Çok eşlilik üzerine (1) (Köşe yazısı 07.09.2017 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ

davutgulec@hotmail.com

İŞTE “HAREM”ZADELER VE ÇOK EŞLİLİK (!)

Eren Erdem (Odatv.com 27.05.2011 02:42-Alıntı )

Son günlerde ‘’gündem(!)’’ haline gelen bir yaklaşım dikkatimi çekti. ‘’Çok eşlilik’’…

Kuran’dan onay aldığı iddia edilen, hatta ‘’yasallaşması talep edilen’’ çok eşlilik, bir gündem olarak insanımızın karşısına çıkartılıyor. Bu meseleyi, sadece fıkhen ele almamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü fıkhi bir karşıtez; ‘’istemeden sistem içi bir hesaplaşmaya dönüşebilir.’’

Meseleye girişmeden evvel, toplumsal zihin kirliliğine atfen bir şeyler söylemek gerekir;

Musa ile Firavun hesaplaşmasının özünde yatan gerçeklik; iki tezin çarpışması değil, mevcut toplumun sosyo-kültürel hezeyanının kökleşmişliği olarak karşımıza çkar. Yani Firavun, gücünü ‘’sihirbazların’’ ya da madrabazların ürettiği sonuçlardan alıyorken, Musa’nın bu düzene karşı duruşu öncesi aldığı eğitim; sonuçlara entegre bir algının, neden-sonuç ilişkisi kuran bir zihniyete evrilmesi noktasında açığa çıkmıştır.

Daha belirgin biçimde izaha kalkarsak;

Ali Şeriati’nin ‘’Abdestli Kapitalist’’ dediği algının tarihsel kimliği irdelendiğinde; bu zihniyetin, dikey bir ilişkiden beslendiğini söylememiz gerekir. Yukarıdan aşağı doğru biçimlenen bir din algısı(şirk) insan zihninde, nedenleri sorgulanmayan sonuçlara biat kültürü üretip, Kuran’ın ve tarihsel dialektik dairesindeki ‘’dine karşı dinin(tevhidin)’’ tam zıttı yönde konuşlanır.

Bu çerçeveden incelediğimizde, Musa’nın Bilge Kul ile yaşadığı süreç önem arz eder.

Bildiğiniz gibi, Firavun’a karşı koyma sürecinde eğitime tabi tutulan Musa, Mecma’ül Bahreyn’de ‘’Bilge Kul’’ ile tanışır. Bu kişi, bölgenin yöneticisi(ya da yöneticilerinden biri)dir.

Bilge Kul ile yaşadığı süreçte Musa’nın zihninde, sonuçları gözlemleyerek ‘’yargı üretme’’ hastalığı kırılır.

Kehf Suresi dahilinde anlatılan bu süreç, Bilge Kul’un Musa’dan ‘’yaptıklarına tepki göstermemesini’’ dilemesi ile başlar. Musa söz verir. Ve Bilge Kul, hiçbir şey söylemeksizin, bir gemi batırır. Musa hemen atılır…

Bilge Kul, ‘’ben sana dememişmiydim, katlanamazsın diye’’ şeklinde tepki gösterir.

Bu durum, Musa’nın Firavun hegemonyasının dayattığı algının etkisiyle hareket ettiğinin göstergesidir. Musa, sonuçlara bağımlıdır. Nedenleri sorgulayacak bir zihinsel evrim henüz gerçekleşmemiştir…

Firavun, tarihsel bir dinin sembolüdür. İnsanın sahip olması gereken ‘’algının’’, kendi çıkarlarına ters düşmesi sonucu, o algıyı programlayan zihnin kendisidir. Toplumların bu hale gelmesi için, toplumlara dayatılan din algısının, şekil ve ritüellere saplanması gerekir. Ruhu katledilmiş bir dinselliğin egemenleşmesi, hegemon algı haline dönüşmesi gerekir. Akabinde, toplum ‘’raiye/davar sürüsü(Bakara 104)’’ haline dönüşür.

İslam’ın insanı götürmek istediği yer, bugün ki zihinsel paradigma değildir. Dolayısı ile; bugün fıkıh tartışmak, ‘’elmut’’ adlı yeni bir meyve üretmek gibi olacaktır. Elma ile Armut ayrıdır, ama bugünün zihinsel algısı nazarında bu çok önemli değildir.

Kuran toplumu nereye götürüyor ?

Hani biz ‘’beyt’’i insanlar için bir sevap yeri ve emin olan yer olarak tayin ettik. Siz de İbrahim makamından bir ‘’salat’’ yeri edinin. Ve biz İbrahim ve İsmail’e; tavaf edenler, Akifler ve Rüku edenler için beytimi temiz tutun dedik. (Bakara Suresi 125.ayet)

Kuran’ın tanımladığı ideal ortam/toplum bu ayette izah edilir. Bu ayette geçen ‘’beyt’’, sadece ‘’kabe’’ değildir. Beyt, gecelenilen yer demektir.

İbrahim(a.s.)’a bir beyt inşa ettirilmiş, merkezde kabe olan bir toplum algısı üretilmiş; belirli prensipler ile bu kurum güvence altına alınmıştır.

Bu prensipler şu şekilde özetlenmelidir;

Sevap Salat Tavaf Rüku Emniyet(em’an)

Sevap; karşılık demektir. Emeğin karşılığı manasına gelir. Salat; ‘’ateşten korunmak için harekete geçmek’’ manasına gelir. Tavaf: bir yerde dolaşma, Rüku: zenginin fakirleşmesi/mal dağıtma, emn: güvenlik, emniyetli gibi manalara gelir. (Bkz. Lisan’ül Arab, saly,salv,tvf,rakea mad.)

Ayete dikkatle baktığımızda, ‘’ateşten/tahriklerden’’ kurtulan bir Resul ile ‘’salat’’ özdeşleşmiştir. İbrahim Resul’ün kurtulduğu ateş(harrikuhu); tahrik, galeyana gelen kitlelerin zihninde beliren öfke manalarına gelir.

Yani Firavun’un halka dayattığı algı ile Nemrut’un dayattığı algı, tarihsel olarak aynıdır!

Salat bu anlamı itibari ile, ‘’yaşamın içinde ki bir fonksiyondur.’’ Namaz olarak çevrilmesi(ki namaz Arapça bir kelime değildir, farsçadır) tamamen bir katliamdır!

Namaz, daha önce de belirttiğim gibi, bir ritüeldir. Salat ise ibadettir. Yani, Salat; kulluğun yaşamdaki fonksiyonel tavrıdır. Namaz ise; ilanı ve sosyolojik temsilidir. Ve bu iki kavram iç içe geçmiştir.

Mesela, Maun Suresi’nde belirtilen; ‘’yazıklar olsun o namaz kılanlara’’ vurgusu, yapı itibari ile çok önemlidir. Bu sure, iniş sırasına göre 6. yılda vahyedilmiştir. Yani henüz Allah Resulü Mekke’dedir. Ortada riya namazı kılacak bir cemaat yoktur. Ve bu sureye kadar, henüz biçimsel bir namazın varlığından söz edilmemiştir. Bundan ötürü; Mekke’de yaşayan elitlerin kıldığı namazın eleştirildiğini söylemek gerekir.