Çocuk, ebeveyn, özgüven ve davranış…

Çocuğun Özgüven Gelişiminde Ebeveyn Davranışları 

Dr. Öğr. Üyesi Rumeysa Hoşoğlu

Kapadokya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Çocuk Gelişimi

Özgüven, bireyin kendisi ile ilgili olumlu ve pozitif duygular geliştirmesi sonucunda ortaya çıkan, harekete geçme gücü olarak tanımlanmaktadır. Benlik kavramının oluşumu ve gelişimi sürecinde, çocuğun yaşantıları, deneyimleri, ona sunulan geribildirimler ve çocuğun bütün bunları yorumlaması, onun özgüven düzeyini belirlemektedir. Örneğin bir sandalyeye kendi çabasıyla çıkabilen bir çocuk kendine güvenmeye başlar. O sandalyeye çıkmaya çalışırken ona başarma şansı vermeyip hemen yardım eden ebeveynler ise birçok zaman çocuğa verdikleri zararın farkında değildirler. Çocuklar birçok başarısız deneme sonucunda başarmayı öğrenirler. Böylece yaşama ve kendilerine dair kalıcı bilgiler edinmiş olurlar.

Özgüveni yüksek olan çocuklar ile özgüveni düşük olan çocuklar arasında, düşünce biçiminde ve davranışlarda birçok farklılık olduğu bilinmektedir. Özgüveni yüksek olan çocuklar başkalarıyla bir şeyler yapmaktan hoşlanırlar. Grup aktivitelerinden ve başkalarıyla birlikte çalışmaktan keyif duyarlar. Sıkıntılı bir durumda çözüm bulmaya çalışırlar. Kendini ya da başkalarını kötüleyen cümleler kurmazlar. “Yapamadım” der ama “Yapamam” demezler. Güçlü ve zayıf yanlarının farkındadırlar. Özgüveni az olan çocuklar ise anneye ya da babaya veya her ikisine de bağımlıdırlar. Kendilerini aşağı görme eğilimindedirler, başka çocuklarla kaynaşmakta sıkıntı çekerler. Davranışlarının olumlu bir şekilde düzeltilmesinden bile hemen incinirler. Daima insanları memnun etme çabası içindedirler, işbirliğine kapalıdırlar, sık sık güven tazelemek ve yardım almak ister, sürekli sevilip sevilmediklerini/ istenip istenmediklerini sorar, kendi hataları için başkalarını suçlarlar. Meraklı değillerdir ve yeni şeyleri denemeyi istemezler. Kendilerini yetersiz olarak gördükleri için problemlerin üzerinden gelmede zorlanırlar. Kendileri ile ilgili sürekli olumsuz şeyler düşünür ve ifadelerinde sıkıkla “Ben bunu yapamam” “Ben aptalım” gibi cümleler kullanırlar. Üstelik gelecekteki yaşamlarına yönelik olarak da “Ben başarılı olamayacağım” “Hiç bir şeyi doğru dürüst yapamıyorum” düşüncesine kapılırlar. Herhangi bir zor durumla karşılaştıklarında çok çabuk pes eder, mümkünse bu işleri başkalarına yaptırmaya gayret ederler. Mahcubiyet duygusunu yaşamamak için bu çeşit riskli durumlardan sürekli uzak durmaya çalışırlar.

Çocukların bir şeyi kendi başlarına başarır hale gelmeleri özgüvenlerinin gelişmesi açısından önemlidir. Çocuğun öncelikle ihtiyaç duyduğu şey anne babası tarafından sevilmek, benimsenmek ve onları etkilemek olduğu için, özgüven gelişiminde anne babanın ilgisi şarttır. Kaliteli bir ebeveyn-çocuk etkileşiminde; ebeveynler çocuklarının kişiliğini yargılamadan ve eleştirmeden kabul etmeli ve çocukla empatiye dayalı bir iletişim kurabilmelidir. Bunların yanı sıra aşağıda ebeveynler için bazı ipuçları verilmiştir:

Çocuğun yaptığı işe çok fazla müdahale edilmeyerek kendisine güven duyulduğu mesajı verilmeli.

Çocuğun düşünce ve inançlarına saygı duyulmalı, çocuk eleştirilmeden dinlenmeli.

Yaptığı işlerle ilgili olarak, çocuğa olumlu tepkiler verilmeli. Çocuğa yapmaması gereken değil, yapması gereken söylenmeli. Örneğin, ‘Gürültü yapma’ yerine, ‘Biraz daha sessiz olur musun lütfen’ diyerek olumlu bir ifade kullanmak gibi.

Çocuk kendini tanıması için sosyal etkinliklere (resim, müzik, tiyatro, spor vb.) yönlendirilmeli.

Diğer çocuklarla karşılaştırma yapmaktan kaçınılmalı. Önemli olan çocuğun kendini diğer çocukların başarılarıyla karşılaştırması değil, hâlihazırdaki başarı durumunu önceki başarısıyla kıyaslayarak gelişmekte olduğunu görebilmesine yardımcı olmaktır. ‘Her geçen gün daha iyisin.” ya da “Her gün bir öncekine göre daha iyi yazıyorsun.’ gibi.

Çocuktan aşırı bir beklenti içine girilmemeli, başaramayacağı kadar yüksek başarılar bekleyerek öz güveni zedelenmemeli ve çocukvar olan potansiyelini sınaması için yeni denemeler yapmak için teşvik edilmeli.

Çocuğa sık sık konuşma fırsatı verilmeli ve düzenli aralıklarla çeşitli konularda beyin fırtınaları yapılmalı. Çocuk konuşurken onunla göz teması kurulmalı ve ciddiye alındığı ona hissettirilmeli.

Çocuğun değişik yaş gruplarındaki insanların bulunduğu ortamlara girmesine fırsat verilmeli.

Küçük başarılar yakalamaları için çocuğa fırsatlar verilmeli.

Kendi kararlarını vermesi desteklenmeli ve cesaretlendirilmeli.

Hata yapmasına ve hatalarından ders almasına izin verilmeli.

Çocuk ile davranışı arasındaki farkı ayırt edilmeli. Kendisinin değil, davranışının hatalı olduğu söylenmeli.

Özgüven aynı zamanda çocuğun sevildiğini hissetmesine de bağlıdır. Bir şey başaran çocuğun mutluluğu eğer sevildiğini hissetmiyorsa özgüvensizliğe dönüşmektedir. Bundan dolayı anne-babalar çocuğa sevgilerini göstermekten çekinmemeli.

Çocuk sadece bir şeyi başardığı için değil sergilediği çaba için de takdir edilmeli.

Özgüven bireyin tüm yaşantısını etkileyen bir duygudur ve bu duygunun temelleri çocuklukta atılmaktadır. Dolayısıyla çocuğun özgüveninin oluşumunda aileye büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu sorumlulukları başarıyla yerine getiren aileler ileride başarılı, kendine güvenen, kendiyle barışık, kendini olduğu gibi kabul eden çocuklar yetiştirmiş olacaklardır. Ancak özgüven oluşumunda ailenin rolü büyük olsa da özgüvenin devamı için yakın çevre ve öğretmen tutumları da çok önemlidir. Özgüveni yüksek bireyler yetişmesi için toplum her konuda olduğu gibi bu konuda da el ele vermelidir. Bu yüzden anne babalar, öğretmenler ve her kademedeki yöneticiler çocukların güven duyabilecekleri bir ortam oluşturmada kendilerini sorumlu hissetmelidirler.

Sizce Kimlere “Ebeveyn” Denir?

Bebeğin doğumuyla birlikte kadın ve erkek için yeni role uyum süreci başlamaktadır. Artık kadın ve erkek rolünün yanında ebeveynlik rolüne de üstlenmeleri gerekmektedir. Ebeveynlik kavramı, biyolojik yaklaşıma göre bir türün üreme yoluyla kendi neslinin devamını sağlayan, yeni yavruların erişkin oluncaya kadar büyütülmesi ve bakımıyla yükümlü bakıcılar olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım, ebeveynliği sadece biyolojik açıdan ele alarak sosyal duygusal bağ ve etkileşim boyutu göz önünde tutulmadığı için ebeveynliği açıklamada eksiktir. Oysa ebeveynlik kavramı, kan bağına dayalı olarak biyolojik yönü ile birlikte ebeveyn çocuk arasında ki sosyal duygusal bağ ve etkileşimsel yönüyle de ele alınmalıdır (Grusec & Davidov,2007; Holland, 2004). Ebeveynlik tanımlamalarında, biyolojik, bilişsel ve sosyal bileşenlerin birlikte ele alınması ebeveynliği açıklamada daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Ebeveynlik, çocuğun büyüme sürecinde ki temel ihtiyaçlarını karşılamayı ve tüm gelişim alanlarına yönelik desteklemeyi içermektedir. Bununla birlikte temel ihtiyaçları karşılamaya ve bakıma dayalı bir açıklama da “ebeveynlik kavramını” tam olarak yansıtmamaktadır. Ebeveynlik kavramı, çocuğun hem temel ihtiyaçlarını karşılama ve sürdürmeyi hem de çocukla yetişkin arasında sosyokültürel ve duygusal açıdan güvenli, sürekli bir bağlanma ve etkileşim gerçekleştirebilmeyi içermektedir (Grusec & Davidov,2007; Holland, 2004).

Bireyin tüm yaşamını etkileyecek bağlanma ve etkileşimin gerçekleştiği, toplumsal kültürlemenin oluştuğu, ilk ve en yakın anlamsal bağlam ailedir (Vygotsky,1986; McDevitt & Ormrod, 2002; Kağıtçıbaşı, 2010). Aile kavramı; toplumun temel yapısını oluşturan en temel birim olarak tanımlanmaktadır (Gıddens,2008). Ailenin oluşmasında rol alan bireyler, mikro ve makro düzeylerde birçok faktörden etkilenmektedir. Aileyi etkileyen tüm faktörler, domino etkisi ile ebeveynleri ve onlardan sonra gelecek ebeveynleri etkisi altına almaktadır. Toplum ve aile arasında ki bu karşılıklı işleyen mekanizma (etkileşim mekanizması) aynı zamanda bir döngü oluşturmaktadır. Bu döngü, kadın ve erkek olarak bireylere yansıdığı gibi bu bireyler yetişkinlikte çocuk sahibi olduklarında ebeveynlik rollerini de etkilemektedir (Carolyn, Stephenson, Hanson, Hargett, 1993).

Ebeveyn olma olgusunun, sadece bireyi ya da oluşturmuş olduğu aileyi değil, tüm toplumu değiştirme gücüne rağmen ülkemizde ebeveyn olmaya yönelik farkındalık çok düşük düzeyde gerçekleşmektedir. Çoğu yetişkin ebeveynliğe ilişkin olarak herhangi bir hazırlık yapmamaktadır. Oysa doğacak çocuk için; ebeveyn adayı yetişkinlerin yaşı, genel sağlık durumları, ebeveynlerinin onları yetiştirme yaklaşımları, eğitim durumları, ekonomik koşulları, yaşadıkları fiziksel çevre ve şartları, içinde bulundukları sosyal bağlam gibi birçok faktör büyük önem taşımaktadır (Brooks, 1991; Schmied, Myors, Wills, Cooke, 2002). Bu noktada öncelikli olarak ebeveyn adaylarının önce kendilerini sonra ise çevresel faktörleri çocuk için uygun bir hale getirmeleri gereklidir. Örneğin, ebeveynlerin, ruh ve fiziksel sağlığının iyi olması, aralarında ki sosyal ve duygusal ilişkinin olumlu olması ve gebeliğin ya da evlat edinme zamanının her iki yetişkin için uygun olması gerekmektedir (Brazelton, 1992; Schmied, Myors, Wills, Cooke,2002).

Ebeveyn ve Çocuk / Çocuk ve Ebeveyn

Dr. Öğr. Üyesi Münire Aydilek Çiftçi

Kapadokya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Çocuk Gelişimi

Ebeveyn ve çocuk arasındaki karşılıklı etkileşimde, özellikle ebeveynin çocuğu nasıl algıladığı ve tanımladığı önem taşımaktadır. Ebeveynlerin çocuğu tanımlamasında, ebeveynin yaşadığı ve yetiştiği ortamın etkisi büyüktür. Ebeveynin kendi çocukluğunda gördüğü disiplin edilme yöntemi ve ailesinin çocuk yetiştirme yaklaşımı ilerde ebeveyn olarak kendi çocuğuna karşı tutumunu ve ebeveynlik stilini etkilemektedir (Kağıtçıbaşı, 2010). Ayrıca ebeveynlerin beklentileri ile içinde yaşadıkları yaşam koşulları arasında da ilişkisel bir bağ vardır. Ebeveynlerin, çocuklardan beklentileri ailenin yaşadığı ortama ve çevreye göre değişebilmektedir. Kent kültüründe yaşayan ebeveynler ile kırsal kültürde yaşayan ebeveynlerin çocuklarından biliş ve davranışa ilişkin beklentileri farklılık göstermektedir (Nacak vd.2011). Savaş, kıtlık, fakirlik ya da doğal felaket ortamında bir ebeveynin çocuğuna yönelik beklentileri onun hayatta kalmasına yönelik iken daha rahat koşullarda yaşayan bir ebeveynin çocuğa yönelik beklentileri bilişsel, sosyal ve akademik gelişimi yönünde olabilmektedir. (Davitte & Ormrod, 2002). Ebeveynlerin çocukları üzerine kurdukları bu beklentiler kimi zaman kendilerinin gerçekleştiremedikleri ya da ulaşamadıkları hayalleri çocuk üzerinden gerçekleştirme isteğinden kaynaklanmaktadır. Çocuğun gelişim sürecinde ebeveynlerin bu beklentileri değişim göstermektedir. İlk zamanlar bu beklentiler çocuğun hayatta kalmasına yönelik iken çocuğun yaşı ilerledikçe sosyal ve kültürel beklentilere dönüşebilmektedir (Webb, 2001; Sharry, 2002).

Ebeveyn ve çocuk arasında, karşılıklı ve dinamik bir etkileşim bulunmaktadır. Bu beklentilerin gerçekleşme ya da gerçekleşmeme durumuna bağlı olarak ebeveynler farklı düzeyde kaygılar taşımaktadır. Ebeveynlerin çocuklarından beklentileri onlarla etkileşimlerini de etkilemektedir. Bu etkileşim süreci ebeveynlerin çocuktan beklentileri ile çocukların ebeveynden beklentileri arasında ki döngüyü içermektedir. Ebeveynler ve çocuklar arasındaki bu döngü ebeveyn ve çocuk üzerinde değişiklikler yaratır. Her biri diğeri üzerinde bir güç ve baskı oluşturabilir. Karşılıklı direnç oluştuğunda ise çatışmalar ortaya çıkabilmektedir. Bu çatışmalar ve çatışmaların çözüm stratejileri, ebeveyn ve çocuk arasında bir denge oluşturmaya yardım ettiği gibi iletişimlerinde kopmaya da yol açabilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarıyla ilişkilerinde sağlıklı bir iletişim içerisinde olmaları bu nedenle çok önemlidir. Kriz durumlarında, kazanan yâda kaybedene odaklı bir yaklaşım yerine çözüme odaklı bir iletişime odaklanmak ebeveynlere, çocuğa ve aralarında ki ilişkiye olumlu yansıyacaktır (Davitte & Ormrod, 2002).

Çocuk ve ebeveynler arasındaki etkileşimde ebeveynlere önemli sorumluluklar düşmektedir. Örneğin, çocuğa kaliteli zaman ayırma, birlikte oyun oynama, birlikte ders çalışma, pozitif bir yaklaşım, onları bir birey olarak görme, teşvik etme, onurlandırma, aile içi toplantılarda beraber karar alma, ortak kurallar belirleme ve iyi bir model olma gibi davranışlar ebeveynler ve çocuk arasında ki etkileşimi güçlendirmektedir (Davitte & Ormrod,2002; Sharry, 2002; Cannan & Warren 2003). Ayrıca ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkide ebeveynlerin çocuklarını nasıl tanımladıkları kadar çocuklarında ebeveynlerine yönelik tanımlamaları önemlidir. Yine ebeveyn beklentileri gibi çocuklarında ebeveynlerden bazı beklentileri bulunmaktadır. Bu beklentiler;

Ebeveynlerin çocukları kendilerine ait bir mülk gibi görmemeleri,

Birey olarak kişiliklerine saygı duymaları,

Ebeveynlerin isteklerinde tutarlı olmaları ve ebeveynin kendi beklentisine yönelik davranışlarında uygun model olması,

Aşırı koruyucu ya da duyarsız olunmamaları,

Çocuklara kendilerini gerçekleştirebilecekleri fırsatlar verilmeleri,

Çocukları yetkisiz bir birey olarak görmemeleri,

Sevgi ve şefkat gibi pozitif duygularını gizlememeleri yönündedir.

Yaz Mevsiminin Korkulu Rüyası: Çocuklarda İshal Ve Korunma Yolları

Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin Ergün

Kapadokya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Çocuk Gelişimi

İshal; dışkı sayısının artması ve kıvamının yumuşaması ile karakterize bir belirtidir. Normal çocukların dışkılama sayısı yaşa ve beslenme durumuna göre değişkenlik gösterebilir. Anne sütü veya mama ile beslenen bebekler günde 1-10 kez arasında daha büyük çocuklar ise erişkinler gibi günde 1-2 kez kaka yaparlar. İshalli çocuklarda dışkı miktarı ve sayısı artarken kıvamı da daha sulu hale gelir.

Toplumun her kesiminde ve her mevsimde karşılaşılabilmesine karşın özellikle yaz aylarında ve çocuklarda çok sık karşımıza çıkan, bazen hastane yatışlarına ve hayatı tehdit edebilecek sıvı kayıplarına yol açabilmesi nedeni ile çok önem taşıyan bir hastalıktır. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke çocukları için son derece önemli bir sağlık sorunu olan ishal, dünyadaki çocuk ölümlerinin de halen en önemli sebepleri arasında sayılmaktadır. Dünyada her yıl yaklaşık 5 milyon çocuğun ishal nedeni ile kaybedildiği bilinmektedir.

İshalli hastalıkların çoğunluğu enfeksiyon ajanlarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bunların içinde virüsler başta gelmektedir. Bu gruptan olan Rotavirus daha çok 2 yaşın altında çocuklarda ağır ishale neden olan tüm dünyada çok yaygın bir mikroorganizmadır. Gelişmiş ülkelerde ishal nedenleri içinde en önemli yere sahiptir. Bakteri ve parazitler ise gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde daha yaygındır. Enfeksiyonlar dışında bazı durumlar da ishale neden olabilmektedir. Bunlar; bazı besin alerjileri, diş çıkarma, mushil gibi ilaçların kullanımı, antibiyotik kullanımına bağlı yan etkiler ve bazı barsak hastalıkları olarak sıralanabilir.

İshalli bir çocukta ishal dışında kusma, karın ağrısı, ateş, halsizlik gibi klinik belirtiler de görülebilir. İshali olan bir çocukta dikkat edilmesi gereken en önemli bulgular sıvı kaybını gösteren belirtilerin olup olmamasıdır. İshalli bir çocuğun genel durumu iyi ise, verilen suyu içebiliyorsa, ağız ve dili ıslak olup, ağlayınca gözyaşı akıyorsa, idrar yapıyorsa, karın derisi bükülüp bırakıldığında hemen eski haline geliyorsa ve de küçük bebeklerin kafasında bulunan bıngıldak adı verilen deri bölümünde çöküklük yoksa büyük olasılıkla su kaybı yoktur. Genel durumu bozulmaya başlamış ishalli bir çocuk verilen suyu içemiyorsa, ağzı ve dili kurumuşsa, ağladığında gözyaşı akmıyorsa, idrarı çok azalmışsa, karın derisi büküldüğünde eski haline hemen dönmüyorsa, bıngıldak çökükse ağır derecede sıvı kaybı vardır ve hemen en yakın sağlık kuruluşuna götürülüp tedavisine başlanması gereklidir.

Çocuklarda ishal tedavisinde; anne sütü, hazır mama ve diğer yaşa uygun yiyeceklerle uygun beslenmenin devamının sağlanması ve ishal ve kusmayla halen sürmekte olan su ve elektrolit kayıplarının oral rehidratasyon sıvısı (ORS) veya benzer sıvılarla yerine konması çok önemlidir. Genel olarak küçük bebeklerde her yaptığı ishal başına bir çay bardağı, büyük çocuklarda ise her yaptığı ishal başına bir su bardağı su içirilmesi çocuğun sıvı kaybını önleyebilmektedir. İshali olan kişilerin posasız ve yağsız besinler tüketmesi gerekir. Posa içeriği yüksek çiğ sebze ve meyveler, kuru baklagiller, tam tahıl ürünlerinden bu dönemde uzak durulmalıdır. Ayrıca kuruyemişler, şeker, çikolata, yağlı yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Bu dönemde kızartma yerine haşlama ve fırında pişirme yöntemleri uygulanmalıdır. Acılı ve fazla baharatlı besin tüketilmemelidir. Sucuk, salam, pastırma gibi şarküteri ürünlerinden de kaçınılmalıdır. Yağsız makarna ve pirinç pilavı, pirinç lapası, yayla çorbası, yağsız beyaz peynir, yoğurt, kabuksuz elma, muz, şeftali, havuç, haşlanmış patates, haşlanmış yağsız et yenilebilir. Ayrıca tuzlu ayran, taze sıkılmış meyve suları, açık çay ve bol bol temiz güvenilir su içilebilir.

İshalli hastalıklarda genellikle antibiyotik kullanımına gerek yoktur. Çok nadir enfeksiyonlarda antibiyotik kullanımı gerekebilmektedir.

İshali olan çocukta yukarıda saydığımız sıvı kaybını gösteren belirtiler oluştuğunda mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerekmektedir.

Anne sütü ile beslenme ishalden korumada en önemli faktörlerden birini oluşturur. Anne sütünün içinde çeşitli mikroorganizmalara karşı etkili lizozim, laktoferrin, immunglobulin gibi maddeler bulunur. Bu maddeler anne sütü ile beslenen çocukları ishale yol açabilecek çeşitli enfeksiyonlardan koruduğu gibi hastalanan çocukların da daha çabuk iyileşmesini sağlar. Anne sütü almayan bebeklerin anne sütü alan bebeklerden daha fazla ishalli bir hastalığa yakalandığı ve bu nedenle de daha fazla çocuğun öldüğü çok iyi bilinmektedir.

Sosyoekonomik düzey ishalli hastalıklarla yakından ilişkilidir. Gelişmekte olan veya gelişmemiş bölgelerde yaşayan çocuklar daha kötü beslenmekte olup temiz suya ulaşma olanakları daha azdır. Bu nedenle gelişmiş yörelerde yaşayan akranlarından daha fazla oranda ishalli hastalığa yakalanırlar ve bağışıklık sistemleri de daha zayıf olduğu için daha fazla oranda zarar görürler. Sonuçta anne sütü ile beslenme, sosyoekonomik düzeyin iyi olması, çevresel şartların düzgün olması ve beslenmenin iyi olması ishalden korunmada en önemli faktörlerdir.

Mikrobik ishaller el ve ağız yoluyla bulaşır. Bu zincirin kırılması çok önemlidir. Temiz içme ve kullanma suyunun kısıtlı oluşu, kanalizasyon sisteminin yetersizliği veya yokluğu bağırsak enfeksiyonlarını artıran faktörlerdir. Bununla birlikte hijyen kurallarına dikkat edilmesi ile mikropların bulaşması engellenebilir. Bunların başında bebeğe bakan kişinin ellerinin temizliği gelir. Bebeğin besinlerini hazırlamadan önce, tuvaletten çıktıktan ve bebeğin bezini değiştirdikten sonra, bebeği beslemeden önce eller sabun ve bol su ile yıkanmalıdır. İçme sularının, süt formüllerine ilave edilecek suların kaynatılması; biberon, bardak, tabak, kaşık gibi yiyecek araçlarının temiz yıkanması, içlerinde süt ve yiyecek artıklarının kalmaması, çiğ yenecek, meyve ve sebzelerin bol ve temiz su ile iyice yıkanması önemlidir. Besinlerin taze hazırlanması, açıkta bırakılmaması ve sıcakta bekletilmemesi dikkat edilmesi gerekli diğer koruyucu önlemlerdendir.

Özellikle süt çocuklarında en sık ishal etkeni olan rotavirüs için geliştirilmiş ağız yolu ile yapılan rotavirüs aşıları da ishalden korunmada çok büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak; ishal içinde bulunduğumuz yaz aylarında çocuklarımızı tehdit eden önemli bir sağlık sorunudur. Anne sütü ile beslenmenin yaygınlaştırılması, hijyen koşullarına dikkat edilmesi hastalıktan korunmada büyük önem taşımaktadır. İshal geliştiğinde ise çocuğumuzun sıvı dengesini korumamız çok önemlidir. Tüm bunlara rağmen devam eden ishal yakınmasında ve özellikle sıvı kaybı belirtileri oluşmuşsa mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerekmektedir.