Sağlık haberleri… (07.10.2018)

ACIBADEM KAYSERİ HASTANESİ’NDEN SAĞLIKLI YAŞAM VE SPOR FESTİVALİ’NE SAĞLIK DESTEĞİ

Acıbadem Kayseri Hastanesi Kayseri Büyükşehir Belediyesi Spor A.Ş. tarafından düzenlenen ‘Sağlıklı Yaşam ve Spor Festivali’ne sağlık desteği verdi.

Sağlıklı Yaşam ve Spor Festivali 29-30 Eylül 2018 tarihlerinde Mix Yaşam Merkezi’nde yapıldı. Sahne önü oyunları, step, aerobik, zumba gibi çeşitli dans gösterileri ve sağlık seminerleri ile başlayan organizasyona sağlık desteği ise Acıbadem Kayseri Hastanesi tarafından verildi.

Bosu Ball, Spinning, Drum Stıck spor gösterileri, çocuk oyunları yanı sıra canlı müzik dinletilerinin yer aldığı organizasyonda sağlık desteğini Acıbadem Kayseri Hastanesi tarafından sağlandı. Sosyal sorumluluk çalışmalarına verdiği değer ve katkıyla adından sık sık söz ettiren Acıbadem Kayseri Hastanesi; açtığı stantta katılımcılara tansiyon ve şeker ölçümü yaparken, katılımcılara Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Fatih Karaaslan, ‘Spor Yaralanmaları’ Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Tamer Özsarı ‘Çocukların Gelişiminde Sporun Faydaları’ konulu seminerler verdi. Acıbadem Kayseri Hastanesi bunların yanı sıra ambulans, doktor ve sağlık teknisyenleri ile Sağlıklı Yaşam ve Spor Festivali’ndeki yerini aldı.

29 YAŞINDA İKİ ANA DAMARI YÜZDE 100 TIKANDI

Musa Deniz Dadalı, delikanlılığa adım attığı günlerde 19 yaşında kolestrol gerçeğiyle tanıştı. Yüksek kolestrol sorunu vardı. İlaç kullanmaya ve takip edilmeye başlandı. Ama 29 yaşında göğsünde tıkanma şikayetleri olunca kalp sorunu olduğu söylendi. İki ana damar yüzde yüz, diğer damarlar ise yüzde 80 tıkalıydı. Bypas olması gerekiyordu. Ama anne babasının yüreği dayanmadı, ameliyata karşı çıktı. Oğlu çok gençti; korkuyorlar ve ameliyat olsun istemiyorlardı…

Baba olmasına az zaman kalan 29 yaşındaki Musa Deniz Dadalı’nın duyduğu teşhis, onu şaşırttı. Kalp ana damarlarının ikisi tamamen tıkalı, diğer iki yan damar ise yüzde 80 tıkalıydı. Yani yaşam, tehlike çanları çalıyordu. Oysa evde sık sık gündeme gelen konu, kalp hastalığıydı. Annesi, babası orta yaşlarda kalp sorunu nedeniyle tedavi görmeye başlamışlar ve tedavileri devam ediyordu. Ama Musa Deniz Dadalı’nın yalnızca yüksek kolesterol sorunu vardı ki en delikanlı zamanlarında  saptanmıştı. 19 yaşından beri yüksek kolestrol teşhisiyle takip ediliyordu. Şimdi, bir karar vermesi şarttı. Doktorların bypass olmalısın demesine rağmen içindeki anne babasının endişesi, onun ameliyat fikrinden uzaklaşmasına neden oldu. Peki, ameliyatsız bir yöntem var mıydı?

Memur olarak görev yapan Musa Deniz Dadalı, yaklaşık 2 yıl önce göğsünde yanma, yorgunluk ve eforla nefes daralması şikayeti ile doktora başvurdu. “Anlamsız bir şekilde tam efor sarf etmeden dahi daralma, nefes yetmezliği yaşıyordum. Merdiven çıkmayı bırakın, üzerimi değiştirirken dahi yoruluyordum, göğsüm daralıyordu. Özellikle son altı ayda şikayetlerim daha da artmış, şiddetlenmişti” diyerek anlatıyor yaşadıklarını.

 10 yıldır yüksek kolestrol hastası olan ama takip edildiği merkezlerde yaşadığı şikayetlerin yine yüksek kolestrole bağlanarak tedavinin türü değiştirildi. Hatta astım başlangıcı tanısı bile kondu. Kalp hastalığı olabileceği aklına gelmiyordu Dadalı ailesinin. Yaşının çok genç olması, kalp hastalığı olamayacağını düşünmelerine neden oldu.   Ancak şikayetleri devam edince annesinin doktoru olan Acıbadem Kayseri Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ergün Seyfeli’ye başvurdu. Anjiyo yapıldı ve sonucu duyduklarında, şok oldular. Musa Deniz Dadalı, yaşadığı süreci şöyle anlatıyor:

“Yüksek kolestrolüm olması nedeniyle bir gün kalp hastası olacağımı biliyordum ama bu kadar genç yaşta beklemiyordum. Bu yüzden ana damarların yüzde yüz, yan iki damarın da yüzde 80 tıkalı olduğunu söyleyince doktorumuz, şok oldum. Bypass gerektiğini söyledi. Ben ne olursa olsun, bir an önce olsun bitsin düşüncesindeydim. Ama annem ve babam istemiyordu. ‘Bu genç yaşta ameliyat olmaz’ diye düşünüyorlardı. Annem babam karşı çıkınca, ben de onları kırmadım; o zaman da alternatif ne yapılabilir diye düşündük”

 Prof. Dr. Ergün Seyfeli, Musa Deniz Dadalı’ya öncelikle kroner anjiyo yapıldığını, 2 ana damarın yüzde 100 yan damarlarla birlikte 2 tanesinde de yüzde 80 tıkalı olduğunu tespit ettiklerini belirtiyor. Hastanın yüksek kolesterolünün olmasının ve son 5 yıldır sigara içmesinin damarları ciddi bir biçimde olumsuz olarak etkilediğini belirten Prof. Dr. Ergün Seyfeli, sözlerine şöyle devam ediyor:

Hastamız yüksek kolesterol değerlerine sahipti. LDL değeri 326 idi ve 5 yıldır sigara içiciliği vardı. Muhtemelen erken yaşta başlayan yüksek kolesterol sorunu, kalp hastası olmasına neden olan en önemli etken. Hastamıza normal şartlarda bypass ameliyatı kararı verildi. Fakat sosyal nedenlerden dolayı hasta ameliyat olmak istemedi. Bunun üzerine tekrar anjiyoya alınarak öncelikle sol ana damardaki yüzde 100 tıkalı (CTO) damarı 1,5 saatlik bir operasyon ile açtık. Bu tür damarları açmak kardiyolojinin en zor müdahaleleri arasında yer alıyor. Hem büyük bir emek hem de tecrübe gerektiriyor. 2 hafta sonra diğer tıkalı damarları da balon-stent işlemi ile açtık. İşlem sonrasında hastanın tıkalı damarı kalmadı. Uzun meslek hayatımda bu yaşta ve bu şekilde damar tıkanıklığı ile ilk defa karşılaştım diyebilirim. Bizim içinde karar vermek bazen çok olabiliyor. Fakat hastamızın yaptığımız işlemlerle ameliyatsız sağlığına kavuşması en mutlu olduğumuz zamanlar”

“Yüzde 300 kendimi daha iyi hissediyorum”

İşlemden sonra şikayetlerinin geçtiğini, normal gündelik hayatına döndüğünü sevinçle anlatan Musa Deniz Dadalı, anjiyoda balon stend takılarak damar açıldığında ameliyat olmaktan kurtulduğu için çok sevindiğini anlatarak şöyle dedi: “Sağlığıma kavuştum, nasıl mutluyum anlatamam. Yapılan işlemden sonra yüzde 300 kendimi daha iyi hissediyorum. İşlemden önce bu hayat böyle mi devam edecek, nasıl devam edecek soruları sorarken şimdi kendimi iyi ve farklı hissediyorum. Yine yüksek kontrol ilaçlarımı kullanacağım, yine egzersiz yapacağım ve yine doktor kontrollerimi yaptıracağım. Ama artık umutluyum, Allah kısmet ederse, bundan sonra ailem ve bebeğimle mutlu bir hayat hayal edebiliyorum”

YEŞİLHİSAR’DEVLET HASTANESİNDE ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI UZMANI GÖREVE BAŞLADI

25 yatak kapasiteli Yeşilhisar İlçe Devlet Hastanesinde yakın zamanda diyaliz ünitesinin açılışı gerçekleşmişti. Bu hizmetin ardından Hastanede Çocuk Sağlığı ve  Hastalıkları uzmanının göreve başlaması ile Yeşilhisar ilçesi yeni bir hizmete daha kavuşmuş oldu. Yeşilhisar halkına ve çevresindeki mevsimsel tarım işçisi olarak gelen vatandaşlarımıza hizmet verecek olan Çocuk Polikliniği hafta içi her gün poliklinik hizmeti verecektir. Gerektiğinde hastaneye yatış hizmeti verilerek Yeşilhisar halkının çocuklarını muayene ve tedavi ettirmek için il merkezine gitmelerine ihtiyaç kalmamıştır.

1987 Kayseri Doğumlu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olan Uzm. Dr. Selçuk Varol, İstanbul’daki mecburi hizmetinin bitmesinin ardından kendi isteğiyle kurum içi atama ile Yeşilhisar İlçesine atanmış ve göreve başlamıştır. Uzm. Dr. Selçuk VAROL memleketine döndüğü ve Yeşilhisar’da göreve başladığı için; heyecanlı ve mutlu olduğunu belirtmiştir.

Hasta yakınlarımız ise Yeşilhisar’a Çocuk Polikliniği açılmasından dolayı memnuniyetlerini ifade etmişlerdir.

Ayrıca Yeşilhisar Başhekimi Uzm. Dr. Taner Şahin ise “Yeşilhisar’ımızın önemli bir ihtiyacı olan Çocuk Hastalıkları Uzmanımız sayın Selçuk Varol ilçemizdeki görevine atama sonucu başlamıştır. Bundan sonra haftanın beş günü poliklinik hizmeti verecek olup hastalarımızın merkeze gitmesine gerek kalmayacaktır. Yeşilhisar halkımıza hayırlı uğurlu olsun” dedi.

Doğum sonrası süt kaygısına düşmeyin

Anne sütü, hem bebeğin gelişimi hem de anne ve bebek arasındaki ilişkinin temel yapı taşı. Bu nedenle pek çok anne, daha hamile iken bebeğini doğru emziremeyeceğinden ya da bebeğinin anne sütünü reddeceğinden dolayı büyük korkular yaşar.

İlk kez anne olan da önceden çocuğu olan da mutlaka ilk emzirme deneyiminde panik olabiliyor diyen Türkiye İş Bankası iştiraki Bayındır Söğütözü Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Yenidoğan Uzm Dr. Sinan Tıraş uyarıyor: “Anneler, doğum sonrası süt kaygısına düşmemeli. Aksine bebeklerini rahat emzirmenin tadını çıkarmalı. Anne mutlu ve huzurlu emzirdikçe, bebekler de rahat olacaktır.”

Tüm dünyada farkındalık oluşturmak amacıyla duyurulan 1 – 7 Ekim Emzirme Haftası sebebiyle, annelerin en çok merak ettiği soruları yanıtladı:

DOĞRU EMZİRME NEDİR?

Doğru emzirme tekniğinde dört temel nokta vardır. Bebeğin başı ve vücudu aynı doğrultuda, düz bir hat üzerinde olmalı, bunun için isterseniz yastık kullanabilir ve bebeğin vücudunu destekleyebilirsiniz. Ancak bebeğin başı, omuzları ve popo kısmının da desteklenmesi gerekir. Bebeğin burnu meme başı hizasında olacak şekilde yüzü memeye bakmalı ve anne bebeği kendi vücuduna yakın tutmalı. Bu sayede anne ve bebek arasındaki ilk yakın temas ve ilişki başlar.

BEBEĞİM İÇİN EN UYGUN POZİSYON HANGİSİ?

Bebeğin tutuşu önemlidir. Ancak emzirirken bebeğin pozisyonundan çok annenin rahat bir pozisyonda olması daha önceliklidir. İlk zamanlar emzirme periyodu uzun sürer, ancak alışma sürecinin ardından emzirme periyodu daha kısalır. Emzirirken anne oturur pozisyonda olmalı. Sırtı dik ve bel boşluğu ile sırtı desteklenmelidir. Emzirirken boşta kalan kolunun altı ve diğer boşta kalan bölgelere yastık ilavesi yapılabilir.

Emzirirken hijyen de unutulmamalı. Emzirmeye başlamadan önce mutlaka eller yıkanmalı, tırnaklar kısa olmalıdır. Günlük duş alınması annenin de rahatlaması açısından önemlidir. Memeyi ayrıca temizlemeye gerek yoktur.

NE SIKLIKTA VE SÜREDE EMZİRMELİYİM?

Yeni doğan dönemindeki bebek, her istediğinde ve en geç 3 saat aralıklarla 20 – 25 dakika boyunca emzirilmelidir. Bebekler kilo aldıkça, çene kasları geliştikçe ve dolayısıyla süt miktarı bollaştıkça bu süre kısalır.

SÜT RENGİM NEDEN DEĞİŞİR?

Annenin doğumdan sonraki ilk 3-4 gün boyunca ürettiği süt, kolostrumdur, kıvamı koyu rengi sarı gibidir. günden sonra gelen süt, olgun süttür. Sütün miktarı da artar; göğüsler dolu, sert ve ağır hissedilir. Bu süreç ‘’sütün gelmesi’ olarak bilinir. Son süt, ön sütten daha beyaz görünür çünkü; daha fazla yağ içerir. Bu yağ anne sütünden alınan enerjinin büyük bölümünü karşılar. Bu nedenle bebeğin son sütü alması sağlanır. Ön süt çok miktarda üretilir ve yüksek miktarda protein, laktoz ve diğer besinleri içerir. Bebek ön sütten alması gerektiği miktarda aldığında ihtiyacı olan bütün sıvıyı bundan karşılar.

BEBEĞİME SU VE MEYVA SUYU VERMELİ MİYİM?

Anne sütünün içerisinde bebeğin ihtiyacı olan su ve mineraller bulunur. Bu nedenle bebeklerin ilk 6 aya kadar sıcak havalarda bile sıvı içeceklere gereksinimleri yoktur. Bu tür içecekler verildiğinde bebek, anne sütünü daha az almak isteyebilir.

SÜTÜMÜ NASIL SAĞARIM?

İlk günlerde pompaya sağacak kadar süt olmaz. İlk 3-4 gün gerekli ise el ile sağım önerilir. 4-5 günden sonra göğüslerin durumuna göre süt sağma pompası ile boşaltılır. Özellikle çalışan annelerin gün içinde 2 kere süt sağması önemlidir.

SÜTÜM VAR AMA BEBEĞİM EMMİYOR MEMEYİ REDDETMESİNİN NEDENLERİ NEDİR?

Hastalık, ağrı: Bebekte oluşan enfeksiyon, burun tıkanıklığı gibi nedenlerle emme isteğinin azalması veya pamukçuk, diş çıkarma nedeniyle ağızda sızı hissetmesi

Emzirme tekniğinde sorunlar: Annenin yanlış pozisyonda bebeğini emzirmeye çalışması, tıkalı meme ya da annedeki sütün az olması. Emzirme saatlerini kısıtlama ya da bebekte emmeyi öğrenmedeki zorluk.

Bebeği üzen değişiklikler (özellikle 3-12 aylar arasında): Bebeğin anneden ayrılması, yeni bakıcı yada sık sık bakıcı değiştirme, aile düzeninde değişiklik, annenin hastalığı ya da mastit(göğüs iltihabı), annenin adet görüyor olması, annenin kokusunda değişiklik

BEBEĞİMİN YETERLİ SÜT ALAMAMASININ NEDENLERİ NELERDİR?

Yeterli süt alamamanın nedenleri birden fazla olabilir

Emzirme ile ilgili faktörler;

Geç başlama

Sık emzirmeme

Gece emzirmeme

Kısa emzirme

Memeye kötü yerleştirme

Biberona alışma

Ek besinler verme

Annenin psikolojik durumu;

Özgüven eksikliği

Kaygı, stres

Emzirmeden hoşlanmama

Bebeği kabullenememe

Yorgunluk

Annenin fiziksel durumu;

Hamilelik

Gebelik önleyici ilaçlar

Beslenme bozukluğu

Alkol, sigara

Meme gelişiminde bozukluk (nadir olarak)

Bebeğin durumu(Sık karşılaşılmayan durumlar olarak);

Nadir hastalıklı bebekler

Anomalili bebek

BEBEĞİMİN YETERLİ SÜT ALAMAMASININ BELİRTİLERİ NELERDİR?

Yetersiz kilo alımı

Bebeğin çok az idrar yapması

Emzirmeden sonra bebek tatmin olmuyorsa,

Bebek sık sık ağlıyorsa,

Çok sık ve uzun süre meme emiyorsa

Bebek memeyi reddediyorsa

Bebek sert, katı ya da yeşil dışkı yapıyorsa

Yüksek Tansiyonunuzun Nedeni Koenzim Q10 Eksikliğiniz Olabilir!

Vücudumuzda doğal olarak bulunan ve temel görevi yediğimiz gıdaları enerjiye dönüştürmek olan molekül Koenzim Q10, pek çok hastalığın tedavisinde destek olmasının yanı sıra yaşlanma belirtilerini de azaltma konusunda önemli bir takviye… Hastane Derindere İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Raylaz’la çok bilinmese de hayatımızda önemli bir yeri olan ve eksikliğinin ciddi etkilerine maruz kalabileceğimiz Koenzim Q10’u konuştuk…

Koenzim Q10’la yaşlanma süreci yavaşlar…

Vücudumuzda bulunan ve sayıları belirli bir oranı aştığında dokulara zarar vermeye başlayan “serbest radikaller” ile savaşabilmemiz için Koenzim Q gibi antioksidanlara ihtiyacımız var. Koenzim Q10 kalp, karaciğer, böbrekler ve pankreas başta olmak üzere vücut genelinde her hücrede bulunur, serbest radikalleri nötralize ederek hücre yapısını korur. Kalp hastalıkları ve kanser gibi hayati riske neden olan hastalıklardan yaşlanmanın vücutta yarattığı olumsuz etkilerin yavaşlatılmasına kadar pek çok sağlık sorununa karşı vücudun direncini artırır. Koenzim Q10, hem normal bir bağışıklık sisteminde hem de zayıflayan (immün sistemi baskılı olduğu hastalarda) bağışıklık sisteminin tekrar güçlendirilmesine katkı sağlar.

Koenzim Q10 eksikliği pek çok hastalığın nedenleri arasında olabilir!

Koenzim Q ile en çok ilişkilendirilen hastalıklar arasında kalp ritim bozukluğu, kalp yetmezliği, hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı, kalp krizi, pulmoner arteryal hipertansiyon gibi kardiyovasküler hastalıklar, dejeneratif kas hastalıkları, kemik hastalıkları, kanserler, diyabet ve Huntington, Parkinson, Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıklar, Otizm Spektrum Bozuklukları (OSB) sayılabilir. Meme, akciğer ve pankreas kanseri bulunan hastalarda, Koenzim Q10 düzeylerinin anormal derecede düşük olduğu yapılan araştırmalarda görülmüştür. Yüksek kolesterol şikayeti olan kişiler üzerinde yapılan bir çalışmada bu kişilerin büyük bir çoğunluğunda koenzim Q10 eksikliği belirlenmiş. Hem hipertiroidi hem de hipotiroidi durumlarında oksidatif stres artarak Koenzim Q10 düzeylerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Koenzim Q10 neden hayatımızda olmalı!

  • Ülkemizde en çok görülen hastalıklar arasında yer alan kalp yetmezliği, kalp krizi ve yüksek tansiyonun, kolesterol yüksekliği tedavisi/önlenmesinden önemli bir rolü olduğu için,
  • Kanser tedavisinde önemli bir koruyucu destek olduğu için: Koenzim Q10’un antioksidan etkisinin kanser gelişimini yavaşlatıp yavaşlatmadığı üzerine yapılan araştırmalar umut vericidir. Ayrıca Koenzim Q10 takviyesinin kanser tedavisinde kullanılan ilaçların kalp üzerinde yarattığı hasarı azalttığı gözlemlenmiştir.
  • Kalp krizi sonrası yaşam kalitesini yükselttiği için: Koenzim Q10 kullanımı kalp krizi sonrası zayıflayan kalpte görülebilecek ikinci bir kalp krizi riskini %50 oranında düşürerek yaşam kalitesini yükseltir.
  • Kalp yetmezliği tedavisinde destek olduğu için: Yapılan araştırmalar Koenzim Q10’un kalp yetmezliği tedavisinde kullanılan diğer ilaçlara ek olarak alındığında vücudun çeşitli bölgelerinde (özellikle bacaklarda ve akciğerlerde) oluşan ödemi azalttığını ortaya koymaktadır. Bu sayede hastanın nefes alıp vermesi kolaylaşarak, egzersiz yapma kapasitesi artar.
  • Yüksek tansiyon tedavisinde: Koenzim Q10, düzenli bir beslenme programı ve kontrollü sodyum tüketimiyle birlikte hipertansiyon hastalarında tansiyonun düşürülmesinde önemli bir katkı sağlar.
  • Yüksek kolesterolün düşürülmesinde: 2 hafta boyunca Koenzim Q10 takviyesi verilen kolesterolü yüksek hastaların kötü kolesterol olarak bilinen LDL kolesterol seviyelerinde ortalama %12.7 azalma tespit edilmiş

Koenzim Q10 uygulamasının Diğer Faydaları;

  • Güçlü antioksidan etkisi ve serbest radikallerin cilt yüzeyinde görülen etkilerini azaltır. Koenzim Q10, cilt bakım ürünlerinde de kullanılan bileşenlerden biridir; ancak krem şeklinde kullanmak yerine Koenzim Q10 düzeyini doğru bir besinlerle doğal yollardan almak cilt için daha faydalıdır.
  • Kilo verme programlarında egzersizle birlikte enerjiyi artırır.
  • Sporcularda ağır ve yorucu egzersizler sırasında Koenzim Q10 takviyesinin alınması kas hasarını azaltır.
  • Göz damarı kanlanma bozukluklarında ve göz tansiyonunda da destek tedavisinde kullanılır.
  • Karaciğer hasarına karşı koruyucu etkisi vardır.
  • HIV virüsü gibi bağışıklık sistemini baskılayan hastalığı olan kişilerde bağışıklık sistemine destek olur.
  • Diş çekimi sonrası yara iyileşmesi üzerine etkisi incelenmiş ve yumuşak doku iyileşmesine katkı sağladığı görülmüştür.
  • Kulak çınlamasını durdurur.
  • Kortizonun kemikler üzerine yaptığı yan etkileri kısmen de olsa engeller.
  • Yaygın kronik vücut ağrıları ve halsizlik ile kendini gösteren; yorgunluk, isteksizlik, uyku bozukluğu, sabah yorgun uyanma, baş ağrısı ve depresyon gibi belirtilerin görüldüğü fibromiyalji hastalarının tedavisine destek olur.

Koenzim Q10’u doğal yollarla almak için…

Günlük Koenzim Q10 ihtiyacı 10 mg civarındadır. İleri derecede Koenzim Q10 eksikliği yaşamıyorsanız takviye kullanmanıza gerek olmayabilir. Diyetinize dikkat ederek ihtiyacınız olan Koenzim Q10’u doğal yollarla alabilirsiniz. Yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, kalp hastalığı ve diğer bir hastalığı bulunan kişilerin alması gereken Koenzim Q10 miktarı ise ancak yapılacak testlerle belirlenir ve alınması gereken destek kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir. Öncelikle Koenzim Q10 bakımından en zengin balık türleri, yağlı soğuk deniz balıkları olan somon ve ringadır. Alabalık, sardalye, uskumru gibi deniz ürünlerinde, sığır eti, yürek, karaciğer, böbrek gibi hayvansal et ve soya, kanola ve susam yağı gibi bitkisel yağlarda, tavuk, brokoli, karnabahar, portakal, kuruyemişlerde Koenzim Q10 bulunur. Pişirme yöntemlerinden yağda kızartma koenzim Q 10’un etkisini azaltır.

“Bilinçli Farkındalık” ve Yoga çocuklarda duygusal zekâ gelişimini destekliyor

Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) ve Yoga çocuklara hayatın her alanında pozitif bakış açısı kazandırıyor ve okul hayatındaki başarısını yükseltiyor.  Türkiye’nin ilk çocuk hareket üssü Muzipo Kids, Muzip Saatler Programı’nda etkinliğine yer vererek çocukların zihinsel ve bedensel gelişimini destekliyor.
Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) ve Yoga çocukların dikkatlerini ana odaklayarak, içinde bulundukları durumu yargılamadan gözlemleme alışkanlığı kazanmalarına destek oluyor. Mindfulness dengede ve akışta kalmayı kolaylaştırarak zihni ve bedeni bir araya getiriyor ve etkinlik esnasında çocuklar kendi bedenine ve düşüncelerine odaklandıkları için duygusal zekâ gelişimi de desteklenmiş oluyor.
Yöntemin çocuk gelişimine katkısını anlatan Uzman Eğitmen Aslı Olgun, “Mindfulness ve Yoga büyük ve küçük kas becerilerinin gelişmesine, 5 duyu farkındalığının artmasına ve koordinasyon becerilerinin gelişmesine destek olurken; takım halinde hareket ederek sosyalleşmelerine ve çocukların karar verme mekanizmalarının gelişmesine katkı sağlıyor. Bu yöntem, çocuklara hayatın her alanında pozitif bakış açısı kazandırıyor ve okul hayatındaki başarısının artmasına destek olarak onları akademik hayata adapte ediyor. Çocuklar zihinlerinden geçen düşünceleri, yaşadıkları duyguları ve hislerini an be an algılayıp; gerçekleşen his, duygu ve düşünceleri yargılamadıkları için anda kalabiliyor” dedi.
15 şehirdeki 41 merkeziyle çocuklara erken yaşta spor alışkanlığı kazandıran Muzipo Kids, alanında uzman eğitmenler ile hazırladığı, 3 ila 5 yaşındaki çocuklara yönelik Muzip Saatler programına Mindfulness ve Yoga aktivitesini ekledi.  Drama destekli oyunlar ile öğrenmenin iç içe olduğu Muzipo Kids’de alanında uzman eğitmenler eşliğinde gerçekleşen etkinlik 60 dakika süreyle 3 farklı aşamadan oluşuyor. Meditasyon (nefes egzersizleri ve derin gevşeme), yoga duruşları ile beden ve nefes farkındalığının artırılması ve “Mindfulness” etkinliğinde 5 duyu üzerinde bilinçli farkındalığı artırma aşamaları ile bir bütün olarak çocukların zihinsel ve bedensel gelişimi destekleniyor.

Çocuklar ve Korkular

Dr. Öğr. Üyesi Rumeysa Hoşoğlu

Kapadokya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Çocuk Gelişimi Bölümü

‘Selim dört yaşındadır ve kısa bir süre önce anaokuluna başlamıştır. Selim’in öğretmeni, onun genellikle yalnız oynadığını ve diğer çocuklarla iletişim kurmaktan kaçındığını fark etmiştir. Selim çok utangaç ve içine kapanıktır. Annesi sabahları onu okula bırakmak için geldiğinde adeta annesine yapışmakta, ağlamakta ve öfke nöbeti geçirmektedir. Bu nedenle Selim’in annesi bazen sınıfta onunla birlikte kalmaktadır. Ayrıca annesi Selim’in karanlıktan korktuğunu ve kâbuslar gördüğünü söylemektedir. Annesi Selim’in öğretmenine, onun anaokulu için küçük olup olmadığını sormaktadır.’

Özellikle okul öncesi ve anaokulu dönemlerinde çocuklar korkularını kelimeler ile ifade edememekte ve genellikle karın ağrısı gibi fiziksel belirtilerle veya öfke nöbetleri, kaçınma veya içe kapanma gibi davranışlarla dışa vurabilmektedirler. Ancak bu dönemlerde görülen korkular, bir problem olmaktan çok, büyümenin bir parçası olarak görülmekte ve hemen hemen her çocukta gözlenebilmektedir.

Her ne kadar normal gelişimin bir parçası da olsa, bu gibi durumda ne yapacağınızı bilememek kaygı hissetmenize neden olabilir. Öncelikle unutulmaması gerekir ki, her durumda, çocuğunuza korkularıyla yüzleşebilmesi için gerekli olan stratejiler, durumla yüzleşmeyi içermektedir, kaçınmayı değil. Köpeklerden, yüzme havuzundan, okuldan kaçınmak veya çocuğu evde tutarak korumaya çalışmak, problemi sadece daha da kötüleştirir. Peki, çocuğunuzun korkuları ile başa çıkması için neler yapabilirsiniz? Aşağıda bazı ipuçları bulabilirsiniz:

Sabırlı olun ve güven verin: Çocuğunuzun herhangi bir korkusunu ifade edebilmesi için, öncelikle yargılanmadığına inanması gerekir. Çocuğunuza korkularıyla ilgili baskı yapmayın, onu cezalandırmayın, azarlamayın veya utandırmayın. Çünkü bu yaklaşımlar, çocuğunuzun kendini yetersiz hissetmesine ve daha çok kaygı yaşamasına neden olur. Okulla ilgili korkular için, çocuğunuzun öğretmeni ile iletişime geçerek onun çocuğunuz için destekleyici olduğundan ve çocuğunuzun diğer çocuklar tarafından zorbalığa maruz kalmadığından emin olun. Daha sonra çocuğunuza, bu durumla başa çıkacak yeteneğe sahip olduğu hakkında güven verin. Örneğin çocuğunuza, ‘Şu an okulun senin için biraz ürkütücü olduğunu biliyorum, fakat ben eminim ki sen cesur olabilirsin. Bu durum her geçen gün senin için kolaylaşacak. Eminim, çok yakında yeni arkadaşlar edinmeye başlayacaksın’ gibi ifadeler söyleyebilirsiniz.

Cesur davranışlarını övün: Kendinizi çocuğunuzun ‘koçu’ olarak düşünün ve ebeveyn olarak çocuğunuzun ‘gelişen’ davranışlarını cesaretlendirin. Bir başka ifade ile çocuğunuz bir risk aldığında, yeni bir şey denediğinde veya yeni bir arkadaş edindiğinde onu övün. Örneğin çocuğunuza, ‘Öğretmenin, bugün seni okula bıraktığımda hiç ağlamadığını söyledi. Sen gerçekten büyüyorsun!’ gibi ifadeler söyleyebilirsiniz.

Öfke nöbetlerini görmezden gelin: Bazen ebeveynler çocuğun öfke nöbetlerine gereğinden fazla odaklanarak, farkında olmadan bu davranışı pekiştirebilmektedir. Bu nedenle çocuğa destek olmak ile bu olumsuz davranışlara çok odaklanmak arasında dengeli olmaya özen gösterin. Örneğin, çocuğunuzu okula bırakırken öfke nöbeti geçirdiğini gördüğünüzde, ‘Bugün okulda arkadaşlarınla birlikte harika vakit geçireceğine eminim. Ahmet’e bak, senin çok sevdiğin kamyonla oynuyor. Sen de onunla birlikte oynamaya ne dersin? Seni akşam 17.00’de almaya geleceğim’ gibi ifadelerle dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışabilirsiniz. Çocuğunuza, geri döneceğinize dair güven verdikten sonra, onun öfke nöbetine aldırış etmeden okuldan ayrılın. Bu birçok ebeveyn için zor olmaktadır. Ancak unutmayın, eğer okulda kalırsanız ve çocuğunuzla öfke nöbeti hakkında konuşursanız, çocuğunuz, öfke nöbetlerinin, sizi okulda tutmak için işe yaradığını öğrenir!

Model olun: Çocuğunuzun sizi ve çevrenizdekileri model alarak öğrendiğini unutmayın. Eğer siz çocuğunuzun yanında sosyal ortamlardan, böceklerden, belirli durumlardan veya çocuğunuzun okula gitmesinden korktuğunuzu ifade ediyorsanız, çocuğunuz bu korkuları sizden öğrenecektir. Bu durumlar hakkında kaygı duysanız bile, çocuğunuzun önünde kendinizden emin davranmaya çalışın.

Kendi kendine olumlu konuşmayı öğretinKendiniz model olarak, çocuğunuza kendi kendisi ile olumlu ifadelerle konuşmayı öğretin. Örneğin, ‘Mutfak karanlık ama ben cesurum ve korkmadan su alıp gelebilirim’ gibi ifadeler kullanabilirsiniz. Çocuğunuz sizi gözlemleyerek kendi ile olumlu konuşmayı öğrenecek ve ihtiyaç duyduğu durumlarda kullanabilecektir.

Sosyal becerileri öğretin: Çocuğunuzun arkadaşlarını eve davet edin ve onlar oynarken sosyal becerilerini geliştirme ve arkadaşça etkileşim kurma hakkında çocuğunuza koçluk yapın. Çocuğunuzun kendini sosyal olarak yeterli hissetmesi korkularını azaltacaktır.

Anne ve babanın birbirlerinden farklı tutumlar sergilemesi, çocukların olumsuz duygular geliştirmelerine ve davranış problemleri göstermelerine neden olabilmektedir. Bu nedenle eşinizle çocuğunuzun korkuları hakkında konuşmanız ve bu süreçte tutarlı ve sabırlı davranmanız, çocuğunuzun duygularını kontrol edebilmesi, doğru davranışı öğrenmesi ve geliştirmesi için son derece önemlidir. Eğer tüm çabanıza rağmen çocuğunuzun korkuları devam ediyorsa, bir psikolojik danışmandan veya çocuk psikoloğundan yardım alabilirsiniz.

Erken Fark Et, Erken Müdahale Et!

Arş. Gör. Uğur Hassamancıoğlu  Kapadokya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Çocuk Gelişimi Bölümü

Gelişimin en hızlı olduğu dönemler özelikle bebeklik ve erken çocukluk olarak adlandırılan 3-6 yaş arası dönemlerdir. Bebek doğduktan sonra okul dönemine kadar beyin gelişiminin büyük bir bölümü de tamamlanmış olur. Bu erken dönem her çocuk için büyük bir önem arz etmektedir. Erken dönemde çocuğun yapabildikleri, yapamadıkları ya da desteklenmesi gereken özellikleri iyi bilinmelidir. Gelişim sürecinin olumsuz etkilenmesi, çocukların gelişimsel gecikme ya da gelişimsel gecikme riski yaşamalarına neden olmaktadır. Çocuklarda görülecek bu risklerin erken dönemde önüne geçebilmek için çocukları iyi tanımak gözlemlemek ve gelişimi izlemek önemlidir.

Gelişimsel geriliğin ebeveynler ve uzmanlar tarafından erken dönemde fark edilmesi, çocuğun gereksinim ve istekleri için önemlidir. Sertgil ve diğerleri 2015’de yaptıkları bir çalışmada ülkemizde her beş çocuktan birinin, dünyada ise her altı çocuktan birinin gelişimsel gecikmeye bağlı sorunlar yaşadığını ifade etmektedir. Gelişimsel sorunlar genellikle; ilk ifadelerin kullanılmaya başlandığı, bebeğin sosyal gelişim yönünden işlevsel becerilerini kullandığı önemli kritik dönemleri içeren 12-18 aylarda fark edilmektedir. Uzmanlar ve aileler çocukları yaşa göre beklenen becerileri tabi ki de bireysel farklılıkları göz önünde bulundurarak; motor gelişim, dil gelişimi, sosyo-duygusal gelişim ve bilişsel gelişim alanlarında takip etmelidirler.

Gelişimsel değerlendirme ülkemizde yaygın olarak uygulanmaktadır. Gelişimsel Çocuk Nörolojisi Derneği sağlıklı gelişen çocukların yaşamları boyunca 0-6 ay arasında bir kez mutlaka olmak üzere, 12-18 ay arası, 2-3 yaş arası ve 5-6 yaş arasında gelişim testi yaptırmalarını önermektedir. Aileler gelişimsel değerlendirmeler için yaşadıkları şehirlerde, devlet hastanesindeki Çocuk Gelişimcilerden ya da merkezlerden destek alabilmektedirler. Gelişimi değerlendiren birçok test kullanılmaktadır. Burada önemli olan değerlendirmenin ‘uzman-test merkezli’ olmasından ziyade ‘çocuk ve aile merkezli’ olmasıdır. Bir test odasında uzmanın çocuğu değerlendirme yöntemleri çok fazla etkili değildir çünkü çocuğu en iyi tanıyan kişiler çocuğun en yakınındaki yetişkinlerdir. Bu bilgi göz önünde bulundurularak çocuk ve ailenin gereksinimleri belirlenir ve gerekirse aile-çocuk merkezli bir müdahale programı oluşturulur.

Çocuklara küçük yaşta müdahale programları hazırlamak, çocuğun normal gelişim göstermesi için bir alt yapı hazırlamak, çocuğun potansiyelini mümkün olan en üst düzeye çıkarmak, aileyi program içersinde desteklemek, uzmanlar ve aile iş birliği ile erken dönemde geliştirilecek olan müdahale programları oldukça önemlidir.

IDEA (Individuals with Disabilities Education Act)’ya göre;

Erken müdahale hizmetleri doğumdan üç yaşına kadarki sürede fiziksel, bilişsel, iletişimsel, sosyal, duygusal veya uyumsal gelişim alanlarında gecikmesi olan ya da gelişimsel gecikme olasılığı yüksek olan bir duruma ilişkin tanı almış olan çocukların gelişimsel gereksinimlerinin karşılanması için tasarlanmıştır.

Erken müdahale kapsamında, düşük doğum ağırlığı, prematüre doğum, beslenme sorunları, çocuğun içinde bulunduğu çevresel yoksunluk, ihmal ve istismar gibi risk faktörlerinin önüne geçmek, eğer varsa gelişimsel geriliğin derecesini, zorluklarını azaltmak ve sürekliliğini kısaltmak gibi amaçlar göz önünde bulundurulur. Ailelerin çocuklarını iyi tanımaları, varsa eğer şüphelendikleri bir durum acil olarak bir uzmana başvurmaları gerekmektedir. Erken dönemde fark edilen ve müdahale edilen faktörlerin önüne geçilebilmesi ileriki dönemlerin temelini oluşturur çünkü 0-6 yaş aslında deneyimlerle birlikte beynin sinir sisteminin miyelinleşmesi boyunca algısal, duyusal, düzenleyici, duyu-motor ve işlemler açısından gelişmesini sağlar. İlk yıllarda yaşanan bu deneyimler, bebeklerin yaşamları boyunca etkili olacak düşünme, algılama, mantık yürütme, sosyal iletişim, hareket yetileri, alışkanlıklar gibi pek çok alanı etkilemektedir. Özellikle erken dönemde uygun çevresel uyaranlar vermek ve destekleyici ortam oluşturmak ileriki dönemlerdeki gelişimi sağlam temellere oturturken travmalar, olumsuz deneyimler, çevresel yoksunluk gibi etkiler de beyinde kalıcı izler bırakarak beyin gelişiminin kritik bölgelerini etkileyecek ve ilerideki yapının aslında çok da sağlam olmayan bir temelde kurulmasına sebep olacaktır.

Unutmayalım…

Bebeğiniz ile olan ilişkiniz beyninin gelişmesi ve sonraki gelişim için kritik önem taşır. Deneyimler ve uygun uyaranlar gelişimi destekler.

Çocuğu iyi gözlemleyen, güçlü-zayıf yönlerini en iyi bilen kişiler ebeveynlerdir.

Gelişimdeki kritik dönemleri iyi bilelim. Normal gelişen sağlıklı bir çocuk ortalama olarak hangi aylarda konuşur, yürür, tuvalet eğitimini kazanır gibi.

Bireysel farklılıklar vardır. Komşunun çocuğu 1 yaşında konuşmuş olabilir, belki sizin çocuğunuz ilk kelimelerini 18 aylıkken ifade edecektir. İzlemeye devam edin.

Gelişimsel değerlendirme bir zekâ belirleme yöntemi demek değildir. Çocuğun gelişimi hakkında bize kaba bir bilgi verir.

Varsa şüpheleriniz sorularınızı ayrıntılı olarak yanıtlayacak olan uzmanlardan destek almada gecikmeyiniz. Hastanelerdeki çocuk gelişimcilerden, doktorlardan destek alabilirsiniz.

Erken fark edilen risk faktörleri mevcut koşullar uygun şekilde düzenlendiğinde, gelişimsel yetersizliklerin etkileri azaltılabilmekte, olası yetersizliklerin önüne geçilebilmektedir.

Çocuklarda El Ayak Ağız Hastalığı

Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin Ergün Kapadokya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Çocuk Gelişimi

El ayak ağız hastalığı, özellikle okul öncesi ve okul çağı çocuklarda görülen, virüslerin neden olduğu bulaşıcı bir hastalıktır. Daha büyük çocuklarda ve erişkinlerde de görülebilmekle beraber sıklığı daha azdır. Hastalığın sıklığı ilkbahar ve sonbaharda artış göstermektedir.

Hastalık kişiden kişiye ağız ve burun salgıları, dışkı ya da damlacık yolu ile bulaşmaktadır. Kalabalık ortamlarda hasta çocuklarla aynı ortamı paylaşmak hastalığa yakalanma riskini artırmaktadır. Enfeksiyon etkeninin alınmasını takiben 3-7 günlük bir kuluçka dönemi sonrasında hastalığın belirtileri ortaya çıkmaktadır. Bu belirtiler; ateş, halsizlik, huzursuzluk, iştahsızlık ile birlikte özellikle avuç içi, ayak tabanı, ağız içi ve ağız çevresinde görülen döküntülerdir. Döküntüler kırmızı, yuvarlak lezyonlar şeklinde olabildiği gibi bazen içi sıvı dolu veziküller şeklinde de görülebilmektedir. Her ne kadar el-ayak ağız hastalığı olarak tanımlansa da kalça, diz, dirsek ve yüz tutulumu da görülebilir. Ayrıca el ve ayak parmaklarında soyulmalarda oluşabilmektedir. 7-10 günlük klinik belirtiler sonunda genellikle kendini sınırlayan ve ağır hastalık tablosuna neden olmayan bir enfeksiyon hastalığıdır. Ancak özellikle döküntülerin çıktığı dönemde ağız içindeki yaralar nedeni ile çocuğun ciddi ağrı duyması ve bu nedenle beslenememesi aile için kaygı verici olmaktadır.

Hastalığa özgü bir tedavi bulunmamaktadır. Sadece ağrı kesici ve ateş düşürücü ile ağrı ve ateşin kontrol altına alınması, sıvı ve besin alımının mümkün olduğunca desteklenmesi gerekmektedir. Hastalık virüsler tarafından oluştuğundan antibiyotik kullanımına gerek yoktur.

Bulaşıcılığı çok yüksek olan hastalığın belirgin bir tedavisi veya aşısı henüz olmadığından koruyucu önlemler alınması çok önemlidir. Hastalık döküntüler çıkmadan önceki 3 gün ve döküntüler solup ateş düştükten sonraki 5 gün boyunca bulaşıcıdır. Mümkün ise hasta olan kişinin belirtilerin olduğu dönemde yayılımı önlemek için evinde kalması, duyarlı kişiler ile temas etmemesi önerilmektedir. Duyarlı kişilerin bulaşı önlemek için su ve sabunla sık sık el yıkamaları, temas ile kontamine olan objeleri, oyuncakları uygun şekilde dezenfekte etmeleri, ortak çatal, kaşık kullanımından ve yakın temastan kaçınmaları gerekmektedir.