Ekonomi-Teknoloji-magazin-yaşam haberleri

TOYOTA İÇİN ZEN-G’NİN YAZDIĞI “İMKANSIZ YOK” ŞARKISININ KLİBİ GÖSTERİMDE

“İnsana Saygı” temelinde herkesin özgürce hareket ettiği bir dünyada “imkansızın” olmadığını savunan Toyota, 3 Aralık Dünya Engeliler Günü’nde rap şarkıcısı Zen-G’nin seslendirdiği “İmkansız Yok” şarkısıyla tüm toplumda farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Geçtiğimiz günlerde tarihi bir “değişim ve dönüşüm” sürecini başlatarak 7’den 70’e herkesin özgürce hareket ettiği bir dünya için ileri teknoloji ürünü her türlü çözümü üreten bir “mobilite” şirketine dönüştüğünü açıklayan Toyota, Türkiye’de bu yöndeki ilk adımlarını atıyor.

3 Aralık Dünya Engeliler Günü’nü “Engelleri Aşma Günü”ne” dönüştürmeyi hedefleyen Toyota, tüm dünya ile birlikte Türkiye’de de başlattığı “Start Your Impossible” hareketi için Zen-G tarafından yazılan şarkının klibini bu amaçla gösterime sundu. Klip, Sony Music Türkiye YouTube kanalında 3 Aralık tarihinden itibaren izlenebilecek. Toyota, aynı zamanda tüm dijital platformlarda da yayında olan şarkının paylaşılarak daha çok insana ilham vermesini ve onların da imkansızı başarmak için hareket geçmesini hedefleyip “engelleri aşmaları” için ilham kaynağı olmak istiyor.

Toyota’nın katkılarıyla çekilen klipte “Start Your Impossible” hareketinin ilk adımlarından biri olan Okan Aracagök ve Mert Onaran’ın hikayesinden kesitlere de yer veriliyor. Küçük yaşlarda bir kaza sonucu tekerlekli sandalye ile hayatına devam etmek zorunda kalan ve en büyük hayali maraton koşmak olan Okan Aracagök’ün yolu Mert Onaran ile kesişiyor. İkili maratonu birlikte koşmak için çalışmalar yapıyor ve sonunda bunu başararak Toyota’nın desteğiyle “42 imkansız kilometre” belgeseli ortaya çıkıyor. “İmkansız olanı hep birlikte başaralım” düşüncesinin temel alındığı ve başarı hikayelerinin yer aldığı klip, insanlara ilham vermek ve motivasyon sağlamak açısından da önemli bir görev üstleniyor.

Dünyanın geleceğine yön verecek olan ve toplumun en önemli ihtiyaçlarından biri olan “mobilite” ile engellilerin, hastalıklarından dolayı hareketleri kısıtlı kişilerin, yaşlıların, en küçüğünden en büyüğüne tüm bireylerin dünya üzerinde özgür, rahatça ve keyif alarak hareket etmelerini sağlayacak çözümler üretmeyi amaçlayan Toyota, “Start Your Impossible” hareketini çok daha geniş kitlelere yaymak adına çalışmalarına da ara vermeden devam ediyor.

Blokzinciri tabanlı sosyal girişim Uçurtma Projesi öğrencilere burs desteğinde hız, güven ve şeffaflık dönemini başlattı
Burs desteği arayan öğrencilerle bireysel ve kurumsal iyilikseverleri bir araya getiren sosyal girişim Uçurtma Projesi kurumlara öğrencilerin hayallerine destek olma imkânı tanıyan “Kurumsal Destekçi” özelliğini devreye aldı. 20 öğrenciye ayda 1.000 TL’lik burs sağlama hedefini benimseyen platform, blokzinciri teknolojisinin getirdiği akıllı sözleşmeler sayesinde burs desteği süreçlerini hızlı, güvenli ve şeffaf hale getiriyor.
Öğrencilerin, hayallerini gerçekleştirebilmeleri için gereken finansal desteği bulmalarına destek olma amacıyla 2018’de hayata geçirilen Uçurtma Projesi, blokzinciri tabanlı teknolojiler sayesinde öğrencileri ve destekçileri denetlenebilir, adil ve şeffaf bir platformda bir araya getiriyor.
Blokzinciri sayesinde işlemler hem öğrenciler hem de destekçileri için hızlı, güvenli ve şeffaf
Blokzinciri tabanlı proje kapsamında öğrenciler, Ethereum ağı üzerinde geliştirilen akıllı sözleşmeler aracılığıyla, ağ üzerine tanımlı kripto paralarla kendilerine maddi destek toplayabiliyor. İşlemler öğrencilere ait dijital cüzdanlardaki eliptik eğri yöntemiyle şifreleniyor ve dijital imza ile gerçekleşiyor. Öğrenciler, topladıkları destekleri kendi banka hesaplarına hem hızlı hem de ek bir ücret ödemeden yatırabiliyor. Bu sayede öğrenciler aldıkları destekler üzerinde doğrudan kontrol sahibi olurken, destekçileri de platform üzerinden destekledikleri öğrencilerin başarı durumunu şeffaf bir platform üzerinden takip edebiliyor.
Kurumsal burs desteği ile firmalar öğrencilerin hayallerine ortak olacak
Uçurtma Projesi’nin burs desteği sunmak isteyen birey ve kurumlarla öğrenciler arasında şeffaf bir ilişki kurmayı hedeflediğinin altını çizen Uçurtma Projesi Kurucusu Mert Susur, konuyla ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Web sitemiz üzerinden öğrencilere yapılan tüm bağışları ve ödemeleri şeffaf bir şekilde gösteriyoruz. Öğrencilerin başarılarını da yine aynı tabloya yansıtıyoruz. Kullanıma yeni açtığımız özelliğimiz sayesinde kurumlar tüm Uçurtma öğrencilerine destek olup hayallerine ortak olabilecekler. Buradan toplanan tüm gelirler merkezi bir organın kontrolünde olmayan akıllı sözleşmeler tarafından tüm öğrencilere ihtiyaçlarıyla orantılı bir şekilde otomatik olarak dağıtılacak. Sayfamızdaki ‘işlem geçmişi’ özelliği sayesinde destekçiler hangi öğrencinin hesabına ne kadar ulaştığını şeffaf ve açık bir şekilde görebilecekler. Tüm kurumları otonom ve şeffaf bir destek sürecine ortak olarak uçurtmalara rüzgar olmaya davet ediyoruz.”
20 öğrencinin hayallerine aylık 1.000 TL’lik burs desteği hedefleniyor
Uçurtma Projesi’nde 20 öğrencinin toplamda 240 bin TL burs desteği beklediğini vurgulayan Mert Susur, “Proje kapsamında hedeflenen burs miktarının yüzde 20’sinden fazlası halihazırda toplanmış bulunuyor. Kurumsal destekler ile birlikte bu rakamı tamamlamak ve 20 öğrenciye bir yıl boyunca aylık 1000 TL burs desteği sağlamaya aracılık etmek istiyoruz. Bireysel ve kurumsal olarak öğrencilerimizi desteklemek isteyen tüm iyilikseverleri destek.ucurtmaprojesi.com adresine bekliyoruz” açıklamasını yapıyor.

Fortinet, Online Alışverişte Güvenliğe Dikkat Çekiyor
Kapsamlı, entegre ve otomatik siber güvenlik çözümlerinde dünya lideri Fortinet, siber suçlular için bir fırsat haline gelen kampanyalara karşı kullanıcıları uyarıyor. COVID-19 ile ilgili endişelerin sonucunda mağazalardaki indirimleri takip etmek yerine e-ticarete gösterilen ilginin artması bekleniyor. Birçok kişinin istediği ürünlerin de stokları çok az olabilir. Bu yüzden özellikle tüketicilerin ve perakendecilerin gerçek olamayacak kadar iyi fırsatlarla hassas bilgileri çalmayı ve hedef aldıkları kişilerden gelir elde etmeyi hedefleyen siber dolandırıcılara karşı dikkatli olması gerekiyor.
Alışveriş için kredi kartlarını hazırlayan kullanıcıların paylaşacakları veriye kimlerin erişebildiğini öğrenmek için zaman harcamasında fayda var. 2020’nin başında da görüldüğü üzere her fırsatı değerlendirmeye hazır olan siber saldırganlar, bu yıl fazlasıyla aktifler. Oltalamadan kötü amaçlı uygulamalara kadar birçok yöntemle şüphelenmeyen kullanıcıları tuzaklarına çekmek için bekliyorlar. Bu yüzden tüketicilerin her adımda dikkatli olması gerekiyor.
E-Ticaret Kullanan Kullanıcı Sayısı Bu Dönemde Artıyor
Bu yılın başında COVID-19, küresel perakende sektöründe önemli etkiler yarattı. Tüketiciler de kıyafet, elektronik, ev eşyaları, oyuncak veya diğer hediye türlerinde e-ticareti tercih etmeye başladı. Yıllar boyunca e-ticareti kullanan kişi sayısının arttığı gözlemleniyordu ancak bu alışveriş döneminde rekor düzeylere ulaşacağı öngörülüyor. Google’ın yayınladığı bir rapora göre tüketicilerin yüzde 75’i, yılın kalanında online alışverişi tercih etmeyi planlıyor. Perakendecilerin de stoklarını buna göre düzenlemesi gerekiyor.
Bu sırada siber saldırganlar da saldırılarını planlıyor. Mart ayında görüldüğü gibi pandeminin diğer boyutlarından faydalanarak gerçekleştirdikleri saldırılardan önemli bir gelir elde ettiler. Alışveriş döneminin de aynı şekilde büyük bir gelir getireceğini öngörüyorlar.
Bu Alışveriş Dönemini Güvenle Tamamlamak İçin Dikkat Edilmesi Gerekenler
Yılın bu döneminde tüketicilerin hem geleneksel online alışveriş risklerine hem de pandemi temalı e-ticaret tehditlerine hazırlıklı olması gerekiyor. Fortinet, saldırının hedefi olmamak için alınabilecek en iyi önlemlerle birlikte dikkat edilmesi gerekenleri aşağıda sıralıyor:
Sıkça Karşılaşılan Online Alışveriş Tehditleri

Herkese Açık Wi-Fi: Evdeki özel ağ yerine bir kafenin ya da alışveriş merkezinin herkese açık Wi-Fi bağlantısından alışveriş yapmaktan kaçınmak çok önemli. Siber suçlular, verileri ele geçirmek için bu tür ağları daha sık hedef alıyor. Hatta kamuya açık alanlarda bulunarak “Ücretsiz Wi-Fi” isimli hotspotlar açabiliyor ve farkında olmayan kişilerin bağlantıları üzerinden cihaz ile e-ticaret veya tüm web siteleri arasında gerçekleşen tüm trafiği görebiliyor. Bu yüzden güvenli bir VPN bağlantısı olmadan herkese açık Wi-Fi ağlarını kullanmamak ya da evdeki güvenilir ağa bağlanmayı beklemek gerekiyor.

Sahte E-Ticaret Siteleri: Tüketicilere gerçek olamayacak kadar iyi fırsatlar veya bulunması zor olan ya da piyasada olmayan ürünler sunarak kredi kartı veya hassas bilgilerini paylaşmaya yönlendiren birçok sahte alışveriş sitesi, alışveriş dönemlerinde ortaya çıkıyor. Eğer bir e-ticaret sitesi ilk defa ziyaret ediliyorsa, herhangi bir ürün satın almadan önce kullanıcıların sitenin doğruluğunu teyit etmesi çok önemli. İnternetteki yorumlara bakmak, şirketin fiziksel bir adresi ve iletişim numarası olup olmadığını incelemek ve ödeme yöntemi olarak sadece doğrudan bankadan para gönderimi veya hediye kartından farklı sistemler kullandığına bakmak gerekiyor.

Kredi Kartı Ele Geçirme Yazılımları: Kredi kartı bilgilerinin çalınması sadece fiziksel perakendede değil, online dünyada da yaşanıyor. POS RAM çalan kötü amaçlı yazılımlar, son yıllarda siber saldırganlar arasında daha sık kullanılmaya başladı. İlk aşamada saldırganların POS sistemine alışveriş uygulaması üzerinden erişmesi gerekiyor. Daha sonra kredi kartı verilerini kaynaktan ele geçirecek şekilde tasarlanan kötü amaçlı yazılımla sistemi etkiliyor. Tüketici tarafında bu kötü amaçlı yazılımlardan kaçınmak her zaman mümkün olmuyor ancak saygın, büyük perakendecilerin (web uygulama güvenlik duvarı gibi) önlemleri bulunuyor.

Büyüyen Tehditler

Web Tabanlı Kötü Amaçlı Yazılım: FortiGuard Labs, web tabanlı kötü amaçlı yazılımların 2020’nin ilk yarısında oltalama çalışmalarının ve dolandırıcılığın bir parçası olarak kötü amaçlı yazılım göndermek için kullanılan en yaygın araç olduğunu ortaya çıkardı. Siber saldırganlar, bir süre sonra bu saldırı yöntemini ilk defa e-postadan daha fazla kullandı. Bu yıl tüketicilerin şüpheli web sayfalarına, gezindikleri güvenli siteden başka yere yönlendiren ya da ilgi çekici kampanyalara yönlendiren reklamlara karşı özellikle dikkat etmesi gerekiyor. Bazı durumlarda cihazlara virüs bulaşması için kötü amaçlı web sayfasına anlık bir ziyaret yeterli oluyor.

IoT ve Yönlendirici Saldırıları: Her ne kadar alışveriş dönemiyle doğrudan bağlantılı olmasa da tüketicilerin kullandığı yönlendiricilere ve IoT cihazlarına yönelik istismar saldırıları artmaya devam ediyor. Birçok kişi, alışveriş döneminde uzaktan çalışmaya devam ediyor. Home ofislerinde veya evlerinde daha gelişmiş teknolojiler kullanmak isteyen kişilerin satın almadan önce ağ güvenliğini göz önünde bulundurması gerekiyor. Evlerdeki akıllı termostatlarda yer alan veriler siber saldırganların ilgisini çekmese de otomatik online satın alımlar için kullanılan giriş bilgilerini veya şirketin Wi-Fi ağına bağlanmak için kullanılan şifreleri ele geçirmek için keşif yapabilirler.

Ele Geçirilen Online Hizmetler: Siber suçluların milyonlarca premium yayın üyeliklerini istismar ettiği görülüyor. Çoğunlukla üyelik bilgileri çalınıyor ve Dark Web’de yer alan karaborsa sitelerinde satışa sunuluyor. Eğer bir yayın üyeliğini aile üyesine hediye ediliyorsa ya da kampanyadan yararlanılacaksa bilinmeyen girişler gibi üyeliğin kullanımını yakından takip etmek ve şüpheli bir durumda hizmet sağlayıcısıyla iletişime geçmek gerekiyor.

Güvenli Online Alışveriş Alışkanlıklarını Uygulamak

Bir kampanya döneminde siber saldırının hedefi olmamanın en iyi yolu, güvenli online alışveriş alışkanlıklarını kullanmaktan geçiyor. Kampanya satışları veya indirimler için internette gezinirken veya güvenilir perakendecileri tercih ederken de sık kullanılan yöntemlere başvurmak önemli. Bir ürünü satın alırken kredi kartı da en iyi yöntem olarak öne çıkıyor. Kredi kartları, tüketicilere dahili olarak dolandırıcılığa karşı koruma sunuyor. Böylece en kötü ihtimal gerçekleştiğinde kullanıcılar ödedikleri ücreti geri alabiliyor.
Dijital ağlar üzerinden ürün satın almak, hediye göndermek, sevilen kişilerle iletişime geçmek, pandemi sırasında daha önemli hale geldi. Ancak bu kolaylıkların riskle birlikte geldiğini unutmamak gerekiyor. İndirimli alışveriş yapmanın acelesine kapılmadan en iyi siber güvenlik yöntemlerini uygulamak kritik önem taşıyor. Bu bilgileri aile üyeleriyle veya arkadaşlarla da paylaşmak çok önemli. Böylece bu alışveriş döneminde güvenli bir deneyimi yaşayan kişilerin sayısı artabiliyor.

zomato yemek siparişi için sahaya çıktı

Pandemi nedeniyle yeniden sıkı tedbirlere geçildiği dönemde hem müşterilere hizmet etmek hem sektörü desteklemek için sahaya çıkan zomato’dan artık avantajlı fiyatlarla online yemek siparişi vermek mümkün.

“Daha fazla insan için daha iyi yemek’’ söylemiyle 25 ülkede kullanılan yeme-içme platformu zomato’nun online yemek sipariş hizmeti artık İstanbul’da da faaliyette. Daha önce, İstanbul’da dışarıda yemek yeme hizmetine odaklanan zomato uygulamasıyla binlerce restoran arasından yemek siparişi verilebiliyor.

Anında sipariş ver

zomato Türkiye Ülke Müdürü Cankut Aydın, dünyayı etkisi altına alan salgın döneminde büyük bir özveriyle çalıştıklarını belirterek “zomato olarak Online Yemek Sipariş sistemini İstanbul’da hayata geçirdik. Farklı ülkelerde ve şehirlerde sürdürdüğümüz bu büyük ve önemli operasyonu dünyanın en büyük şehirlerinden birinde uygulamaya başladık, çok heyecanlıyız. Online yemek siparişi hizmetine geçişimize özellikle böyle bir dönemde başlamak bizler için çok değerli. Hepimiz biliyoruz ki yeme-içme sektörü bu süreçten doğrudan etkilendi. Şu anda da restoranların eve servis koşuluyla çalıştığı bir süreçteyiz. Bu dönemde hem İstanbul’a hizmet etmek, hem de sektörümüzü birlikte ayağa kaldırmak için tüm gücümüzle sahadayız. Bugüne kadar gerek komisyon oranlarıyla, gerekse zomato’nun karşıladığı indirimlerle hem restoranlara katkı sağlamaya, hem de yemek siparişi veren müşterilerimize zomato avantajlarını sunmaya devam edeceğiz” dedi.

En iyi yemekler, indirimler ve kullanıcı yorumları

Aydın, kullanıcıların zomato uygulamasıyla sipariş vermek istedikleri restoranlar ve yiyecekler hakkında servis kalitesinden kullanıcı yorumlarına, mekân görüntülerinden siparişin hangi aşamada olduğuna kadar bilgi sahibi olabildiklerini kaydetti. Aydın, sözlerine şöyle devam etti: “Eve sipariş vermek istedikleri anda restoranın ve en önemlisi yiyeceklerin puanını görüntüleyebilen müşterilerimiz, çok avantajlı fiyatlarla en iyi yemeklerin siparişlerini kolayca verebiliyorlar. zomato olarak amacımız, müşterilerimizin İstanbul’un en iyi lezzetlerine en ekonomik şekilde ulaşması. Bu doğrultuda kampanyalarımızı sürdürerek en verimli şekilde sunmaya devam edeceğiz”

Sanayi ihracatı Kasım ayında yüzde 15 arttı

Ege İhracatçı Birlikleri’nin Kasım ayı ihracatı geçen seneye göre yüzde 7 artarak 1 milyar 213 milyon dolara ulaştı. Böylelikle EİB şimdiye kadarki en yüksek Kasım ayı ihracatına imza atmış oldu.

Türkiye’nin ihracatı ise Kasım ayında yüzde 1 düşüşle 16 milyar 88 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Ocak-Kasım döneminde 11 milyar 749 milyon dolarlık ihracat yapan Ege İhracatçı Birlikleri’nin son 1 yıllık dönemki ihracat rakamı ise 12 milyar 855 milyon dolar.

EİB üyelerinin tarım ihracatı 468 milyon dolar olarak gerçekleşirken, sanayi ihracatı ise yüzde 15 artışla 659 milyon dolara ulaştı.

Sanayi ihracatı yüzde 15 artışta: Zirve demir çelik sektörünün

Ege Demir ve Demirdışı Metaller İhracatçıları Birliği yüzde 46 yükselişle 142 milyon doları Türkiye’ye kazandırarak Kasım ayının hem artış rekortmeni hem de en fazla ihracat gerçekleştiren Birliği oldu.

Yaş meyve sebze ihracatı 45 milyon dolar tutarında gerçekleşirken, meyve sebze mamulleri ihracatı ise yüzde 17 artışla 72 milyon dolara yükseldi. Ege Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği toplamda yüzde 8 artışla 116 milyon dolarlık ihracatla ikinci sırada.

Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği ise 113 milyon dolar ihracat rakamıyla üçüncü sırada yer alıyor.

Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği ise 92 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi.

Ege Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği ve Ege Maden İhracatçıları Birliği 86 milyon dolarlık ihracatla Kasım ayını geride bıraktı.

Ege Tütün İhracatçıları Birliği’nin ihracatı 66 milyon dolar, Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği’nin ihracatı 57 milyon dolar olarak kayıtlara geçti.

Ege Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği 32 milyon dolarlık ihracat rakamına ulaştı.

Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği yüzde 7 artışla ihracatını 27 milyon dolara taşıdı.

Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği 15 milyon dolar, Ege Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği 9 milyon dolarlık ihracata imza attı.

İhracatta yeni reform ve atılım dönemi

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik başlatıyoruz.” sözlerini hatırlatarak şöyle devam etti:

“Ülkemizin yeni reform ve atılım dönemi, yüksek katma değerli üretimi ve ihracatı daha çok harekete geçiren bir stratejiyle ilerlememiz gerektiği mesajını bize veriyor. Dünya ekonomisi ile birlikte içinden geçtiğimiz bu zor süreçte Ege İhracatçı Birlikleri’nin ihracatının yüzde 7’lik artış göstermesi Türkiye’deki reform sürecini tetikleyen bir misyonumuzun olduğunun göstergesidir. Aynı zamanda Kasım ayında ülke ortalamasının üstünde gösterdiğimiz bu olumlu performansın da Aralık ayında devam edeceğinin ayrı bir teyididir. Bu olumlu tabloda dijitalleşme hamlelerimizin payı büyük. Türkiye, üçüncü çeyrekte beklentilerin üzerinde yakaladığı 6,7’lik büyüme oranıyla G20 ve OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülke konumu koruyor. Şu ana kadar Türkiye’nin dışında sadece Çin, Tayvan ve Vietnam pozitif büyüme açıkladı.”

“İzmir Serbest Şehir olmalı” vurgusu

Eskinazi, “İlerleyen yıllarda dünyanın en büyük ekonomilerinden üçünün Asya’daki gelişen piyasalardan olacağı öngörülüyor. Türkiye ekonomisinin de 2050 yılında en büyük onuncu ekonomi olacağı tahminler arasında. Ülkemizin ilerleyen dönemde küresel ticaretteki rolünü çok daha güçlendireceği kaçınılmaz. Ancak her pazarın dinamiklerine uygun hazırlık yaparak hareket etmeliyiz. Bir tarafta ülkelerin iklim krizi diplomasileri ve ticaret savaşları devam ederken diğer tarafta tedarik zincirleri için alınan bir önlem olan 15 Asya-Pasifik ülkesinin imza attığı RCEP anlaşmasıyla dünyanın en büyük serbest ticaret alanı oluştu. İzmir’in Serbest Şehir olması halinde ihracatımız daha sürdürülebilir hale gelecektir. Yeni dünya düzenine göre ajandamızı şekillendirip, çevre ve dijitalleşme politikamızı sağlam temeller üzerine oluşturmalıyız. Doğru bir stratejiyle dayanışma, iş birliği ve eşgüdüm içerisinde hareket edersek ihracatımızı çok daha iyi yerlere taşıyabiliriz.” dedi.

Hayatımız maden, madensiz hayat düşünülemez

Madenler, insan hayatının her alanında yaşamını kolaylaştırıyor, refahını arttırıyor. “Hayatımız Maden” mottosuyla, Türkiye’nin yer altı zenginliklerini ekonomiye kazandıran madencilerin bundan sonraki öncelikli gündemi “Sürdürülebilir Madencilik” olacak.

Madenlerin, toplumların refahı ve ekonomik kalkınmasının anahtarı olduğunun altını çizen Ege Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mevlüt Kaya, “Maden denildiğinde akla öncelikle sanayi gelse de aslında Hayatımız Maden! Bugün evimizde kullandığımız telefona, yediğimiz ekmeğe, su içtiğimiz bardaktan elimizden düşürmediğimiz tabletlere, uçaklardan gemilere kadar hayatımızın vazgeçilmezi olan birçok ürün farklı madenler içeriyor. Modern sağlık hizmetleri, bankacılık sistemleri, ulaşım, ısınma, gıda gibi birçok sektör maden sektörüyle yaşıyor.Hal böyleyken yani “Hayatımız bu kadar Maden” iken hem sürdürülebilir madencilik yapmamız hem de bunu kamuoyuna doğru anlatmamız gerekiyor” dedi.

4 Aralık Dünya Madencilik Günü nedeniyle görüşlerini paylaşan EMİB Başkanı Kaya, “Sürdürülebilir Madencilik” vurgusu yaptı. Kaya, “Sürdürülebilir Madencilik” ilkelerine bağlı kalarak, Türkiye’nin yer altı zenginliklerini, ekonomiye kazandırmaya devam edecekleri mesajını verdi.

Madencilik sektörünün ihracatının yüzde 90’ı yerli girdiden

“Türkiye’nin petrolü madenleridir” diyen Başkan Kaya şöyle devam etti: “Dünyadaki 90 çeşit madenin 77 tanesi ülkemizde bulunuyor. Dünya metal maden rezervlerinin yüzde 0.4’ü, endüstriyel ham madde rezervlerinin yüzde 2.5’i, kömür rezervlerinin yüzde 1.0’i ve jeotermal potansiyelinin yüzde 0.8’ine sahibiz. “Sürdürülebilir Madencilik” mottosuyla, “İnadına üretim, inadına ihracat” sloganıyla üretmeye ve ihraç etmeye devam edeceğiz. Covid-19 virüsü en büyük ihraç pazarımız Çin’de ortaya çıktığı için pandemiden en çok etkilenen sektörlerin başında gelmemize rağmen 2020 yılının Ocak – Kasım döneminde, 3 milyar 793 milyon dolar döviz kazandırdık. 2019 yılında 4,3 milyar dolar ihracata ek olarak, ülke ekonomisine tüm sektörlere de hammadde sağlayan bir sektör olduğumuz için iç pazarla birlikte 40 milyar dolarlık bir değer oluşturarak ülke ekonomisine GSYİH’nın yüzde 5’i oranında katkı sağladık. Sağladığımız ekonomik büyüklüğün yüzde 90’dan fazlası yerli girdiden oluşuyor, yani katma değeri ülkemize kalıyor.”

Ertelenen ihtiyaçlar 2021 yılında ihracatımızı arttıracak

Bilim insanlarının covid-19’u yok edecek aşı için çok büyük yol aldıklarına temas eden Kaya, “Yeni aşılar sayesinde kısa sürede covid-19 virüsü hayatımızdan çıkacak, ertelediğimizpek çok ihtiyacımızı karşılama yoluna gideceğiz. Bu süreç başta madencilik sektörü olmak üzere pek çok sektörde çarkların hızlanmasına, istihdamın artmasına, ihracatın yükselmesine katkı sağlayacak” diye konuştu.

Türkiye’de yaşayan 83 milyon insanın sahibi olduğu madenlerin kiracısı olduklarının bilinciyle hareket ettiklerini dillendiren Ege Maden İhracatçıları Birliği Başkanı Mevlüt Kaya şöyle devam etti: “Türkiye’nin en önemli öz kaynaklarından biri olan madenleri, 150 bin kişilik madenci ordusuyla yeryüzüne çıkarıp, “Sürdürülebilir Madencilik” mottosuyla ekonomiye kazandırırken, 2 milyon insanımızın madencilik sektöründen geçinmesini sağlarken, sadece 83 milyon insanımıza değil, 8 milyarlık dünya insanlarının hayatlarının kolaylaştırılmasına katkı sağlıyoruz. 2020 yılında 200 ülke ve serbest bölgeye Türk madenlerinin ihracatını gerçekleştirdik.”

Bu ne yaman çelişki

Türkiye’nin toplam ithalatının yüzde 75’ini enerji, hammadde ve ara mal kalemlerinin oluşturduğunun altını çizen EMİB Başkanı Kaya, ihtiyacımız olan enerji kaynaklarını ve metalleri dışarıdan satın almak için çok büyük bedel öderken, ithal kömür, demir cevheri, altın, bakır, kurşun, çinko ve birçok maden ve metal için her yıl yaklaşık 25 milyar dolar harcadığımızı, öz kaynaklarımızın ise hala toprağın altında yattığına vurgu yaptı. Kaya, “Bu yeraltı kaynaklarının çıkarılıp ekonomiye kazandırılmasının milli bir görev olduğuna inanıyor, madenlerimizi işleterek milletimizin yararına sunmak istiyoruz. ‘İnadına Üretim, İnadına İhracat’ diyoruz” dedi.

Devletin izni ve denetiminde madencilik yapıyoruz

Türkiye’deki madencilik işletmelerinin, madencilik sahalarında Devletin ilgili kurumlarınca verilen izinler dahilinde ve yine bu kurumların gözetim ve denetimi altında madencilik faaliyetlerini sürdürdüğüne vurgu yapan EMİB Başkanı Kaya, sözlerini şöyle tamamladı: “Ülkemizin maden ihtiyacını karşılayabilmek, ihtiyacımız olan dövizin ülkemize kazandırılmasını sağlamak, için sürdürülebilir bir maden üretimini gerçekleştirmek zorundayız. Bunun için çevre ile dost, insan sağlığını üretiminin merkezine oturtan ve sürdürülebilir bir üretim zincirini iyi yöneterek amacımıza ulaşabiliriz.”

Ege Maden İhracatçıları Birliği’nce (EMIB) düzenlenen Hayatımız Maden Çalıştayı’nın üçüncüsünü, sektörümüzde yer alan bütün STK’ların 2019 yılının Kasım ayında İzmir’de “Sürdürülebilir Madencilik” temasıyla gerçekleştirilmişti. Bu etkinlikte madencilik sektöründeki bütün STK’lar “Sürdürülebilir Madencilik” ilkelerinin benimsenmesi konusunda görüş birliğine varmıştı. Bu yıl İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) tarafından düzenlenmesi planlanan “Hayatımız Maden Çalıştayı”nın dördüncüsü pandemi nedeniyle ertelenmişti.

UİB’DEN KASIM AYINDA 2 MİLYAR 806 MİLYON DOLARLIK İHRACAT

 Türkiye’nin Genel Sekreterlik bazında en fazla ihracat gerçekleştiren ikinci birliği olan Uludağ İhracatçı Birlikleri (UİB) Kasım ayında 2 milyar 806 milyon dolar ihracata imza attı.

UİB’in Kasım 2020 ihracat rakamları açıklandı. Kasım ayındaki ihracatı 2 milyar 806 milyon 842 bin dolar olan UİB’in, geriye dönük 12 aylık dönemdeki ihracat tutarı ise 26 milyar 523 milyon 678 bin dolar olarak gerçekleşti.

OİB’in ihracatı Kasım ayında 2.4 milyar dolar

Kasım ayında 2 milyar 415 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiren Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği’nin (OİB), geriye dönük 12 aylık performansı ise 22 milyar 362 milyon dolar olarak açıklandı.

UTİB’in ihracatı Kasım’da 92.1 milyon dolar

Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği de (UTİB), Kasım ayında 92 milyon 188 bin dolarlık ihracata imza attı. UTİB’in geriye dönük 12 aylık dönemdeki ihracatı ise 1 milyar 13 milyon dolar olarak gerçekleşti.

UHKİB’ten Kasım’da 57.5 milyon dolarlık ihracat

Kasım ayında geçen yılın kasım ayına göre yüzde 10.59’luk artışla 57 milyon 547 bin dolar ihracat gerçekleştiren Uludağ Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği’nin (UHKİB) geriye dönük 12 aylık dönemdeki ihracatı ise 711 milyon 330 bin dolar oldu.

UMSMİB’in ihracatı Kasım ayında 19 milyon dolar

Kasım ayında 19 milyon 60 bin dolar ihracat yapan ve geçen yılın kasım ayına göre yüzde 55.96’lık artış elde eden Uludağ Meyve Sebze Mamulleri İhracatçıları Birliği (UMSMİB), geriye dönük 12 aylık dönemde ise 184 milyon 42 bin dolar ihracat gerçekleştirdi.

UYMSİB’ten Kasım’da 9.7 milyon dolarlık ihracat

Kasım ayında bir öndeki yılın kasım ayına göre yüzde 37.50’lik artışla 9 milyon 704 bin dolar ihracat gerçekleştiren Uludağ Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği (UYMSİB), geriye dönük 12 aylık dönemde ise 143 milyon 554 bin dolar seviyelerinde dış satışa imza attı.

Öte yandan UİB üzerinden ihracat kaydı yapılan ve ‘diğer’ başlığı altında listelenen sektörlerin Kasım ayı ihracatı 213.3 milyon dolar olurken, geriye dönük 12 aylık dönemde ise 2 milyar 109 milyon dolar ihracat gerçekleşmiş oldu.

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı gerçekleşti

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısı bugün çevrimiçi olarak gerçekleşti.

Toplantıda, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski birer konuşma yaptı.

YÜKSEK İSTİŞARE KONSEYİ AÇILIŞ KONUŞMASI TUNCAY ÖZİLHAN – TÜSİAD YÜKSEK İSTİŞARE KONSEYİ BAŞKANI

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

TÜSİAD tarihinde ilk kez Yüksek İstişare Konseyi toplantımızı yüz yüze yapamıyoruz.

Pandemi nedeniyle bir araya gelemesek de dijital teknolojiler bize sanal ortamda istişare yapma imkânı sağlıyor.

Umarım verimli bir toplantı olur.

2021 yılına girmemize günler kaldı.

Eminim siz de benim gibi bu yılın bitmesini dört gözle bekliyorsunuz.

Bu yıl o kadar olumsuzluklarla doluydu ki hepimiz gelecek yılın biraz daha iyi olmasını ümit ediyoruz.

Aslında başlarında 2020 yılından da umutluyduk.

Ancak Covid 19 pandemisi tüm olumlu beklentileri boşa çıkardı.

Çok büyük bir felaketle karşı karşıya kaldık.

Sadece biz değil, tüm dünya bu mücadelede çok zorlanıyor.

Pandemiyi önlemek için kısıtlama tedbirlerine başvuruluyor.

Kısıtlamaların uzun bir süre devam etmesi üretim ve dağıtım kanallarını tıkıyor.

Sağlık sistemini, sağlık yatırımlarını tartışırız; tartışmamız da gerekir.

Ama şurası bir gerçek ki, sahip olduğu sağlık altyapısıyla Türkiye, salgınla mücadelede zorlanmaya başlamış olsa da bazı ülkeler gibi altyapı sorunu yaşamadı.

Bu süreçte büyük bir özveriyle görevlerini yapan tüm sağlık çalışanlarına, ülke olarak minnettarlığımızı bir kez de ben dile getirmek isterim.

Son günlerde salgının ülkemizde büyük bir hızla arttığı bir dönemden geçiyoruz.

Bizlerin de, vatandaşlar olarak birbirimizin sağlığını gözetmek için getirilen kurallara sıkı sıkıya uymamız gerektiğini ben de vurgulamak isterim.

Aşı geliştirme çabaları hakkında gelen olumlu haberler, pandemiyi nihayet yenebileceğimiz umudunu doğuruyor.

Pandemiyi yenmek ise ekonomide yarattığı tahribatın sona ereceği ve artık yaraları sarmaya başlayabileceğimiz anlamına da geliyor.

Ülkemizdeki ekonomik gelişmeler açısından 2021, 2020’ye kıyasla daha fazla umut vaat ediyor.

Umuyoruz ki aşağı yönlü gidişat artık yavaşlayıp durmuştur ve yukarı doğru hareketlenme başlamıştır.

Ekonomi yönetiminde hata yapılmaması durumunda bir dizi gösterge iyileşme sürecine girecek.

Tabi ki ekonomideki yaraların tamamen sarılması kolay olmayacak ve vakit alacak.

Bir soluklanma fırsatı yakalıyoruz ve bunu, yüksek enflasyon, yüksek faiz, Türk Lirasının değer kaybı, ithalata bağımlılık, ihracatta rekabet gücünün düşüklüğü, borçlanma sarmalı, istihdam yaratamama gibi kronik sorunların çözümü için iyi kullanmamız gerekiyor.

Çünkü ekonomide bir süredir sorunların üst üste yığılıp biriktiği bir dönemden geçtik.

Sorunları ileriye ötelemek yerine kökten çözmek için ihtiyaç duyduğumuz en öncelikli unsur, kurumlara duyulan güvenin pekişmesi.

Ekonomiyle ilgili tüm kurumların kanunla tanımlanmış görevlerini, kanunların çizdiği özerklik çerçevesinde yerine getirmesi en büyük beklentimiz.

Bu noktada, tüm denetleyici ve düzenleyici kurumlara büyük sorumluluk düşüyor.

Güvenin pekişmesini sağlayacak olan ise şeffaflık ve hesap verebilirlik.

Tüm ekonomik birimlerin sağlıklı analiz ve uzun vadeli tahmin ve planlama yapabilmesi için doğru ve dünyayla kıyaslanabilir bilgiye ve bu bilginin şeffaf biçimde paylaşılmasına ihtiyaç var.

Doğru bilgi yoksa doğru karar da verilemiyor.

Doğru bilgi firmalar için olduğu kadar devletin kendisi için de önemli.

Doğru bilgi ve güçlü analitik kapasite, isabetli tahmin yapmayı mümkün kılar.

Makroekonomik istikrarı sağlamanın ve sağlıklı bir reform programı uygulamanın yolu buradan geçer.

Doğru bilgi sadece piyasaya ilişkin güncel sayısal veri değildir.

Hele konu reformlar olunca, atılacak adımların sosyal, siyasi ve ekonomik sonuçlarını öngörebilmek, toplum içinde istişare mekanizmalarının sağlıklı biçimde çalışmasına bağlıdır.

Düşüncenin ve eleştirinin özgürce dile getirilebildiği bir tartışma ortamı, çoğulcu ve özgür bir medya, birbirini dinleyen bir toplum, topluma kulak veren bir siyaset anlayışı, yetkin ve çözüm odaklı bir bürokrasi, ülke yönetiminde hata yapma ihtimalini düşürür.

Yine de, kul işidir, hata olabilir, ama bu durumda da hatanın boyutu küçük olur; hatadan dönmek kolay olur.

Eğer toplum içinde istişare mekanizmaları sağlıklı biçimde çalışabilirse, karar alma süreçleri de aşağıdan yukarıya çalışmaya başlar.

Bu yöntem, deneme yanılma mekanizmasından çok daha iyi çalışır.

Daha etkindir ve maliyeti daha düşüktür.

Dün alınan kararlar bugün değiştirilmez.

Dün yapılan yatırımlar bugün atıl hale gelmez.

Kaynak israfı, enerji israfı ve en kötüsü umut israfı ortaya çıkmaz.

Geleceğe ilişkin pozitif mesajlar tabii ki hepimizi çok memnun ediyor; ama esas ihtiyaç duyduğumuz söylenenlerin kuvveden fiile dönmesi .

Değerli üyeler ,

Pandemi, ekonomi ve toplum üzerinde büyük değişiklikler yarattı.

Pandemi sonrasında da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Ülke olarak değer zincirlerinde meydana gelecek değişimlerden olumlu etkilenme olasılığımız yüksek.

Çünkü coğrafya açısından çok şanslıyız.

Çünkü geçmişten gelen gelişkin bir üretim yapımız, yetişmiş, kalifiye işgücümüz ve iyi bir altyapımız var.

Eğer teknolojiye ve insana yatırım yapar, ekonomik istikrarı sağlar, iş ve yatırım ortamında uzun süredir beklenen hukuki reformları bir an önce tamamlarsak önümüze açılan bu fırsattan yararlanabiliriz.

Pandemi, tarım sektörünün, gıda üretiminin stratejik önemini de tekrar hatırlamamıza vesile oldu.

Aslında, dışarıyla ticaret kanallarında sıkıntı yaşanması durumunda, sadece tarım değil genel olarak yurtiçi üretim kapasitesinin ne kadar hayati olduğu da ortaya çıktı.

Üretimde yurtdışına bağımlılık, salgın sırasında olduğu gibi nihai ürün ve ara girdi temini açısından büyük sorun yaratıyor.

Bu nedenle, stratejik ürünlerin yurtiçi üretim imkanlarını geliştirecek, ama bunu kaynak dağılımını bozmadan, piyasa sinyallerini engellemeden yapabilecek bir model üzerinde düşünmemiz gerekiyor.

Üretim olmazsa ihracat da, istihdam da, katma değer de, vergi de olmaz. Yeni bir üretim seferberliğine hemen başlamazsak, yarın çok geç kalmış olmaktan korkarım.

Üretimi artıracaksak, yatırım oranlarını yükselteceksek bunu tabi ki reel faiz oranlarının yüksek değil elverişli bir seviyede olduğu bir ortamda yapabiliriz.

Makroekonomik istikrarın ciddi ölçüde bozulduğu durumlarda, şok tedavisi olarak faiz artışı kaçınılmaz olur.

Ancak adı üzerinde, şok tedavisi uzun süre kullanılmaz.

Kullanılırsa bünyede başka rahatsızlıklar baş gösterir.

Yüksek reel faiz, sonuçta, para üzerinden para kazanmaktır.

Para üretime gitmez.

Üretime giderse, getiri oranı, olağandan yüksek olan çok riskli alanlara gider.

Bunun sonucunda üretim kapasitesi daralır, kaynaklar verimli projelere değil spekülatif alanlara kayar.

Üstelik gelir dağılımı da bozulur.

Bunlar arzu edilir sonuçlar değildir.

Eğer geleceğe ilişkin belirsizlikler azalırsa, enflasyon beklentileri düşerse, siyasi ve ekonomik riskler hafiflerse, faiz oranları da düşme eğilimine girer.

Faiz oranlarını kalıcı olarak düşürmek istiyorsak enflasyonu düşürmemiz, ekonomik reformları yapmamız, siyasi ve jeopolitik riskleri hafifletmemiz ve öngörülebilirliği sağlayacak olan hukuk reformlarını tamamlamamız gerekiyor.

Aksi takdirde, faizler asansör gibi bir iner bir çıkar.

Son zamanlarda dikkatle izlediğimiz ikinci bir gelişme alanı dış politika.

Dünyada kural temelli uluslararası düzenin güçlenmesi beklentileri mutlaka ülkemizi de olumlu etkileyecek.

Bunun içinde bulunduğumuz coğrafyaya da olumlu yansımaları olacak.

İran’la nükleer anlaşmaya geri dönülmesi, Suriye’de güvenlik ve istikrarın, Türkiye’nin çıkarlarını da gözetecek biçimde tesis edilmesi gibi gelişmeler, ülkemizin bölgesel potansiyelinin hayat bulmasını sağlayacak.

Geçen sene yapmış olduğum konuşmalarda, Türkiye’nin küresel düzendeki yerinin kural temelli uluslararası sistem içinde olduğuna dikkat çekmiştim.

Uluslararası ilişkilerimizin konjonktüre göre şekillenen ikili düzlemde bir alış-veriş ilişkisi olmaması gerektiğini vurgulamıştım.

Türkiye’nin AB üyelik sürecini bu açıdan önemli görüyorum.

AB üyelik hedefi, geçmişte olduğu gibi bugün de, yarın da Türkiye’nin küresel sistemdeki saygın yeri açısından önemli bir parametre.

Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olması yeni bir şey değil.

Yüzlerce yıldır böyleydi.

Kâh çatışarak kâh uzlaşarak hep Avrupa ile iç içe olduk.

Ekonomide, teknolojide, dış politikada Avrupa ile ilişkimiz hep canlı oldu; biz Avrupa’yı, Avrupa bizi etkiledi.

Her büyük ülke gibi kültür ve değerler açısından yerel özgünlüğümüzü koruduk ama devlet yapısı olarak, yönetim tarzı olarak, hukuk düzeni olarak, hatta düşünce akımları olarak yönelimlerimiz hep batı ile iç içe şekillendi.

Cumhuriyet kurulduğundan beri devlet anlayışımızı, başka yerlerde olduğu gibi bir şahsın ya da partinin gücüne değil, Batı Avrupa’da olduğu gibi milli egemenliğe ve demokrasiye dayandırdık.

Devlet kapitalizmi ve otoriterlik ile tanımlanan bloka değil, özgürlükçü demokrasi ile tanımlanan bloka ait olma iradesini gösterdik.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifi, geçmişte olduğu gibi bugün de hukuk, ekonomi ve demokrasi başlıklarında ihtiyacımız olan reformlar için kuvvetli bir referans ve bir çıpa işlevi görecektir.

Doğrudur, Avrupa Birliği’nin siyasi liderleri geçmişte Türkiye’ye taraflı davranmış, çifte standart uygulamış, haksızlık yapmıştır.

Bugün de durum çok farklı değil.

Daha geçen hafta, AB savaş gemilerinin Libya’ya giden bir Türk gemisini haksız, hukuksuz biçimde durdurup izinsiz aramaya kalkışması bu yanlı politikaların son örneği.

Avrupa Birliği’nin bu tür ortak stratejik hedeflere hiçbir şekilde hizmet etmeyen girişimleri bir kenara bırakması lazım.

İlişkilerde, kurumsal bir düzlemde ilerleme sağlanması, Türkiye’nin de, Avrupa Birliği’nin de çıkarlarına uygundur.

Bu anlamda, güncelliğini yitirmiş olan Gümrük Birliği’nin Yeşil Anlaşma, Dijital Avrupa, tarım, kamu alımları ve hizmetleri de içine alacak şekilde güncellenmesi, vize serbestisi diyaloğunun tamamlanması gibi atılacak somut adımlarla ilişkilerde yeni bir dinamik harekete geçebilir.

Avrupa Birliği’nin ekonomik ve siyasi etki alanının genişlemesi ve hatta Avrupa’nın karşı karşıya olduğu göçmen krizi, demografik kriz, yabancı düşmanlığı gibi sorunların çözülmesi açısından da Türkiye, önemli katkılar sunabilecek bir ülke.

Türkiye’nin önemini ve özelliğini belirleyen unsur batıya öykünmesi değil.

Türkiye, devlet yapısı laik ve vatandaşlarının büyük çoğunluğu Müslüman olan ve farklı inançlara ev sahipliği yapan bir ülke.

Aynı zamanda demokratik bir cumhuriyet.

Belki birçok başka toplumda olduğu gibi, Atatürk’ten bu yana karizmatik liderlerin toplumda bir karşılığı var.

Ama cumhuriyete geçildiğinden beri, Türkiye’de halk demokrasiye olan bağlılığını sayısız kez, hem de büyük bedeller ödeyerek kanıtladı

Tükiye’nin 20. yüzyıldaki vizyonu çağdaş uygarlık düzeyini simgeleyen Batıyı yakalamaktır.

Bu, sadece Tükiye’nin değil diğer birçok gelişmekte olan ülkenin de benimsemiş olduğu bir hedeftir.

Bu vizyon, 20. yüzyıl başlarındaki teknoloji, yatırımlar, üretim ve ticaret eğilimleri ile çok uyumludur.

  1. yüzyıla girdiğimizde batının bir yüzyıl önceki konumunun da değişmekte olduğu görülüyor.

Batının küresel ekonomideki ağırlığı azalıyor.

Son on yıllarda göçmen karşıtlığı, ırkçılık, islamofobi ve yabancı düşmanlığı artış gösterdi.

Yine de,  özgürlükçü, eşitlikçi anlayış ve kardeşlik ruhu bu eğilimlere direniyor.

Bir yandan otoriterlik ve popülizm yükseliyor ama diğer yandan demokrasinin, kuralların ve kurumların üstünlüğünü savunanlar karşısında bu yükselişin arkası gelmiyor.

Gelir ve servet adaletsizliğinin ulaşmış olduğu ürkütücü boyuta karşı yeni reçeteler aranıyor.

Doğayı acımasızca kullanmış olmanın faturası ortaya çıkıyor.

Çevre felaketleri sıklaşıyor.

Ama çevreyle dost yeni bir ekonomik ve toplumsal düzenin de temelleri atılıyor.

Bütün bunların üzerine eklenen pandemi felaketi ile mücadele etmek,  beraber davranmayı, güçbirliğini, işbirliğini gerektiriyor.

Kısacası, eskiyle yeni arasında kıyasıya bir mücadele yaşanıyor.

Bu zorlukların üstesinden tüm dünya olarak hep birlikte gelmek mecburiyetindeyiz.

Bütün bu çoklu krizler karşısında değişim kabiliyetini göstermek zorundayız.

Rönesanstan bu yana batı değişebilme kabiliyetini gösterdi, birçok krizi aştı.

Batı bugün hala, demokratik standartların gelişkinliğinde, kurumlar ve kuralların sistematik işleyişinde mihenk taşı.

Batıyla doğu arasında yüzyıllardan beri oynadığı köprü rolüyle Türkiye, yeni dönemin inşasına katkı yapabilecek ülkelerden birisi.

Kamplaşmayı, kutuplaşmayı aşma, demokrasisini ve ekonomisini güçlendirme, hukukun üstünlüğününe dayalı adil bir toplumsal yapı kurma konularında başarılı olmuş bir Türkiye, sadece kendi dertlerine çare bulmuş olmaz.

Üst üste binen krizlerle şekillenen 21. yüzyıl dünyasında, liberal demokratik sistemin reformunda etkili bir rol oynar.

Ve dünyaya da örnek olur.

Değerli üyeler ,Son günlerin üçüncü önemli başlığı ise hukuk ve demokrasi reformu.

Güvenlik endişelerini geride bırakıp, nihayet özgürlükleri genişletme noktasına gelmiş olduğumuza inanıyoruz.

Yargı Reformu Strateji Belgesi geçen yıl hazırlanmış ve ardından 3 yargı paketi kanunlaşmıştı.

Ancak hukuk reformu alanında daha almamız gereken çok mesafe var.

Temel hak ve özgürlüklerin, hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının üstünde en ufak bir gölge bile kalmamalı.

Mülkiyet hakkı ve sözleşme serbestisi gibi konular, rekabetçi bir piyasa mekanizmasının etkin bir şekilde işlemesinin ön koşulu.

Bugün bu ön koşulun yerine getirilmesi noktasındaki tartışmayı çoktan geride bırakmış olmamız gerekir.

Yabancı sermaye yatırımları için, iş ve yatırım ortamında hukukun üstünlüğünü tesis etmek mutlak bir zorunluluktur.

Aksi halde hiçbir yabancı, uzun vadeli üretken yatırım yapmaz.

Eğer yaparsa, bunların amacı, birkaç yüzyıl öncesinin sömürgelerinde olduğu gibi sadece ülke kaynaklarını en kolay yoldan transfer etmek olur.

Doğrudur, bugün dünya konjonktüründe beliren yeni ekonomik fırsatlardan yararlanabilmek için demokrasinin güçlendirilmesi gerekir.

Ancak, hak ve özgürlükler alanlarındaki sorunlar sadece piyasa mekanizmalarına ilişkin düzenleyici çerçeve ile sınırlı olmadığı gibi eğitimde, girişim kurmada, iş ve çalışma yaşamında fırsat eşitliğinin sağlanması ile de sınırlı değil.

Tüm altyapısı ile demokrasi, ekonomik istikrarın, uzun vadeli yatırımların, ekonomik büyümenin, aş ve iş yaratmanın teminatıdır.

Bunlar aynı zamanda siyasi istikrarın da teminatıdır.

Bundan 23 sene önce yayımladığımız Demokratikleşme Perspektifleri raporumuzda söylediğimiz gibi demokrasi konusu, TÜSİAD için de, Türkiye için de, konjonktürel değil ilkesel bir konudur.

Pragmatizmle ise hiç bir araya gelmez.Bu konuya “ne getirir, ne götürür” hesaplarıyla bakılamaz.

Devlete ve demokrasiye olan güven, o gün de söylemiş olduğumuz gibi, yüzeysel çözümlere bel bağlamak yerine, köklü çözümlere yönelmekle gerçekleşecektir.

Bugün köklü çözümlere yönelebilecek bir noktaya gelmiş olduğumuza inanıyoruz.Geçmiş dönemde güvenlik risklerini önceleyen bir süreç yaşadık.Milli güvenliği tehdit eden PKK, FETÖ, DAEŞ gibi terör örgütleriyle mücadele ettik.Ve bu mücadelede de epey bir yol kat ettik.Bugün artık geçmiş dönemde öne çıkmış olan güvenlik kaygılarının yerini özgürlüklerin ve demokrasinin alanının genişletilmesi ihtiyacı almış durumda.

Uluslararası ilişkilerde ve ekonomi, hukuk ve demokrasi reformlarında 2021’den beklentilerimizi özetlediğim konuşmamı bitirirken, beklentilerimizi boşa çıkarabilecek risklerin mevcudiyetine de işaret etmek isterim.

Korkarım ki bu risklerin sayısı hiç az değil.Üstelik gerçekleşme ihtimalleri de hiç düşük değil.Bütün bunlara rağmen ülkemizin müthiş bir potansiyeli var.Ve bu müthiş potansiyeli hayata geçirebilecek bir dönüm noktasına yaklaşıyoruz.Bu potansiyeli nasıl kullanabileceğimiz üzerine uzun uzun düşünüp, tartışıp sonunda tüm toplum olarak bir uzlaşıya varmamız gerektiği düşünceleriyle konuşmama son veriyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

YÜKSEK İSTİŞARE KONSEYİ AÇILIŞ KONUŞMASI  SİMONE KASLOWSKİ – TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI

Bugün, sanal ortamda sizinle toplanmaktan gerçekten büyük mutluluk duyuyorum. Birbirimizle buluşacağımız günleri de doğrusu iple çekiyorum.

Uzun bir aradan sonra yaptığımız bu toplantıda, sona ermekte olan yılın kısa bir değerlendirmesini paylaşmak ve içinde bulunduğumuz durumun nasıl aşılabileceğiyle ilgili görüş ve çalışmalarımızı dikkatinize sunmak istiyorum.

2020 yılı başladığında, pek azımız bizi nelerin beklediğini tahmin edebiliyordu.

Daha önce Asya’da veya Afrika’da patlayan salgınlar gibi, Covid-19’un da o bölgelerle sınırlı kalacağını, sadece biz değil, Batı’da yaşayan pek çok kişi de düşündü.

Salgının kaynağından doğru bilgi akışının sağlanmaması, belki de önlenebilecek bir küresel felaketin önünü açtı.

Ülkelere, bireylere, ekonomilere büyük zarar verdi.

Gelir dağılımı uçurumu derinleşti. Eşitsizlik ve yoksullukta patlama yaşandı. Dışardan tedarikin riskleri su yüzüne çıktı. Tedarik zincirlerinin güvenliği çok büyük önem kazandı. Yatırım faaliyetleri bu doğrultuda şekil almaya başladı.

Yerli sanayinin korunmasının önemi giderek daha fazla vurgulanır oldu. Dünya Ekonomik Forumu’nun Başkanı Klaus Schwap, neo-liberal anlayışın bırakılması gerektiğini, artık farklı bir küreselleşme modelinin gerektiğini yazdı.

Pandemi tecrübesi, iklim değişikliği sorununun küresel ölçekte yaratacağı etkinin boyutunu, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirginleştirdi.

Yılın sonlarına doğru aşı çalışmalarından gelen haberler, tünelin sonunda bir ışık olduğu müjdesini verdi. Bilim ile bilim dışının anlaşılmaz şekilde bir büyük mücadele içine girdiği günümüzde, bilim insanlığa katkısını bir kez daha gösterdi.

Geliştirilecek aşıların, dünyadaki tüm insanların erişimine, dayanışma içinde, eş zamanda ulaştırılmasını diliyoruz ve bekliyoruz.

Bu kadar kısa sürede böyle bir ilerlemenin kaydedilmesi bilim dünyasındaki işbirliği ahlakı, karşılıklı güven ve bilgi paylaşımına dayanıyor. Öncü şirketlerden BioNtech’in kurucularının Türk kökenli olması bizler için bir gurur vesilesi oldu. Gerekli eğitim, özgür araştırma ortamı ve imkân sağlandığında insanlarımızın neleri başarabileceğini gösterdi.

Değerli üyeler,Hepinizin bildiği gibi hemen hemen tüm ekonomiler, bu dramatik değişikliklere ve pandemi krizinin şoklarına hazırlıksız yakalandı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de iktisat biliminin gereklerinden sapma gösteren politikalar, sorunların derinleşmesine yol açtı. Büyümeyi gözeten bir yaklaşım benimsenirken, bunun yönetiminde sorunlar yaşandı.

Büyüme tercihi bir ölçüde gerekli sayılabilir. Ancak bu politikanın izlenmesinde çıkan sorunlara uygun tepki verilmemesi sonucu, tıkanıklıklar yaşandı. Doğru zamanda araç ve güzergâh düzeltmesine gidilmemesi piyasalarda dengesizliklere, döviz rezervlerimizin erimesine yol açtı.

Sayın Sağlık Bakanımızın son dönemdeki beyanlarından ise, pandeminin yaygınlığı ve toplumsal sağlığa verdiği zararın tahmin edilenden daha vahim olduğu anlaşıldı. Yeni alınan tedbirler, durumu bize tüm çıplaklığıyla göstermiş oldu.

İş dünyası olarak bir taraftan çalışanlarımızın sağlığını ve istihdamı korumaya çalışırken, diğer taraftan olağanüstü etkilenen piyasa koşulları ile mücadeleye odaklandık.

Tüm bu süreç boyunca ekonomik istikrar, piyasa işleyişi, pandeminin sektörel etkileri ve dış ticaret gelişmeleri ile ilgili olarak özel sektörün görüş ve önerilerini karar alıcılar ile sürekli paylaştık.

Üyelerimizin şirketlerinin, hangi sektörde olurlarsa olsunlar, bir taraftan krizi yönetmeye çalışırken, diğer taraftan da piyasa, iş yapma ve yönetim tarzlarını sarsan bu değişim dalgasına uyma çabasında olduklarını biliyorum.

Dünyada artan şirket ve devlet borçluluğu, yeni şartlara uyum açısından hepimizi zorluyor. Devletlerin piyasa mekanizmalarını tahrip etmeden neler yapması gerektiği hususu ile yeni bir parasal genişleme döneminin arifesinde olup olmadığımız tartışılıyor.

Bu aşamada, yeni ekonomi yönetimiyle yeni bir başlangıç yapma olanağı doğdu. Nitekim ilk alınan tedbirler piyasalarda hemen bir rahatlamaya yol açtı.

Değerli üyeler,Yaşadığımız onca deneyimden sonra, ekonomi yönetiminde neye ihtiyacımız olduğunu şaşmaz bir kesinlikle biliyoruz: Yalınlık, şeffaflık, öngörülebilirlik, kurumsallık, hesap verilebilirlik, karar vericilerle ekonominin aktörleri arasında yapıcı ve süreklilik arz eden bir iletişim.

Bu özelliklerin kısa vadeyi yönetirken, uzun vadede atılması gereken zorunlu adımlara da bizi hazırlayacağına inanıyoruz.

Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir ders daha var: Ekonomi politikaları, piyasaların işleyişi, sermaye akışlarının yönü elbette rasyonel yaklaşımlara, iyi yönetime, konusuna hâkim teknokrat ve bürokratlara gereksinim duyuyor. Ancak bunlara ilaveten hukukun üstünlüğü, hızlı ve adil şekilde çalışan güvenilir bir yargı sistemi olmadan, bu özellikler kalıcı ve sürdürülebilir büyümenin önünü açmaya, yatırım sermayesinin ülkeye akmasını tek başlarına sağlamaya yetmiyor.

Bu nedenle, reform hedefleri ilan edildiğinde, hukuk ve yargı reformunun da bu gündemin içinde olduğunu duymak memnuniyet verici oldu. Bu reformlar, toplumu her açıdan etkileyen genel bir hukuk felsefesi ve yargı anlayışı çerçevesinde ele alınmalı, toplumsal katkı alacak şekilde formüle edilmelidir.

Değerli üyeler,Covid öncesinde başlamış köklü dönüşümlerin pandemi nedeniyle hızlandığı bir döneme girdik. Çin’in yükselişi, dünya gelirinin ve nüfusunun yüzde 30’unu oluşturan ülkelerin yeni imzaladıkları Bölgesel Kapsayıcı Ekonomik Ortaklık anlaşması, dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini yarattı. Başkan Trump’ın daha göreve gelir gelmez Obama döneminde imzalanan, gene devasa bir serbest ticaret bölgesi yaratan Trans Pacific Partnership anlaşmasından çekilmesinin yarattığı boşluğu Çin doldurdu.

Bu anlaşmanın kapsamı Trans Pacific Partnership’e göre oldukça mütevazı olsa da bu gelişmeye Çin’in yükselişinin bir simgesi diye de bakabiliriz.

Dört yıllık bir kargaşa ve müttefiklerle yaşanan sorunlu bir dönemin ardından, ABD’nin yeni yönetiminin bu durumda nasıl hareket edeceği sorusunun cevabı gelecek yılın akışını önemli ölçüde belirleyecek.

Başkan seçilen Biden’in ilk Bakan tercihleri, ekonomide istihdam ve eşitsizlik meselelerini ciddiye alan, dış politikada ise ABD’nin asıl gücünü oluşturan ittifak ilişkilerini onarmaya azmetmiş bir ekibin göreve başladığını düşündürüyor.

Bu ekibin ittifak ilişkilerini onarırken gerek demokratik tutumu önceleyerek önceki yönetimden farklılaşmak, gerekse de ABD’nin stratejik rakibi olarak belirlenen Çin ile arasındaki siyasi ve ideolojik ayrımı vurgulamak amacıyla insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında daha aktif bir tutum benimsemesi bekleniyor.

Avrupa Birliği ve ABD’nin yeni yönetimi, yeşil ekonomi programları uygulama iradesine sahiptir. Bu tercihin ticaret ve üretime etkisi derin olacaktır. Devletin de biz şirketler kadar bu gerçek karşısında gerekli adımları atması gerekecektir. Bunu gerçekleştirebilmek üzere biz özel sektör olarak tedbirlerimizi alırız, gerekeni de yapmaya çalışırız. Ancak öncelikle safların daha da keskinleşeceği bir ortamda Türkiye’nin gerek stratejik gerekse ekonomik aidiyetlerini bir kez daha çıkarları doğrultusunda gözden geçirmesi de kaçınılmazdır.

Avrupa Birliği ile ilişkilerimizdeki kriz herkesin malumu. Karşılıklı suçlamalarla bir yere varılmayacağını iki tarafın da anlaması gerektiğini düşünüyoruz. Taraflar arasındaki güven eksikliği, sinir uçlarının çok açık olması, çıkarlara odaklanmış bir diyaloğun başlamasını engelliyor. Roseline gemisinde yapılan aramadaki hukuksuzluk, yaraların neden bir türlü kapanmadığını gösteren bir gelişmeydi. Sert üslupla yapılan tartışmaların kimseye yarar getireceğini sanmıyoruz.

Avrupa Birliği, Covid sonrasında, bu krizin de etkisiyle kendisine yeni bir rota çizmek üzere ilk adımını attı. Temmuz ayında, bugüne kadar gerçekleşmeyen ortak borçlanma yönünde karar alındı.

Salgın sonrası toparlanma süreciyle sınırlı bu adımın arkasının gelip gelmeyeceğini Türk iş dünyası olarak yakından izlememiz gerektiğini düşünüyorum.

Özgürlükçü demokratik değerleri alenen çiğneyen Polonya ve Macaristan’ın bütçeden pay alabilmeleri, hukukun üstünlüğü kriterine uyumlarının denetlenmesi şartına bağlandı. İkili bunu veto ettilerse de gelecek hafta yapılacak zirvede bu vetoyu aşacak farklı bir formül bulunabilir.

Bu zirve Türkiye-AB ilişkileri açısından kritik önemde. Az önce değindiğim güvensizlik, üslup sertliği ve diyalog eksikliği, Ekim ayında AB Konseyi’nde açıklanan Türkiye kararlarındaki olumlu açılımın, Aralık Zirvesinde önünün tıkanmasına yol açabilir.

İleriye yönelik olarak ilişkilerin farklı bir raya oturtulması gerekiyor. Her iki tarafın çıkarına hizmet edecek yeni bir dönemin başlayabilmesi, her şeyden önce taraflar arasındaki güvenin tesis edilebilmesine bağlı. Karşılıklı olarak güven artırıcı jestlere, söylemlere ve somut bazı adımlara ihtiyaç olduğuna inanıyoruz.

Dış politikanın bir yandan güvenlik sağlarken diğer yandan da refahı artırması gerekir. Bu bağlamda; diplomasinin ve diplomatik dilin daha baskın olduğu bir dış politika tarzına dönmekte, her konuda olduğu gibi ülkeler arası ilişkilerde de karşılıklı güven ortamının yaratılmasında ülkemiz açısından büyük yarar olacağına inanıyoruz. Doğu Akdeniz’de haklı olduğumuz konuların anlaşılmasını da böyle bir yaklaşımın ziyadesiyle kolaylaştıracağını düşünüyoruz.

Yeni yıla zor koşullarda gireceğimize kuşku yok. Daha önce pek çok kriz yaşamış, bunları yönetmiş ve atlatmış bir ülkeyiz. Temel hak ve hürriyetler konusunda daha az güvenlikçi, daha fazla özgürlükçü bir çizgiye geldiğimiz taktirde, ülkemizin enerjisini verimli ve yapıcı bir yöne sevk edebileceğinden eminim.

Geçtiğimiz Cumartesi günü vefatının 18. Yıldönümünde anılan Prof. Dr. Bülent Tanör, 1997 yılında, biraz evvel Yüksek İstişare Konseyi Başkanımız Sayın Tuncay Özilhan’ın bahsettiği gibi, TÜSİAD için “demokratikleşme perspektifleri” raporunu hazırladığında da Türkiye ağır bir krizden geçiyordu.

Bu rapor nedeniyle kendisi görev yaptığı İstanbul Üniversitesinde baskılara maruz kaldı. Ama o rapor 2000’li yıllarda AB mevzuatına uyum çalışmalarında ve Türkiye’deki hak ve özgürlüklerin gündeme gelmesi çalışmalarında faydalanılan çok kıymetli bir rehber oldu.

Pandemi öncesinde iktisadi büyüme yaklaşımlarının radikal olarak değişim gösterdiği bir arka plan varken ve yeni, adil ve sürdürülebilir bir küresel denge arayışı hızla sürerken, yeni bir Türkiye Hikayesi’ne ihtiyaç bizce çok açık.

Ancak bu şekilde toplumdaki bölünmeleri, giderek artan karşılıklı itimatsızlığı aşabileceğimizi düşünüyorum. Pek çok çalışmada ve araştırmada bir toplumun kendisini ileriye taşıyabilmesi için en önemli unsurlardan birisinin, hatta başlıcasının güven olduğu ortaya çıkıyor. Bu sözcüğü, hem ortak bir ideale yönelecek olanların birbirine güven duyması anlamında, hem de bu yeni hikâyeye katkıda bulunacak olanların kendilerine güven duymaları anlamında kullanıyorum.

Güveni inşa etmeden kolektif gücümüzü, insan kaynaklarımızı, tarihsel birikimimizden kaynaklanan becerilerimizi harekete geçiremeyiz.

Bu anlayışla, biz de çalışmalarımızı bir süredir bu gereklilik üzerine odakladık. TÜSİAD’ın 50. Yılı olan 2021’de kamuoyu ile paylaşmayı planladığımız bu çalışmadan bazı ipuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Göbeklitepe’den başlayan 12000 yıllık bir medeniyetler tarihine tanıklık etmiş bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu coğrafya bir yandan uygarlıkların, dinlerin, geleneklerin harmanlandığı bir mekân, diğer yandan doğu ile batı arasında hem ticaretin hem insan göçlerinin de geçiş yoluydu. Bugün de enerji kaynaklarının, ticaretin ve maalesef yurtlarından sürülen insanların geçiş yolu.

Ülkemiz bugün de doğu ile batı arasında köprü olma potansiyeline sahiptir. Bu potansiyeli ülkemizin ve toplumun tüm kesimlerinin refahını yükseltmek için kullanmak hepimizin elinde.

Topraklarımızın yer üstü, yer altından çok daha zengin ve bu zenginlik daha sürdürülebilir nitelikte. En çok bir nesli doyurabilecek yeraltı maden rezervlerinin en kıymetlisi bile, yüzlerce sene gelecek kuşakları besleyecek tarıma elverişli topraklardan daha kıymetli değil. Bizim sadece bugünü değil gelecek kuşakları da düşünme sorumluluğumuz var.

Dünyadaki başarılı ülke örnekleri gösteriyor ki, kalkınmanın gerçekleşmesinde her aşamada iş birliklerinin büyük önemi var. İş dünyası ile üniversiteler, iş dünyası ile kamu kurumları, iş dünyasının kendi içerisinde tedarik zincirleri ve kümelenmeler işbirliklerinin önde gelen örnekleri. Teknolojiyi geliştirmek de, insan yetkinliklerini yükseltmek de, dünyada aşıyı geliştiren ülke örneklerinde olduğu gibi, ancak bu işbirlikleri ve bilim özgürlüğü ortamı sayesinde gerçekleşiyor.

İş birliklerinin başlıca koşulu ise toplumda, ekonomide, siyasette güven ortamını yaratmaktır. Kastettiğimiz, kurumlara, kurallara hukukun üstünlüğüne dayanan sürdürülebilir bir güven ortamıdır.  Yaptığımız ekonometrik çalışmalar, ülkelerin kalkınmasında en önemli üç unsuru hukukun üstünlüğü, insanların yetkinliği ve teknoloji olarak gösteriyor. Önde gelen unsur ise hukukun üstünlüğüdür.

Cumhuriyetimizin 100. Yılına yaklaşırken, hikayemizin dayanağı belli. İnsan kaynaklarımıza, yer üstü doğa kaynaklarımıza, çalışan nüfusun % 74’üne iş ve aş imkanı sağlayan KOBİ’lerin büyüme potansiyeline, tüm alanlarda yaratıcı ve farklı olma kapasitemize inanıyoruz.

Yeter ki güven, öngörülebilirlik ve özgürlük ortamını tam anlamıyla sağlayalım. Din, ırk, cinsiyet ve etnik köken ayırımı yapılmayan, tüm kesimleri kapsayan eşit ve adil bir yaşam ortamı yaratalım.

Yurt içinde ve uluslararası ilişkilerde sürdürülebilir kurallara ve kurumlara dayalı bir güven ortamı yaratırsak, insanlarımıza yatırım yaparsak, hiç kuşkunuz olmasın ki gerisini siz-biz değil hepimiz olarak gerçekleştiririz.Beni dinlediğiniz ve bu toplantımıza katıldığınız için hepinize teşekkürlerimi sunar, sağlıklı ve mutlu bir yeni yıl dilerim.

Dijital güvenlik 2021’de dünyanın en önemli gündeminden biri olacak

Türkiye’nin tescilli tek yerli ve milli dijital (donanımsal) güvenlik modülü üreticisi Procenne, pandemiyle birlikte artan uzaktan çalışma, mobil cihaz kullanımı, online bankacılık ve ödeme sistemleriyle dijital güvenliğin kritik düzeyde önem kazandığına ve konunun 2021 yılında dünyanın en önemli gündem maddeleri arasında yer alacağına dikkat çekiyor. Araştırmalara göre önümüzdeki yıllarda “konumdan bağımsızlık” kavramının öne çıkacağını, daha fazla işletmenin uzaktan çalışma modeline geçeceğini ve 5G ile birlikte milyarlarca nesnenin birbiriyle konuşacağını hatırlatan Procenne CEO’su Resul Yeşilyurt, bu noktadaüreticiler başta olmak üzere tüm işletmelerin dijital güvenlik alanına yatırım yapmaları gerektiğini vurguladı. 2020 yılında yaşanan gelişmelere ilişkin değerlendirmede bulunan Yeşilyurt, 2021 yılının öngörülen dijital güvenlik trendlerini de paylaştı.

2020 yılının ilk çeyreği itibarıyla tüm dünyayı etkisi altına alan pandemiyle birlikte uzaktan çalışma, mobil cihaz kullanımı, e-ticaret, dijital bankacılık ve ödeme sistemleri ile ilgili kullanım ve yaşam alışkanlıklarında büyük artış gösterdi. Tescilli tek yerli ve milli güvenlik modülü ile özelleştirilebilir algoritmalar ve yapay zekâ teknolojisinin yanı sıra akılcıl yerli güvenlik tasarım fikriyle inovatif ürünler geliştiren Procenne’nin CEO’su Resul Yeşilyurt, 2020 yılında dijital güvenlik alanında yaşanan gelişmelere ilişkin değerlendirmede bulundu ve 2021’in öngörülen trendleri hakkında bilgi verdi.

Beyaz yakalılar evden çalışmaya devam etmek istiyor, dijital güvenlik önem kazanıyor

Mart ayında Dünya Sağlık Örgütü tarafından Covid-19 pandemisinin ilan edilmesiyle birlikte tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önlemler çerçevesinde pek çok şirket evden çalışma uygulamasına geçmeye başladı. Bir kısım araştırma, devam eden süreçte çalışanların iş ve özel yaşam dengesini koruyamadığını gösterse de özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde trafikte geçen zamandan tasarruf edilmesi ve evden çalışmanın yeni normal haline gelmesiyle artık daha fazla çalışanın uzaktan çalışmak istediği görülüyor. Siber güvenlik konusunun artık her ölçekteki kuruluş ve çalışanlar için hayati bir ihtiyaca dönüştüğünü söyleyen Procenne CEO’su Resul Yeşilyurt, konuyla ilgili şunları paylaştı: “Özellikle içinde bulunduğumuz dönem gibi kritik zamanlarda uzaktan erişimle çalışanların sayısında ciddi oranda artış yaşanıyor. Bundan sonra yeni normalin daha fazla insan için uzaktan çalışma olacağını düşünüyoruz. Bu durum, beraberinde siber güvenlik sorunlarını da giderek artıracak. Kurum dışından bilgilere ulaşmak, uzaktan erişim teknolojisinin doğası gereği kurum içinden bilgilere ulaşmaktan daha fazla güvenlik riski oluşturuyor. İşletme dışında çalışmanın daha fazla yoğunlaşacağı gelecek dönemde de dijital güvenlik çözümlerinin kurum ve kuruluşlar açısından gittikçe daha çok önem kazanan bir zorunluluk olduğunu düşünüyoruz.”

İşletmelerin geleceğin petrolü olan veriyi korumak için önlem almaları gerekiyor

Tüm dünyada daha fazla çalışanın uzaktan işine devam edeceğini hatırlatan Yeşilyurt, işletmelerin dijital güvenlik konusunda almaları gereken başlıca önlemleri şu şekilde sıraladı: “Önceden ofislerimizi korumaya çalışıyorduk. Pandemi ile her birimizin evi ofise dönüştü. Herkesin bilgisayarında daha çok veri oluşmaya başladı ve çalışanlar mobil cihazlarla şirket verilerine daha sık ulaşır hale geldi. Geleceğin petrolü olan verinin korunması gerekiyor. Bu kapsamda işletmelerin dijital dönüşümlerini gerçekleştirirken yol haritalarının ilk maddesine dijital güvenlik stratejilerini belirleme konusunu almaları gerekiyor. Şirketlerin uzaktan erişimi sürdürmek için düzenli olarak operasyonel süreçlerini kontrol etmeleri, güvenlik kontrollerini yapmaları, uzaktan erişim altyapısındaki anormallikleri tespit etmeleri, erişim süreçleri ve prosedürlerini uygun şekilde takip etmeleri de kritik önem taşıyor. İşletmelerin alabilecekleri diğer önemli önlemler arasında; verileri yetkisiz erişimlere karşı korumak ve şifreli işlem ve şifreli dosya güvenliği için Donanımsal Güvenlik Modülü kullanmak, uçtan uca şifreleme özelliği olan ürün ve çözümler sayesinde güvenli veri transferi ve veri kullanımı sağlayarak IoT iletişimlerini ve mobil uygulamaları güvenli hale getirmek, kişisel veri güvenliği için güçlü şifreleme teknolojileri kullanmak, HSM cihazları ile e-posta güvenliğini sağlamak, şifreleme ve şifre çözme işlemleri için yüksek performanslı ürünleri seçmek, veri tabanı sistemleriyle kritik bilgileri güvende tutmak yer alıyor.”

Önümüzdeki yıllarda “konumdan bağımsızlık” kavramı öne çıkacak

Teknoloji alanında dünyanın önde gelen araştırma ve danışmanlık şirketi Gartner’a göre 2021 yılında üç ana tema üzerinde durulacağını söyleyen Yeşilyurt, şirketin hazırladığı 2021 Stratejik Teknoloji Trendleri raporuyla ilgili şu bilgileri verdi: “Rapora göre; önümüzdeki beş sene boyunca insanın merkez alınması, konumdan bağımsızlık ile pandemi ve ekonomik durgunluk nedeniyle tüm dünyada dalgalanma konuları öne çıkacak. Raporda, salgınla birlikte artan dijitalleşmeye rağmen insan halen tüm işlerin merkezinde yer alıyor. Yine pandemiyle birlikte çalışan, müşteri, tedarikçi ve organizasyonel ekosistemlerin fiziksel olarak bulunduğu ortamlar değişiyor ve tüm bunları desteklemek için de teknolojik altyapı değişikliği gerekiyor. Trendlerde yer alan ve dile getirilen ‘konumdan bağımsızlık’ kavramı içinde bulut çözümleri öne çıkacak. Yine bu trend içinde yer verilen ‘Her yerde operasyon’ kavramı da bir bilgi teknolojisi işletim modelini ifade ediyor. ‘Uzaktan çalışma’ terimi; kulağa kolay gelse de aslında teknoloji altyapısı, yönetim uygulamaları, güvenlik ve yönetişim politikaları, çalışan ve müşteri etkileşim modellerinde sorunsuz ve ölçeklenebilir bir dijital deneyimi ve uygun değişiklikleri gerektiriyor. Covid-19, çoğu varlık ve cihazın artık geleneksel şekilde fiziksel ve mantıksal güvenlik parametrelerini değiştirdi ve dijital eğilimi büyük bir hızla artırdı. Siber güvenlik ağı, herhangi bir kişinin veya nesnenin güvenli bir şekilde istenen veriye erişmesini sağlıyor. Kuruluşlar dijital işlemleri hızlandırdıkça güvenlik de bu hızlı değişime ayak uydurmalı…”

Donanımsal güvenlik modülü pazarı 2027’de 6 milyarı geçecek

Donanımsal Güvenlik Modülü anlamına gelen HSM (Hardware Security Module) teknolojisinin kriptografik işlemleri donanımsal olarak gerçekleştirdiği için yazılımsal çözümlere oranla çok daha yüksek performans ve güvenlik sağladığını söyleyen Yeşilyurt, sözlerini şöyle sürdürdü: “Donanımsal güvenlik modülleri, fiziksel ve yazılımsal müdahalelere karşı korumalı olarak tasarlanıyor. Şifrelemede kullanılan anahtarların üretilmesi, güvenli bir şekilde saklanması ve dağıtılması amacıyla kullanılıyor. Donanımsal güvenlik modülleri, üzerinde bulunan sensörler sayesinde fiziksel müdahaleleri algılıyor ve şifreleme anahtarlarını da anında siliyor. Ayrıca HSM’ler, harici yazılım yüklenmesine karşı korumalı olarak tasarlanıyor. Bu sayede, hassas veriler yetkisiz erişimlere karşı korunuyor. Kapsamlı veri korumasına yönelik talebin yakın gelecekte donanımsal güvenlik modüllerine olan talebi daha da artırmasıyla donanımsal güvenlik modülü pazarının 2027 yılına kadar 6 milyar doları geçmesi ve sektörün yıllık yüzde 11,4 oranında büyümesi bekleniyor. Donanımsal güvenlik modülü (HSM) pazarının büyümesine yol açan en önemli faktör, elbette dünya çapındaki şirketlerde artan veri güvenliği endişelerinden kaynaklanıyor.”

2025 yılına kadar 75 milyar nesne birbiriyle konuşacak

Tüm dünyada internet ağına bağlı cihaz sayısının 2025 yılında 75 milyar seviyesine ulaşacağının uzmanlar tarafından öngörüldüğünü söyleyen Resul Yeşilyurt; “Uzmanlar, 5G ağlarının sağlayacağı daha hızlı servisler sayesinde dünya çapında daha çok cihazın birbiriyle bağlantılı olacağını öngörüyor. Tüm dünyayı etkisine alan pandemiyle birlikte artan dijitalleşmeye ve uzaktan iletişime cevap vermesi beklenen 5G’nin önümüzdeki senelerde yaygın şekilde kullanılmasıyla birlikte birçok cihazın teknik olarak internete bağlanması ve birbiriyle konuşabilmesi mümkün olacak. Otomobil ve beyaz eşyalardan sonra çok sayıda elektrikli ev eşyası, doktorlara ya da hastane sunucularına hasta hakkında bilgi gönderebilecek medikal cihazlar veya arabalara bilgi verecek trafik ışıkları da ‘akıllı’ olacak. Bireylerin ve kurumların gizliliğinin yanı sıra uzaktan müdahale edilebilecek cihazların kötü niyetle kullanılabilme ihtimali, dijital güvenliğin önemini daha da artırıyor. Bu noktada, üretici firmaların cihazları ve verileri korumak için dijital güvenliğe yatırım yapmaları her zamankinden daha da çok önem kazanıyor. Hem işletmelerin bilgileri korumak hem de ürün tasarımcılarının nesnelere kötü niyetli müdahaleyi engellemeleri için dijital güvenliğe baştan yatırım yapmaları sonradan oluşabilecek büyük risklerin önüne geçmede en etkili yoldur. Bu noktada, 5G ve IoT dünyasındaki gelişmeleri yakından takip ediyoruz” dedi.

Dijital bankacılığın ani yükselişiyle dijital güvenlik de kritik düzeyde önem kazanıyor

Dijital bankacılığın tüketicilere zamandan ve mekândan bağımsız işlem yapma imkânı sağladığını ancak beraberinde güvenlik kaygılarını da artırdığını söyleyen Yeşilyurt, sözlerine şöyle devam etti: “Özellikle pandemiyle birlikte online ödeme, e-ticaret ve bankacılık sistemleri kullanımında büyük bir artış yaşandı. Bu da güvenlik önlemlerini gün geçtikçe daha da kritik hale getiriyor. Türkiye’de özellikle yaygın olan, kullanıcıların banka hesaplarını ele geçirme yoluyla yapılan oltalama saldırıları ve kredi kartı dolandırıcılıklarına karşı önlemleri artırmak gerekiyor.”

“İnovatif çözümlerimizle dijital güvenlik alanına katkıda bulunmaya devam edeceğiz”

Dünya genelinde donanımsal güvenlik modüllerine olan talebin artacağı öngörüsüyle 6 yıl boyunca yoğun Ar-Ge çalışmaları sonucunda ilk HSM üretimini gerçekleştirdiklerini paylaşan Resul Yeşilyurt, sözlerini şöyle tamamladı: “Dijital güvenlik alanında oldukça önemli olan CC EAL4+ sertifikasını alarak geçtiğimiz yıllarda önemli yükseliş yaşadık. 2021 yılının başında ise önemli sertifikalardan biri olan PCI sertifikasını da alarak yakın markajımızdaki sektörlerle birlikte özellikle bankacılık ve finans sektöründe büyümeye devam edeceğiz. Dijital güvenliğin bir ülkenin sınır güvenliği kadar önemli olduğu bilinciyle üzerinde çalıştığımız inovatif ürünlerle birlikte gelecek yıllarda öncelikli olarak ülkemizin güvenliğine ve bununla beraber uluslararası pazarda dijital güvenlik alanına katkı sunmaya devam edeceğiz.”

DEPREME KARŞI İÇ MEKANLARDA ALINABİLECEK ÖNLEMLERİ İÇ MİMAR ÖZLEM ALGÜL AÇIKLADI

Deprem kuşağı üzerinde yer alan ülkemizde en son İzmir’de yaşanan, can ve mal kayıplarının olduğu şiddetli depremin ardından yaşam alanlarında alınabilecek güvenlik önlemleri yeniden gündemde. Olası bir depremde yaşamsal güvenliği sağlayabilmek ve kayıpların önüne geçebilmek için depreme karşı iç mekanlarda alınabilecek önlemleri İç Mimar Özlem Algül açıkladı.

Deprem ana karanın içindeki kırılmalar nedeni ile ani, zamansız ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri yeri, yer yüzeyini sarsma halidir. Sarsıntılar belli bir şiddetin üzerinde olduğunda insanlar her nerede ve ortamda olursa olsun bundan etkilenirler. Bu sarsıntıların gelme şiddeti tahmin edilebilir fakat etkisi bilinemez.

   Her yapı ve yaşam alanı belirli bileşenlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Yapının ana omurgası, taşıyıcısı mühendislik bileşenlerine göre çözümlenir ve yerden ‘’ana karadan’’  gelebilecek tüm doğa afetlerine göre yerleştirilir ve doğal afetlere  karşı gelebilecek tüm olasılıklarını ortadan kaldıracak şekli ile oluşturulur.

   İç mekanlar; evler, ofisler, mağazalar, restoranlar yani insanları içeride bırakan yaşam alanlarında, gelebilecek tüm sarsıntı için çözüm önerileri geliştirmek iç mimarlığın konularından biridir. Yapısal her tedbirin alındığını düşünerek yaşamlarımızı devam ettirdiğimiz bu alanlarda ihtiyaçlarımız ve çoğu zaman ihtiyaç dışı ama kendi var oluşumuzu ifade eden parçalar da hayatımızda yer alır. Ana ihtiyaç dendiğinde; yatak, dolap, komodin, konsol, sehpa, kitaplık, beyaz eşyalar  akla gelse de bunların yanı sıra tablo, ayna, dekoratif objeler, canlı bitkiler, vazolar, biblolar, avizeler gibi bir çok eleman da yaşam alanlarında yerini alır.

   Bir evin ihtiyacına yönelik ve tasarımsal öğeler bir araya getirilirken, o evde yaşayan kişilerin cinsiyetleri, yaş gurupları, hobileri, zevkleri göz önüne alınır. Yapısal bileşenler ile birlikte sabit ve hareketli mobilyalara ihtiyaç duyularak seçimler yapılır. Tutadojora Mimarlık Markasının kurucusu İç Mimar Özlem Algül bu topraklarda yaşayan herkesin, bulunduğu konumun deprem ile ilişkisi hakkında bilinçli olmasını ve olası sarsıntılardan önce yaşam alanlarında gerekli önlemleri almasını önererek iç mekanlarda alınabilecek önlemleri şu şekilde sıraladı:

Hareketsiz mobilyalar sabitlenmeli

   Vitrin, konsol, dolap, kitaplık, vestiyer, mutfak ve banyo dolapları gibi elemanlar yerleri çok sık değiştirilmeyen, ihtiyaca yönelik  ana parçalar olup duvarla ilişkili yerleşirler .Tıpkı bir mutfak dolabının duvardan ayrılma olasılığına tedbir ve ihtiyaçtan duyulan bağlantı elemanları gibi diğer tüm mobilyalarımız için bağlayıcı eleman ve aparatlar  kullanarak sabitlenmesi gerektiği bilincinde olmak, olası kazaya sebebiyet verecek unsurlara karşı yaşamsal tedbirlerin alınmasını sağlar.

Hareketli mobilyaları seçerken bunlara dikkat

   Bir hareketli mobilyanın estetiğini belirleyen ana unsur malzemedir. Hareketli mobilya kategorisinde ihtiyaç gören sehpa, komodin, sandalye, masa, koltuk gibi elemanların seçiminde kullanılan malzemenin sağlamlığı, iskelet sistemi gibi unsurlar önemli. Kaçış planlarında veya bekleme durumlarında koltuğun sağlamlığı ev sakinleri için güvenlikli alan oluşturabilir. Hareketli mobilyaların sağlamlığı gözden geçirilmeli ve kaçış durumlarında yol üzerinde engel oluşturmayacak şekilde yerleştirilmeli.

Aksesuarların malzemesi ve ağırlığı önemli

   Vazgeçilmez olan, çoğu zaman da mekanların tarzını ifade eden o küçük ama yaşam alanlarında büyük yer kaplayan kırılgan vazolar, tablolar, biblolar, aynaların seçimleri yapılırken  boyutu,  hafifliği ve az kırılgan malzemeden yana seçimlerinin   yapılmasına   dikkat çekmek istiyorum. Bu elemanlar ne kadar hafifse o kadar zararsızdır diyebiliriz. Konumlandırıldıkları yerler seçilirken de yaşanabilecek olası sarsıntı durumlarına göre konumlarını belirlemekte fayda var. Kaçış alanı olan antrelerde bu elemanların kullanım yerleri ve şekilleri olası aksiliğe karşı tedbirli olabilmek için dikkat edilmesi gereken unsurlar arasında.

Aydınlatma elemanlarının elektrikle ilişkisi kontrol edilmeli

   Avizeler, aplikler asılırken ya da konumlandırılırken elektrikle ilişkisi düşünüldüğünde alt yapısı ile de iyi bir kontrolden geçirilmeli. Tavana ve duvara sabitleme elemanları ağırlıklarına göre seçilmeli ve sabitlenmeli. Malzemeler ise estetik algıdan uzak kalınmamakla birlikte az parçalı, hafif elemanlardan oluşacak şekilde tercih edilmeli.

Kaplama elemanları, bölücüler (doğramalar ve duvarlar ) önlemlere dahil edilmeli

   Islak hacimlerde yer verilen doğal ya da suni kaplamaların alt yapısı, duvar yüzeyleri ile bağlantı şeklinin kontrol edilmesi önemlidir. Duvar kaplamalarında imkanlar dahilinde; nano teknoloji ile geliştirilmiş duvar kağıtları kullanımı tercih edilebilir. Bu ürünler sarsıntı esnasında bölücü ya da taşıyıcı duvarlarda mukavemeti arttıracaktır. Doğramalarda kullanılan camların sarsıntı ve darbeye karşı kırılması halinde insanlara zarar vermemesi için tamperli, kırıldığında kısa ve keskin olmayan parçalar yaratan malzemeler seçilmesi de güvenliğimiz için önemlidir.

   Yaşam alanlarında, ev sakinlerinin fazlalık olarak gördükleri eşyalarını azaltmaları olası sarsıntılara karşı alınabilecek önlemlere bir başlangıç olabilir.