onafhankelijk.)

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
(Ik zal bergen verscheuren, ik zal de oneindigheid overtreffen, en dan nog zal ik uitstromen!)

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
(Al omringt een stalen pantsermuur de westelijke horizon,)

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
(Ik heb een bastion in mijn hart vol van geloof!)

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
(Je bent machtig, vrees niet! Hoe kan het tandeloze monster,)

‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
(Wat je “beschaving” noemt, is een monster met nog één tand over ?)

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
(Mijn vriend! Laat mijn geboorteland niet in de handen van gemene mensen!)

Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
(Geef uw borst als pantser! Houd deze beschamende stormloop tegen!)

Doğacaktır sana va’dettigi günler hakk’ın…
(Want snel zal de dag van de goddelijke belofte komen.)

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
(Wie weet het? Misschien morgen? Misschien nog wel eerder dan morgen!)

Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı:
(Zie niet de grond waar u op loopt als zuivere aarde,)

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
(Maar denk over de duizenden onder u die er liggen, zonder een lijkwade.)

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
(Jij bent de edele zoon van een martelaar, behoud de traditie, kwets niet uw voorvader!)

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
(Zelfs wanneer u werelden wordt beloofd, geef dit paradijs van een geboorteland niet op.)
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
(Welke man zou niet willen sterven voor dit hemelse stuk land?)

Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
(De martelaren zouden uitstorten als u de grond zou uitdrukken! Martelaren!)

Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
(God mag al mijn geliefden en al mijn bezit nemen als hij wil.)

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
(Maar laat hem mij niet van mijn enige echte geboorteland op deze wereld beroven.)

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
(De enige smeekbede van mijn ziel aan U, Ο God, is dit)

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
(Laat geen vreemde hand de borst van mijn heiligdom bezoedelen.)

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
(Laten deze gebedsoproepen, waarvan de belijdenissen de kern van het geloof zijn,)

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
(Euwig over mijn vaderland weerklinken

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
(Dan zal mijn grafsteen, als er een is, duizenden keren met zijn voorhoofd de aarde raken (zoals in salaat) in geestvervoering.)

Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
(O God, tranen van bloed stromen uit mij, uit iedere wond,)

Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
(Mijn lijk zal van de aarde stromen als een geest,)

O zaman yükselerek arsa değer belki başım.
(En dan zal ik wellicht opstijgen en de hemel bereiken.)

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
(Wapper als de dagende hemel, o roemrijke halve maan,)

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
(Zodat eindelijk al mijn vergoten bloed waardig kan zijn!)

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
(Nooit zul jij, noch mijn natie vernietigd worden!)

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
(Vrijheid is het recht van mijn altijd vrij geleefde vlag)

Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
(Onafhankelijkheid is het recht van mijn God vererende volk!

İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ

Maarif Vekaleti, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlarında, İstiklâl Harbi’nin millî bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla, 1921’de bir güfte yarışması düzenledi. Yarışmaya toplam 724 şiir katıldı. Eser gönderenler arasında Kazım Karabekir, Hüseyin Suat Yalçın, İsak Ferrara, Muhittin Baha Pars ve Kemalettin Kamu gibi tanınmış isimler de vardı.”Çanakkale Şehitleri” ve “Bülbül” gibi şiirlerin sahibi Mehmet Akif’in “Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini” düşündüğü için yarışmaya katılmak istemediği bilinir.

Son şiir gönderme tarihi olan 23 Aralık 1920’den sonra Eğitim Bakanlığı güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser bulamamıştı. Mehmet Akif, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in kendisine yazdığı 5 Şubat 1921 tarihli davet mektubundan sonra fikrini değiştirerek Ankara’daki Taceddin Dergahı’ndaki odasında, Türk Ordusuna hitap ettiği şiiri kaleme aldı ve bakanlığa teslim etti.

Şiirde, şair Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk’a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirmiştir.Hamdul­lah Suphi Bey, Âkif’in şiirinin önce cephede asker arasında okunma­sına karar verdi. Batı Cephesi Komutanlığına gönderilen şiir, askerin beğenisini kazandı. İstiklâl Marşı, 17 Şubat 1921 tarihinde Hakimiyet-i Milliye ve Sebilürreşad gazetelerinde yayınlandı, on iki gün sonra ise Konya’da Öğüt gazetesinde yer aldı.

Ön elemeyi geçen yedi şiir 12 Mart 1921’de Mustafa Kemal’in başkanlığını yaptığı meclis oturumunda tartışmaya açıldı.Mehmet Âkif’in şiiri meclis kürsüsünde Hamdullah Suphi Bey tarafından okundu. Şiir okunduğunda milletvekilleri büyük bir heyacana kapıldı ve diğer şiirlerin okunmasına gerek görülmedi. Bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Akif’in şiiri coşkulu alkışlarla kabul edildi.