Ekonomi-teknoloji haberleri (17.06.2021)

“FİZİKSEL ÇALIŞANLARI ZİHİNSELE DÖNÜŞTÜRMELİYİZ”

Halıcı Group CEO’su ve Toplum 5.0 Akademi Başkanı Dr. Hüseyin Halıcı, Toplum 5.0 bakış açısıyla hareket edilerek fiziksel çalışanların zihinsele dönüştürülmesi gerektiğini söyledi.

Halıcı Group CEO’su ve Toplum 5.0 Akademi Başkanı Dr. Hüseyin Halıcı, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ve Finans Dünyası’nın stratejik ortaklığında düzenlenen Forum İstanbul 2023 Konferansları kapsamında online olarak gerçekleştirilen “Şimdi Endüstri 4.0 – Yarın Endüstri 5.0” konulu seminerde konuşmacı olarak yer aldı.

Dünya Gazetesi Genel Koordinatörü & Yazarı Vahap Munyar’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen seminere, Dr. Halıcı’nın yanı sıra Doruk ve ProManage Corp. Yönetim Kurulu Üyesi Aylin Tülay Özden, UiPath Türkiye Genel Müdürü Tuğrul Cora ve DOF Robotics Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Mertcan katıldı.

“DİJİTALLEŞME, TOPLUM 5.0 İLE ÖN PLANA ÇIKARILMALI”

Türkiye’nin Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0’a birlikte geçiş yapması mümkün olabilir mi sorusuna yanıt veren Dr. Halıcı, Türkiye sanayisinde son 20 yılda karşı karşıya kaldığı ikilemi şöyle anlattı:

“Bir yanda çalışanların ya Endüstri 4.0’a adapte olarak farklı alanlara yönelmesi ya da tamamen işsiz kalması, diğer yanda işverenlerin rekabette en önemli konu olan sürdürülebilir performans, verimlilik gibi konuları sağlamak adına otomasyonlaşma, robotlaşma ya da akıllı sistemlere ihtiyaç duyması ikilemiyle uzun yıllar karşı karşıya kaldık. Bunun sebebi de 2008’deki Dünya Krizi ile üretimin başta Çin olmak üzere Uzak Doğu’ya yönelmesiyle birlikte Avrupalıların Uzak Doğu ile rekabet edebilmek için üretimi insansız hale getirmek amacıyla Endüstri 4.0’ı öne sürmesidir. Japonya ise 2016 yılında insanı merkeze alan ve endüstrinin yanı sıra tüm alanların dijitalleştirilmesini amaçlayan Toplum 5.0 konseptini duyurdu.”

Türkiye sanayisinin dijital olgunluk seviyesinin 2.8 olduğunu, dolayısıyla fiziksel çalışmanın yoğun olduğuna işaret eden Dr. Halıcı, Endüstri 4.0’a geçildiği takdirde insanların işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceklerini ifade ederek Endüstri 4.0’ın değil, insan yaşantısının tüm alanlarını etkileyen Toplum 5.0 kavramı ile dijitalleşmenin ön plana çıkarılması gerektiğini kaydetti.

“COVİD-19 DİJİTALLEŞMENİN ÖNEMİNİ GÖSTERDİ”

İşletme sahiplerinin, yöneticilerin dünyadaki gelişmeleri takip ederken tam olarak otomasyon temelli Endüstri 3.0’a geçiş yapamamışken yapay zeka temelli üretimin olduğu Endüstri 4.0’a geçişin nasıl olacağını düşündüklerini ve ertelediklerini söyleyen Dr. Halıcı, Covid-19’un bu teknolojilerin gerekliliğini ve önemini tüm gerçekliğiyle ortaya koyduğunu belirtti.

Bütün işletmelerin dijital dönüşüme entegre olmak istediğini, bu alanda bir şeyler yapmayı amaçladığını, bu konudaki farkındalığın üst düzeyde olduğunu dile getiren Dr. Halıcı, en büyük sorunun doğru anlaşılması olduğunu ifade ederek eğitimin önemini vurguladı.

Dijital dönüşüm konusunda yapılan mevcut çalışmalarda paydaşların tek başına çalıştığını söyleyen Dr. Halıcı, “Kamu, özel sektör, STK’lar ve eğitim bir araya gelerek minimum 5 yıllık bir planlamayla birlikte ortaklaşa çalışırlarsa, o zaman başarı sağlanır.” diye konuştu.

“TOPLUM 5.0 BAKIŞ AÇISIYLA HAREKET ETMELİYİZ”

İnsan kaynağının kilit öneme sahip olduğunun altını çizen Dr. Halıcı, Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0 kavramlarının mutlaka bir arada düşünülmesi gerektiğini belirterek sözlerini şöyle tamamladı:

“Eğer Endüstri 4.0’ı, Toplum 5.0 kavramıyla birlikte düşünmezsek, işsizliğe zemin hazırlamış olacağız. Üretimi belli bir noktaya getirmiş, bir miktar gelir de elde etmiş olacağız ancak toplumsal olarak yaklaşımımız doğru bir noktada olmayacak. Bu nedenle Toplum 5.0 bakış açısıyla hareket edilerek fiziksel çalışanların zihinsele dönüştürülmesi gerekiyor.”

17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü…

TZOB Genel Başkanı Bayraktar:“Toprak kaybı, her yıl dünyada Türkiye nüfusunun 14 katı kadar insanı etkiliyor. Her yıl 24 milyar ton üst toprak tabakasının yok olması 1,2 milyar insanı etkiliyor. Kuraklık, arazi tahribatı ve çölleşme en önemli çevre sorunları arasında yer alıyor. Dünya üzerinde bulunan kurak alanların yaklaşık yüzde 70’i hâlihazırda tahribata uğramıştır. Her geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden olmaktadır”

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Yaşam üreten toprağın oluşması binlerce yıl sürüyor. Dünya yüzeyinde her yıl 24 milyar ton toprak; erozyon, çölleşme, kuraklık, iklim değişikliği ve diğer sebeplerden dolayı kaybediliyor. 24 milyar ton toprak kaybedilmesi, her yıl 1,2 milyar insanı yani her yıl Türkiye nüfusunun yaklaşık 14 katı kadar insanı etkiliyor. Unutmayalım ki toprak, kaybetmeyi göze alınamayacak kadar kıymetli bir varlıktır” dedi.

Bayraktar, her geçen yıl artarak devam eden arazi bozunumunu önlemek ve toprağı korumak için küresel boyutta önlemler alınması gerektiğine dikkati çekerek 17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde farkındalığın daha da artması gerektiğini bildirdi.

Çölleşmenin, iklim değişikliği ve insan faaliyetleri gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanan arazi tahribatı olduğunu belirten Bayraktar, “Çölleşmeyle mücadele de yerelden küresele topyekûn bir iş birliği gerekiyor. Yaşamın kaynağı olan toprak ve su, tüm canlıları barındıran, besleyen ve onlara yaşama imkânı veren kaynaklardır. Bu kaynakların ne yazık ki hızla yaşlanan ve kirlenen dünyamızda sınırsız ve tükenmez olmadığını bilmemiz lazım” dedi.

“Türkiye Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’ni 1998 yılında kabul etti”

Bayraktar, dünyanın ortak sorunu olan iklim değişikliği ve insan etkileri de dâhil tüm etkenler sonucunda oluşan çölleşme ile kuraklığa karşı ortak bir mücadele geliştirmek için Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ‘Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’nin 17 Haziran 1994 tarihinde kabul edildiğini ve Türkiye’nin de bu sözleşmeyi 1998 yılında imzaladığını hatırlattı.

“Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi verilerine göre dünya üzerinde bulunan kurak alanların yaklaşık yüzde 70’i hâlihazırda tahribata uğramıştır” diyen Bayraktar, şöyle devam etti:

Çölleşme veya arazi tahribatı nedeniyle her yıl yaklaşık 24 milyar ton üst toprak tabakası kaybolmaktadır. Bu durum, yaklaşık 1,2 milyar insanı doğrudan etkilemekte ve 135 milyon insan ciddi risk altına girmektedir. Yaklaşık 10 milyon kadar insan çölleşme veya arazi tahribatı nedeniyle yaşadıkları bölgeleri terk ederek göç etmek durumunda kalmıştır.

Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu Akdeniz Bölgesi’nde ise tropik ve subtropik bozkır ekosistemleri önemli ölçüde risk altındadır. Dünya üzerindeki toprakları genişletmek ya da su kaynaklarını artırmak mümkün olmadığına göre bize düşen görev, bu kaynakları kirletmeden, yok etmeden, verimli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanarak gelecek nesillere, temiz ve verimli olarak bırakmaktır.”

“Her geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden olmaktadır”

Ülkemizde tabii çöl bulunmadığını ancak coğrafi konum, iklim, topografya ve toprak şartları göz önüne alındığında ülkenin arazi tahribatına ve kuraklığa karşı hassasiyetinin arttığını belirten Bayraktar, “Bu durum çölleşme ve kuraklıktan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almamıza sebep olmaktadır. Ülkemizdeki çölleşmenin başlıca sebepleri toprak erozyonu, hatalı tarım uygulamaları ve arazi kullanımı, hatalı sulama teknikleri sonucu tuzlanma, bitkilerin yetişmesini engelleyen tuzlu, jipsli ve aşırı alkali reaksiyon gösteren ana materyaller, ormansızlaşma, aşırı otlatma ve üst toprağın kirlenmesi olarak bilinmektedir. Ayrıca her geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden olmaktadır” dedi.

“Arazi bozulumu çölleşmeye yol açmaktadır”

Bayraktar, Türkiye’nin yüzde 22,5’i yüksek çölleşme, yüzde 50,9’unun ise orta düzeyde çölleşme hassasiyetine sahip olduğunu vurgulayarak, “Ekolojik olarak hassas olan alanlarımızda bitki örtüsünün tahribiyle tabii dengenin bozulması, toprak ve ana materyalin aşınmasına yol açmaktadır. Bu durum Türkiye’nin bütün bölgelerinde, arazi bozulumu dolayısıyla çölleşmeye yol açmaktadır” diyerek, şu bilgileri aktardı:

“Türkiye topraklarının toplam alanının yüzde 46’sı yüzde 40’tan fazla eğime, yüzde 62,5’ten fazlası da yüzde 15’in üzerinde eğime sahiptir. İklimi, topoğrafyası, toprak özellikleri ve sosyo-ekonomik şartlarına paralel olarak da orman, mera ve tarım alanlarında ciddi bir erozyon sorunu yaşanmaktadır.

Arazi kullanımının büyük bölümünü oluşturan tarım arazilerinin yüzde 59’u, meraların yüzde 64’ü, orman arazilerinin yüzde 54’ü çeşitli şiddette erozyona maruz kalmaktadır.

Ülkemizde meydana gelen toprak kayıplarında; yüzde 14,26 yağış, yüzde 3,36 toprak, yüzde 47,55 topoğrafya ve yüzde 34,82 bitki örtüsü etkili olmaktadır.

Arazi kullanımı açısından değerlendirdiğimizde ise ülkemizde yer değiştiren toprağın yüzde 38,71’i tarım, yüzde 4,17’si orman ve yüzde 53,66’sı da meralarda meydana gelmektedir.

Türkiye orman varlığı 22 milyon 740 bin 297 hektar ile ülke yüzölçümünün yüzde 29’udur. Bu alan içerisinde normal kapalı orman alanı 13 milyon 83 bin 510 hektar ile toplam ormanlık alanının yüzde 58’ini, boşluklu kapalı orman alanı ise 9 milyon 659 bin 787 hektar ile toplam ormanlık alanın yüzde 42’sini oluşturmaktadır.

Son yıllarda orman alanlarımızda artış olsa da küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin tahribatı göz önüne alındığında bu alanları daha da artırmak gerekiyor.”

“Türkiye ormanları zengin biyolojik çeşitlilik değerlerine sahiptir”

Ormanların su rejimini düzenleme, toprak koruma ve atmosferik kirliliği önleme gibi yaşamsal işlevlerinin yanında, biyolojik çeşitliliğin korunmasındaki yeri ve rolünün son derece önemli olduğunu belirten Bayraktar, şunları ifade etti:

“Yakın zamana kadar ağırlıklı olarak odun üretim kaynağı olarak görülen ormanlar, son yıllarda Dünya’da ve Türkiye’de iklim değişikliğindeki rolü ve sağladıkları ekosistem hizmetlerinin önemi ile gündeme gelmektedir.

Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’ne göre kuraklık, yağışların kaydedilen normal düzeylerinin altına düşmesi sonucu arazi ve kaynak üretim sistemlerini olumsuz etkileyen ve ciddi hidrolojik dengesizliklere yol açan tabii olay olarak tanımlanmıştır.

Kuraklığın kısa vadeli etkisi kullanılabilir su miktarının azalmasıdır. Su talebinin artmasıyla, su miktarındaki azalma insanlar ve ekolojik sistemler için susuzluk baskısına neden olmaktadır. Uzun vadede ise yeraltı su kaynaklarının, aşırı tüketimi karşılayamayacak duruma gelmesiyle ve yeni kuraklık dönemlerinin de etkisiyle durumun daha da kötüye gitmesine ve su kıtlığının ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Kuraklığın da içinde olduğu hidro-meteorolojik afetler özellikle son yıllarda giderek artan bir şiddetle meydana gelmektedir. Jeolojik ya da jeofiziksel afetlerin oluşum sayısında gerçekte önemli bir değişiklik olmazken küresel iklim değişikliği ile ilişkili olarak meteorolojik, iklimsel ve hidrolojik afet sayılarında önemli artışlar olmuştur.”

“Dünyamız ve insanlık tehlike altındadır”

Bayraktar, “Dünyamız ve insanlığın geleceği çölleşme ve kuraklık yüzünden tehlike altındadır. İklim koşulları, yer şekilleri, toprak özellikleri, bitki örtüsü ve insan etkileşimi gibi nedenler ülkemizi çölleşmeye fazla duyarlı bir ülke durumuna düşürmektedir. Bu nedenle ülkemizde çölleşme ile mücadele ve kuraklığın etkilerini azaltmada acil tedbirlerin alınması gerekir” dedi.

TZOB Genel Başkanı Bayraktar, çölleşme ve erozyonla mücadelede yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

“Ormancılık faaliyetlerinin planlanmasında ve uygulanmasında erozyon riski dikkate alınarak toprağı koruyucu tedbirler uygulanmalı, ormancılık dışı faaliyetlere tahsis edilen alanlarda erozyon ve toprağın korunması için etkin bir denetim yapılmalıdır.

Tarım arazilerinde toplulaştırma çalışmaları yapılırken, rüzgâr erozyonu görülen alanlarda, rüzgâr perdesi, yeşil kuşak ve rekreasyon maksatlı ağaçlandırma alanları planlanmalıdır.

Toprakların çoraklaşmasını ve verimliliğin azalmasını önlemek maksadıyla atık sular ve tarımdan dönen drenaj suları, uygun arıtım sağlanmadan tarımda kullanılmamalıdır.

Gübre ve pestisit kullanımlarının mutlak surette toprak ve bitki analiz sonuçlarına dayandırılması için gerekli önlemler alınmalıdır.”

Babalar Günü hediyesi için 100 ile 300 TL arası bütçe ayrılıyor
Gelişen teknolojiler sayesinde araştırma dünyasında öne çıkan online anketlerin daha fazla kişiyle, daha kısa sürede ve daha az maliyetle yapılmasını sağlayan havucum.com, Babalar Günü için yaptığı anketin sonuçlarını açıkladı. Babalar Günü için en çok tercih edilen hediye, yüzde 57 ile saat ve cüzdan gibi aksesuarlar oldu.
Online anketlerle daha geniş bir kitleye ulaşarak araştırmaların daha kısa sürede ve daha az maliyetle gerçekleşmesini sağlayan havucum.com’un anketine göre Babalar Günü için 100 ile 300 TL arasında bütçe ayrılıyor. Anneler Günü için ayrılan bütçe ise 50 TL ile 300 TL arasındaydı.
Yüzde 70’i kadın ve yüzde 30’u erkek katılımcılardan oluşan anket sonuçlarına göre Babalar Günü için en çok tercih edilen hediye kategorileri sırasıyla yüzde 57 ile saat ve cüzdan gibi aksesuarlar, yüzde 23 ile kıyafet, yüzde 14 ile teknoloji, yüzde 9 ile parfüm ve yüzde 7 ile kitap oldu. Anneler Günü’nde hediye olarak kitap tercih edenlerin oranı ise yüzde 27 olmuştu.
Kadın ve erkek katılımcıların tercihleri farklılık gösteriyor
Kadınların üçte biri (yüzde 33) cüzdan ve yüzde 30’u kol saati almayı tercih ederken, erkeklerin neredeyse üçte biri (yüzde 30) kıyafet ve beşte biri (yüzde 20) teknoloji kategorisindeki ürünleri almayı tercih ediyor.
Babalar Günü hediyesi için Anneler Günü’ndekine yakın bütçe ayrılıyor
Araştırma sonuçlarına göre katılımcılar, hediye için ortalama 100 ila 300 TL arası bir bütçe ayırıyor. Anneler Günü için ayrılan bütçe ise 50 ile 300 TL arası olduğu ortaya çıkmıştı. İki bütçe arasında büyük bir fark olmadığı görülüyor.
Hediyelerini bir hafta önceden alanların oranı Babalar Günü’nde düşüyor. Anneler Günü’nde hediyesini bir haftadan önce alanların oranı yüzde 63 iken, Babalar Günü’nde ise bu oran yüzde 45’e düştü. Katılımcıların yüzde 29’u hediyesini 1 ay önceden aldığını, yüzde 26’sı ise son dakikaya bıraktığını belirtiyor.
Babaların kendisine alınmasını en çok istediği hediye kategorilerinin başında ise kıyafet ve teknoloji geliyor. Annelerin alınmasını en çok istediği hediyeler ise takı ve küçük ev aletleri olmuştu.
Fiziksel alışveriş hala büyük bir kesim tarafından tercih ediliyor
Hediye alırken tercih edilen alışveriş kanalları sorulduğunda ise katılımcıların yarısından fazlası (yüzde 56) online alışverişi, kalanı ise (yüzde 44) fiziksel mağazadan alışveriş yapmayı tercih ettiğini belirtiyor. Erkeklerle kıyaslandığında kadınlarda fiziksel mağazadan alışveriş yapma oranı daha yüksek görülüyor.

İkinci El Araç Ekspertizindeki Yeni Düzenlemeden İşletmeler Memnun

Haziran ayı ile birlikte yürürlüğe giren uygulamada, Ticaret Bakanlığı, 8 yaş ve 160 bin km altındaki 2.el otomobillerin noter satışından maksimum üç gün önce yaptırılmış ekspertiz raporuna sahip olması gerektiğini belirterek, raporsuz satış yapan işletmelere cezai yaptırım uygulanacağını bildirdi. Ayrıca, ekspertiz hizmetinin alınacağı firmanın TSE 13805 HYB belgesine sahip olup olmadığı ve firma tarafından sunulan ekspertiz raporunun ilgili standartlara uygunluğunun noterler tarafından kontrol edileceği aktarıldı.

TÜV SÜD Türkiye CEO’su Emre Büyükkalfa, kurumsallaşma yolunda atılan adımlarda sona geldiklerini belirterek ; ‘’ Son dönemde ikinci el araç ekspertiz sektöründe yaşanan yoğunlukla birlikte müşterilerin güvenebilecekleri ekspertiz firmalarına olan ihtiyacı her geçen gün daha da artıyor. İkinci el araç ekspertiz raporunda, aracın mevcut ve geçmiş durumu hakkında detaylı bilgiler yer alması sebebiyle alıcılar araçlarını güvenle satın alabiliyor ’’ ifadelerini kullandı.

Son olarak TSE 13805 HYB Hizmet Yeterlilik Belgesi’nin önemine değinen Büyükkalfa; ‘’ Otomobil ekspertiz işlemleri aracın geçirdiği kazalardan sonra değişen parçalarından, sorun ya da masraf çıkarabilecek parçalara kadar tüm noktaların detaylı bilgilerini içeriyor. Ekspertiz işlemleri tamamlandığında, ekspertiz hizmetini satın alan kişiye ikinci el araç ekspertiz raporu veriliyor. Ancak raporun verilmesinde alıcının dikkat etmesi gereken en önemli nokta TSE Hizmet Yeterlilik Belgesi. İnsanların beklentilerine karşılık verebilecek, ikinci el oto ekspertiz hizmetinde alıcı ve satıcı arasındaki iletişime netlik kazandırabilecek, tam bağımsız, doğru ve güvenilir ticaret ortamını sağlamak adına yapılan düzenlemeleri sonuna kadar destekliyoruz ‘’ dedi.

Döngüsel katma değer akımı Türk tekstilini zirveye taşıyacak

 Ege Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (EHKİB), H&M ile başlayıp, Ekoten Tekstil, Yeşim Tekstil, Orta Anadolu Tekstil ve Uniteks ile devam ettiği “SUSTAINEIBILITY TALKS” webinar serisinin bu bölümünde “Team Finland” ve “Finnish Textile and Fashion” iş birliğiyle, dünya genelinde çevre politikalarında, sürdürülebilir kalkınmada öncü Fin firmalarını, Türk firmalarıyla bir araya getirdi.

Ege Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Burak Sertbaş, Avrupa’nın 2050 Karbon nötr hedefi doğrultusunda hazırlanan “Avrupa Yeşil Mutabakatı”nın tekstil ve hazır giyim sektörlerini doğrudan etkileyeceğini söyledi.

“Bu yöndeki çalışmaları yakından takip ediyoruz. Her fırsatta dile getirdiğimiz gibi, sürdürülebilir üretim modeli bir seçenek değil, bir zorunluluk haline geldi. Türkiye’nin AB’nin en büyük ikinci tedarikçisi olduğunu, tekstil ihracatımızın yüzde 50’sinin, hazır giyim ihracatımızın ise yüzde 70’inin Avrupa ülkelerine gerçekleştiğini dikkate aldığımızda, ülke olarak sürdürülebilirlik ve döngüsel ekonomi alanında geri kalma gibi bir lüksümüz yok. Tüm paydaşlar olarak bu güçlü konumumuzu korumanın yolu Yeşil Mutabakat yükümlülüklerini yerine getirmekten geçiyor. Sürdürülebilirlik denince akla ilk gelen ülkelerden olan Finlandiya’nın konuyu ele alış biçimi, yenilikçi çözümleri ve üreticilerden beklentilerini öğrenmek bize ışık tutacak.”

Döngüsel dönüşümlerimiz bizi Avrupa’nın vazgeçilmez tedarikçisi konumuna getirecek

Sertbaş’a göre Türkiye hazır giyim ve tekstil üreticilerinin gerek kapasiteleri gerekse iş yapış şekilleri Finli firmaların beklentileriyle örtüşüyor.

“İşletmelerimizde sürdürülebilirlik, döngüsel ekonomi ve döngüsel tasarım alanlarında yaptığımız dönüşümler ve Avrupa’ya olan yakınlığımız bizi Avrupa’nın vazgeçilmez tedarikçisi konumuna getirecek. Birlik olarak 2020 yılını ‘Sürdürülebilirlik Yılı’ ilan ettik, 2021 yılında da çalışmalarımıza ara vermeden devam etmekteyiz. Faaliyetlerimizden kısaca bahsedecek olursak; dünyanın en büyük sivil sürdürülebilirlik inisiyatiflerinden biri olan Global Compact’a üye olduk. Konuyla ilgili çeşitli webinarlar ve eğitimler düzenledik, düzenlemeye devam ediyoruz. Ticaret Bakanlığımızın desteği ve 22 firmamızın katılımıyla Hazır Giyim Sektöründe Sürdürülebilir Rekabetin Geliştirilmesi UR-GE Projesi”ni yürütüyoruz. Projemiz kapsamında firmalarımızın ihtiyaç analizleri yapılarak, Operasyonel Sürdürülebilirlik, Yönetsel Sürdürülebilirlik, Çevresel Sürdürülebilirlik alanlarında kapasitelerini geliştirmeyi amaçlıyoruz.”

Türkiye ileri tekstil sanayisiyle Uzak Doğu şirketlerine göre çok daha fazla çeşitlilik sunuyor

Finlandiya’nın Türkiye Büyükelçisi Ari Maki, AB endüstri stratejisinin Yeşil Mutabakat ile sürdürülebilir ekonomiye doğru değiştiğini ve döngüsel ekonominin AB’nin dönüşüm programının bir parçası olduğunu söyledi.

“AB bu değişimde yoğun su ve enerji kullanımı, atık, karbon emisyonu nedeniyle tekstil sektörünü öncelikli olarak gösterdi. Sektördeki en kritik konu sıfır atık. Türkiye bu süreçte büyük üretim kapasitesiyle uluslararası markaların en önemli tedarikçisi olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda lojistiği ve lokasyonuyla çok avantajlı. Uzak Doğu şirketlerine göre çok daha fazla çeşitlilik sunan son derece esnek hazır giyim imalatçılarıyla ileri tekstil sanayiine sahip. Dahası son derece yaratıcı koleksiyonlar da ortaya koyuyor. Finli şirketler Türkiye ile çalışarak daha az lojistik maliyetine sahip olabilir.”

Finlandiya sıfır atık hedefine AB’den daha önce ulaşacak

Fin şirketlerinin Türkiye’ye girmek istediğini açıklayan Business Finland Biyo ve Döngüsel Ekonomi Programı Başkanı Marika Ollaranta, “Finlandiya’daki biyo ve döngüsel çözümler bütün dünyada kullanılıyor. AB’nin tekstil stratejisi doğrultusunda; 2025’e kadar tekstil atığının plastikten ayrıştırılması hedefi var. Finlandiya bu hedefe 2023 yılında yani AB’den önce ulaşacak. Geri dönüşüm Finlandiya’da iki yıl içinde hemen hemen her şeyde gerçekleşecek. İnovasyonlara 10 yıldır yatırım sağlıyoruz. Tekstil geri dönüşümü ekosistemini 5 yıldır uyguluyoruz. Biyo tabanlı çözümler tekstil sanayi için önemli.” dedi.

Geleceğin tekstili eko tasarım, şeffaflık, dijitalleşme üzerine kurulu

Yeşil Mutabakat ve sürdürülebilirlikte Fin moda ve tekstil şirketlerinin stratejilerini anlatan Finnish Textile and Fashion Danışmanı Satumaija Maki, gelecekte tekstillerin daha dayanıklı, tamir edilebilir ve geri dönüştürülebilir olacağını söyleyerek eko tasarımın öneminden bahsetti.

“Ürünlerin geri dönüşüme uygun tasarlanması ve geri dönüştürülmüş hammaddeleri ele almak gerekiyor. Artık tüm tarafların beklentileri tedarik zincirinden gelen bilginin şeffaf olması yönünde. Bu noktada dijital çözümler kullanılmalı. Geri dönüşümlü ve sürdürülebilir materyallere talep önümüzdeki dönemde artacak. Şirketler şeffaflık ve bilgi paylaşımı doğrultusunda iş birlikleri yapacak.”

Türkiye üretimde bizim ana kaynağımız

Nordshield İletişimden Sorumlu Başkanı Emmi Kavander ise Finladiya’daki döngüsel ekonomi çözümlerini anlattı.

Yeşil Mutabakat perspektifinde Fin markalarının beklentilerini paylaşan Makia Giyim Ceo’su Mika Martikainen, “Türkiye ile 2011’den beri iş birliği içindeyiz. Türkiye üretimde bizim ana kaynağımız. Firmamızın üretiminin yüzde 70’i Türkiye’den geliyor. Çevreye uygun materyallerde Türk üretiminde yüzde 80’e ulaştık. Müşteriler üretimin belgelenmesi, raporlanması, bütün ürünlerin denetlenmesi, sertifikalanmasını yani tamamen şeffaf bir tedarik zinciri istiyor. Bu önümüzdeki yıllarda çok büyük bir mecburiyet olacak. Sosyal sorumluluk da buna dahil.” dedi.

Herkes verileriyle, belgeleriyle, sertifikalarıyla, denetimleriyle hazır olmalı

Çevredeki etkilerin gösterileceği şeffaf bir tedarik zincirine dikkat çeken Mika Martikainen süreci şöyle anlatıyor:

“Materyal fabrikası ipliği nereden aldığını biliyor, iplik fabrikası da elyafın nereden geldiğini biliyor. Bütün veriler; ürünün hangi aşamalardan geçtiği, enerji-su-kimyasal kullanımı, organik etiket kullanımı, ürün başına karbondioksit emisyonu hesaplanmalı. Şeffaflık için şu anda tüm paydaşların yatırım yapması gerekiyor. Herkesin verileriyle, belgeleriyle, sertifikalarıyla, denetimleriyle hazır olması gerek. Çünkü 2025’te AB, Yeşil Mutabakat kapsamında tekstil atık toplamasını başlatacak.”

İş birliği kuruluşları hakkında;

-Team Finland, Finlandiya’da ilgili kurum ve kuruluşların koordinasyonu için oluşturulan ağ olup, Finlandiya’da ihracatçıların ve KOBİ’lerin uluslararası büyümesini kolaylaştırmak, Fin şirketleri için üst düzey uzmanlık merkezi oluşturarak teşvik hizmetleri sağlamak, yabancı uzmanları ve yatırımcıları Finlandiya’ya çekmek amacıyla faaliyet göstermektedir.

-Business Finland, Team Finland ağının ana üyelerinden biridir. Fin firmalarının uluslararasılaştırılması, yabancı yatırımın cezbedilmesi ve turizmi teşvik amaçlı faaliyetleri destekleyerek, bu amaçlara yönelik yenilikçi faaliyetler ve hizmetler için finansman sunmaktadır.

-Finnish Textile and Fashion ise Finlandiya’daki tekstil, giyim ve moda şirketlerinin merkezi organizasyonudur ve Fin tekstil ve moda endüstrisinin ve üye şirketlerinin küresel olarak tanıtımını sağlayan sektörel bir dernektir.

Dikkat ! Sağlık sektörü için e-Fatura’ya geçişte geri sayım başladı

Hazine ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) tarafından, bu yılın Şubat ayında yayınlanan Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde değişiklik yapılmasına dair Resmi Gazete’de yayınlanan Tebliğe göre, 1 Temmuz 2021 tarihi itibariyle, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile sözleşme imzalayan sağlık hizmeti sağlayıcıları ile medikal malzeme ve ilaç, etken madde temin eden tüm mükelleflerin (eczaneler, işitme cihazı merkezleri, radyo-terapi merkezleri, optisyenler, görüntülenme merkezleri, ilaç depoları, diyaliz merkezleri, hastaneler, tıp merkezleri, dal merkezleri, laboratuvarlar, tıbbi cihaz satıcıları, ortopedik cihaz satıcıları, fizik tedavi merkezleri, kaplıcalar) 1 Temmuz 2021’de e-Fatura uygulamasına geçme zorunluluğu bulunuyor.

e-Fatura’ya geçiş için son güne kalmayın!

Ülkemizde, Nisan 2014 tarihi itibariyle, zorunlu mükelleflerin e-Fatura uygulamasına geçmesiyle başlayan e-Dönüşüm süreci, aradan geçen 7 yılda dünya çapında başarıya imza atarak, ciddi yol aldı. Haziran 2021 tarihi itibariyle e-Fatura kullanan firma sayısı yaklaşık 427 bine ulaştı. e-Dönüşüm kapsamında olan e-Fatura, e-Arşiv Fatura, e-Defter, e-İrsaliye, e-SMM, e-MM, e-Mutabakat, e-Bilet, e-Adisyon gibi ürünlere, önümüzdeki dönemlerde ekleyecek yeni e-Belge ürünleri ile dijital dönüşüm uygulamaları artarak devam edecek. Burada, bilinen konulardan birisi, “e” ile başlayan tüm e-Belgeler, yeni bir belge türü olmayıp, kağıt belgeler ile aynı hukuki niteliklere sahiptir. e-Belge kapsamları geliştikçe kullanımlarda yoğun bir artış gözlenmektedir. İşletmeler, e-Belge kullanmanın konforunu yaşadıkça regülasyonları beklemeden de gönüllü geçişler yapmaktadır. Uyumsoft e-Fatura uygulaması, temassız ticaretin ilk adımı olarak şimdi sağlık ve medikal sektöründe de konforu sağlıyor.

İşletmeler, e-Fatura’ya neden Uyumsoft ile geçiyor?

Ülkemizin, e-Belgede lider özel entegratörü Uyumsoft Bilgi Sistemleri ve Teknolojileri AŞ, 40 binin üzerindeki yerel ve global müşterisinin uçtan uca dijital dönüşüm sürecini yönetmeye devam ediyor. E-Dönüşüm (e-Fatura, e-Arşiv, e-Defter, e-İrsaliye vd) sürecine Uyumsoft ile geçen mükellefler; 25 yıllık dijital dönüşüm tecrübesine sahip Uyumsoft’un yenilikçi iş çözümleri sayesinde e-Belge’ye hızlı geçiş yapıp, sorunsuz aktivasyon sağlayabiliyorlar. Uyumsoft bulut çözümleri ve eUyum mobil uygulaması sayesinde, mekan bağımsız, istedikleri her yerden belgelerini oluşturabiliyor, düzenleyebiliyor, muhataplarına iletebiliyorlar. 7/24 konusunda uzman, güncel mevzuat bilgisine sahip dijital dönüşüm uzmanlarının desteği ile e-Belge süreçlerini kolay yönetiyorlar. Kullandıkları ERP, ticari paket ve muhasebe programları ile tam entegrasyon sağlayan eUyum uygulaması sayesinde, tüm e-belgelerini (e-Fatura, e-Arşiv Fatura, e-İrsaliye, e-Defter, e-SMM, e-MM vb.) ilave yatırım yapmadan oluşturabiliyor, ilgili muhataplara kolaylıkla iletebiliyorlar. e-Belge sayesinde operasyonlarını hızlandırıp, verimliliklerini arttırıyorlar.

Uyumsoft ürün ailesinde, 30’u aşkın yazılım ürünü bulunuyor

Türkiye’nin dijital dönüşüm lideri olan Uyumsoft AŞ’nin ürün ailesinde; e-Belge e-Uyum (e-Fatura, e-Arşiv Fatura, e-SMM, e-Defter, e-İrsaliye ve diğer tüm e-Belgeler) uygulamalarının yanı sıra, Kurumsal Kaynak Planlama uyumERP (bulut, mobil), Müşteri İlişkileri Yönetimi uyumCRM (bulut, mobil), İnsan Kaynakları Yönetimi uyumHRM (bulut, mobil), Ticari Paket Yazılımlar, ekoTicari (Kobi’lerin ERP’si), ekoHR, ekoSMMM (Mali Müşavir Yazılımı), ekoCari (Ön Muhasebe Ticari Paket Programı), Banka Bakiyem, uyumYEDEK, uyumİYS dahil 30’u aşkın yazılım ürünü bulunuyor.

Sutec, tekstil sektörüne dijital baskıda yüksek hız ve verimlilik getiriyor

Dijital baskı sektörünün lideri Lidya Grup, kendi markası Sutec ile tekstil sektörüne yeni bir nefes ve heyecan getiriyor. Tekstil sektörüne yüksek kalitede dijital baskı imkanı sağlayan Sutec dijital tekstil makineleri, üreticilerin bugüne kadar deneyimlemedikleri teknolojiyi, kaliteyi, yüksek hızı ve verimliliği sağlıyor.

Tekstil sektöründe belirleyici rol oynayacaklarını kaydeden Lidya Grup Geniş Format Satış Müdürü Mehmet Döner, şunları söyledi:

Sutec markalı ürünlerimizde, bu yıl tekstil pazarına yeni bir heyecan getiriyoruz. Tekstil pazarındaki üreticilerin, şu ana kadar hiç yaşamadıkları konforu önlerine sererek, onların sadece işlerini geliştirmeleri için uygun ortamları hazırlıyoruz. Dijital baskı sektörünün standartlarını belirleyen, sektöre yön veren ve üreticileri sadece iş geliştirmeye yönlendiren Lidya Grup olarak, diğer tüm sektörlerde olduğu gibi, bu yıl itibariyle tekstil sektöründe de belirleyici rolü üstleneceğiz. Tekstilde süblimasyon pazarına Sutec TX-1903 ve Sutec TX-1906 olan iki modelimiz ile giriş yaptık ve bu yılın başından itibaren satışını ve hizmetini gerçekleştiriyoruz” dedi.

Sutec markası, Lidya Grup’un güvencesindedir

Dijital baskı sektöründe teknoloji şirketi olan Lidya Grup, ülkemizde lider olmasının yanında, bulunduğumuz coğrafyanın sayılı birkaç firması arasında yer alıyor. Son yıllarda, bu makineleri alan farklı sektörlerde bulunan müşterilerdeki en büyük değişim, “kalite” algısında oluşuyor. Çünkü şirketler işlerinde sürekliliği sağlayabilmek için, global markaları temsil eden, bilgi birikimi ve tecrübesi yüksek olan, güçlü organizasyonel yapısı ve insan kaynağı bulunan ve güçlü finansman yapısına sahip Lidya Grup ile çalışmayı istemektedir.

Sutec markalı dijital baskı makinelerinin Lidya Grup’un güvencesi altında olduğunu anlatan Lidya Grup Geniş Format Satış Müdürü Mehmet Döner, konuşmasına şöyle devam etti:

Satış ağımız ve sonrasındaki servis kalitemiz, lojistik yeterliliğimiz, finansal gücümüz ve bunların neticesinde yüksek müşteri memnuniyeti, tercih edilmemizde en büyük etkendir. Bilindiği gibi kendi markamız olan Sutec’i 2019 yılında pazara sunduk. Piyasanın promosyon talepleri doğrultusunda ve copy shop’ların ihtiyaçları göz önüne alınarak, tasarlanıp üretilen Sutec dijital baskı makineleri, 10 cm kalınlığa kadar ahşap, cam, metal, plastik gibi birçok farklı malzemenin üzerine baskı yapılmasına imkan sağlıyor. İlk modellerimiz, ağırlıkla reklamcılar ve copy-shoplar’a hitap etti. Bu yıl Sutec markamız ile tekstil sektörüne de adımımızı attık. Tekstil pazarına sunduğumuz modellere değinirsek, iki modelimiz ile tekstil süblimasyon pazarında kısa zamanda liderliğe oturacağız. Sadece ülkemizin değil, bulunduğumuz coğrafyanın öncü şirketi olarak, arkasında duramayacağımız hiçbir ürünü satmadık, satmayız. Bu ürünlerimizi de, diğerleri gibi satışa sunmadan aylar önce demo centerımızda tüm teknik özelliklerini test ettikten ve değiştirilmesi, geliştirilmesi gereken yönlerini tespit ederek, pazara hazır hale getirdik. Dolayısı ile ürünlerimiz, endüstriyel üretim yapan işletmelerin, sorunsuz üretebilmeleri noktasında en büyük destekçileri olacaktır. Bizler de Lidya Grup ailesi olarak makinelerimizle birlikte, müşterilerimizin sonsuz destekçileri olacağız” diye konuştu.

Sutec dijital tekstil makinesinde, modeller şunlardır:

Sutec TX-1903 makine modeli:

-1900mm baskı alanı

-3 adet Epson I3200 baskı kafası

-120m2/saat baskı hızı

-4 renk Süblimasyon Mürekkep kullanımı

-3200dpi çözünürlük

-Extra akıllı kurutucu faz sistemi

-Kusursuz gergi ve sarma tansiyonu

-Opsiyonel havalı besleme ünitesi

Sutec TX-1906 makine modeli:

-1900mm baskı alanı

-6 adet Epson I3200 baskı kafası

-240m2/saat baskı hızı

-4 renk Süblimasyon Mürekkep kullanımı

-3200dpi çözünürlük

-Extra akıllı kurutucu faz sistemi

-Kusursuz gergi ve sarma tansiyonu

-Standart havalı besleme ünitesi

Döngüsel bir ekonomi hassas tarımla mümkün

Dünyada 4 milyar hektardan fazla arazi yani Türkiye’deki arazilerin 150 katı büyüklüğünde alan çölleşme tehdidi altında. 2 milyar insan ise temiz su olmadan yaşamaya çalışıyor. BM, 2025 yılında 1,8 milyar insanın su kıtlığı çeken yerlerde yaşayacağını öngörüyor.

Türkiye’de temiz su kaynağının yüzde 73’ü ise tarımsal üretimde kullanılıyor. Dünya genelinde de yüzde 70’ler civarında benzer bir tablo söz konusu.

Ege İhracatçı Birlikleri bünyesindeki Tarım Birlikleri, 17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde su krizinin ‘sürdürülebilir tarım’ uygulamaları ile aşılacağını savunuyor.

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, küresel olarak çözülmesi gereken üç farklı su problemini; suyun azlığı, iklim değişikliğine dayanıklı bir altyapı inşa edebilmek, tüm bunları uygun bir maliyete getirmek şeklinde özetliyor.

“Su krizini hafifletmenin yolu su ekosistemlerini korumak, eski haline getirmek ya da yenilerini yaratmaktan geçiyor. Biz Ege İhracatçı Birlikleri olarak yıllardır Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na hizmet eden yatırımlar yapıyoruz. Çiftçilerimizin kuraklık sıkıntısı yaşamadan üretmeye devam etmesi için Aydın ve Manisa’da gölet projeleri gerçekleştirdik. Aynı zamanda bütün Birliklerimiz her sene Manisa, Antalya ve İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin birçok noktasında ağaçlandırma kampanyalarına büyük katkılar sağlıyor. Ege İhracatçı Birlikleri Ormanı oluşturduk. Birliklerimizin ödül törenlerinde katılımcılara Ege Orman Vakfı’ndan ağaç sertifikaları verilerek, fidan bağışında bulunuldu. Önümüzdeki süreçte de bu artarak devam edecek.”

Su politikalarının Bakanlık düzeyinde müzakere edilebileceği bir yapılanma kurulmalı

Daha lokal atılımlardan ziyade, ulusal boyutta bir su seferberliği oluşturulması taraftarı olduklarını açıklayan Jak Eskinazi, “Su politikalarının Bakanlık düzeyinde müzakere edilebileceği, üst düzeyde diplomasi trafiğinin gerçekleşeceği sadece su ile ilgili bir yapılanma kurulmalı. Çünkü son söz politika yapıcılarda bitiyor. Aynı zamanda şeffaflığı önceleyip, raporlama, karbon ayak izi bilgisi ve etiketleme gibi alanlarda inisiyatifler ortaya koyulması gerekiyor. Yatırımların daha temiz teknolojiye yönlendirmesine katkı verilmeli ve Ar-Ge kaynağı fazlalaştırılmalı.”  dedi.

Hassas tarım pazarı 2026’ya kadar 12,8 milyar dolara ulaşacak

Tarımın artık yüksek teknolojili bir sektöre dönüştüğünü anlatan Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkan Yardımcısı ve Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Birol Celep, küresel hassas tarım pazarının 2026’ya kadar 12,8 milyar dolara ulaşacağını söyledi.

“İlerlemenin başlıca belirleyicisi bir toplumun teknolojik inovasyonu kucaklama becerisidir. Yeni teknolojik atılımların çok çeşitli alanlarda iç içe geçtiği akıllı ve bağlantılı bir dönemin içindeyiz. Sürdürülebilir bir şekilde gıda üretmek için temel çözüm; enerji, su, besin ve arazi kullanımında tüm süreci saniyesine kadar izleyebileceğimiz kontrollü bir ortam yaratmak. Veri analitiğiyle hangi mahsulün neye ihtiyacı olduğu, bitkilere kullanılması gereken gübre miktarı, bitkinin ne kadar su aldığı, kullanılmayan su damlasının toplanarak tekrar döngüye sokulduğu, ne zaman-ne kadar ve hangi kalitede hasat yapacağımızı tahmin edebildiğimiz, ürünlerin dijital ikizlerinin oluşturulduğu, uzaktan kontrol edilebilen bir sistem.”

Türkiye’nin en yeşil OSB’leri Ege’de kuruluyor

Birol Celep, önümüzdeki dönemde hassas tarımda Asya Pasifik’in önemli bir gelişme göstermesi beklendiğini sözlerine ekledi.

“Hindistan, Sri Lanka ve Nijerya gibi ülkelerde hassas tarım teknolojisinin kullanımını teşvik etmek için çeşitli devlet programları yürütülüyor. Bu noktada tüm enerjisini kendi bünyesinde sağlayan yenilenebilir Yeşil Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri’ni çok önemsiyoruz. Dikili, Kınık ve Bayındır’da kurulacak olan TDİOSB’ler tüm atıkların değerlendirildiği, atık su tesisiyle su yönetiminin sağlandığı, topraksız, otomasyonlu, ısıtma için yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan modern sera ve tarımsal sanayi kümelenmeleri.”

Su ihtiyacı fazla olan ürünler, suyun az olduğu bölgelerde yetiştirilmemeli

Türkiye’nin Avrupa’nın en büyük tarım ekonomisine sahip, 50’den fazla üründe dünyanın en büyük ilk 10 üreticisinden bir tanesi olduğunu söyleyen Ege Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Başkanı Hayrettin Uçak, “Bizim isteğimiz Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin 17 maddesine de uzun süreli etkiler yapmak.” diyor.

“Tarım sektörü olarak Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan 4’üne odaklanıyoruz; Sürdürülebilir tarımın desteklenmesini hedefleyen 2 numaralı madde, su yönetimini içeren 6 numaralı “temiz su ve sanitasyon”, gıda atık ve kayıpların azalmasını içeren 12 numaralı “sorumlu üretim ve sorumlu tüketim” ve 13 numaralı “iklim eylemi” maddesi. Bu hedefler baz alındığında suyu doğru kullanmak, kirletmemek, verimli kullanmak, ekim planlaması bizim için en önemli nokta. Tarımsal üretim yapılacak alanların su kaynakları göz önünde bulundurularak ürün deseninin belirlenmesi gerekiyor. Su ihtiyacı fazla olan ürünler, suyun az olduğu bölgelerde yetiştirilmemeli. Her bitkinin su ayak izi çok farklı. 2017’de Tarım ve Orman Bakanlığı ülkemizi tarım havzalarına bölerek, havza bazlı destekleme planını başlattı. Her sene çiftçiler kendi bölgesinde desteklenen, bölgenin ihtiyaçlarına, dengesine, iklimine uygun ürünlerin listesini görebiliyor.”

Gıda güvenliği “Kullandığımız Pestisitleri Biliyoruz” projesi ile sağlanacak

Çiftçilerin genelde ton başına getirisi daha yüksek ürün ekmek istediğine değinen Uçak, “Dolayısıyla havza bazlı destekleme planının çiftçinin ekonomik getirisini de eşitlemeli, teşvikler buna göre belirlenmeli. Tohumdan çatala kadar olan bu zincirde gıda güvenliği bizim için listenin en başında. AB Yeşil Mutabakat ile pestisit kullanımının 2030’a kadar yüzde 50, gübre kullanımının yüzde 20, antimikrobiyal kullanımının ise yüzde 50 oranında azaltılmasını hedefliyor. Ülkemizde AB’ye uyum çerçevesinde geçtiğimiz yıllarda zirai üretimde kullanılan toplam 213 aktif madde yasaklanırken 11 aktif maddenin de kullanımı kısıtlandı. Birliğimizce başlatılan “Kullandığımız Pestisitleri Biliyoruz Projesi” kapsamında ürünlerimizin akredite olmuş laboratuvarlarda analizlerini yapmaya devam ediyoruz.”  diye konuştu.

Vahşi sulama toprağı kaybetmeye neden oluyor

Geleneksel tarıma dayalı üretimlerde salma yani vahşi sulama sisteminin çok fazla su tüketimine neden olduğuna değinen Ege Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Mustafa Terci, “Ülkemizde tarım alanların yüzde 67’si vahşi sulama, yüzde 33 oranındaki basınçlı sulamada; damla sulama yüzde 14, yağmurlama sulama yüzde 19 civarında. Vahşi sulamadaki sıkıntı; kontrolsüz ve bilinçsiz olması. Dolayısıyla toprağın kalitesi düşüyor ve toprakta tuzlanma, çoraklık ve erozyon görülüyor. Böyle bir toprakta tarım yapılması mümkün değil. Bitkiye ihtiyacından fazla su vermek ya da toprağı suya boğmak yerine bitkinin istediği, iklimin gerektirdiği suyu ona vermek gerekiyor.” dedi.

Doğru sulamayla yüzde 50 su tasarrufu şansına sahibiz

Terci’ye göre ürün deseni sulama tekniklerini seçmekte belirleyici ama daha az suyun kullanılabilecek olduğu damla sulama sistemi veya yağmurlama sulama sistemiyle kuraklaşmanın önüne geçilebilir.

“Doğru sulamayla yüzde 50 su tasarrufu şansına sahibiz. 2006’dan beri Tarım ve Orman Bakanlığı modern basınçlı sulama damla ya da yağmurlama sulama sistemleriyle ilgili yüzde 50 hibe desteği veriyor. Desteklemelerin yöntemi tartışılmalı. Modern sulama teknikleriyle ilgili yatırımlar artırılmalı ve kullanımda daha agresif bir metot belirlenmesi gerekiyor. Bu noktada bilgilendirme de çok önemli. Çiftçinin farkındalığını geliştirmek gerekiyor.”

Tarım ve akademi iş birliği

Ege Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği Başkanı Bedri Girit, akademinin bilgisinin sürece geçirilmesinin hem ürün verimi hem de su verimini artırdığından bahsederek, Ege Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller Sektörünün önümüzdeki dönemde AB Yeşil Mutabakatı’na uygun adımlar atacağını açıkladı.

“Birliğimiz tarafından, su ürünleri sektörü özelinde, özellikle yetiştiricilikle ilgili çalışma yapılması, karbon ayak izi konusunda sektörün karbon salınımını azaltmak için projeler hayata geçireceğiz. Sektörün karbon salınımına yönelik mevcut durum analizinin yapılması; karbon ayak izinin hesaplanması, hangi faktörlerin ne kadar artırdığının tespit edilmesi ve sonrasında bir yol haritası belirlenmesi konusunda Ege Üniversitesi ile iş birliği yaptık.”

Bedri Girit, su ürünleri sektöründe başlatılan bu projenin önümüzdeki dönemde kanatlı sektörü başta olmak üzere diğer hayvansal mamuller sektörü için de devam ettirilmesini hedeflediklerini sözlerine ekleyerek,“Bu durum tek bir kişinin tekelinde değil. Bütün paydaşların etkin rol alıp, karar süreçlerine dahil etmesi gerekiyor. Katılımcılık, tarım politikalarında da su yönetiminde de önemli. Özellikle akademinin payı çok büyük.” dedi.

Su döngüsü “veri”yle iyileştirilebilir

Yağış desenlerinin dengesizliğinden bahseden Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Başkanı Davut Er, su döngüsünde iklim değişikliğinin önüne dijitalleşmeyle geçilebileceği görüşünde.

“Yağış yaşanması gereken aylarında ciddi yağış azlığı, geç ve bir anda gelen yağışlar, yağmurun doluyla karışık gelmesi, sıcaklık farklıları, uzun süren don dönemleri nedeniyle rekolteler aşağı yönlü revize ediliyor. Bu ürünün kalitesine de yansıyor. Çiftçinin yönetmesi en zor konu yağış orantısızlığı. Bir sene çok yağış varken, diğer sene yok. Çiftçi bir sene ektiği aynı ürünü diğer sene ekemediği için ürün desenini seçmesi, ürün planlaması zorlaşıyor. Tarımda ezber-geleneksel yöntemleri kullanmak yerine öngöremediğimiz bu risklerin içinde yüksek verim istiyorsak teknolojiye dayalı çözümleri kullanmak zorundayız.”

Dijitalleşme ve tarım entegre ilerlemeli

Davut Er, “Her şeyin erişim, şeffaflık, izlenebilirlik ve veriyle ilgili olduğu bir çağdayız. Dijital çözümler sayesinde artık anlık hava durumu izleme, saha incelemeleri, alan haritalama, verim takibi, sulama ve atık yönetimi, toprak değerlerine uygun gübre kullanımı, ürüne ve toprağa göre kullanılacak su miktarını öğrenmek çok kolay. Endüstriyel tarım, ürün çeşitliliğinin azalmasından, su kirliliğinden ve tüketimindeki yüzde 75’lik düşüşten sorumlu. İklim değişikliğine neden olan gazların yüzde 40’ı da endüstriyel tarım sonucu açığa çıkıyor.” diye konuştu.

Atık yönetimi vurgusu

Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Başkanı Cahit Doğan Yağcı ise iyi bir atık yönetim planı uygulanması gerektiğini şöyle anlatıyor:

“Atık yönetimi; kontrolsüz pestisit ve gübre kullanımıyla tarladan başlayan taşıma, depolama, paketlemeye kadar lojistik ve tedariği de içine alan geniş bir süreci kapsıyor. Hem tarımsal atıklar hem de çevredeki endüstriyel aktivitenin arıtılmadan su kaynaklarına verilmesi nedeniyle bazı bölgelerdeki su artık çiftçinin kullanabileceği bir kalitede değil. İklim değişikliğinin yanında sudaki kirlilik oranı da bizim için bir mücadele alanı.”

Artık kilit soru, bir ekonominin inovasyon yapıp yapmadığı olacak

Yağcı, doğaya verilen atık suların biyolojik arıtma tesislerden geçirilmesi, pestisit kaplarının toplanması ve bertarafı için geliştirilen geri dönüşüm planına uyulması, bitkisel atıkların gübre ve yem sanayinde kullanılması, atıkların kompost yapımında veya gübre imalatında değerlendirilmesinin yapabilecekler arasında olduğunu açıkladı.

“Bunun gibi birçok sürecin geri dönüşüme adapte edilmesi gerekiyor. Bu bir devridaim, bir karbon sirkülasyonu. Cisco’nun tahminlerine göre; gelecek 10 yıl içinde nesnelerin interneti teknolojisinden elde edilecek 14,4 trilyon dolarlık ekonomik yararın 2,7 trilyonluk kısmı atık tasfiyesinden ve tedarik zincirleriyle lojistik süreçlerin iyileştirilmesinden sağlanabilecek. Dolayısıyla artık kilit soru, bir ekonominin inovasyon yapıp yapmadığı olacak.”

Arazi toplulaştırmanın tüm ülkeye yayılması gerekiyor

Ege Tütün İhracatçıları Birliği Başkanı Ömer Celal Umur, “Arazi tahribatının önlenmesi, arazi kullanımında planlama hem su verimini artırmak hem de altyapının daha ekonomik, uygun şekilde kullanılması için arazi toplulaştırmanın tüm ülkeye yayılması gerekiyor. Büyük tarım alanlarında üretimin kontrolü çok daha kolay.” dedi.

Su hasadıyla kaynaklar etkin kullanılmalı

Aynı zamanda su hasadının yapılmasının mümkün olduğu alanlarda, kış aylarında meydana gelen yağış kaynaklı suların biriktirilerek, ülkemizde bulunan su rezervlerinin miktarının korunabileceğine de değinen Umur, “Gündüzleri sıcaklık sebebiyle meydana gelecek buharlaşmanın fazla olması nedeniyle, daha az su kullanılmasına neden olacağı için akşam saatlerinde sulamanın yapılması az da olsa su kullanım miktarını azaltacaktır.” diye konuştu.