CHP’li Tezcan gündemi ilginç açıklamaları ile yorumladı

Cumhuriylet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı  ve Parti sözcüsü Bülent Tezcan gündemle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Tezcan’ın konuşmasından bazı bölümler.

Öncelikle hepinizin geçmiş bayramını kutluyorum, bayramınız mübarek olsun. Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz hafta “Adalet Kurultayı”nı bayramdan önceki hafta “Adalet Kurultayı”nı tamamladık. Her kesimden onbinlerce vatandaşın katıldığı başarılı güzel bir kurultay geçirdik. Kurultaya emek veren, destek veren, katkı veren herkese teşekkür ediyoruz. Türkiye adaletin konuşulduğu, adalet sorununun gündemin en ön sıralarında yer aldığı bir süreçten geçiyor. Bu problemi olumlu yönde çözmek zorundayız. Nitekim cumhuriyet tarihinde ilk defa böyle bir kurultay gerçekleştirdik. Bu kadar katılımcının adalet üzerine 4 gün boyunca beyin fırtınası yaptığı, konuştuğu, tartıştığı, sonuçlar ürettiği çok etkili ve güzel bir kurultay oldu. Bu kurultay demokrasi, adalet ve huzur hareketi başlattı. Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin geleceği bu demokrasi, adalet ve huzur hareketi çerçevesinde şekillenecek ve daha iyi günleri birlikte kuracağız.

Yine “Adalet Kurultayı” toplumda adaletsizlik konusunda kaygı, korku ve umutsuzluk içerisinde olan topluma cesaret verdi, umudu ateşledi ve önümüzdeki sürecin bir kolektif demokratik güçle aşılacağı inancı, özgüveni yerleşti. Bundan sonra Türkiye daha başka olacak.

Cübbede iliklemek için ilik arayacağına ağzını kilitle !

Tabi dün adli yıl açılışı vardı. Tam adaletin gündemde olduğu bir süreçte adli yıl açılışında yaşadıklarımız çok ilginç. Bizim “Adalet Kurultayı”mız iktidar çevrelerini rahatsız etti. Onu biliyoruz tekrar etmeyeceğim. AK Parti Sözcüsü rahatsızlığını ifade etti, Adalet Bakanı rahatsızlığını ifade etti. Onların rahatsız olmasını anlıyorum ama Danıştay Başkanının rahatsız olması ilginç geldi. Danıştay Başkanı adaletin istendiği ve konuşulduğu bir kurultaydan niye rahatsız olur, neden rahatsız olur? Yargının bağımsız olmasını herkesten çok onların istemesi lazım. Bir Danıştay Başkanı düşününki yaptığı açıklamada Ana Muhalefet Partisini bir siyasi hasım gibi karşısına alıp Ana Muhalefet Partisine yönelik açıklamalarda bulunuyor. Danıştay Başkanının açıklaması dahi bizatihi Türkiye’de yargının hangi noktada olduğunun ibretlik bir örneğidir. Danıştay Başkanı yargının hali için bir ibret vesikası olmuştur. Biz biliyoruz Sayın Başkanın geçmişte yargı bağımsızlığı adına hangi pozisyonlar aldığını. Hakimlerin cübbesinde ilik ve düğme yoktur ama Cumhurbaşkanının önünde cübbesini ilikleyebilmek için telaşla ilik ve cübbe arayan bir Danıştay Başkanı. O Danıştay Başkanı Adalet Kurultayından rahatsız oluyor. Gayet doğal rahatsız olması. Ancak bizimde bir çift sözümüz var Sayın Başkana. Cübbede iliklemek için ilik arayacağına ağzını kilitle. Ağzını kilitle ve yargıçlık görevini yap. Siyaset alanındaki tartışma senin işin değil.

Hangi yargıya güvenecek?

Tabi adli yıl açılışında Yargıtay Başkanının bir sözü önemliydi arkadaşlar. Söylemediği çok şey var onlara girmiyorum ama söylediği bir söz çok önemliydi. Ne dedi? Yargıya güven olmazsa bağımsız ve tarafsız yargı olmaz. Toplumda yargıya güven olmaz ise yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı olmaz dedi. Doğru söylüyor. Peki yargıya güven kaç? Yüzde 20’lerde. Yüzde 30’un altına düşmüş yargıya güven. Ancak Yargıtay Başkanının sorması gereken bir soru daha var. Niye yargıya güven yok? Asıl problem burada. Yargıya güven oranı Yüzde 20. Yani yüzde 80’e yakını toplum yargıya güvenmiyor 70 – 80 arasındaki kesimi. Niye? Toplum mu haksız, yoksa yargının başındakiler ve iktidardakiler mi? Hangi yargıya güvenecek? Cumhurbaşkanıyla çay toplamaya giden yüksek mahkeme üyelerinin olduğu yargıya mı güvenecek toplum? Hangi yargıya güvenecek? Cumhurbaşkanının önünde cübbesinde düğme ve ilik arayıp cübbesini ilikleme telaşındaki yargı başkanlarının, yüksek mahkeme başkanlarının olduğu yargıya mı güvenecek? Hangi yargıya güvenecek? Anayasa Mahkemesi Başkanının Cumhurbaşkanının önünde baş eğdiği, boyun selamı, baş selamı verdiği yargıya mı güvenecek?

Peki Sayın Başkan kadrajın dışındakiler ne olacak?

Sayın Başkan açıklama yapmış kadraj oyunu diye. Kadraja girmiş, kadraj oyunu yapmışlar. Peki Sayın Başkan kadrajın dışındakiler ne olacak? Biz sadece kadrajın içine girenlerle meşgul değiliz. Birde kadrajın dışı var. O kadrajın dışında olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri denetlemem diyen, OHAL’le ilgili olsa da, olmasa da denetlemem diyen bir Anayasa Mahkemesi var. 1991 tarihindeki hukuka uygun, evrensel hukuka ve anayasaya uygun yorumunu değiştiren ve OHAL düzeninin özellikle 20 Temmuz OHAL darbesinin hukuku istediği gibi çiğnemesine, eğip bükmesine, yok etmesine fırsat veren bir Anayasa Mahkemesi var. Önceki kararlarında milletvekilinin görev yeri Millet Meclisidir aslen tutuklayamazsınız milletvekilini diyen Anayasa Mahkemesi kararına rağmen haksız tutuklamalar konusunda önünde aylardan bu yana bekleyen dosyaları görüşmeyen bir Anayasa Mahkemesi var. Sorun sadece kadrajın içinde olsa bu açıklamayla kurtulabilirsiniz. Ama mesele kadrajın içi değil, kadrajın dışındakiyle kadrajın içindekileri yan yana getirdiğinizde yargının, Anayasa Mahkemesinin, hukukun içler acısı tablosu ortaya çıkıyor.

Bir kampanya başlatmışlar, bir taraftan başsavcısı, bir taraftan başkası yargının bana kadar bağımsız olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Kime neyi anlatıyorsunuz? Evet yargı bağımsız bende söylüyorum. Yargı bağımsız. Yargı kimden bağımsız? Yargı muhalefetten bağımsız, yargı adaletten bağımsız ama iktidara bağımlı. Muhalefete dil uzatan bir yargı, adaleti yok sayan bir yargı bütün bunlardan, hukuktan, adaletten ari, kendini bağımsız hisseden ama iktidarın talimatından çıkamayan bir yargı. Türkiye’nin adalet sistemi bu noktadadır. İşte böyle bir Türkiye’de biz “Adalet Kurultayı”nı, “Adalet Yürüyüşü”nü yaptık ve bu çerçevede Türkiye bu ölçüde büyük bir ilgiyle sürece takip ediyor.

Bağımlı yargının ayarlı bilirkişisi

Değerli arkadaşlar bakın, bu bir bilirkişi raporu 76 sayfa. Bilmez kişiyi bilirkişi tayin ettikleri 76 sayfalık bir bilirkişi raporu. Soruşturma safhasında Sözcü gazetesi için bilirkişinin hazırladığı rapor. Raporun tamamına şöyle sırayla bir dönüp baksanız şuradan sırayla buradaki mütalaanın, görüşlerin tamamı Sözcü gazetesinin gazetecilik faaliyetiyle ilgilidir. Bilirkişi suç icat etmek için Sözcü gazetesinin gazetecilik faaliyeti olarak ne kadar takdire şayan manşetleri varsa toplamış ve buralardan suç üretme çabası içerisine girmiş. Yani bağımlı yargının ayarlı bilirkişisi. Çok açık bağımlı yargının ayarlı bilirkişisi. Türkiye bu tabloyu ilk defa yaşamıyor. Bugün Türkiye’nin başına bela olan FETÖ dün AK Parti iktidarıyla birlikte iktidar bloğu oluşturduğu zaman, balım, gülüm oldukları zamanda böyle şeyler yaptılar. O zamanki kumpas davalarında da böyle sahte bilirkişi raporları, bilmez kişilerin bilirkişi olarak tayin edildiği davaları çok gördük, tanıdık. O zamanda bağımlı yargının ayarlı bilirkişileri vardı. Bugün ne oldu? Bugün o bilirkişiler, o yargı sürecinin aktif aktörleri kendileri yargılanıyorlar, sanık durumuna düştüler. Yani dünün kumpasçıları bir kısmı en azından bugün yargılanıyor. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, bugünün kumpasçıları da yarın yargılanacaklar. Bu tezgahları kuranlar yarın yargılanacaklar. İlanihaye bu devran böyle gitmeyecek. Bunu herkesin bilmesinde fayda var. Gazeteciliği suç sayma anlayışı devam ediyor. Gazetecilik üzerinden infaz anlayışı devam ediyor.

Bir başka örneği Cumhuriyet gazetesinde yaşanıyor aynı şekilde. Pazartesi günü duruşması var Cumhuriyet gazetesinin yazarlarının. Beklentimiz, arzumuz yargının aktörlerinin akıllarını başlarına almasıdır. Pazartesi günü bugüne kadarki kötü tecrübeden dönüş için en azından bir fırsat olmasını temenni ediyoruz, onu bekliyoruz. Pazartesi günü bir nebze olsun yargının cesaretle ben hukukun arkasında duruyorum diyeceği bir karar bekliyoruz, tahliye bekliyoruz. Haksız yere içerde yatan gazetecilerin derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. Gazetecilerin tutuklu olmadığı bir Türkiye bekliyoruz. Yargının bağımsızlığı öyle demeç vererek olmaz, karar vererek olur. Karar vereceksiniz. Demeç vermeyi bırakın karar verin.

Türkiye’de eğitim ticarileşiyor, müfredat gericileşiyor

Değerli arkadaşlar, önümüzdeki günlerde okullar açılacak 18 Eylül’de. Okullar açılacak ama ne yazık ki Türkiye’nin eğitim sistemi bir fecaat. Daha bugün ve dün haberlere düştü servis taşımacılığı için okullar mafya alanına dönmüş, okul bahçelerinde çatışmaların yaşandığı bir tablo var. Akıllara zarar, anlamak mümkün değil. Bu ilişkiler okulların içine kadar nasıl girdi? Bu ilişkiler minicik yavrularımızın güvenliğini tehdit edecek ölçüde oralara nasıl taşındı? Eğitim sistemi nasıl bu noktaya geldi? Türkiye’de eğitim ticarileşiyor, müfredat gericileşiyor çok açık. Eğitim ticarileşirken müfredat gericileşiyor. Müfredattan Atatürk’ü çıkardılar, cumhuriyeti çıkardılar, bütün ortak değerlerimizle ilgili bizi biz eden, var eden ortak değerlerimizi silip atmaya ve bir cahiliye kültürünü, ihvan kültürünü okullar vasıtasıyla çocuklarımızın beynine yerleştirmeye çalışıyorlar.

Şimdi rakamlar belli, TÜİK’in rakamları belli. Türkiye’de en fazla, en zengin 2 milyon 800 bin kişi ile en yoksul 2 milyon 800 bin kişinin eğitime ayırdığı harcamalar arasında 78 kat fark var. Yani Türkiye’de yoksullar zenginlere göre 78 kat daha eksik eğitime para harcayabiliyorlar. Bu ne demektir? Yoksulların eğitim alma hakkı 78’de 1, zenginin eğitim alma hakkı 78 kattır. İşte eğitimin ticarileşmesi bu. Eğitimde fırsat eşitliğinin ortadan kalktığı bir Türkiye’de okullar mafya hesaplaşması alanına dönmüş ve milli eğitim bunlarla uğraşmak yerine öğretmenlerle uğraşıyor. 1100 öğretmen sürgün edildi. 1100 öğretmen demokratik hakkını kullandı diye 1100 öğretmen hukuka aykırı bir şekilde sürgün eğitildi. Eğitim-Sen üyesi 1100 öğretmenin sürgünü. Aileler ayrıldı, karı koca başka yerlere tayini çıkarıldı, sürgün edildi. Ben merak ediyorum bu hükümet bu aileleri özellikle parçalamak için bu sürgün zulmünü nasıl icat etti, nereden buldu, nereden çıkardı merak ediyorum. Sağlık sorunu olanlar, çocuklarının okul problemi olanlar, karı koca farklı illere tayin edilerek aileyi parçalayan bir anlayış yeri gelince ailenin manevi değerlerini koruyacağız diye ahkam kesiyor. Ahkam kesmeyin, görevinizi yapın. Ama bu eğitim sisteminde tabi kollanan, korunan, cesaret bulan başka öğretmenler var. Demokratik hak ve özgürlüklerini kullanan 1100 öğretmen sürgün edilirken iktidar yandaşı ve yalakası olup Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanına hakaret eden öğretmenler taltif ediliyor.

Bakın, Nazilli’de bir öğretmen güya din ve ahlak bilgisi öğretmeni. Utanmadan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu hakkında ağza alınmayacak hakaretleri Facebook sayfasında yayınlamış. Cumhuriyet Halk Partisi hakkında ağza alınmayacak ifadeleri Facebook sayfasında yayınlamış İbrahim Öztürk bu öğretmenin adı. Bu öğretmen biliniyor. Bu öğretmenlerin sayısı az değil. Ne yazık ki Türkiye’de, Türkiye’nin dört bir yanında imamlar, din görevlileri, öğretmenlerin bir kısmı tamamını söylemiyorum tenzih ediyorum bir kısmı bunların kamu görevlilerinin bir kısmı Ana Muhalefet Partisine ve onun Genel Başkanına hakaret etme hakkını kendinde görüyor. Niye? Çünkü kollanıyor, çünkü arka çıkılıyor, çünkü sahip çıkılıyor. Güya din ve ahlak bilgisi öğretmeni. Batsın senin ahlakın, bu nasıl ahlak. Bu nasıl ahlak, çocuklarımıza hangi ahlak bilgisini verecek bu öğretmen? Eğitimin hali perişan, öğretmenin hali iki türlü perişan. Birisi kişilik ve ahlak açısından perişan, öbürü de iktidarın zulmüne maruz kalmış, sürgün edilmiş öbür taraftan perişan. Ahlaken sağlam yerde duranlar sürgün ediliyor, ahlaken pozisyonu bozuk olanlar iktidar tarafından baş tacı ediliyor. Böyle bir eğitim sistemi yarattılar.

KUZEY IRAK REFERANDUMU

Değerli arkadaşlar, önümüzdeki günlerde bir başka önemli konu dış politikada Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetiminin bağımsızlık referandumu yapması. Bu mesele ciddi bir problemdir. Hükümet bu meseleyi sadece beyanatlarla geçiştirmektedir. Bölgede esaslı bir biçimde yeni istikrarsızlıklar yaratacak bir adımdır. Burada başından buyana söylediğimiz şey şudur; Irak’ın toprak bütünlüğü esastır. Irak’ın toprak bütünlüğüne zarar verecek adımlardan ısrarla kaçınmak gerekir. Ortadoğu ve bölge zaten kaynayan bir kazan. Zaten birçok çatışmalar var, problemler büyük, istikrarsız bir alan. Bu adım bölgenin istikrarına hizmet etmez, bölgede yeni istikrarsızlıklar yaratır. Sadece Irak ve Suriye bölgesinde değil, Türkiye’yi de içine alacak ciddi, yeni istikrarsızlıklar yaratacak bir adımdır. Bölgedeki etnik ve mezhepsel çatışmalara bir yeni çatışma daha ekleme riski çok yüksektir. Kürt – Arap çatışması yaratmanın, başlatmanın adımıdır bölgede. Bir yeni Kürt – Arap çatışmasının kapısını açacak tehlikeli bir adımdır. O yüzden derhal bu referandum kararından vazgeçmek ve sağduyuyla bölgedeki istikrara hizmet edecek adımların atılması gerekir diye düşünüyoruz.