Dilimizin yıllardır sahipsizliği (Köşe yazısı )

YAŞARKEN  TARİHİ N0T DÜŞMEK

KONU ve ÖZETİ: Dil kurumlarımız görevlerini  doğru dürüst yapmalı veya yapmayacaklarsa  fesih edilerek  yapacak yenileri kurulmalı..

DİLİMİZİN YILLARDIR SAHİPSİZLİĞİ  ATATÜRK  KÜLTÜR DİL VE TARİH  YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI VE  BAĞLI KURULUŞLARININ İÇİNE DÜŞTÜKLERİ BÜYÜK HATA

Süleyman KOCABAŞ

Tarihçi Yazar

ÖZET BİLGİ: Yazı başlığımda ana görevi “dilimizin korunması ve zenginleştirilmesi” olan kuruluşlara, “dilimizin uydurukça dil hastalığı ve caddelerimizdeki İngilizce işyerleri isimlerinden kurtarılması” amacıyla tarafımdan sunulan “DİL RAPORUM” a, “İstenilenler kurumlarımızın görev, yetki ve sorumluluğunda   değildir” büyük hatalı cevabının verilmesi. Bu, ana görevi “yurt savunması” olan Genelkurmay Başkanlığı veya Milli Savunma Bakanına “Yunan ordusu ülkemize saldırdı, ne yaparsınız?” sorusuna “bu bizim görev, yetki ve sorumluluk alanımızda değildir”  gibi bir cevabın verilmesine benzer…

ANA METİN

Olacak gibi değil!… Olmuyor da zaten!…

Günümüzde Türkçemiz,  “dillerin  katili” unvanını alan İngilizcenin işgalinde can çekişiyor. Caddelerimizdeki iş yerlerine, milli kültür, milli dil şuurunu ve İslami hassasiyetlerini kaybetmiş vatandaşlarımız tarafından, (bu şuur ve hassasiyetlerini  kaybetmiş olan  resmi kuruluşlarımız da “resmi olurlar” ı  ile bunlara  destek verdikleri  halde) Türkçe karşılıkları ola ola İngilizce  kelimelerden iş yerleri isimleri verilmeye devam ediliyor.   Bütün bu olup bitenlerle,  caddelerimiz  birer “Türk caddeleri” görünümünden çıkarak “İngiliz caddeleri” görünümüne büründü. Bunun yaşanan bir örneğini, 15 Aralık 2020’de  sizlere bu  kanallarda   “TALAS İLÇESİ NASIL BİR “İNGİLİZ İLÇESİ” HALİNE GETİRİLDİ?” başlığı ile bilgilerinize  ve ilgilerinize  sunmuştuk. Bu örnek açıkça gösteriyor ki, “Vatanımızı sessiz sedasız, askeri işgalsiz  kaybediyoruz” a yorumlanacak  bir durumu yaşıyoruz.  Zira, milli dilimiz elden gidiyor. Bir milleti millet yapan en başta gelen kültür unsuru milli dillidir.  Milli dilini kaybeden milletler, tarihin milletler mezarlığına gömülürler.

“İngiliz caddeleri” ne dönen caddelerimizde bu milletin evlatları olarak gezmekten utanıyoruz. Buralarda turistler gibi gezer olduk. Öz vatanımızda öksüz ve garip kaldık. Zaten, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da bunu,  21 Ocak 2021’de 2020 yılı kültür ödüllerini verirken yaptığı konuşmada şöyle dile getirmişti:  “CADDELERİMİZDEKİ DÜKKANLAR VE MARKETLERDE BİZİM DİLİMİZ YOK. TABELALARDA BAŞKA BİR ŞEY VAR!…” Gerçekler böyle  iken şimdi soruyoruz:

1-Atalarımız böyle olsun diye  mi şehit olmuşlardır?

2-İstiklal Harbimizi bunun için mi vermiş ve kazanmıştık?

İşte Cumhurbaşkanlığı makamına  (daha da evveliyatı olduğu halde)  21 Ocak 2021 tarih ve 2100363858 sayı ile sunduğum ana metni 19 sayfalık “DİL RAPORUM”  ve ekleriyle birlikte 296 sayfa olan ve isteklerimi , “Dilimizi uydurukça dil hastalığı ve caddelerimizin İngiliz caddeleri olmaktan kurtarılmasını” ihtiva  ve  “bilgi edinilmesini ve gereğinin yerine getirilmesini  arz ederim” dediğim “DİL RAPORUM”,  CİMER tarafından, ana görevi zaten “dilimizin korunması ve geliştirilmesi ”  olan ATATÜRK KÜLTÜR DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI  ve ona bağlı  kuruluşlara (TÜRK DİL KURUMU)   mütalaalarının alınması  için  gönderiliyor.  Bütün bu olup bitenlerin ardından Cumhurbaşkanlığı makamına, “insanın kanını donduracak” öyle bir cevap geliyor ki,  bunda ana hatları ile  “Bilgi Edinme Kanunu’na  göre incelenmiştir”  denilerek, sonuç olarak,  “Konu dilekçenizde yer alan hususların Kurumlarımızın görev ve yetki alanında bulunmadığı tespit edilmiştir” denilerek, dilekçemin ve “DİL RAPORUM” un  işleme konulmayacağı bana 3 Şubat 2021’de bildirildi.

Doğrusu, bu cevap karşısında şoke oldum. Ana görevi ve  sorumluluk alanı  dil, dilimiz Türkçe  olan bir kurum ve bağlı kuruluşları, üstelik de günümüzde  milletimizin “çok hayatı bir konusu” haline gelmiş bu konuyu bu derece nasıl “ihmal ve hafife”  alabilirler? Herhalde yıllardır süren bunlarla caddelerimiz, şehirlerimiz “Birer İngiliz caddeleri ve şehirleri” haline getirilmiştir.

Zaten dil kurumlarımız, 1932’de “Dil Devrimi” nin başladığı yıldan  beri  görevlerini doğru dürüst yerine getiremiyorlar, kendilerini uyarıya yönelik tenkitleri ka’le almıyorlar.  Eğer uyarılarla yola gelmemeye devam ederlerse,   bunlar lağv veya tasfiye edilerek, yerlerine görevlerini,  Fransız Dil Akademisine benzer layıkıyla  yapacak kuruluşlar getirilmelidir.  Benim “Dil Raporum” un bir benzeri,  Fransa’da bir Fransız yazarı tarafından  adı geçen akademiye verilse,  işleme koymak veya koymamaktan önce hemen beni  çağırırlar, öncelikle  daha büyük bilgilendirmeden  olarak  benim fikirlerimi sözlü olarak da alarak  kararlar verirlerdi.

Dilimiz, sanki  dünyada “Saf Dil” varmış gibi, “Dil Devrimi” sürecinde zaten Arapça ve Farsça kelimelerden  “temizlenmiş” idi.  Gümünüzde ise, bu  sefer de “Türkçe kelimelerden temizlenerek” yerlerine İngilizce  kelimelerin konulması suretiyle dilimiz İngilizce  yapılmak isteniliyor.  Bu Anayasamızın, “Türk milletinin dili Türkçedir”  ana ve değiştirilmez ilk dört maddesine aykırıdır ama kim dinliyor? “Anayasa ihlal ediliyor”. Tabi ki bunun cezası idamdır. Tarihte,  İngiliz Başbakanı Churchill de kendileri açısından “İngiliz diline kim ihanet ederse o iyi bir dayak yemeyi hak etmiştir”   demişti.    Türkçemizi  “ihanet” ten  korumak için bu sefer de Anayasa Mahkemesine başvursak acaba, Dil Kurumları  gibi “bu bizim görev ve sorumluluk alanımızın dışındadır” cevabını mı alacağı? Hiç belli olmaz, belki de alabiliriz.  Dil Kurumları, Anayasa Mahkemesi vb.  dilimize sahip çıkmayacaksa   kimler sahip çıkacaktır?  Uzaydan gelecek uzaylılar mı? Rufailer mi yoksa  Payitaht Abdülhamid filmindeki “Gülyabaniler” mi gelip sahip çıkacaklar, kurtaracaklar?

Tarihten de dersler alınmıyor. 1950’li yılların   CHP iktidarının  Dışişleri  Bakanı Necmettin Sadak ile Demokrat Parti’nin Dışişleri Bakanı Prof. Fuat Köprülü, asıl görevleri dışişleri meseleleri olan bunlar, o yıllarda Kıbrıs Meselemiz de bir dışişleri konusu olmasına rağmen,  “Türkiye’nin Kıbrıs meselesi diye bir meselesi yoktur” sözlerini sarf etmeleri büyük hata olmuştu.  Hele ki,  rahmetli  Başbakan Adnan Menderes  bunları atlayarak (hatta ilk dışişleri bakanı olan Köprülü’yü bu büyük hatasından dolayı da görevinden alarak  meseleye  sahip  çıkacak Fatin Rüştü Zorlu’yu Dışişleri Bakanı atamıştı)  devreye girmek suretiyle Kıbrıs’ın bir “Yunan Adası” olmasını önlemişti.

Günümüzde de dil kurumlarının içine düştükleri “büyük hata” karşısında Cumhurbaşkanımız  Sayın  Erdoğan’ın da bunları “atlamak” suretiyle dilimizi,  21 Ocak’ta sarf ettiği haliyle  “dilimizi korumak ve zenginleştirmek” e kendisi öncü olabilir.  Zaten  de, yılardan beri  siyasilerimiz –politikacılarımız içinde Sayın Erdoğan’dan başka hiç kimse “dil buhranlarımız ve meselelerimizi” i dile getirmemektedirler. Bu haliyle de bu büyük görev büyük ölçüde Sayın Erdoğan’a düşmektedir ki, eğer dilimizi kurtarırsa, 1920’lerin “vatan kurtaran kahramanları” gibi günümüzde de kendisi tarihimize “dilimizi kurtaran kahraman” olarak geçecektir. Bunu ondan bekliyoruz.

Durmak, yılmak ve pasifize olmak yok!…  Mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz. Çünkü dilimizin korunması vatanımızın korunması  kadar  vazgeçilmez ve kutsaldır. Zaten, 1920’lede “vatanımızı korumak” için İstiklal Savaşı verip kazandığımız  gibi,  bundan  100 yıl sonra 2020’li yıllar itibariyle de “dilimizi korumak” için  İstiklal Savaşı veriyoruz ve kazanacağız!… 12 Şubat 2021