Ekonomi, teknoloji, sağlık haberleri (27.06.2019)

Rusların tercihi Türk kuru meyveleri oldu

Ruslar, Türk kuru meyvelerini tercih ediyor. Rusya 2018 yılında 68 milyon dolarlık kuru meyve ithalatı yaparken, Türkiye 26,5 milyon dolarlık tutarla Rusya’nın en büyük tedarikçisi oldu. Rus pazarında Türk kuru meyve sektörünün pazar payı yüzde 38’e ulaştı.

Rusya’nın kuru meyve ithalatında yüzde 38’lik payını daha yukarı taşımak isteyen Türk kuru meyve ihracatçıları Rusya pazarına yoğunlaşma kararı aldı.

Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği tarafından yürütülmekte olan Turkish Dried Fruits URGE projesi üyesi 11 firmanın katılımıyla 16 – 19 Haziran 2019 tarihlerinde önemli bağlantıların kurulduğu bir pazarlama faaliyeti gerçekleştirildi.

Turkish Dried Fruits URGE Projesi kapsamında ilk olarak ABD’de INC kongresi kapsamında pazarlama faaliyeti gerçekleştirdiklerini belirten Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Birol Celep, ikinci pazarlama faaliyetlerini ise; Rusya’ya gerçekleştirdiklerini kaydetti.

URGE Projesi’nde yer alan 18 firmanın temsilcilerinin katılımıyla düzenlenen toplantılar sonrasında Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Japonya, Hindistan, Çin ve Brezilya’yı hedef Pazar olarak tespit ettikleri dile getiren Celep, “Hedef ülkelerimde dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 45’i yaşıyor, Türk kuru meyve sektörünün ihracat rakamlarında ise yüzde 12’lik paya sahipler. O nedenle bu ülkeleri hedef Pazar olarak belirledik. Projemizin sonunda bu ülkelerin toplam ihracatımızdan yüzde 25 pay almasını hedefliyoruz” şeklinde konuştu.

Kuru incir ve kayısıda Rusya’da Pazar lideriyiz

Rusya’nın kuru incir ve kuru kayısı ithalatında Türkiye’nin en büyük tedarikçi olduğu bilgisini veren Celep, kuru üzüm ihracatında ikinci büyük tedarikçi olduğumuzun altını çizdi. Heyet kapsamında mevcut pazar payının artırılmasının yanında, pazara girişte karşılaşılan zorlukların giderilmesi adına incelmelerde bulunulması ve işbirlikleri gerçekleştirilmesine öncelik verdiklerini ifade eden Celep şöyle devam etti: “Türk heyetinin Rusya temasları sırasında ilk olarak ülke pazarının yüzde 25’ini temsil eden Büyük Perakende Şirketler Birliği ziyaret edildi. Birlik yönetimi ile verimli bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantı kapsamında Kuru Meyve Sektöründe Türkiye’nin önemi ve bu duruma önemli katkılar sunan Ege Bölgesi’nde faaliyetlerini sürdüren proje üyesi firmalarımızın kapasiteleri hakkında sunumlar gerçekleştirildi. Ayrıca, dünya genelinde faaliyet gösteren firmalarımızın Rusya pazarında karşılaştıkları sorunlar dile getirildi. Kuruluşlar arası sağlanacak işbirliğinin sağlayacağı karşılıklı faydalar değerlendirildikten sonra, iletişimin korunarak ileri dönemlerde somut işbirlikleri geliştirilmesi kararlaştırıldı.”

Rusya temasları sırasında kuru meyve ile diğer gıda ürünlerinin ticareti için de büyük önem arz eden Foodcity’yi ziyaret ettiklerini anlatan Celep, Foodcity’de kuru meyve ithalatında ve iç pazara arzında önemli rol üstlenen büyük tedarikçi firmalarla görüştüklerini kaydetti.

Rusya’da kuru meyve ithalatçısı firmalarla başarılı ikili iş görüşmeleri yaptıklarına da değinen Celep, “B2B görüşmelerinde 63 iş görüşmesine imza atarken, sonrasında daha çok bölgesel zincirlerin oluşturduğu Rusya Bağımsız Perakendeciler Birliği ile özel toplantı yaptık. İş görüşmesi gerçekleştiren katılımcı firmalarımızın önemli bir kısmı iş görüşmelerinin olumlu geçtiğini rapor etti” diyerek sözlerini noktaladı.

Turkish Dried Fruits URGE Projesi kapsamında heyette şu firmaların temsilcileri yer aldı; “Anatolia Tarım Ürün. San. ve Dış Tic. A.Ş., K.F.C Gıda Tekstil Sanayi İthalat İhracat Yatırım A.Ş., Şentaş Tarım Ürün. İhr.San. Ve Tic. A.Ş., Işık Tarım Sanayi Ürünleri San. ve Tic. A.Ş., Bizeks Dış Ticaret Ltd. Şti., Osman Akça Tarım Ür. İth.San. ve Ticaret A.Ş., Pagmat Pamuk Tekstil Gıda San. ve A.Ş., SDA Gıda Tar. Üret. İth. İhr. San. ve Tic. A.Ş., Timtaş-Tarım İlaç ve Mahs. Tic. A.Ş., Özgür Tarım Ürünleri İnşaat Sanayi ve Tic.A.Ş ve Vesta Tarım Ürünleri San ve Tic A.Ş.”

ATHİB Dokuma Kumaş Tasarım Yarışması finalistlerinin, LCW AKADEMİ EĞİTİMİ BAŞLADI

8.ATHİB Dokuma Kumaş Tasarım Yarışması kapsamında finale giren 10 finalistin yarışma maratonu başladı.

8.ATHİB  Dokuma Kumaş Tasarımı Yarışması finalistleri, LC Waikiki Kurumsal Akademi tarafından geliştirilen eğitim programında teknik ve davranışsal eğitimlerle sektör deneyimi kazanacakları yeni bir yolculuğa çıkıyor.

Geçen seneki eğitimlerde gösterdiği başarıyla LC Waikiki özel ödülünü kazanan 7. ATHİB  Dokuma Kumaş Tasarımı Yarışması finalisti Ceyda Nur Kömürcü’nün LCW staj programını tamamlayıp, LC Waikiki’de çalışma hayatına başlaması yeni finalistler için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.

Bu sene LC Waikiki işbirliği ile ATHİB finalistleri için uygulanacak olan eğitim programının ardından finalistler, Adana ve Kahramanmaraş’ta endüstriyel üretim süreçlerine başlayacaklar.

Finalistleri bekleyen yoğun programla beraber üniversitede kazandıkları teorik eğitimi, pratik bilgiye dönüştürüp en az 25 iş günü boyunca işletme deneyimi kazanacaklar. Bu süreçte Ür-Ge ekiplerine katılarak mentörlerinin de destek vermesi ile yeni ve özgün tasarımlar gerçekleştirecekler ve aynı zamanda dokuma stajlarını yapma imkanı da bulacaklar.

– Finalistlerin tasarımları üretim hattında dokunuyor

Bu sene de Adana’da düzenlenecek olan Final Gecesi için hazırlıkların tüm hızıyla devam ettiği süreçte, Adana’nın tasarım yarışması ile marka değerinin arttığını vurgulayan TİM Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Zeki Kıvanç, Adana ve Kahramanmaraş’taki kumaş ihracatçısı firmalarımızın tüm olanaklarını tasarım yarışmasında ilk 10’a giren finalistlerin tasarladığı kumaşların dokunması için tahsis ettiklerini, bunun firmalar açısından önemli bir fedakarlık anlamına geldiğini, ancak genç tasarımcılarımızın yetişmesi ve bölgenin bir dokuma kumaş tasarım ve üretim merkezi olması  için üretici firmalarımızın hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını ve bunun için kendilerine teşekkür ettiğini belirtti.

TEMSA’DAN ROMANYA’YA 46,5 MİLYON EURO’LUK BÜYÜK SATIŞ

Bugüne kadar 15 bine yakın aracı dünyanın 66 ülkesinde yollara çıkan TEMSA, Romanya’da büyük bir ihale kazandı. Romanya İç İşleri Bakanlığı’nın düzenlediği ihalede birinci olan TEMSA, bu ülkeye toplam 326 adet LD12 SB model otobüs ihraç edecek.

50 yılı aşkın tecrübesiyle otobüs ve midibüs üretiminde dünyanın lider otomotiv markaları arasında yer alan TEMSA, Romanya’ya 326 adet LD12 SB model otobüs ihraç edecek. Romanya İç İşleri Bakanlığı’nın açtığı ihaleyi 46,5 milyon Euro’luk anlaşma ile kazanan TEMSA’nın otobüsleri Romen asker, güvenlik ve emniyet birimlerine hizmet verecek.

TEMSA ile Romanya İç İşleri Bakanlığı arasındaki satış protokolünün imza töreninde konuşan True Value Capital Partners temsilcisi Evren Ünver, “Avrupa, büyüme hedeflerimiz içinde oldukça önemli bir yer tutuyor. Romanya’da gerçekleştirdiğimiz bu satış, 2019 yılı Avrupa Birliği hedeflerimize hizmet edecek, TEMSA’nın pazardaki konumunu güçlendirecek. Otobüslerimiz Romanya İç İşleri Bakanlığı’nın personel taşımacılığına verimlilik, emniyet mensupları gibi son tüketicilerimize ise konfor getirecek” dedi.

TEMSA CEO’su Hasan Yıldırım ise “İhracat sadece bizim değil ülkemizin büyüme rakamları içinde de çok önemli bir yer tutuyor. Adana’da üreteceğimiz toplam 326 adet otobüsümüzü iki yıllık bir süreç içinde peyderpey Romanya’ya teslim edeceğiz. İhracat rakamlarımıza pozitif katkı yapacak bu satışımızın TEMSA’ya ve Türk otomotiv sanayine hayırlı olmasını diliyorum” dedi.

Elif Aral Pfizer Gelişen Pazarlar Aşı Grubu Lideri oldu

 Yirmi üç yıldır Pfizer Türkiye ailesinin bir üyesi olan ve 2013 yılından beri Türkiye Genel Müdürü olarak görev yapan Elif Aral, Ocak 2019 itibariyle Pfizer Gelişen Pazarlar, Aşı Grubu Lideri olarak atandı. Böylece sektörde ve Pfizer dünyasında lider okulu olarak nitelendirilen Pfizer Türkiye yurtdışına gönderdiği yöneticilere bir yenisini daha ekledi.
1990 yılında Işık Lisesi’nden, 1994 yılında İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’nden mezun olan Elif Aral, kariyerine 1995 yılında Pfizer Türkiye’de yönetici adayı olarak işe başladı. Ardından tıbbi satış mümessili olarak sekiz ay kadar sahada deneyim kazandı. 1996-1998 yılları arasında ürün müdürü olan Elif Aral, daha sonra yine Pfizer bünyesinde grup satış ve pazarlama müdürü, grup pazarlama müdürü gibi görevlerde bulundu. 2004-2007 yılları arasında Pfizer Gelişen Pazarlar Satış Pazarlama Direktörü olarak görev yapan Aral, 2007-2009 yılları arasında kurumsal strateji ve iş geliştirme direktörü ve ardından satış ve pazarlama direktörü görevlerine getirildi. 2012 itibariyle kurumsal ilişkiler direktörü olarak atanan ve ardından 1 Ocak 2014 itibariyle Pfizer Türkiye Genel Müdürü olan Elif Aral, 1 Ocak 2019 itibariyle Pfizer Gelişen Pazarlar Aşı Grubu Lideri olarak görev yapmaya başladı. Aral, yeni görevini New York’tan sürdürecek.
Elif Aral Türkiye Genel Müdürü olarak görev yaptığı süre zarfında tüm ekipler ve birimler arasında işbirliğini teşvik ederek, kurumsal öncelikleri ve etik ve uyumu ön planda tutarak güçlü bir Pfizer kültürü yaşatılmasında önemli katkılar sundu. Aynı zamanda son bir senede Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği’nin (AIFD) de başkanlığını üstlenen Elif Aral, karar vericilerle kurduğu iletişim aracılığıyla Türkiye ilaç ve sağlık ortamının şekillenmesinde de önemli bir rol oynadı. Pfizer bünyesinde strateji, iş geliştirme, pazarlama ve satışta çeşitli roller üstlenmiş olan Elif Aral, Pfizer’de Kafkaslar ve Orta Asya (CauCAR) Bölgesi’nin kurulması ve yönetilmesi gibi önemli başarılara imza atmıştı.
Pfizer, 160 yılı aşkın süredir “çığır açan yeniliklerle hastaların hayatlarını değiştirmek” amacıyla çalışmakta, bugünün ilaç endüstrisinde yenilikçi ve yüksek teknolojili yaklaşımlarla yeni tedavilere odaklanmaktadır. Pfizer, bir yandan dünyanın en yaygın kullanılan temel sağlık ürünlerini üretip ilaç ve aşılarıyla sağlığın korunmasına katkı sağlarken, diğer yandan geleceği şekillendirecek ve hastaların en yüksek faydayı sağlayabileceği tedaviler üzerinde araştırmalar yürütmektedir. Pfizer’de kanser, kardiyovasküler hastalıklar gibi evrensel sağlık sorunlarına karşı tedaviler geliştirilirken, çok nadir görülen hastalıklara karşı mücadele için çalışılmaktadır. Üniversiteler, dernekler ve kamu ile yaptığı ortak çalışmalarla iş, yatırım ve inovasyon ortamına katkı sağlayan Pfizer, 1957 yılından bu yana Türkiye’de kesintisiz üretim yapan ve ülkemize yüksek teknoloji transfer eden yerli üreticidir. Yıllar içinde geliştirdiği üretim kapasitesi ve devam eden ürün transferlerinin de tamamlanması ile birlikte aşı dahil ürünlerinin hacimde %90’ı, değerde %64’ü yerli üretilecektir.

E-Ticaret 2019’da da Rekorlara Devam Ediyor

Avantajix.com Kurucu Ortağı Güçlü Kayral:

“2019’un ilk çeyreğinde internetten satın almalar yüzde 42 artarak, 28 milyar liradan 40 milyar liraya yükseldi.”

“Sektör her yıl rekor üstüne rekor kırarken, son 5 yılda online alışveriş sitelerinin sayısının bin 263’ten 728’e gerilemesi dikkat çekici.”

Türkiye’de internetten alışveriş, 2019 yılında da hız kesmeden rekorlar kırmaya devam ediyor.

Avantajix.com Kurucu Ortağı Güçlü Kayral, geçen yılın ilk çeyreğinde 28 milyar 570 milyon lira olan kredi kartıyla internetten yapılan satın almaların, bu yılın aynı döneminde 40 milyar 668 milyon liraya yükseldiğini bildirdi.

İlk çeyrekte e-ticaretteki artışın yüzde 42 olduğunun altını çizen Kayral, şunları söyledi:

“İnternetten kredi kartıyla satın almalar, 2019’un Ocak ayında 13 milyar 433 lira, Şubat’ta 12 milyar 397 milyon lira, Mart ayında ise 14 milyar 829 milyon lira olarak gerçekleşti. 2014 yılında yıllık 40 milyar lira olan işlem hacmine 2019’da ilk çeyrekte ulaşıldı.”

Kayral, Türkiye’de online alışverişin tercih edilmesinin nedenlerinin başında en uygun fiyatlı ürüne ulaşma isteğinin geldiğinin altını çizerek,

“Online alışverişte eskiden güvenlik kaygısı vardı. O kaygı artık neredeyse tamamen yok oldu. Online alışveriş avantajlarından dolayı özellikle tercih edilir oldu. Özellikle gençler, dijital pazarın en aktif müşterisi konumunda. Karşılaştırma sitelerini çok iyi kullanarak her ürünün en uygun fiyatlısına ulaşabiliyorlar. Yeme-içme, seyahat harcamaları için fırsat sitelerinden çok özel fiyatlar alabiliyorlar. Ayrıca harcamalarını Avantajix.com gibi her alışverişte nakit para ödeyen siteler üzerinden yaparak, alışverişlerinin çok daha ucuza gelmesini sağlıyorlar” diye konuştu.

Pazar Büyüyor, Dükkânlar Kapanıyor

Kayral, e-ticaret pazarı her yıl rekor üstüne rekor kırarken, Türkiye’de faaliyet gösteren e-ticaret sitelerinin sayısının son 5 yıldır sürekli düştüğünü bildirdi.

Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği’nin (TÜBİSAD) aylık en az 15 bin ziyaretçisi olan e-ticaret sitelerini baz alarak 2014 ve 2019’de hazırladığı raporlara dikkati çeken Kayral, “Türkiye’de online alışveriş sitesi sayısı son 5 yıldır sürekli azalıyor. Site sayısı 2014 yılı başında bin 263 iken 2019’da bu sayı 728’e düştü. Son 5 yılda hem internetten hem de fiziksel mağazalardan satış yapan firmalara ait sitelerin sayısı 403’den 339’a, tatil-seyahat sitelerinin sayısı 234’den 95’e, sadece çevrimiçi satış yapan mağazaların sayısı ise 620’den 288’e geriledi. 6 olan yasal bahis sitesi sayısı ise değişmedi.” ifadelerini kullandı.

Kayral, E-Bay ve Amazon gibi küresel şirketlerin Türkiye piyasasına girmesinin butik şirketleri olumsuz etkilediğini; kullanıcıların butik sitelerden alışveriş yapmak yerine daha güvenli bulduğu küresel şirketlere ait büyük platformlara yöneldiğini, dijital mağaza sayısındaki düşüşün bundan kaynaklandığını sözlerine ekledi.

Ford Otosan ulusal ve uluslararası ödüllerine bir yenisini ekledi: CLEPA İnovasyon Ödülü

 Otomotiv sanayinin 60 yıllık çınarı Ford Otosan başarılarıyla Türkiye’de ve dünyada ses getiriyor  

Üst üste 8 yıldır otomotiv sektörünün ihracat birincisi, son 4 yıldır ise Türkiye’nin ihracat şampiyonu olma başarısını gösteren Ford Otosan, Avrupa Otomotiv Tedarikçileri Birliği CLEPA’nın verdiği prestijli CLEPA İnovasyon Ödülüne layık bulundu.

Ford Otosan geçtiğimiz haftalarda, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından Türkiye’nin “İhracat Şampiyonu” olarak ilan edilmiş, İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu 2018” araştırmasının sonuçlarına göre de otomotiv sektöründe “Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu” unvanını almaya hak kazanmıştı.

Şirket ayrıca, uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance tarafından açıklanan “Türkiye’nin En Değerli Markaları” listesinde, geçen yıla göre marka değerini yüzde 11 oranında artırdı ve ilk 10’a giren tek otomotiv markası olarak bir ilke daha imza attı.

 Son 8 yıldır üst üste otomotiv sektörünün, 4 yıldır da Türkiye’nin ihracat şampiyonu olan Ford Otosan, yakaladığı sürdürülebilir büyüme ile Türkiye’de ve dünyada ses getirmeye devam ediyor. Ford Otosan son olarak Avrupa’nın otomotiv alanında en önemli kuruluşlarından biri kabul edilen, 120 küresel tedarikçi ve 20 ulusal ticaret birliğini bir araya getiren Avrupa Otomotiv Tedarikçileri Birliği tarafından 2019 CLEPA İnovasyon Ödülü’ne layık bulundu.

Ford ve otomotiv gösterge panelleri ve otomotiv elektroniği ürünleri tedarikçisi Takosan’ın işbirliğinde, 2019 Uluslararası Yılın Kamyonu ödülünü kazanan Ford Trucks F-MAX çekicisi için geliştirilen gösterge paneli, “İşbirliği” başlığı ve İnovasyon kategorisinde ikincilik ödülünü aldı.

Yenigün: “Doğru işbirlikleri ve inovasyon gücümüzle çıtamızı her geçen gün yükselteceğiz”

2018’deki zorlayıcı şartlara rağmen, önemli başarılara imza attıklarını belirten Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün, şu değerlendirmede bulundu:

“Kurulduğumuz günden bu yana azimle ve kararlılıkla ülkemize, insanımıza değer katmak için çalışmalarımızı hız kesmeden sürdürüyoruz. Geçtiğimiz yıl, iç pazardaki daralmayı ihracat pazarlarındaki güçlü ve istikrarlı büyüme ile dengeleyerek mükemmel sonuçlara ulaştık; tarihimizin en yüksek üretim ve ihracat adetlerini kaydettik, 5.7 milyar dolar gelir ile Türkiye’nin ihracat şampiyonu olduk. Türkiye’nin toplam ticari araç ihracatının ise %74’ünü tek başımıza gerçekleştirdik. Koç Holding ve Ford Motor Company’nin başarılı birlikteliği Ford Otosan’ı Avrupa’da ticari liderliğe, Türkiye’de ise sektörün öncülüğüne taşıdı. Hızla dönüşen, dijitalleşen dünyamızda endüstri 4.0, Ar-Ge ve inovasyon konularında dünya standartlarını belirler hale geldik. Başarılarımız yerli ve yabancı kuruluşların verdiği ödüller ve şampiyonluklarla da perçinleniyor. Hali hazırda ‘2019 Uluslararası Yılın Kamyonu’ seçilen Ford Trucks F-MAX, şimdi de Takosan işbirliğinde geliştirdiğimiz gösterge paneli ile bize bir uluslararası ödül daha getirdi. Doğru işbirlikleriyle, inovasyon gücümüzle, yerli üretimimiz ve mühendisliğimizle çıtamızı her geçen gün daha da yükseltmeye devam edeceğiz.”

İhracat şampiyonu Ford Otosan 5 kıtada ve 94 ülkede  

 2018’de 5 kıtada 94 ülkeye araç ve parça ihracatı gerçekleştiren Ford Otosan, geçtiğimiz yıl ihracat adetlerini %11 artırarak 328.892 adet ile rekor seviyeye ulaştı. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından bu yıl 17’ncisi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımı ile geçtiğimiz pazar günü açıklanan “Türkiye’nin İlk 1000 İhracatçısı 2018” araştırmasına göre de 5,7 milyar ABD doları ihracatla Türkiye’nin ‘ihracat şampiyonu’ olarak yeni bir rekora imza attı.

Ford Otosan, ayrıca uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance tarafından açıklanan “Türkiye’nin En Değerli Markaları” listesinde de ilk 10’a giren tek otomotiv şirketi olmaya hak kazandı. Şirket, İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) yarım asrı deviren ve sanayi sektörünün en değerli verilerini oluşturan “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” araştırmasında ise 31 milyar TL’lik satış ile 2017’de olduğu gibi 2018 yılında da liderliğini sürdürdü.

Toyota tarafından geliştiren yapay zekaya sahip dünyanın ilk basketbolcusu CUE3, 3 sayı çizgisinin dışından da hiçbir atışını kaçırmıyor…

İLK YAPAY ZEKA PROFESYONEL BASKETBOLCU, NBA OYUNCULARINI BİLE KISKANDIRACAK

Toyota’nın, yüzde 100 sayı isabetiyle oynayan yapay zeka robot basketbolcusu CUE3, NBA oyuncularını bile kıskandıran bir performans sergiliyor. Boyu 204 santimetre, ağırlığı ise 56 kilogram olan robot CUE3 şutör gard pozisyonunda oynuyor. 3 sayılık atışlardaki yüzde 100 sayı istatistiği ile takımının sayı yükünü sırtlayan yapay zeka robot basketbolcu “yok artık” dedirtecek bu performansı ile parmak ısırtıyor.

İlk yapay zeka basketbolcu CUE ve CUE2’den sonra geliştirilen CUE3, Japon profesyonel basketbol tarihinde, Alvark Tokyo takımına kayıtlı, yapay zekaya sahip ilk profesyonel basketbol oyuncusu robot olma unvanını da elinde bulunduruyor. Guinness rekorlar kitabına da giren ve geliştirme aşaması altı ay süren robot basketbolcu, bağımsız bir şekilde iki ayağının üzerinde rahatlıkla durabiliyor.

Yapay zekaya yatırımlarıyla yaşamın her alanında kullanılabilecek robotları geliştirmeye devam eden Toyota, ürettiği robotların neler yapacaklarının bir göstergesi olan CUE, CUE2 ve daha da geliştirilen CUE3 ile kat ettiği yolu gözler önüne seriyor.

Parkede tüm açıları ve hızı hesaplayarak atışlarını yapan robot basketbolcu CUE3, yapay zekaya sahip robotların insanlar gibi hareket edebileceğini de en güzel şekilde ortaya koyuyor. Toyota Yapay Zeka Robot Geliştirme Grubu tarafından üretilen CUE3, ilk yapay zeka basketbolcu olan 1.93’lük CUE ve 2.04’lük CUE2’nin ileri bir versiyonu.

Samsun’da sürdürülebilir kalkınmanın motoru sanayi olacak

Ortak Akıl Toplantıları 16’ıncı durağı Samsun Merkez Organize Sanayi Bölgesi oldu.Turkishtime ve Halkbank ortaklığıyla düzenlenen toplantının moderatörlüğünü Prof. Dr. Emre Alkin üstlendi. Onarımda olan, Samsun-Sivas tren hattının tamamlanması ve arkasından hızlı trenin de gelmesiyle ulaşım ve taşımacılık alanındaki avantajlarını zirveye taşıyacak olan kent, sanayiyi sürdürülebilir kalkınmanın motoru olarak kabul etmiş durumda.

Turkishtime ve Halkbank’ın organize sanayi bölgelerinde gerçekleştirdiği “Ortak Akıl Toplantıları”nın on 16’ıncısı Samsun Merkez Organize Sanayi Bölgesi’nde yapıldı. Prof. Dr. Kerem Alkin’in moderatörlüğünde düzenlenen toplantıda, Samsunlu sanayiciler ile Samsun Merkez OSB’nin potansiyelleri, sorunları ve alınması gereken önlemler masaya yatırıldı.

Samsun Merkez OSB Ortak Akıl Toplantısı’na; Altınbaş Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Emre Alkin, Samsun Valisi ve Samsun Merkez OSB YKB Osman Kaymak, Samsun Merkez OSB YKB Vekili Fahri Eldemir, Samsun Ticaret Borsası YKB / Çakıroğlu Grup YKB Sinan Çakır, Domak Pompa ve Makine Sanayi YKB Adem Yılmaz, Resman Cam PVC Alüminyum San. YKB Ahmet Tüfekçi, Samsunport YKB Ali Avcı, Sampa Otomotiv San. Gn. Md. Bülent Üstündağ, Yeşilyurt Dem. Çel. End. ve Liman İşl. Onursal Bşk. Cemal Yeşilyurt, Ulusoy Un Sanayi Onursal Bşk. Fahrettin Ulusoy, Samsun Segman ve Gömlek San. YKB Hidayet Hidayetoğlu, Doğuş Okul Yayınları Ticaret YKB İdris Deniz, Samsun TSO YKB Yrd. / Seral Ev ve Otel Tekstil YKB Kadir Erol Beytekin, As Çelik Döküm İşleme San. YKB Orkun Tüfenk, Samsun Yurt Savunma Sanayi Zafer Aral, Samsun OSB Müdürü Hakan Tütüncüoğlu, Halkbank Samsun Bölge Koordinatörü Dursun Ali Kılıçlı, Samsun TSO YKB / TOBB Bşk. Yrd. Salih Zeki Murzioğlu ve Turkishtime Yönetim Kurulu Başkanı Filiz Özkan katıldı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün milli mücadeleyi başlattığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı Samsun, tarihte birçok ilklerin yaşandığı ve pek çok alanda da önderliği üstlenmiş bir kent. Samsun, günümüzde ise bir tarafında denizi diğer tarafında yemyeşil dağlarının yanı sıra orta ölçekli sanayisiyle bölgede merkezi bir konumda yer alıyor. 17 ilçesi, 1 milyon 300 bin nüfusu, iki görkemli ovasıyla ulaşım ağlarının tam üzerinde yükselen kent, ekonomik potansiyelleriyle öne çıkıyor. Samsun, güçlü ve köklü firmalarıyla ihracatta 650 milyon doları aşan rakamlara imza atarken, kısa vadede 1 milyar doları aşmayı hedefliyor. Onarımda olan, Samsun-Sivas tren hattının tamamlanması ve arkasından hızlı trenin de gelmesiyle ulaşım ve taşımacılık alanındaki avantajlarını zirveye taşıyacak olan kent, sanayiyi sürdürülebilir kalkınmanın motoru olarak kabul etmiş durumda. Daha çok üretim ve istihdam açısından ise OSB’ler, her kentte olduğu gibi Samsun’da da böyle bir sürecin temelini oluşturuyor.

Samsun Merkez OSB arazi istiyor

Kentte bulunan OSB’ler arasında en eskisi ve en büyüğü olan Samsun Merkez OSB, Samsun – Ordu karayolu üzerinde, Tekkeköy Belediyesi sınırları içinde konumlanıyor. 1 milyon 118 bin 179 metrekarelik alan üzerine kurulan bölgeye olan ulaşım; karayolu, demiryolu ve havayolu ile sağlanıyor. Samsun Merkez OSB, uzun yıllar önce kurulmuş olması nedeniyle temel sorunların hepsini çözümlemiş durumda. Elektriğin yer altına alınması, mevcut kanalların ıslah edilmesi ve OSB dahilindeki yollarının iyileştirilmesi gibi küçük sorunlar dışında bölgede ciddi bir sorun bulunmuyor. Ancak Samsunlu sanayicinin bir türlü çözülemeyen sorunu yer darlığı.

Samsun Merkez Organize Sanayi Bölgesi; KOSGEB Samsun Müdürlüğü, TSE Samsun Belgelendirme Müdürlüğü, Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi, Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı (OKA), Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Bölge Kalibrasyon ve Metroloji Laboratuvarı, Bölge İdare Merkezi ve Samsun TSO Uluslararası Akredite Metal, Metroloji ve Kalibrasyon Laboratuvarı, OMÜ Yeşilyurt Demir Çelik Meslek Yüksekokulu ve sosyal tesisleriyle Samsun sanayisine hizmet veriyor.

Samsun Merkez OSB’yi geleceğe taşıyacak 10 parametre

Toplantıda, Samsun OSB’nin hızla değişen küresel rekabet koşullarında güçlü bir oyuncu olabilmesi ve potansiyellerini ortaya koyabilmesi için bölge sanayicilerinin katılımlarıyla aşağıdaki 10 parametrede görüş birliğine varıldı.

1. Samsun’un arsa sıkıntısı artık çözümlenmeli

Kentteki arsa sıkıntısı ciddi oranlarda iş kaybına ve maliyet artışına yol açmasının yanı sıra büyümenin önünde ciddi bir engel oluşturuyor. İşletmeler, yönetim, üretim, depolama gibi birimler olarak mecburen bölünüyor, farklı alanlara dağılmak zorunda kalabiliyor. Daha da önemlisi yapılacak olan yatırımlar yer darlığı nedeniyle yapılamıyor. Çözüm, tarım arazisi vasfını kaybetmiş arazilerin sanayicilerin kullanımına sunulmasında yatıyor.

2. Ekonomide af politikasına son verilsin

Kayıt dışı iş yapan, sigortasız işçi çalıştıranların varlığı ve devletin bu kesimlere yönelik olarak sürekli af çıkarıyor olması haksız rekabet yaratıyor. İşini düzgün yapan sanayici KDV, stopaj, vergi, sigorta vs. ile uğraşırken, birçok sektörde adeta başı boş bırakılmış bir kayıt dışı piyasa söz konusu. Devlet kayıt dışının daha çok üstüne gitmeli, yükümlülüklerini yerine getirenler cezalandırılmamalı.

3. Enerji maliyetleri düşürülmeli

Çin ve Hindistan gibi dünya ticaretinde iddialı olan ülkeler enerjide devlet sübvansiyonu uyguluyor. Bu ülkelerdeki enerjinin birim kilovat maliyetleri Türkiye’ye göre çok düşük. Türkiye’de ise tam tersine enerji maliyetleri son bir yılda yüzde 100’e yakın artmış durumda. Devletin özellikle ihracat yapan sanayicilere enerjide destek vermesi gerekir.

4. Enerjideki dezavantajlı tarife uygulaması düzeltilmeli

Samsun Merkez OSB’deki sanayiciler, teşvikler bir yana adeta cezalandırıldıklarını düşünüyor. Önceden OSB’lerde üç zamanlı, gece-gündüz tarifesinde çalışan firmalar, şu anda Son Kaynak Tedariki Tebliği kapsamında OSB’nin bir bütün olarak kabul edilmesinden dolayı 50 milyon kw/saat üzerinde harcamaları olan sınıfa sokuldu. Devletin bu dezavantajlı durumu sanayici lehine çözmesi bekleniyor.

5. Samsun katma değeri yüksek ürünlere yönelmeli

Yapılacak olan yatırımlar, diğer şehirlerde yapılmayan katma değeri yüksek ürünlere yapılmalı. Katma değeri düşük ürüne yatırım yapıldığı müddetçe şehrin zenginleşmesi mümkün değil. Bölgesel pazarı hedefleyen üretim devri artık sona erdi. Ulusal pazar için üretim yapılacaksa katma değerli ürün üretmek gerekiyor. Ama sürdürülebilir bir yatırım yapmak isteniyorsa o noktada global koşullar gözetilmek zorunda.

6. Kalifiye eleman sıkıntısı

Samsun’da en büyük sıkıntılardan bir tanesi de kalifiye eleman. Özellikle yüksek teknoloji kullanan sektörler İstanbul, Ankara, Bursa gibi kentlerden eleman transfer ediyor ama bu yöntem yeterli olmuyor. Çalışanlar bir süre sonra kendi kentlerine geri dönebiliyor. Dolayısıyla Samsun’un kendi teknik elemanlarını yetiştirmesi ve onlar için gerekli sosyal olanakları hazırlaması gerekiyor.

7. Arsa ve bina rantlarına son verilsin

Kentte bazı girişimciler üretim yapmak yerine bina inşa edip kiraya vererek, kolay para kazanma yolunu tercih ediyor. Ayrıca, zaten ciddi bir arazi sıkıntısının yaşandığı kentte arazilerin de bazı rant sahiplerinin eline geçmiş olması sıkıntıları katlıyor. Alınacak önemlerle sanayicinin bu sıkıntıları giderilebilir.

8. Samsun bir lojistik üssü olabilir

Samsun günümüzde bile bir lojistik bir merkez konumuna geldi. Kentte hem ithalat hem ihracat açısından dünyanın her yerine ticaret yapabilecek olan limanlar bulunuyor. Devlet teşvikleriyle altyapı çalışmaları tamamlanırsa Samsun tüm bölgenin lojistik üssü haline gelebilir. Bu anlamda Samsun’un önünü açık.

9. Samsunlu sanayici takdir de bekliyor

Kentteki bazı işletmeler alanında tek ve Türkiye’yi yurt dışında başarıyla temsil eden firmalar. Bunlar aynı zamanda önemli miktarlarda ihracata da imza atıyorlar. Ancak bu sanayiciler maddi teşviklerin bir yana resmi makamlardan hiçbir takdir görememekten şikayetçi. Beklentileri sade bir “teşekkür” yazısından daha fazlası değil.

10. Samsun kendisini daha iyi tanıtmalı

Samsun Karadeniz’in en büyük kenti, limanı da en büyük limanı. Ama bunu çoğu kimse bilmiyor. Anadolu’da herkes örneğin Trabzon’un ve limanının Samsun’dan daha büyük olduğunu sanıyor. Halbuki Samsun, hinterlandı da en geniş kentlerden bir tanesi. Çorum, Kayseri, Konya, Sivas, Tokat, hatta Ankara’ya kadar uzanabilen bu hinterlant, Samsun’u bölgenin ticaret üssü yapabilecek potansiyeli de beraberinde getiriyor.

TAİDER Üyeleri Nesilden Nesile Girişimciliği konuştu
TAİDER Aile İşletmeleri Derneği İstanbul temsilciliği tarafından düzenlenen aileler buluşması, “Kayseri’den Stuttgart’a Üç Nesil Girişimcilik” konu başlığında, aile şirketi sahipleri ve gelecek nesil üyelerinin katılımıyla gerçekleşti. Aileler Buluşmas’ına konuk olan Bayraktarlar Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ahmet Bayraktar, kendi aile şirketindeki üç neslin öyküsünü anlatırken, nesiller arası doğru iletişim için aile şirketi sahiplerine düşen sorumlulukları ve önerilerini paylaştı.
TAİDER Aile İşletmeleri Derneği İstanbul Temsilciliği tarafından düzenlenen Aileler Buluşmasının konuğu Bayraktarlar Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ahmet Bayraktar oldu. TAİDER üyelerinin aileleriyle birlikte katıldığı toplantıda aile şirketlerinde kurumsallaşma, sürdürülebilirlik, nesiller arası geçiş ve doğru iletişim konuları tartışıldı.
Toplantının açılışında konuşan TAİDER Yönetim Kurulu Başkanı Candan Çilingiroğlu, “Samimiyet ve paylaşım odaklı bu toplantıları ‘Aileler İçin, Aileler Tarafından’ mottosuyla düzenliyoruz. Amacımız aile şirketleri olarak deneyimlerimizi paylaşırken, başarıların ve başarısızlıkların arkasında yatan nedenleri de en iyi şekilde kavramak. Her aile şirketi esasında hayatın içinden çok önemli hikâyelere sahip. Bu hikâyeler hepimiz için ders niteliğinde ayrıntılar ve bilgiler içeriyor. İnanıyorum ki bu bilgi ve deneyim paylaşımları Türkiye’deki aile şirketleri için yol gösterici nitelikte olmaya devam edecek.” diye konuştu.
Toplantının konuğu olan Bayraktarlar Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ahmet Bayraktar, holdingin büyüme serüveninden,  şirketin gelecek nesillere devri sürecinde yaşananlara kadar pek çok önemli konuda görüşlerini paylaştı.
Saygı, sevgi ve akıl
Aile şirketlerinde sevgi, saygı ve birlikteliğin sürekli olması gerektiğinin altını çizen Ahmet Bayraktar, “Aile bireylerinin duygularını iyi kontrol etmeleri ve duygularının akıllarının önüne geçmesine mani olması gerektiğine inanıyorum. Sıkıntılar elbette olacaktır ancak bizim ailemizde sevgi ve saygı hiç bitmedi. Kurucular, sağlıklarında çocuklarına doğru ile yanlış arasındaki farkı iyi anlatmalı. ‘Benden sonra tufan’ demeyi doğru bulmuyorum. Ülke olarak en güçlü yanımız aslında insan kaynağımız. Bunu daha iyi değerlendirmeliyiz” ifadelerini kullandı.
Üyeleri aile şirketi sahiplerinden ve gelecek nesillerinden oluşan TAİDER Aile İşletmeleri Derneği aile şirketlerini ilgilendiren pek çok alanda birbirinden öğrenmeye dayalı deneyim paylaşımı toplantılarına devam edecek.

Siber suçlular kullanıcıların çevrimiçi olduğu zamanlarda uygulamalara saldırıyor

Fortinet Tehdit Görünümü Raporu, botnetlerin büyük çoğunluğunun yerleşik altyapılardan faydalandığını ortaya koyarak, tehditlerin yaklaşık yüzde 60’ının en az bir etki alanını (domain) kullandığını gösteriyor. 

Kapsamlı, entegre ve otomatik siber güvenlik çözümlerinde dünya lideri Fortinet® (NASDAQ: FTNT), her çeyrekte yayınlanan Tehdit Görünümü Raporu’nun en güncel bulgularını açıkladı. Rapora göre, suçlular kazanımlarını artırmak için özel tasarlanmış fidye yazılımlar ve bazı saldırılara özel kodlamadan, gizlenmek için yasal görünen araçlardan faydalanma (living-off-the-land-LoTL) tekniğine ya da altyapı paylaşımına kadar saldırı yöntemlerini daha da sofistike hale getirmeye devam ediyor.

Fortinet Bölge Teknoloji Direktörü Melih Kırkgözraporun bulgularını şöyle değerlendirdi: “Maalesef, siber suçlular topluluğunun ulus-devlet aktörlerinin strateji ve metodolojilerini yansıtmaya devam ettiğini görüyoruz. Siber suçlular hedefledikleri cihazları ve ağları geliştiriyor. Kurumlar, geleceğe hazırlanmak ve siber riskleri yönetmek için stratejilerini gözden geçirmelidir. Bu anlamda atılacak ilk adım, temel ilkeleri layıkıyla yerine getirerek savunma için hız ve bağlanırlık gibi siber alanın temel ilkelerinden yararlanmayı gerektiren siber güvenliğe bir bilim gibi yaklaşmaktan geçiyor. Güvenliğe, makro ve mikro segmentasyona ‘fabric’ tabanlı bir yaklaşım getirmek ve yapay zekanın yapıtaşları olarak makine öğrenme ve otomasyondan yararlanmak siber suçluları sıfırdan başlamaya mecbur bırakmak için iyi bir fırsat sunabilir.”

Raporda öne çıkan bulgular şöyle:

Ele geçirme öncesi ve sonrası aksiyon trafiği: Tehdit aktörlerinin saldırı fazlarını haftanın farklı günlerinde gerçekleştirip gerçekleştirmediğini tespit etmeyi amaçlayan araştırmalar, siber suçluların her zaman hedeflerinden maksimum fayda sağlamanın yollarını aradıklarını gösteriyor. Hafta içi ve hafta sonlarında iki siber saldırı yaşam döngüsü fazlarının web filtreleme hacimleri kıyaslandığında, ele geçirme saldırısı öncesi eylemlerin iş günlerinde gerçekleşme ihtimalinin yaklaşık üç kat daha yüksek olduğu, bu açıdan ele geçirme sonrası işlem trafiğinin ise daha az farklılaşma gösterdiği görülüyor. Bunun başlıca sebebi istismar eyleminin çoğu kez oltama (phishing) e-postasına tıklanması gibi bir biri tarafından alınması gereken bir aksiyon gerektirmesinden kaynaklanıyor. Buna karşılık, komuta ve kontrol (C2), herhangi bir aksiyon gerektirmez ve her zaman gerçekleşebilir. Siber suçlular bunu biliyor ve internet trafiğinin en üst seviyelerde olduğu hafta içi günlerinde bu fırsattan en iyi şekilde yararlanmaya çalışacaklar. Bu açıdan, hafta içi ve hafta sonu uygulanan web filtreleme uygulamalarının farklılaşmasının, çeşitli saldırıların yaşam döngüsünün bütünüyle anlaşılabilmesi için önemli olduğu görülüyor.

Tehditlerin büyük bir kısmı altyapıyı paylaşıyor: Farklı tehditlerin altyapı kullanımının hangi boyutlarda olduğu önemli trendler ortaya koyuyor. Bazı tehditler, ortak kullanılan altyapılardan, tekil ya da özel altyapılara göre daha fazla yararlanıyor. Tehditlerin yaklaşık yüzde 60’ı en az bir alanı (domain) kullanıyor; bu da botnetlerin büyük bir kısmının yerleşik altyapılardan faydalandığını gösteriyor. IcedID zararlı yazılımı, “ödünç alabilecekken neden satın alasın ya da kendin yapasın” şeklinde özetlenebilecek bu davranışa bir örnek olarak gösteriliyor. Buna ek olarak, tehditler altyapıyı kullandığında, bunu, siber saldırı yaşam döngüsünün aynı aşaması içinde yapmayı tercih ediyorlar. Bir tehdidin istismar için bir domain’den yararlanması ve onu daha sonra C2 trafiği için kullanması olağandışıdır. Bu durum, kötü niyetli kullanıldığında altyapının oynadığı özel rolü ve işlevi gözler önüne seriyor. Hangi tehditlerin altyapıyı kullandığının ve saldırı döngüsünün hangi noktalarında kullanıldığının anlaşılması, kurumların gelecekteki zararlı yazılım ya da botnetlerin potansiyel gelişim noktalarının öngörülmesini sağlar.

İçerik yönetimi sürekli yönetim gerektiriyor: Siber saldırganların, fırsatlardan en kısa sürede ve en üst seviyede fayda elde etmek için, istismar edilmiş zafiyetleri ve yükselişte olan teknolojileri hedefleyerek, bir fırsattan diğerine geçme eğiliminde oldukları görülüyor. Web ortamında bir kimlik inşa etmeleri için tüketicilerin ve işletmelerin işini kolaylaştıran web platformları, son zamanlarda siber suçluların dikkatini çeken yeni teknolojilere bir örnek olarak gösterilebilir. Üçüncü taraf eklentilerle ilişkili olsalar bile bu platformlar hedef alınmaya devam ediyor. Bu durum, yamaların anında uygulanmasının ve saldırganların bir adım ötesinde kalmak için istismarların sürekli değişen dünyasını tanımanın ne kadar kritik olduğunu gösteriyor.

Fidye yazılımlar hala büyük tehdit: Genellikle, fidye yazılımların geçmiş dönemlerdeki yoğun görülme oranları yerini daha spesifik hedefli saldırılara bıraksa da, fidye yazılımlar halen geçerliliğini koruyor. Hatta, çoklu saldırılar fidye yazılımların yüksek değerli hedefler ve saldırgana ağa imtiyazlı erişim sağlamak için tadil edildiğini gösteriyor. LockerGoga, çok aşamalı bir saldırıda kullanılan bir fidye yazılım örneğidir. LockerGoga’yı işlevsel gelişmişlik açısından diğer fidye yazılımlardan ayıran çok büyük bir farklılık bulunmuyor; ancak, fidye yazılım araçlarının büyük çoğunluğu atlatma tekniklerinden kaçınmak için belli ölçüde gizlenme taktiği uygulasa da, analiz edildiğinde bu taktiğin çok az kullanıldığı görülüyor. Bu durum, saldırının belirli bir hedefe yönelen yapısı olduğuna ve zararlı yazılımın kolayca tespit edilemeyeceğinin varsayıldığına işaret ediyor.  Buna ek olarak, diğer çoğu zararlı yazılımlar gibi, Anatova da bulaştığı sistemin çalışabilirliğini etkileyebilecek herhangi bir şeyi sistematik olarak şifrelemek dışında, saldırdığı sistemde mümkün olduğunca çok sayıda dosyayı şifrelemeyi hedefliyor. Anatova, zararlı yazılım analizlerinde ve sanal tuzak olarak kullanıldığı görülen bilgisayarlara da bulaşmaktan kaçınıyor. Bu iki fidye yazılım türevi, güvenlik liderlerinin meta elde etmeyi amaçlayan fidye yazılımlarına karşı yamalama ve yedeklemelere odaklanmaya devam etmeleri gerektiğini gösteriyor. Ancak, daha spesifik hedefli tehditlerin kendilerine özgü saldırı yöntemlerinden korunmak daha özel niteliklerle tasarlanmış savunma pratikleri gerektiriyor.
“Gizlenmek için yasal görünen araçlardan faydalanma (Living off the land – LoTL)“ tekniğinin kullandığı taktikler ve araçlar: Tehdit aktörleri kurbanlarıyla aynı iş modellerini kullanarak çalıştıkları için, çabalarını artırmak amacıyla, sisteme ilk girişten sonra bile saldırı yöntemlerini geliştirmeye devam ediyorlar. Tehdit aktörleri, bunu başarmak amacıyla, çift kullanımlı araçlardan ya da hedefledikleri sistemlere siber saldırı düzenleyebilmek için daha önceden kurulan araçlardan giderek daha çok yararlanıyor.  LoTL adı verilen bu yöntem, siber korsanların eylemlerini meşru süreçlere gizlemesini ve böylece savunma mekanizmaları tarafından kolayca tespit edilememesini sağlıyor. Bu araçlar, saldırının nitelendirilmesini de zorlaştırıyor. Maalesef, siber saldırganlar hedeflerine ulaşmak için çok çeşitli meşru araç kullanarak göz önündeyken fark edilememeyi başarıyorlar. Akıllı savunucuların, idari araçlara ve ortamlarındaki log kullanımına erişimlerini kısıtlaması ve gerekiyor.

Dinamik ve proaktif tehdit istihbaratı ihtiyacı 
Bir kurumun hem mevcut tehdit trendlerine karşı savunma becerisini geliştirmek, hem de zaman içerisinde saldırıların evrimleşmesine ve otomatize hale gelmesine karşı kurumu hazırlamak, dinamik, proaktif ve dağıtık ağın her yerinde hazır bulunan bir tehdit istihbaratını gerektiriyor. Bu bilgi, dijital saldırı alanını hedefleyen saldırı yöntemlerinin evrimleşmesini gösteren trendlerin tanımlanmasına ve siber suçluların çabalarını yoğunlaştırdığı siber hijyen önceliklerinin belirlenmesine yardımcı olabilir. Tehdit istihbaratına dayanarak aksiyon alma becerisi ve önemi, her bir güvenlik cihazında eş zamanlı olarak uygulanabilir olmaması durumunda ciddi oranda azalıyor. Yalnızca kapsamlı, entegre ve otomatik bir security fabric mimarisi, nesnelerin internetinden uca, ağ çekirdeğinden çoklu bulutlara kadar ağın tamamı için geniş ölçekli ve hızlı bir koruma sağlayabilir.

Rapor ve endekse dair genel bilgi 
Fortinet Küresel Tehdit Raporu her çeyrekte yayınlanan ve FortiGuard Laboratuvarlarının Fortinet’in geniş çaplı global sensörlerinden elde ettiği 2019 yılının 1. Çeyreğine ait kolektif istihbarat bilgilerini yansıtan bir raporudur. Araştırma verileri küresel ve bölgesel perspektifleri kapsar. Raporda bu görünümün merkezi ve tamamlayıcı yönleri olan istismarlar, zararlı yazılımlar, botnetlerin bu çeyrekteki yaygınlığını ve hacmini gösteren Fortinet Tehdit Görünümü Endeksi (TLI) de yer alır.

Alcatel 1S Türkiye’de satışa sunuldu 

Alcatel 1S, hayatını sadeleştirmek isteyen ancak teknolojinin sunduğu yeniliklerden ve kolaylıklardan da mahrum kalmayı tercih etmeyenler için geliyor. Bu yıl Barselona’daki Dünya Mobil Kongresi’nde tanıtılan Alcatel 1S, pazara erişilebilirlik ve işlevsellik sunuyor.

Sorunsuz kullanıcı deneyimi
Alcatel 1S, son teknoloji ürünü özellikleri ve yazılımıyla giriş seviyesinde sorunsuz kullanıcı deneyimini mümkün kılıyor. Sekiz çekirdekli işlemci ve 32 GB bellek özelliğiyle gelen Android Pie destekli 3 GB RAM’e sahip bu cihaz, gün boyu bağlantıda kalmak ve aynı anda birden fazla iş yapmak isteyen kullanıcıların bir akıllı telefondan beklediği her şeyi karşılıyor.

Yaratıcı fotoğrafçılık parmaklarınızın ucunda
Alcatel 1S’in 16MP (yazılım interpolasyonuyla) + 2MP’ye kadar ulaşan çift arka kamera özelliğiyle gördüğünüz tüm güzel manzaraları gerçek zamanlı bokeh efektiyle yakalayabilirsiniz. Arka kamera diyafram açıklığı ve ön kamera LED flaş özelliği sayesinde, az ışık koşullarında dahi muhteşem manzaralardan selfie’lere kadar çok yönlü kareler çekebilirsiniz. Şık, zarif ve ergonomik tasarımıyla elinizde kolayca taşıyabileceğiniz Alcatel 1S, aynı zamanda güvenlik ve rahatlığı bir araya getiren dâhili arka parmak izi sensörü ve yüz tanıma yazılımı Face Key’e sahip olmasıyla öne çıkıyor.

Zarif tasarım ve üstün görüntüleme deneyimi 
Alcatel 1S, kullanıcıların uygun fiyata satın alabilecekleri şık bir seçenek olarak dikkat çekiyor.  5.5 inç 18:9 HD + Full View Ekran özelliğiyle gelen bu cihaz, mükemmel bir görüntüleme deneyimi de sunuyor. Alcatel 1S, 2.5D cam ön yüzü ve fırçalanmış metalik arka yüzüyle tasarım ve performans açısından üst düzey bir deneyim vadediyor.

Ulaşılabilirlik
Alcatel 1S; siyah, mavi ve altın fırçalı metalik bitirişli renk seçenekleriyle Türkiye’de piyasaya sunuldu.

Panasonic projektörleri ile dünyanın en büyük kalıcı video enstelasyonu

Panasonic Business, Katar Ulusal Müzesi’nde MEJV (Man Empty Joint Venture), RES (Realtime Environment Systems Ltd) ve DFI (Doha Film Enstitüsü) ile birlikte çalışarak dünyanın en büyük kalıcı video projeksiyon ensteleasyonunu bir araya getirdi.

Panasonic Business, Katar Ulusal Müzesi’nde MEJV (Man Empty Joint Venture), RES (Realtime Environment Systems Ltd) ve DFI (Doha Film Enstitüsü) ile birlikte çalışarak dünyanın en büyük kalıcı video projeksiyon ensteleasyonunu bir araya getirdi.

QMA, saha genelinde AV tasarımının yanı sıra sergileri ve ziyaretçi deneyimlerini düzenlemek, yapılandırmak ve sunmak için MEJV ile birlikte çalıştı.

27 Mart Çarşamba günü resmi açılışını yapan ve yan yana konmuş 130 diskten oluşan Katar Ulusal Müzesi, Mimar Ateliers Jean Nouvel tarafından yerel çöl gülünü temsil edecek şekilde tasarlandı. Doha kentinin simge yapılarından biri olan müze, LEAF (Leading European Architects Forum) tarafından ‘2017 Yılı En İyi Cephe Tasarımı ve Mühendisliği’ ödülüne layık görüldü.

Gösterişli dış cephesinin yanı sıra, müzenin içi de dünyanın dört bir yanındaki sürükleyici ve deneysel müzeler için bir model oluşturuyor. AV teknolojisi, ziyaretçileri son derece özgün galeriler ve ‘Başlangıçlar, Katar’da Yaşam ve Ulusun İnşası’ adlı üç bölüm hakkında bilgilendirmek üzere tasarlanmış yerel içeriğin üretimi için bir zemin görevi görüyor.

QMA’nın MEJV, RES ve DFI ile ortaklaşa yaptığı çalışmalar, tüm film içeriklerinin her biri farklı yüksek çözünürlüklü video içeriklerini yeniden üretmelerine olanak veren Avolites Ai Yazılımını çalıştıran 172 medya sunucusu platformunun kullanılarak yayınlanmasını sağladı.

Bu çalışmada AV teknolojisini seçen tarafta DFI, MEJV ve RES yer aldı. Yaptıkları seçimin sonucunda 112 adet Panasonic 4K projektörü sekiz galeriye kuruldu ve çalışmada dokuz farklı yerel film yönetmenine ait içeriklerin projeksiyon haritalama yöntemiyle 3 boyutlu olarak yansıtılması hedeflendi. Proje için en yüksek kalitede 4K içerik sağlayan 3 Çipli DLP™ lazer diyotlara sahip olması nedeniyle PT-RQ13K seçildi.

Proje için aynı zamanda projektörleri müze odalarına, sergiye ve binanın dört bir yanına yerleştirme esnekliği sağlamak için mümkün olan en küçük alana sığabilecek projektörlere de ihtiyaç duyuldu.

Realtime Environment Systems Ltd. Genel Müdürü Mark Calvert, “Kapsamlı pazar araştırmamızdan sonra PT-RQ13K’lerin en iyi görüntü kalitesine sahip olmakla kalmayıp, aynı zamanda en kompakt projektörlerden biri olduğunu ve kurulum ihtiyaçları açısından ideal olduğunu gördük. İçerik, bugüne kadarki ziyaretçi deneyimlerinde ve müzelerde en son teknoloji ürünü projeksiyon haritalamanın ve hikaye anlatıcılığının en etkileyici kullanımı için bir görsel sunuyor. Projektörlerin ürettiği 4K görüntüler ve Ai’ye özel AiM Codec sayesinde tüm görüntüler son derece kaliteli. Bu birlikteliğin muhteşem filmleri görüntülerken sergilediği performanstan oldukça memnun kaldık.”

Müzenin dört bir yanında Katar tarihinin ve kültürünün geçmişi ile bugününü bir araya getiren çeşitli içerikler sergileniyor. Yedi galeride bölgedeki sergiler, koleksiyonlar ve zaman hakkında ayrıntılı bir hikaye anlatmak üzere tasarlanmış tabandan tavana sanat filmleri bulunuyor.

Mark Calvert görüşlerini, “Müzenin kapılarını halka açmasını ve NMoQ ile MEJV’nin tam olarak yapmaya çalıştıkları şey olan ziyaretçilerin Katar kültürünü doyasıya deneyimlemelerini izlerken çok heyecanlandık. AV teknolojisi ve üretilen içerik sayesinde bu ülkenin tarihi geniş kitleler açısından daha kolay erişebilir ve daha ilgi çekici bulunuyor. Panasonic gibi iş ortaklarımızın çalışmaları olmadan bunu başaramazdık. Nihai sonucu gördüğümüzde, son beş yıl içinde sarf edilen yoğun emeklerin boşa gitmediğini fark ettik” şeklinde açıkladı.

ADAYLARIN DİJİTAL KARNESİ

23 Haziran Pazar günü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. 8 milyon 868 bin 664 kişinin sandık başına gittiği seçimin kazananı, resmi olmayan sonuçlara göre Millet İttifakının Adayı Ekrem İmamoğlu oldu. 6 aydan beri hem Millet İttifakının Adayı Ekrem İmamoğlu hem de Cumhur İttifakının Adayı Binali Yıldırım, gerek sahada gerekse de dijital mecrada büyük bir çaba sarf etti. MEZO Dijital Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Nabat Garakhanova’nın ve Dijital Pazarlama Danışmanı Haydar Özkömürcü’nün yapmış olduğu sonuca göre Ekrem İmamoğlu’nu başarıya götüren en büyük etkenlerden biri dijitali doğru ve aktif kullanması oldu. Her iki adayın da yürütmüş olduğu seçimler boyunca dijital karneleri…

Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 17’sini genç nüfus oluşturuyor ve Türkiye, genç nüfusuyla birlikte dijital dünyaya en hızlı adaptasyon sağlayan ülkelerin başında geliyor. İnternet kullanımının yaygınlığı kadar Türkiye nüfusunun yüzde 72’si internet, yüzde 63’ü kadar aktif sosyal medya kullanıcısı. Başka bir tabirle internette günde 7 saat geçiyoruz. İnternetin bu kadar yaygın olması, bu kez ilk defa yerel seçimlerde adayların stratejilerini de büyük ölçüde etkiledi. Adayların açıklandığı Aralık 2018’den 31 Mart seçim sürecine kadar hem Cumhur İttifakının Adayı Binali Yıldırım hem de Millet İttifakının Adayı Ekrem İmamoğlu, dijital çalışmalara başladılar. Türkiye’de dijital medya, bazı eksiklikler olsa da şimdiye kadar yürütülmüş en başarılı sosyal medya çalışmasına sahne oldu. Siyasetçiler dijitalleşen dünyaya ayak uydurdu, Türkiye’nin genç nüfusuna kısa bir sürede temas etme, kendilerini anlatma şansına sahne oldular. Dijital dünya, siyasetin seçimlerdeki alışılagelmiş kalıplarını değiştirdi. Bundan sonraki seçimlerde de dijital uygulamalara daha fazla ağırlık verileceğinin yansımaları elde edildi. Adayların dijital çalışmalarını nasıl yürüttüklerini ve bu çalışmaların gerçekten seçmenlerin karar süreçlerini nasıl etkileyeceğini göstermek üzere MEZO Dijital Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Nabat Garakhanova ve Dijital Pazarlama Danışmanı Haydar Özkömürcü her iki adayın da dijital çalışmalarını mercek altına aldı. Bu çalışmaya göre Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanmasında yürüttüğü dijital kampanya başarısı büyük etken oldu.

Dijital Pazarlama Danışmanı Haydar Özkömürcü ve MEZO Dijital Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Nabat Garakhanova’nın analizlerine göre her iki adayın da seçim karnesi:

  • Ekrem İmamoğlu, ilk seçim kampanyasında kendi fotoğraflı görsellerini kullanırken, ikinci kampanyada illüstrasyon ve siluet görseller kullanmaya başladı. Bu kullanım değişikliğini şöyle yorumlamak mümkün: Fotoğraflı görseller duygusal bağ kurmaya daha yatkın içeriklerdir. Bunun yanında illüstrasyon ve siluet görseller daha kurumsal ve ikonik kullanımlar olduğundan duygusal bağ kurmayı zorlaştırır. İmamoğlu için “İkinci kampanyada duygusal bağ kurmayı bıraktı” demek yanlış olmaz.
  • İlk seçim kampanyasında Ekrem İmamoğlu, semt semt, kapı kapı gezerek çalışma yaptı. Binali Yıldırım ise daha çok salon toplantıları ve mitinglerde yer alıyordu. İkinci kampanyada adaylar yer değiştirdi. İmamoğlu salonlara ağırlık verirken, Yıldırım sokağa indi.
  • Adayların bir araya geldiği canlı yayın sırasında Twitter’da Yıldırım’ın iletişim ekibi oldukça aktifti. Her cevaptan sonra Tweetler atıyorlardı. İmamoğlu’nun iletişim ekibi canlı yayın sırasında bu tür bir çalışma yürütmedi.
  • Gerçekleştirdiğimiz analizler sonucunda sanılanın aksine Ekrem İmamoğlu’nun Binali Yıldırım’a göre ikinci seçimde de daha fazla rakip stratejisi yürüttüğünü görüyoruz. Binali Yıldırım’ın dijitale yansıyan tüm söylemlerini analiz ettiğimizde yüzde 84 oranla kendisinden bahsederken, sadece yüzde 16 oranında rakibinden bahsetmiş. Ekrem İmamoğlu ise yüzde 65 oranında kendisinden bahsederken, %35 oranında Binali Yıldırım’dan bahsetmiş.
  • Youtube önceki seçimlere oranla çok daha yoğun olarak kullanıldı. Hatta adaylar dijitale ayırdıkları toplam bütçelerinin 1/3’ünü Youtube’a ayırmış gibi görünüyor. Ancak adayların Youtube kampanyalarında da ciddi bir fark olarak öne çıkan asıl şey, Binali Yıldırım kendi resmi kanalının dışında onlarca farklı kanala da reklam verdi. Gerçekleştirdiğimiz analizler sonucunda Ekrem İmamoğlu kampanyasının dijitaldeki medya satın alma bütçesinin yaklaşık 3 milyon TL’ye mal olduğunu, Binali Yıldırım kampanyasının dijitaldeki medya satın alma bütçesinin ise yaklaşık 6 milyon TL’ye mal olduğunu söyleyebiliriz.
  • Her iki aday, iki kampanyada da gençlere çok seslendi. İlgilerini çekecek birçok hamlede bulundu ama birebir gençler ile soru-cevap formatında bir çalışma yapmadı.
  • Yaptığımız sosyal medya analizlerinde her iki partinin de bölgelerinde belediye başkanlığını kazanamayan birçok adayın büyükşehir kampanyalarına destek vermediğini, neredeyse hiç paylaşım yapmadıklarını gözlemledik.
  • Sosyal medya analizleri sırasında tespit ettiğimiz bir diğer konu iki adayın da Instagram yerine Twitter çalışmalarına ağırlık verdiği; özellikle kullanıcı sayısı ve hedefleme konusunda daha elverişli olan Instagram’ın neden tercih edilmediğinin mantıklı bir açıklaması yok.
  • Sosyal medya reklamlarına baktığımızda her iki adayın da hedefli reklamcılık konusunda çok titiz davranmadığını gözlemledik. Bazı kampanyalarda, “+18 tüm İstanbullular” gibi bir hedef kitle tercih edilmiş gibi duruyor. 50 yaşındaki seçmenlere öğrenci akbil vaadi ya da Beylikdüzü’nde oturan bir seçmene Pendik’te yapılacak bir merkezi göstermek gibi segmentasyona tabi tutulmamış reklamlara sık rastladık.

MEZO Dijital Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Nabat Garakhanova, 23 Haziran seçimleriyle birlikte dijitalin gücüne herkesin hemfikir olduğuna işaret ederken şu açıklamalarda bulundu: “31 Mart seçimlerinin açıklanmasıyla birlikte yayınlanan ilk anketlerden ikinci seçimin sonuçlarına dek herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir konu var ise o da Ekrem İmamoğlu’nun oldukça gerilerden gelmesi ve kararsız seçmenin büyük çoğunluğunu kendinde toplamış olmasıdır. Bunun dijital kampanyalardaki sebeplerinin başında stratejik farklılıklar geliyor. Sosyal ağlarda yürütülen kampanyalarda Ekrem İmamoğlu yalnızca kendi onaylı hesaplarını aktif bir şekilde kullanırken, Binali Yıldırım kampanyasında hem kendisine ait birden fazla hesap hem de farklı amaçlarla açılmış farklı kampanya hesapları kullandı. Özellikle birinci seçimdeki söylemlerle ikinci seçimdeki söylemlerde ciddi farklılıklar hissedildi. Bu nedenle Binali Yıldırım’ın stratejisinin en büyük eksikliği tutarlılık eksikliği olarak akıllara kazındı.”

Dünya Bakliyat Sektörünün En Büyük Etkinliği: Dünya Bakliyat Kongresi

1999 yılından bu yana her sene dünyanın farklı bir şehrinde düzenlenen ve bakliyat sektörünün en büyük ve prestijli etkinliği olan Dünya Bakliyat Kongresi,  bu yıl Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde 10-13 Haziran 2019 tarihlerinde düzenlendi. Her yıl olduğu gibi bu yıl da yoğun katılımın olduğu Kongre, dünyanın birçok yerinden sektör paydaşlarını bir araya getirdi.

Akdeniz Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği, Ticaret Bakanlığı koordinatörlüğünde yürütülmekte olan URGE projesinde yer alan firmaların da katılımıyla toplam 17 firmanın 21 temsilcisiyle katılım sağladı. Kongre, Dünya Bakliyat Konfederasyonu (GPC) Başkanı ve Akdeniz Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Arslan’ın açılış konuşmasıyla start aldı. 4 gün süren Kongre’de ayrıca, ‘Dünya Bakliyat Günü’, ‘GPC Contract’, bakliyat ürünlerinin dünya piyasasındaki genel görünümü konulu oturumlar düzenlendi.

Arslan’ın Başkanlığı Döneminde İlklere İmza Atıldı

Kongre’de ayrıca, Dünya Bakliyat Konfederasyonu Başkanlık Devir-Teslim Töreni gerçekleştirildi. 2015-2019 yılları arasında bu görevi yürüten, başta ‘2016 Dünya Bakliyat Yılı’ ve ’10 Şubat Dünya Bakliyat Günü’ olmak üzere önemli başarılara imza atan Sayın Hüseyin Arslan, Başkanlık koltuğunu Cindy Brown’a devretti. Brown, Konfederasyon’un Arslan’ın Başkanlığı döneminde ilklere imza attığını, 2016 yılının Dünya Bakliyat Yılı ilan edilmesiyle birlikte ivme kazanan Dünya Bakliyat Günü ilanı konusunda büyük gayretler göstererek 10 Şubat gününün Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Bakliyat Günü olarak ilan edilmesinin mimarı olduğunu vurguladı. Arslan da, Brown’a teşekkürlerini ileterek Başkanlığı için başarı dileklerinde bulundu.

4 Gün Boyunca Sadece Bakliyat Konuşuldu

 Dünyanın çeşitli yerlerinden bakliyat üretimi, ihracatı, lojistiği ve satışı alanlarında faaliyet gösteren farklı ülkelerden insanların bir araya gelmesine zemin oluşturan Dünya Bakliyat Kongresi bu yönüyle de sektörde önemli bir buluşma noktası olarak nitelendiriliyor. Katılan firmalar için önemli bir prestij kaynağı olan etkinlik her yıl tekrarlanıyor olmasıyla da bilgi alışverişinin sürdürülebilirliği konusunda sektöre önemli katkılar sağlıyor.10-13 Haziran tarihlerinde düzenlenen Dünya Bakliyat Kongresi, ilk gününde temsilci kayıtlarıyla başladı ve Dünya Bakliyat Konfederasyonu (GPC)’nun Yönetim Kurulu Toplantısı ile devam etti. Herhangi bir oturum yapılmayan ilk günün akşamında Dünya Bakliyat Konfederasyonu Başkanı Hüseyin Arslan’ın ev sahipliğinde GPC, düzenlenen Hoşgeldiniz Resepsiyonu ile katılımcılarını ağırladı. Katılımcılar için hem bir resepsiyon hem de ikili iş görüşmelerini yapmalarına uygun bir ortam niteliğinde olan etkinlikle ilk gün tamamlandı.

Resmi açılışın gerçekleştirildiği ikinci gün, Dünya Bakliyat Konfederasyonu Başkanı Hüseyin Arslan’ın açılış konuşmasıyla start aldı. Ardınan, ‘Bakliyat Sektöründe Latin Amerika – Afrika & Ortadoğu Ticaret Koridoru’, ‘Dünya Bakliyat Günü’, ‘Kabuli Nohut’ ve ‘Yeşil Mercimek’ oturumları düzenlenerek küresel bakliyat pazarının nabzı tutuldu.

Kongre’nin üçüncü gününde ‘GPC Pulses Contract’, ‘Kırmızı Mercimek’, Fasulye/Bezelye’ vb. oturumları düzenlendi. Bu oturumlarla birlikte Kongre’ye katılan firmalarımız, dünyadaki üretim ve tüketim rakamları, oluşabilecek fiyatlar hakkında bilgi edindi, Avrupa ve Ortadoğu pazarına ek olarak Güney Amerika pazarına açılma konusunda yeni müşterilerle tanışma fırsatı buldu.

Kapanış etkinliği olarak düzenlenen gala yemeğinde de sektör paydaşlarının bir araya gelerek hem edindikleri görüşleri birbirleriyle paylaştı hem de yeni ortaklıklar ve işbirlikleri için fikir alış verişinde bulundu.

Kongre’nin son gününde ise desi nohut ve fasulye oturumları ile GPC Genel Kurulu’nun ardından dünya bakliyatının nabzını tutan zirve sona erdi.

Türk halkı demokrasiye sahip çıktı

Türkiye’nin en büyük metropolü İstanbul’da yenilenen Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri ile ilgili görüşlerini paylaşan Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Türk halkının demokrasiye sahip çıktığını, seçimin kazananın Türk demokrasisi olduğunu kaydetti.

İstanbul seçmeninin 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerden sonra, 23 Haziran seçimlerinde de Millet İttifakı Adayı Ekrem İmamoğlu’ndan yana tercihini ortaya koyduğunu anlatan Eskinazi, Ekrem İmamoğlu’nu tebrik ederek, yeni görevinde başarılar diledi. Eskinazi, “İstanbul seçmeni, 31 Mart seçimlerinde ortaya koyduğu iradenin tartışmaya açılmasından duyduğu rahatsızlığı net bir şekilde 23 Haziran seçimlerinde ortaya koydu” dedi.

Türkiye’de siyasilerin bundan sonraki süreçte kutuplaştırıcı dilden uzaklaşarak, birleştirici bir dille hareket etmesini beklediklerini dile getiren Eskinazi, “Türk ekonomisi zorlu bir süreçten geçiyor. Katma değerli üretime yoğunlaşacağımız, enflasyon ve yüksek faizle mücadele edeceğimiz, 2023 hedeflerine ulaşmak için çalışacağımız seçimsiz bir 4 yıl var önümüzde. Bu 4 yıllık zaman dilimini hep birlikte çok iyi değerlendirmeliyiz” şeklinde konuştu.

31 Mart seçimleri tekrarlanmamalıydı

“31 Mart 2019 tarihinde yapılan İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi tekrarlanmamalıydı” diyen Eskinazi, sözlerini şöyle tamamladı: “Türk halkı 73 yıllık çok partili dönemde büyük olgunlukla demokratik tercihlerini yaptı. Bu tercihlere saygı duymak ve kabullenmek demokrasinin gereği. Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin tekrarlanması kararı, Türk halkında olduğu gibi, dünya genelinde de olumlu bir karşılık bulmadı. 23 Haziran seçimlerinin Türk demokrasisine en önemli kazanımlarından birisi de seçim öncesinde iki adayın TV ekranlarında bir açık oturumda projelerini anlatması oldu. Bu buluşmanın önümüzdeki seçimlere örnek olmasını diliyoruz.”

İç Anadolu işverenleri üçüncü çeyrekte güçlü işe alım planları bildiriyor

ManpowerGroup 2019 üçüncü çeyrek İstihdama Genel Bakış Araştırması’na göre İç Anadolu’da, 2019’un üçüncü çeyreği için mevsimsel verilerden arındırılmış olarak +%10 İstihdam Görünümü bildiren işverenler, bu çeyreğin en güçlü istihdam piyasasına ev sahipliği yapacaklarını öngörüyor. İç Anadolu’da işe alım planlarında önceki çeyreğe göre yüzde 7 puan artış, önceki yılın aynı dönemine göre ise yüzde 6 puanlık düşüş görülüyor.

İç Anadolu Bölgesi’ndeki işverenler 2019’un üçüncü çeyreği için mevsimsel verilerden arındırılmış olarak +%10’luk görünümle bu çeyreğin en yüksek işe alım planlarını bildiriyor. Bölgede işe alım planları, önceki çeyreğe göre yüzde 7 puanlık artış gösterirken, 2018’in üçüncü çeyreğiyle kıyaslandığında yüzde 6 puanlık bir düşüş gösteriyor. İç Anadolu Bölgesi’ndeki ılımlı istihdam piyasasının önümüzdeki üç ay boyunca süreceği tahmin ediliyor.

2019’un üçüncü çeyreğinin en güçlü istihdam görünümü İç Anadolu ve Marmara’da: +%10
Beş bölgenin tümünde işverenler, önümüzdeki çeyrek boyunca personel sayısının artmasını bekliyor. Mevsimsel verilerden arındırılmış olarak +%10 İstihdam Görünümü bildiren İç Anadolu ve Marmara bölgelerinin, bu çeyreğin en güçlü istihdam piyasasına ev sahipliği yapacağı tahmin ediliyor. Ege’deki işverenler +%7 ile ılımlı bir işe alım faaliyeti beklerken, Akdeniz ve Karadeniz bölgeleri işe alım planlarında sırasıyla +%4 ve +%1’lik artışlar bildiriyor.

Karadeniz işverenleri geçtiğimiz çeyreğe kıyasla yüzde 14 puanlık kayda değer bir artış bildirirken, İç Anadolu işverenleri yüzde 7 puanla ılımlı bir artış bildiriyor. Ege ve Marmara bölgelerinin istihdam planlarında sırasıyla yüzde 6 ve 5 puanlık artışlar görülüyor.

Geçen yılın aynı dönemiyle kıyaslandığında işe alım beklentileri beş bölgenin dördünde düşüş gösteriyor. Karadeniz’de yüzde 14 puanlık bir düşüş gözlenirken, İç Anadolu ve Marmara 6 puanlık bir düşüş bildiriyor. Akdeniz işverenleri ise 2018 yılının üçüncü çeyreğiyle karşılaştırıldığında işe alım planlarında değişiklik olmayacağını öngörüyor. Ege bölgesi işverenlerin işe alım beklentilerinde ise yüzde 3 puanlık bir düşüş görülüyor.

MVA İstihdam Görünümü (%)
Ege +7
Karadeniz +1
İç Anadolu +10
Marmara +10
Akdeniz +4

İşverenler 2019’un üçüncü çeyreğinde olumlu işe alım planları bildiriyor
ManpowerGroup 2019 yılı üçüncü çeyrek İstihdama Genel Bakış Araştırması, Türkiye’den işverenleri temsil eden 1.000 kişilik bir örneklem ile görüşme yapılarak gerçekleştirildi. Araştırmaya göre, Türk işverenlerin Temmuz-Eylül dönemine yönelik işe alım beklentilerinde temkinli davrandığı ortaya çıktı. Araştırma sonuçlarına göre işverenlerin %21’i 2019’un üçüncü üç ayında istihdam artışı beklerken %9’u azalma öngörüyor ve %68’i de değişiklik olmayacağını tahmin ediyor. Mevsimsel verilerden arındırılmış olarak İstihdam Görünümü ise +%6’yı gösteriyor. Önceki çeyreğe kıyasla yüzde 4 puan artan işe alım beklentileri, geçen yılın aynı dönemine göre ise yüzde 8 puan geriliyor.

Önümüzdeki çeyrekte beş bölgenin tümünde ve 11 sektörün sekizinde istihdam artışı bekleniyor. Bir önceki çeyreğe kıyasla, işe alım beklentileri beş bölgenin tümünde ve 11 sektörün yedisinde artıyor. 2018 yılının üçüncü çeyreğiyle karşılaştırıldığında, işe alım beklentileri beş bölgenin dördünde ve 11 sektörün yedisinde zayıflıyor.

ManpowerGroup Türkiye Genel Müdürü Feyza Narlı, Türkiye’nin 2019 üçüncü çeyrek istihdam görünümü hakkında şunları söyledi: “Sonuçlar mevsimsel verilerden arındırıldığında İstihdam Görünümü %6’yı gösteriyor ki bu önceki çeyreğe göre çok daha pozitif ve umut vadeden bir tablo. Bu dönemde işverenlerden temkinli ancak daha olumlu işe alım beklentileri gözlemliyoruz ve istihdam teşvik programlarının ve çalışan seçim süreçlerinin bu işe alım beklentilerini etkilemiş olabileceğini görüyoruz. İç Anadolu ve Marmara Bölgelerinde işverenler, +%10’luk Net İstihdam Görünümü ile temkinli ancak olumlu işe alım beklentileri paylaşıyor. 2019 yılının üçüncü çeyreğine kıyasla, beş bölgede ve on bir sektörün yedisinde işe alım beklentilerinde artış gözlemliyoruz. İşe alımdaki en büyük artış, yüzde 14 puanlık ciddi bir artışla hem Finans, Sigorta, Gayrimenkul ve Kurumsal Hizmetler sektöründe hem de İlaç sektöründe görülüyor.”

En yüksek istihdam artışı beklentisi Kamu ve Sosyal Hizmetler sektöründe: +%17
On bir sektörün sekizinde işverenler bir sonraki çeyrekte istihdam seviyelerinde artış bekliyor. İşverenlerin en güçlü işe alım beklentileri bildirdiği sektör mevsimsel verilerden arındırılmış (MVA) olarak +%17 İstihdam Görünümüyle Kamu ve Sosyal Hizmetler sektörü oldu ve bunu İlaç sektöründeki işverenler +%16’lık görünümle takip ediyor; ardından +%15 ile Tarım, Ormancılık, Avcılık ve Balıkçılık sektörü geliyor. Finans, Sigorta, Gayrimenkul ve Kurumsal Hizmetler sektörü ve Elektrik, Gaz ve Su Hizmetleri sektörü de sırasıyla +%12 ve +%11 ile artış öngörüyor. Restoran ve Otelcilik sektörü ve Ulaştırma, Depolama ve İletişim sektörlerindeki işverenler önümüzdeki çeyrek boyunca işe alımlar oranlarında değişiklik olmayacağını öngörüyor. İkinci çeyreğin en ihtiyatlı istihdam beklentisi, -%10’luk bir görünümle İnşaat sektörü işverenlerinden geliyor ancak 2019 yılının ikinci çeyreğiyle karşılaştırıldığında yüzde 5 puanlık bir artış görülüyor.

2019’un ikinci çeyreğine kıyasla işe alım beklentileri 11 sektörün yedisinde artış gösteriyor. En ciddi artış yüzde 14 puanla Finans, Sigorta, Gayrimenkul ve Kurumsal Hizmetler sektörü ve İlaç sektöründe görülüyor. Toptan ve Perakende Ticaret sektörü işverenleri yüzde 10 puanlık bir artış bildirirken Kamu ve Sosyal Hizmetler sektörü görünümü de yüzde 9 puan daha güçleniyor. Ancak, yüzde 3 puanlık bir düşüşle Restoran ve Otelcilik sektörü de dahil diğer dört sektörde görünüm zayıflıyor.

Önceki yılın aynı dönemine kıyasla iki sektörde işe alım beklentilerinde artış bekleniyor. Hem Kamu ve Sosyal Hizmetler sektöründe hem de İlaç sektöründe yüzde 2 puanlık hafif bir artış bildiriliyor. Ancak önceki yılla kıyaslandığında yedi sektörde işe alım planlarında düşüş bekleniyor. İnşaat sektörü yüzde 21 puanlık bir düşüş bildirirken, Üretim sektörü ve Elektrik, Gaz ve Su Hizmetleri sektörü de sırasıyla yüzde 13 puan ve yüzde 10 puanlık düşüşlerle takip ediyor.  Tarım, Ormancılık, Avcılık ve Balıkçılık sektörü ve Finans, Sigorta, Gayrimenkul ve Kurumsal Hizmetler sektörü, 2018 yılının üçüncü sektörüyle karşılaştırıldığında işe alımlar planlarının değişmeyeceğini öngörüyor.

MVA[1] İstihdam Görünümü (%)
Tarım, Ormancılık, Avcılık ve Balıkçılık +15
İnşaat -10
Elektrik, Gaz ve Su Hizmetleri +11
Finans, Sigorta, Gayrimenkul ve Kurumsal Hizmetler +12
Üretim +9
Madencilik +3
Kamu ve Sosyal Hizmetler +17
Restoran ve Otelcilik 0
Ulaştırma, Depolama ve İletişim 0
Toptan ve Perakende Ticaret +4
İlaç +16

SEN DE OKU İLE OKUMA MUTLULUĞU

Tudem Yayın Grubu’nun Türkiye’de bir ilke imza atarak okurlarla buluşturduğu SEN de OKU koleksiyonu, okumaya isteksiz ve okuma güçlüğü çeken çocukları edebiyatın keyifli dünyasına yaklaştırıyor.

Doğuştan gelen, okuma ve yazma becerilerini etkileyen, dil temelli bir öğrenme güçlüğü olan disleksi, çok sayıda insanın yaşam kalitesini etkiliyor. Yapılan araştırmalara göre dünya nüfusunun yüzde 15 ila 20’si, yani yaklaşık her 5 kişiden 1’i disleksik. Temel olarak, konuşma dilinin sesleri ile yazı dilinin sembollerini ilişkilendirmede yaşanan bir güçlükten kaynaklanan disleksinin sanıldığının aksine zekâ düzeyiyle bağlantısı bulunmuyor. Hatta disleksik bireylerin, problem çözme, yaratıcı düşünme, büyük resmi görme gibi becerilerinin standartların üzerinde olduğu gözlemleniyor. Ancak bu becerilerin ortaya çıkabilmesi için öğrenme güçlüğü uzmanlarının, okul idarelerinin, öğretmenlerin ve ailelerin ortaklığıyla destek ortamı yaratılması gerekiyor. Bu noktada disleksik bireylere yönelik, eğitim ve okuma materyalleri ihtiyacı doğuyor.

Tudem Yayın Grubu’nun, sosyal sorumluluk projesi olarak hayata geçirdiği SEN de OKU koleksiyonu, son dönemde bu alandaki dikkat çeken çalışmalardan biri.

TÜRKİYE’DE İLK KEZ

Hem okumaya isteksiz çocukların hem de okuma güçlüğü çeken çocukların ihtiyaçları göz önünde bulundurularak hazırlanan SEN de OKU koleksiyonu bu yönüyle Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyor.

Yeni kitapların eklenmesiyle zenginleşen SEN de OKU koleksiyonu, sade ve anlaşılır dili, renklendirilmiş sayfaları, okur dostu yazı tipi, harfler satırlar ve paragraflar arası bırakılan ferah boşlukları, birbirinden ilgi çekici ve eğlenceli öyküleriyle çocukları edebiyatın keyifli dünyasına yaklaştırıyor.

SEN de OKU’NUN FARK YARATAN ÖZELLİKLERİ

* Sade, kolay anlaşılır dil

* Okur dostu yazı tipi

* Hafif renklendirilmiş kalın kâğıt

* Harfler, satırlar, paragraflar arası geniş boşluk

* İlgi yaşı ve yıldızlarla belirtilen okuma seviyesi

OKUMA SEVİYESİ – İLGİ YAŞI

SEN de OKU koleksiyonundaki kitaplar ilk okuma seviyesinden başlayarak kolaydan zora doğru aşama aşama ilerleyen bir okuma yelpazesi sunuyor. 5 seviyeden oluşan ve yıldızlarla belirtilen okuma seviyesi yükseldikçe cümle yapıları ve kelime dağarcığı zenginleşiyor. İlgi yaşı ise öykünün hitap ettiği yaş grubunu tanımlıyor. Örneğin, okur 12 yaşında olup da ilk okuma düzeyinde okuyorsa bile, koleksiyonda kendisine hitap eden öykü bulabiliyor. Okuma seviyesi ve ilgi yaşı kriterleri, çocuklarını bu kitaplarla buluşturmak isteyen tüm öğretmenlere ve ebeveynlere rehberlik ediyor.

KOLEKSİYON YENİ KİTAPLARLA ZENGİNLEŞECEK

Koleksiyonu yayına hazırlayan Tudem ekibi, SEN de OKU’yu topluma hizmet ettiği sürece güçlenerek, büyüyerek, zenginleşerek, öğrenmeye çalışıp öğrendiklerini topluma geri vererek ilerleyecek bir koleksiyon olarak tasarladıklarına dikkat çekiyor. Ekip, “Umuyoruz ki, çok çeşitli yazarlarla, çizerlerle, binbir çeşit farklı öyküyle okurlarımızla buluşmaya devam edeceğiz. Şimdiye dek, Yıldız Adam, Mutluluk Şarkısı, Bitmeyen Gün, Havuzda Tek Başına, Telefon Bilmecesi, Büyülü Telgraf, Özgürlük Hayali, Odadaki Hayalet, Bilge Köpek Yeni Evinde ve Bilge Köpek Doğa Gezisinde adlarındaki on kitabımız yayımlandı. Koleksiyona yeni kitaplar eklemeye devam edeceğiz. Bu yeni okuma macerasında çocuklarla birlikte yol alabildiğimiz için çok mutluyuz ve daha iyisini yapabilmek için çalışmaya devam edeceğiz” diyor.

Tüm şeker hastaları diyabetik ayak yarası riski altında
Diyabetik ayak yarası diyabet hastalığının en önemli risklerinden biri
Diyabetik hastadaki ayak kızarıklığı önemlidir
Diyabetik hastalar ayakta kızarıklık görülmesi halinde enfeksiyon hastalıkları uzmanına başvurmalı

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre dünyada her 11 kişiden 1’i diyabet hastası. Diyabet hastalığının en önemli risklerinden biri ise diyabetik ayak yarası. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Diyabetik Ayak Çalışma Grubu Üyesi Doç. Dr. Alper Şener, şeker hastalarının diyabetik ayak yarası geçirme risklerinin yüzde 34 olduğunu belirtti ve dikkat edilmesi gereken konuları paylaştı.

Türkiye’de yaklaşık 11 milyon hasta, kan şekeri düzeninin bozulması ve yüksek olması anlamına gelen diyabet hastalığına sahip. Diyabet hastalarının yüzde 34’ü ise diyabetik ayak yarası gelişmesi riski altında. Ayağın ya da bacağın ampütasyonuna (iyileşmesi olanaksız görülen bir organı kesme) kadar ilerleyebilen diyabetik ayak yarasında en ufak bir kızarıklık bile önemli ve hastaların yara gelişmemesi için gereken bütün önlemleri almaları; geliştiği takdirde ise hızla bir enfeksiyon hastalıkları uzmanına başvurmaları gerekiyor.

Küçük yaralar bile çok önemli
Diyabetik ayak yarasına sebep olan iki mekanizma olduğunu belirten Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Diyabetik Ayak Çalışma Grubu Üyesi Doç. Dr. Alper Şener, bu iki mekanizmayı şöyle açıkladı: “Sinirsel mekanizmada diyabetik hastaların şekerlerinin yüksek olması sonucu oluşan sinir hasarı ile motor sinirler etkilenir ve cilt nemlenmesi bozulur, kurur veya çatlar ve bakteriler buradan daha rahat girer. Diğer yandan da duyu sinir hasarı ile sıcak/soğuk ve ağrı hissi azalır. Damarsal mekanizmada ise şeker hastalarının kan yağları zaten yüksektir ve bu yağlar damar duvarında birikerek büyük ya da küçük damar tıkanıklıklarına sebep olur. Diğer taraftan ayağın damarsal beslenmesinin büyük kısmı küçük damarlardan olur. Sinir hasarı sebebiyle bu damarların etrafındaki kasılma ve gevşeme hareketleri yapılamaz ve dolaşım bozulur. Ayağın kas ve deri altı yağ dokusu çok azdır. Ayak tüm vücudu taşıyan yegane uzuvdur. Bu yüzden ciltte oluşan küçük yaralar dahi çok kısa sürede cilt altına ve kemiğe ulaşabilir ve diyabetik ayak riski oluşturabilir.”

Şeker hastalarının hayatları boyunca diyabetik ayak ülseri geçirme riski yüzde 34
Diyabet ülser görülme sıklığının yılda yüzde 2,2-6 arasında olduğunu belirten Doç. Dr. Alper Şener, başka bir matematik hesabıyla, her şeker hastasının hayatı boyunca diyabetik ayak ülseri geçirme riskinin yüzde 34 olduğunu belirtti: “Bunların üçte ikisi enfektedir. Bu sebeple hastaların tamamı aslında diyabetik ayak yarası riski altındadır, sadece bunun zamanı değişir. Türkiye’de yapılan çalışmalara göre, sinir hasarı ile oluşan hissizlik yüzde 60’lara kadar çıkmaktadır. Bu sadece duyu kaybı gibi değil, aynı zamanda yanma, batma ve ağrı gibi bulgulara da sebep olabilir. Bunlar yaygın olabilecekleri gibi sadece bir sinir boyunca belli bir bölgede de olabilir. Sinir hasarı ayrıca kalp, mide gibi iç organlara giden sinirlerde de olur; çarpıntı, ritim bozukluğu, ani tansiyon düşmesi, çabuk doyma veya erken acıkma, şişkinlik ve karında gaz şikayeti, kabızlık, sertleşme sorunları gibi durumlar görülebilir. Tüm bunların en önemli sebebi ise kontrolsüz yüksek seyreden kan şekeridir.”

Dünyada her 30 saniyede bir diyabetik ayak ampütasyonu yapılıyor 
Diyabetik ayak yarası sonucu ayak kesilmesinin mümkün olabileceği uyarısında bulunan Doç. Dr. Alper Şener, erken müdahale, iyi yara ve hasta bakımı ile bunu önlenebileceğini ekledi: “Türkiye’de kaç kişinin bu hastalık sebebiyle ayağını kaybettiği konusunda tam bir rakam vermek ne yazık ki mümkün değil, ama yıllar içinde arttığını biliyoruz çünkü şeker hastası sayısı artıyor, aynı oranda da diyabetik ayak yarası ve kesilen ayak sayısı artıyor. Dünyada ise her 30 saniyede bir diyabetik ayak ampütasyonu yapıldığını biliyoruz. Türkiye’de herhangi bir yaralanma olmadan yapılan ayak kesilmesi işlemlerinin yüzde 40-60’ı, ayaktaki şeker yarasına bağlıdır. Takip eden 1-3 yıl içinde ise yaklaşık yine yüzde 30-50 gibi oranlarda yeniden kesilme ihtiyacı doğar. Diyabetik ayak kesilmelerinde 5 yıllık ölüm yüzde 70’lerdedir. Eğer hastada kronik böbrek yetmezliği var ise bu oran 2 yılda yüzde 75 olmaktadır.”

Ayakkabı içinde kalan küçük bir taş bile diyabetik ayak yarasına sebep olabiliyor
Diyabetik hastadaki ayakta her türlü kızarıklığın önemli olduğunu belirten Doç. Dr. Alper Şener: “Bazen ayakkabı içindeki hissedilmeyen küçük bir taş bile buna sebep olabilir. Ayakta görülen his kaybı nedeniyle hastaların hemen tamamı küçük veya hatta bazen büyük travmalardan habersiz yaşamlarına devam eder. Bunun sonucunda ciltte yaralanma-açılma meydana gelir. Bakteri bu bölgeden girerek ayakta enfeksiyon ve yaraya sebep olabilir. Çoğunlukla ilk bulgu kızarıklıktır ve ayakta görülen en ufacık kızarıklık dahi bazen hiç beklenmedik sonuçlar doğurur. Bu nedenle vakit kaybetmeden bunun bir enfeksiyon olup olmadığının ayrımı ve antibiyotik ihtiyacı olup olmadığının tespiti için enfeksiyon hastalıkları uzmanına baş vurmak gereklidir, çünkü yara açılmadan ya da açılmış yara kemiğe kadar ilerlemeden yapılacak doğru tıbbi müdahale ile ayak kurtulabilir,” yorumlarını yaptı.

Diyabet hastaları sıkı ayakkabılardan uzak durmalı
Diyabetik ayak yarasından korunmanın en önemli yolu diyabet olmamaktan geçiyor. Yoğun şeker, yağ ve alkol tüketimi gibi diyabeti tetikleyen gıdaları beslenme zincirimizden çıkararak, egzersiz ile ideal kiloya ulaşarak ve bunu bir yaşam biçimi haline getirerek diyabetten korunabiliriz. Diyabet olmuş hastalar için ise Doç. Dr. Alper Şener, yara oluşumunu veya oluşmuş yaranın derinleşmesini engelleyecek çok basit önlemler paylaştı: “Öncelikle bu hastalar sıkı ayakkabıdan uzak durmalı; rahat ve ayak şekline uygun ayakkabı seçimi yapmalıdır. Kızarıklık olup olmadığını görmek için ayak her gün kontrol edilmelidir. Bakteri yükünü azaltmak adına yıkama iyi bir yöntemdir. Ardından kurulama ve nemlendirmek için krem kullanımı, topuk çatlaklarına koruyucu krem uygulanması da önemli noktalardır. Pamuklu çorap giyilmesi, sıkı olmayan, ayak şekline uygun ayakkabı seçimi de diğer unutulmaması gereken noktalardandır. Özellikle tırnak kesimine dikkat edilmedir.”

Diyabetik ayak yarasının tedavisi antibiyotik kullanımı
Doç. Dr. Alper Şener, diyabetik ayak yarasının tedavisinden bahsetti: “Yaradaki bakteri yükü azalmadıkça savunma hücreleri burada birikip iltihabı artırabilir. Artan iltihap, doku ödemi ile damarlara baskı yaparak halihazırda yetersiz olan damarsal beslenmeyi geri dönüşümsüz hale getirip nekrozu yaygınlaştırır. Bu hastalarda kaçınılmaz son ise bacağa ya da ayağa belli bir yerden ampütasyon yapılmasıdır. Bu sebeple hastaların hızla mutlaka bir enfeksiyon hastalığı uzmanının olduğu bir hastaneye başvurmaları gereklidir. Tedavi sürecinde en kritik yaklaşım dokuda bakteri yükünün azaltılmasıdır. Temel tedavi yaklaşımı ise antibiyotik verilmesidir. Antibiyotiksiz diyabetik ayak tedavisi yapmaya çalışmak ise tıbbi bir hatadır. Antibiyotik tedavi süresine hastadaki enfeksiyonun yaygınlığına ve derinliğine göre karar verilir. Kemiğe kadar ulaşanlarda 6 haftanın üstüne çıkılabilir. Yüzeysel olanlarda ise 3 haftanın altında olması uygundur.”

“Ampütasyondan kurtulan çok hasta var”
Ampütasyondan kurtulan çok fazla hastası olduğundan bahseden Doç. Dr. Alper Şener, geçmiş hastalarından birinin öyküsünü paylaştı: “Altmışlı yaşlarda bir erkek hastamız vardı. Hasta bir gün zeytin toplamaya gidiyor, iki gün boyunca tarlada çalışıyor. Eve geldiğinde ise ayağının biraz şişik olduğunu görüyor ama önemsemiyor. Üç gün sonra tekrar zeytin toplamaya gidiyor. Bu sefer tansiyonu düşüyor ve kurumumuza başvuruyor. Hastanın ayaklarından birinde yaygın iltihap olduğunu görüp, başlangıçta bu kadar kısa sürede nasıl bu aşamaya geldiğini anlayamadık. Ayağı inceledikçe enfeksiyonun derin dokuya kadar yayılmış olduğunu gördük. Detaylı incelemeden sonra ayağın tam ortasında kırılmış bir kürdan olduğunu gördük. Başta yarayı kendisinin kurcaladığını sandık ama hasta his kaybı yaşadığı için bundan haberi dahi yoktu. Belki de bu kürdan çöpü uzun süre önce batmış, hastanın hissetmemesi olayı bu noktaya getirmişti. Yapılan tedaviler neticesinde ampütasyon olabilecek ayağı 3 ay süren zor uğraşlarla kurtarmayı başardık.”

“Yara kliniği”, diyabet hastaları için bir merhem olabilir
Doç. Dr. Alper Şener‘in Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olduğu Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi, çevre illerden bile hastaların başvurduğu, diyabetik ayak tedavisi için önemli bir kurum. Üniversite hastanesi, uzun bir süredir diyabetik ayak yarasına yönelik tedavi hizmeti veriyor. Bu hizmet sadece diyabetik ayak yarası değil, aynı zamanda diğer tüm yara tiplerine yönelik sürdürülüyor. Hastanede düzenli olarak yara konseyi yapılıyor ve bu konseylerde tanı ve tedaviye yönelik kararlar farklı branşların katılımı ile alınıyor. Alınan kararlar doğrultusunda, hasta talepleri de göz önüne alınarak tedaviler kişiselleştiriliyor. Enfeksiyon hastalıkları bölümünün hedefi ise mümkün olan en yakın zamanda hastane bünyesinde “yara kliniği” adı altında bu tip hastaların yarasına merhem olacak bir birim kurulması. Disiplinlerarası çalışacak bu klinik, yara bakım ürünü geliştirilmesinden hastalar için uygun ayakkabı üretimine kadar bölgenin, belki de ülkenin önemli bir açığını kapatabilecek.

Bebeklerinde Bambi’si var

 Son teknolojiyi kullanarak tasarladığı bebek yataklarıyla ebeveynlerin beğenisini kazanan Bambi Yatak, miniklerin rahatı için özel ürünler geliştirmeye devam ediyor.  Air kumaşın nemi hapsetme özelliğini yüzde 100 pamuk ile birleştiren Luna ile Bambi Yatak, miniklerin sağlığını aileleri kadar düşündüğünü kanıtlıyor.

 Türkiye yatak sektörünün önemli temsilcilerinden Bambi Yatak, Ar-Ge ve inovasyon destekli bebek yataklarıyla artık bebekleri de en rahat uykuyla buluşturuyor.

Anne kucağı gibi hassas ve narin…

Isıyı vücudun dışına taşıyarak vücut ısısını dengeleyen yüzde 100 pamuğun, hava geçirgen Air kumaşın birleştiği yüksek nem emme kapasitesiyle birleştiği, BambiLuna yatak ile Bambi, miniklerin sağlığına odaklanıyor. Miniklerin uyku saatlerini kaliteli ve konforlu bir şekilde geçirmeleri için çapraz örme tekniğiyle tasarlananLuna, 3 boyutlu esnek yapısı ile ürün üzerinde hava geçişi sağlıyor. Nem düzenleyici ve ağırlığı dengeleyici yapısıyla da beğeni kazanan Luna, hava geçiren özel air kumaş sayesinde yatağın nefes almasını sağlayarak bu sayede miniklerin uyku konforunu arttırıyor.

SULTANAHMET MEYDANININ İNCİSİ AYASOFYA HÜRREM SULTAN HAMAMI

Modern hayata yenilmeyen bir ritüel olan hamam kültürü; geçmişten günümüze temizliğin, şifanın, arınmanın, aynı zamanda eğlencenin ve sosyal paylaşımın önemli bir temsilcisi oldu.

Hamam geleneği; İlk Haseki Hamamı olan Ayasofya Hürrem Sultan Hamamı’nda günümüze  uygun bir bakış açısıyla geleneklerden ödün vermeden yeniden yorumlanıyor .

Sultanlara hizmet vermiş,  bu tarihi , ruhsal ve bedensel arınma mabedi, Osmanlı ruhunu modern zaman ihtiyaçlarıyla uyum içinde sürdürüp,  hamam kültürünün arındırıcı gücünü büyüleyici bir atmosferde ziyaretçilerine sunarken, Sultanlara yaraşır bir gün yaşatıyor.

Orjinaline uygun şekilde büyük bir yatırm ile restore edildiği günden beri büyük ilgi gören ve dünyanın dört bir yanından gelen konuklarına, özel eğitimli uzman tellak, natır, masör ve masözlerin hizmet verdiği Ayasofya Hürrem Sultan Hamamı, mevsimine göre meyvelerle ve zengin baharat çeşitleriyle özel olarak hazırlanan şerbet ikramlarıyla, yüzlerce yıllık kubbeleri şen sohbetleriyle çınlatacak, bir zamanlar Sultanlar’ın yıkandığı mermer kurnalarında kendilerini yenileyerek zinde ve sağlıklı kalacak hamam severleri bekliyor.

Geleneksel kese uygulaması ve köpük masajının yanı sıra erguvan yağı ile yapılan aromaterapi masajı, vücut bakımları, kil maskesi ve peeling uygulamalarını barındıran 4 ayrı ritüel ve 4 ayrı masaj hizmetinden  dilediğinizi seçebilir ,kendinizi şımartabilirsiniz.

Ayasofya Hürrem Sultan Hamamımarkasıyla yenilenen hamam, hijyenin,  lüksün ve ihtişamın doruklara çıktığı bir hizmet anlayışı ile kendini Sultan gibi hissetmek isteyen ziyaretçilerini ağırlıyor.