Dilimizde ikinci büyük dil yol kazası (Köşe yazısı)

GÜNÜMÜZDE TÜRKÇENİN YAŞATILMASI “MİLLİ BEKA SORUNUMUZ” HALİNE GELMİŞTİR

Süleyman KOCABAŞ

kocabassuleyman@gmaim.com

“2021 Yılı Türkçe Yılı Münasebetiyle” dil dizi yazılarımızın  son yazısı olan VIII’incisi “Dil Devrimi İle Gelen Dilimizin Devrilmesi” konu başlıklı yazımızda, adı geçen devrimin başladığı  1932’den günümüze dilimizin başlıca “İki Büyük Dil Yol Kazası” na uğramasını ele almış, yazımızın birinci bölümünde, bu dil yol kazasının ilki olan “Dilimizde Topyekun Tasfiyecilik ve  onu kabile dili haline getirmeye yönelik yepyeni bir Uydurukça Dil İcadı” ndan bahsetmiştik. Bu sefere de “İkinci Büyük Dil Yol Kazası” bu yazımızın konusu olacaktır.

İkinci Büyük Dil Yol Kazasına Giden Yol

   Bizde İkinci Bir Dil Yol Kazasına uğramanın süreci,  Osmanlı tarihinin 1839 – 1876 zaman dilimini kapsayan Tanzimat döneminde başlar. Neden “Tanzimat” tı? Arapça bir isim kelimesi olan Tanzimat’ın sözlük anlamı, “düzene koyma, yeni düzen verme” demektir.  Tanzimat döneminde, bütün bir devlet ve toplum hayatı nasıl bir yeni düzene dahil edilecekti? Bunun iç ve dış dinamikleri nelerdi? Bu dinamiklerden olarak buna “Dış Dinamikler” damgasını vurdu. 19. Asrın ortalarında “Dünyada üzerinde güneş batmayan imparatorluğu” ile dünyanın birinci süper gücü haline gelen “Büyük Britanya” (İngiltere),  öncelikle kendi sosyal –siyasal inkılaplarının ardından gelen 1789 Fransız İhtilalinin  getirdikleri  yanında ve bunu müteakip  “Anavatan İngiltere” denilen ve 19. Asrın ilk çeyreğinde kendisini ilm defa burada gösteren  “Sanayi İnkılabı” nın getirdikleriyle de  kendi “Yeni Dünya Düzeni” ni belirlemiş, buna, kendi sömürgecilik ve yayılmacılık emelleri uğrunda bütün dünyayı da adaptasyon-dizayna soyununca 19. Asrın ortalarından itibaren  Osmanlı Devleti de bundan nasibini almıştı.

        Osmanlı’da  18 Ağustos 1838 Osmanlı –İngiliz Ticaret Antlaşması, 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı ilanı, 5 Şubat 1856 Islahat Fermanı ilanı ve 1876-77’de Meşrutiyet ilanı adı geçen dizaynın kilometre taşları olmuştu. Bütün bunlar bize, “Kendi geri medeniyetimizden çıkarak ileri bir medeniyet olarak Batı medeniyetine giriyoruz” şeklinde sosyal –siyasi hedefler ve emeller  olarak gösterilmişti. Anlaşılan bu süreçte, “yeni bir medeniyet değişikliği” nden olarak Müslüman Şark Medeniyetinden  çıkıp Hristiyan Garp Medeniyetinin eşiğine ayak basmıştık.

      Bu medeniyet değişikliği eşiğinden geçiş, hayatımızın her alanını “değişim” e yönelik etkisine aldığı gibi yaşayan dilimizi de etkisine alacaktı. Tarihte 9. Asrın başlarında  Türk milletinin topyekun  Müslüman olmakla “Göçebe Türk Kültürü ve Orta Asya Türk Medeniyeti” nden Ortadoğu İslam Medeniyeti eşiğinden bu medeniyete ayak atışının dilimize getirdiği, bu medeniyetin  dil dili Arapça ve  edebiyat dili Farsçanın  “dilimizi hakimiyetlerine  aldılar” denilen sürecinin ardından gelen,  bu sefer de “Batı medeniyetine ayak atışımız” la birlikte bu medeniyetin yaşayan iki esaslı ve hakim  dili önce Fransızca ve sonra İngilizcenin  “dilimizi hakimiyetlerine almak” ın süreci kendisini gösterecekti.  Birinci süreçte yaşadığımız  hakimiyet ortamında, sosyal-siyasal yeni yapılanmada (Buna İslam’ın getirdiği “Yeni Dünya Düzenine dizayn” da diyebiliriz), “ırk, millet” mefhumlarının giderek aşınıp “ümmet” yapılanmasının ortaya çıktığı ortamda artık bundan böyle “Türk” ten “Türk olarak bahsedilmediği” ne yönelik olarak, “Türkün, Türlüğün giderek unutulduğu” ve hatta ondan giderek,   “etrak-ı taife” diye bahsedilip, bunun onu “aşağılamak” anlamını geldiği üzerinde de duruluyordu.

  1. asrın ortalarında yeni bir medeniyet eşiğine ayak bastığımız halde ise , acaba yukarıda yaşanan aynı haller bu sefer de “Hristiyan Batı Medeniyetine dizayn” la mı yaşayacaktık? İşte “Dil Devrimi” ile Cumhuriyet  döneminde ortaya çıkacak ikinci büyük dil yol kazasının izleri kendisini daha Tanzimat döneminde göstermeye başlamış, bu süreçte  ilkin Fransızcanın  ve bu dilin kelimelerinin dilimizi istilaya başlaması karşısında, öncelikle edebiyatçı yazarlarımızı “büyük bir endişedir” almaya başlamıştı. . Bunların başında Ahmet Mithat Efendi yer almış, yazdığı birçok yazısında “dilimizi Fransızca kelimelerin istilası” ndan bahisle Türkçenin başına gelecek “büyük felaketi” daha o zamanlar dile getirmişti.

      Aynı, felaketle karşılaşılma hali, Cumhuriyet döneminde  de dile getirilmiş, bu konuda  dilcilerimizden Prof. Sadri Maksudi (Arsal) ve edebiyatçı yazarlarımızdan Peyami Safa bu tehlikeyi konu alan  birçok yazılar yazmışlardı.

     Sahte bir Komünist Rusya tehdidi ve senaryosu ile Türkçenin bu sefer de iki kere yaşadığı (biri 1838 – 1923, diğeri 1923 – 1947 zaman dilimi)  süper güç İngiltere’’nin “Yeni Dünya Düzenleri” ne adaptasyon-dizaynının adından gelen yeni süper güç Amerika Birleşik Devletleri’nin “Yeni Dünya Düzeni” nin ortaya çıktığı II. Dünya Harbi  ertesi yıllara (1945 – 1952) gelindiğinde, Fransızcanın  Tanzimat’tan beri var olan “dilimizi istilası” sonucu, dilimize bu dilden 4500 kelime girdiğinden bahisle, eğer Amerika’nın  Türkiye’yi  de etkisine alan “Yeni Dünya Düzeni” nde bunun hızının kesilmemesi  halinde Cumhuriyetin  ilanının yüzüncü yıl dönümü olan 2023 Türkçenin giderek yok olması sonucu “Dilimizin Fransızca  olacağı” üzerinde birçok edebiyatçı yazar ve düşünürümüz tarafından görüşler dile getirilmiştir.

İkinci  Büyük Dil Kazısında Türkçe Kalesinin İngilizce Tarafından İşgalinin Başlaması

       Tarihte, “Bir millet diğer bir milleti hakimiyetine  almak için, dil konusunda da onu kendi dili  hakimiyetine almanın sürecini başlatır” denilmiştir ki, bunun sosyal –siyasi aksiyonunu 19. Asrın başlarında  Fransız İmparatoru  I. Napolyon şöyle dili getirmiştir: “Benim kültürüm ve kelimelerimin girdiği bir memlekete askerlerimi sokmaya lüzum yoktur.”

      Milli dili, bir milleti meydana getiren en asli kültür unsurlarından birisidir. Bir milletin  dili yok oldu mu o millet de yok olur; tarihin “milletler mezarlığı” na gömülür. Tarihte böyle millet pek çoktur.

        Filozoflar, düşünürler ve ediplerin ifadeleriyle, bir milleti yok etmek için dilinin yok edilmesine yönelik diğer bir kısım  görüşler şöyle dile getirilmiştir:

           Konfüçyüs:    “Bir ülkeyi idare etmeye çalışanların  önce dilini düzeltirdim.  Dil düzgün olmazsa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler iyi yapılamaz. Gereken yapılamazsa ahlâk ve kültür bozulur. Ahlâk ve kültür bozulursa, adalet yolunu şaşırır. Adalet yanlış yola saparsa, halk güçsüzlük ve şaşkınlık içine düşer. Ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bu sebeple  söylenenin sözü doğru söylenmeli. Hiçbir şey, bunlardan dolayı  dil kadar önemli değildir.”

         McArthur: “Doğacaklarıyla  ölecekleri arasında köprü kuramayan milletlerin yaşama hakkı yoktur.”

        Nihal Atsız:  “Ordusunu kaybeden bir millet tehlikededir. İstiklalini kaybeden millet korkunç bir felakete düşmüştür. Dilini kaybeden millet yok olmuş demektir.

    İstiklalini kaybeden milletlerin dillerini kıskançlıkla saklamak sayesinde bir zaman sonra yine dirilebileceklerini tarih bize söylüyor. Halbuki dilini kaybeden bir milletin yine dirildiğine dair bir misal göstermiyor.”

          Aristo: “Bir milletin ruhunu ve değerlerini yok etmek istiyorsanız, diline, hukukuna ve musikisine dokununuz.”

       Cemil Meriç: “Kamusuma  (sözlük kitabıma) dokunanlar,  namusuma dokunmuş demektir.”

          Clevalier: “Bir milletin dili o milletin ruhudur. Bir milleti yıkmak için öncelikle onun ruhunu, dilini yıkmak gerekir.”

                                                   İkinci  Bölümün Sonu