‘Dur yolcu’ isimsiz kahramanlar var..(Köşe yazısı 07.01.2015 Kayseri Star Haber)

DAVUT GÜLEÇ
GAZETECİ-HİSF KAYSERİ TEMSİLCİSİ
Davutgulec@hotmail.com

‘Asımın Nesli, Asrın Yürüyüşünde’ Gençlik ve Spor Bakanlığının bir çalışması.
‘Asrın Yürüyüşünde Erciyes’te Buluşuyoruz’ ise Kayseri Valiliği, Gençlik Hizmetleri ve Spor il Müdürlüğü ile Büyükşehir belediyesinin desteğinde büyük bir organizasyondu.
O gün Erciyes’te toplanan insanlar, birileri gibi ‘yan gelip yatmak yerine’, atalarını anmak, o tarihi yaşatmak ‘Erciyes’ten Sarıkamış’a gönül köprüsü’ kurmak için 2200 rakımda bir araya geldi.
Yaşlısı-genci, bürokratı-sporcusu, sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler, bir asır öncesindeki gibi soğuk olmasa da, etkili soğukta, kayan toz kar üzerinde tepeleri aşındırarak ‘Şehitleri’ne sahip çıktı.
Zaten ‘Ateşe dönen Dünya Sarıkamış’ kitabının önsözünde dediği gibi ‘Sarıkamış Şehitlerinin üzerine serili kar, yıllarca görünmez’ biçimde üzerlerinde örtülü kaldı. Üst üste yığılı donmuş ölülerin fısıltıları tarihin derinliklerine kazındı. Yaşananlar bir bilinmezliğin girdabına sürüklendi. Ne yenilginin nedeni, ne ölü sayısı tam olarak bilindi. Zaman geçti, tarihe uzanan eller o görünmez örtüyü araladı. Fısıltılar ses buldu. Ortaya Sarıkamış Harekâtı’ nın bilinmeyen öyküsü çıktı.
İyi ki bu öykü çıktı ve Erciyes’te duyarlı insanlarla bunu, o günü yaşattık.
Bir asır önce, Balkan hezimetinden sonra köyüne dönebilen Osmanlı askeri, daha çoluğuna çocuğuna hasret gideremeden önce Doğu Anadolu’ya, Filistin çöllerine ve Çanakkale cephesine gitmek zorunda kalmıştı. Tam 100 yıl önce bu günlerde, Erzurum’un, Sarıkamış’ın kar ve buz tutmuş dağlarında, niye yapıldığını asla anlamadığı bir savaşı sürdürüyordu. O askerlerin çoğu dönemedi köyüne… Dönebilenler ise başka savaşlar verdiler. Ne kimse yaralarını sardı, ne de birileri ruhlarını okşadı. Ne “gaziler evi” vardı onlar için, ne de “ruhsal tedavi”…
O günden bu güne yayınlanan çeşitli anılardan alıntıları aktarayım.
Bundan 100 yıl önce, bir oldu-bittiyle girdiği Büyük Savaş’ta ilk karşılaştığı düşman, en eski düşmanıydı Osmanlı askerinin: Rus ordusu…
Rus orduları, 93 Harbi’nde (1876-77) Osmanlı’yı hem Tuna boylarında hem de Kafkasya dağlarında yenmiş; hızını alamayıp Çatalca istihkamlarımıza kadar dayanmıştı. Amacı herhalde Osmanlı’yı yeryüzünden temelli kaldırmaktı, bunu beceremedi. Ama Osmanlı toprakları üzerinde Sırbistan’ı, Romanya’yı, Yunanistan’ı birer krallık biçiminde yaratmayı başardı. Aynı zamanda Gümrü’yü, Kars’ı, Batum’u, Ardahan’ı alan, Osmanlı’yı Balkanlar’dan kovan; Karadağ ve Bulgar prensliklerini de onun başına bela eden yine Ruslar oldu..
İşte bu ezeli düşman, şimdi girdiği Büyük Harp’te Doğu Prusya ve Polonya bataklıklarında her gün tümen tümen kurban verirken Kafkasya’daki savunmasını da zayıflatmıştı. Osmanlı devletiyle işbirliği içinde olan Alman genelkurmayının bir planı, Osmanlı Devleti’nin Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın da ağzını sulandırdı: Kafkaslar’daki Rus ordusunun üzerine yürünecek; Ruslar’ın elindeki Doğu vilayetleri geri alınacak; böylece henüz bir yıl önceki Balkan hezimetinin de yaraları sarılacaktı. Enver’e getireceği kişisel şan-şöhret de cabasıydı…
Köprülülü Kurmay Yarbay Şerif İlden, sonunda esir düştüğü Sarıkamış Harekatını anlattığı anılarını şöyle bitiriyor:
“…Enver, devlet işleriyle ilgili her girişime atılırken belki can atarak ‘Aman batıyor, kurtarayım’ demiştir. Fakat girişimi başarısızlığa uğrayınca sadece basit bir dudak büküşüyle ‘Zaten batacaktı, battı’ deyip geçtiği ise kesindir. Tarihlere ant olsun ki, büyük bir Türk ordusu bilgisiz ve deli komutanının hırsıyla yüksek dağlar üstünde kara kışın tipisiyle yüzyılların düşmanının güllesi ve kurşunuyla uğraşa cenkleşe ulusal bağımsızlık uğruna tümüyle mahvoldu da, bir eri bile sırt çevirmedi, Sarıkamış’ta hiç panik olmamıştır.”
Görünüşe bakılırsa; Sarıkamış’a ulaşmayı başaran, ama kentin hemen dışında soğuğa teslim olan bir Türk birliğinin askerleri, Rus kurmay başkanı Pietroroviç’i Enver’den daha fazla etkilemişti. Şöyle not aldı anı defterine Rus subayı:
“….Allah-u Ekber Dağları’ndaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel tanrılarına teslim olmuşlardı. 24.12.1914 Perşembe…”
Enver bu kadar kanla da doymayacak, dört ay sonra Filistin ve Çanakkale’de, bir yıl sonra da Galiçya’da harcayacaktı binlerce Türk askerini…
Ertesi ilkbaharda, karlar eriyince felaketin boyutu daha bir belli oldu, ortaya çıktı. Türk askerlerinin cansız bedenleri, bütün kış boyu kurdu kuşu beslemişti. Yöre köylüsü, ağaçların üstünde at, katır ya da insan iskeletleri görüp dehşete düşüyordu; “O iskeletler nasıl çıktı oraya?” diye.
Oysa, ağacın üstüne çıkan iskeletler değildi; ağacı tümüyle örten karların üzerinde yol almaya ve dağı geçmeye uğraşan 3. Ordu erleri donup kalmışlardı kıvrıldıkları yerde. Cesetlerini önce vahşi hayvanlar parçalamış, sonra da kuşlar, kargalar didiklemişti. Etlerinden sıyrılan iskeletler de karların erimesiyle ağaçların tepesinde kalmışlardı.
Sarıkamışlı bir ihtiyar şöyle anlatıyordu gözlemini:
“Buradan o dağlara baktığımızda, üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu yanlarına gidince anladık…”
100 yıl önce sayısız yokluk ve perişanlık içinde dört bir cephede vuruşan Türk askeri, ne yazık ki, Çanakkale dışında doğru dürüst tek bir başarı kazanamadı. Anavatanından kilometrelerce uzakta, maceraperest birkaç başıbozuğun hezeyanları uğruna kahramanca canını veren bu insanları ne yazık ki artık hatırlayan da yok.
Mehmet Akif’in dediği gibi, “karşımızda vatan namına bir kabristan yatıyor.”
Ne tam sayılarını, ne de hepsinin isimlerini biliyoruz. Geri dönmeyi başarabilenlere kimse “gaziler evi” hazırlamadı; bir “ruhsal tedavi”ye ihtiyaç duyup duymayacaklarını düşünmedi… Esir düşenlerin mübadelesinde hiçbir resmi görevli bulunmadı. Aynı savaşa katılan diğer devletlerin yetkilileri cepheye gönderilen katır ve eşeklerinin kaydını “isim”leriyle tutmuşken, bizim kaç Türk esirinin geri döndüğünü bile kimse bilmiyor.
Ama, toplum hafızası bu kayıpları unutmaya istekli değil; tam tersine, günümüzdeki duyarsızlık örneklerini gördükçe bir asır öncesinden daha fazla etkileniyor. Genelkurmay Başkanı’na “Bana gözlerimi geri verin komutanım” diyen Güneydoğu kahramanını göğsüne basıyor; askeri hastaneye alınmayan Kore ya da Kıbrıs gazisinin dramını dikkatle izliyor. Gün gelecek, ülkesi, vatanı ve geleceği için canını ortaya koyan bu insanlara “gazi evi” yapıp “ruhsal tedavi” de uygulayacaktır kuşkusuz…
Çünkü uluslar, kahramanlarını önemsedikleri oranda güçlü oluyorlar… Palavradan kahramanlık menkıbeleriyle değil…
Erciyes’te ki ‘Sarıkamış yürüyüşü’nden sonra Kayseri Valisi Orhan Düzgün’ün sözleri de çok anlamlıydı.
“Buradaki etkinliğe katılmak için hepimiz kabanlarımızı, botlarımızı, kışlık elbiselerimizi giydik ve geldik. Burada bir nebze olsun onların yaşadıklarını yaşamak istedik. O tarihte cepheye giden Anadolu insanı, kendileri için gelmesini bekledikleri kışlıklar ulaşamayınca donarak şehit oldular. Bekledikleri elbiseyi taşıyan geminin Rusya tarafından batırılmasından sonra onlar cephede, soğukta mücadele etti. 15, 16, 17 yaşındaki gençlerimiz bulabildikleri elbiselerle cepheye gittiler. Türkiye’nin dört bir tarafından yüzbinlerce vatandaşımız, atalarımız ülkemizi Ruslardan korumak için akın ettiler. Allahuekber dağlarında eksi 15 derece soğukta şehit oldular. Bazılarının gözleri buzdan donarak taşlaştı. Bazıları kolları bacakları var mı hissedemez oldular. Onların çektiği fedakarlıkları bizde bir nebze çekmek, onların hatıralarını yad etmek, çektikleri sıkıntıları bizlerinde hatırlaması bir gönül borcudur.”
Sözü uzatmanın bir anlamı yok. Köşenin başlığı, bu vatanı, milleti, devleti bölmek, parçalamak isteyen hainlere ve işbirlikçilerine Erciyes’ten en güzel mesajı tüm Dünyaya verdi.
‘Dur yolcu. Bu topraklarda isimsiz kahramanlar ve torunları var.”