Bir gezinin ardından. (2) (Köşe yazısı 19.09.2018 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ

davutgulec@hotmail.com

Evet Kayseri Gazeteciler Cemiyeti’nin ‘Karadeniz-Batum gezisi’ ile ilgili yazıma devam ediyorum.

İnsan gezdikçe güzellikleri kendi doğduğu ve doyduğu topraklarda görmek istiyor.

Allah’ın insana emanet ettiği o güzellikleri, insanlar sanki beraberinde götürecekmiş gibi acımasızca bozuyor, kirletiyor, yıkıyor.

Karnı doyanların gözü ve hırsı doymuyor, bitmiyor.

Karadeniz deyince çoğu zaman akla ‘yaylalar’ geliyor.

Kayseri’nin Aladağlar milli parkı içinde ve Yahyalı bölgesinde kalan Hacer ormanları bile neredeyse keyfedilmeyi bekliyor.

Biz doğu yürüyüşü yapan Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü olarak o bölgeye kaç kez gittik ise hiç dönmek istemedik. Kayseri’de çeşitli şehirlere, ülkelere gidenler o bölgeye kazandırılan tesisler, hizmetler, kalıcı yatırımlar ile Hacer ormanları gibi bölgeleri nasıl ‘sağlık-şifa-turizm’ sektörüne kazandırmış onları anlata anlata bitiremiyor.

Çoğu kişiye Hacer Ormanlarını, Yedigölleri, Sarıgölü, Meteor çukurunu, Alamettin yaylalarını, Akkışla Kesdoğan bölgesini,  Sultansazlığı çevresindeki sazlıkları-ticaretini, Bünyan ve Pınarbaşı Kayabaşı-Kayapınar, İncesu üzümü gibi değerlerini gündeme getirmeye bile korkuyoruz.

Ancak, yabancılar bu tarihi ve doğal güzellikleri, şifa merkezlerini bizden daha iyi biliyor.

Bu nedenle gittiğimiz yerleri anlata anlata bitiremiyor, kendi doğduğumuz ve doyduğumuz topraklara da bir nevi ihanet ediyoruz.

Yine yıllar önce Hunat Hatun camiine İngiltere’den bir Üniversitenin rektörü gelmiş, cami içindeki şerefe yanındaki  kitabenin nerede olduğunu Müftüye sormuştu. Müftüde, öyle bir kitabenin olmadığını söyleyince, adam bir fotoğraf çıkartarak göstermiş, onun değerini anlatmıştı.

Kayseri’nin göbeğinde Medresenin arkasındaki Roma mezarı otobüs durakları ile binalar arasında sıkışıp kalmış, mekansızların konaklama yerine dönmüş. Çünki kimse onun bir değer olduğunu, kenarındaki bilgisini okumuyor. Sadece çevresinde oturuyor, içtiği sigaranın izmaritini atıyor.

Karadeniz insanının, Ayder ve diğer yaylalarda, ağaç gövdeleri üzerine yaptıkları eski evlerin benzerinin yüzyıllardır Kayseri’de bir çok örneği olduğunu kimse bilmiyor.

En basitinden ünlü Mimar  Sinan’ın Ağırnas’ta doğup büyüdüğü, bugün ki müze evdeki benzer yapılaşma, bilgileri kimse anlatamıyor.

İtalya’daki Kolezyum ve yanındaki gök bilim merkezi Planetaryum’un benzerinin Kırşehir Cacabey olduğunu, Dünyada ilk burada gök biliminin yapıldığını, bilim adamlarının Kayseri’de yetiştiğini bile ne anlatabiliyor, ne de biliyoruz.

Ordu’nun Boztepe’sini duymayan kalmamış. Biz de buna benzer ne tepeler var.

Sadece birilerinin rant ve betonlaştırma merkezleri gibi.

Yine yıllar önce, Ali dağına, Yılanlı dağına, Lifos’a, Koç Dağına, Erkilet’in üst bölgesine bile teleferik ve sosyal tesis yapılması gündeme gelmişti. Aradan onca yıl geçmiş ‘tık’ yok.

Biz yap-boz hizmetlerle övünürken, neredeyse çevremizdeki pek çok şehir bile bizden ileri, kalıcı hizmetlere imzalar atıyor.

Bir Viyana’daki  yolun asfaltını, alt ve üst yapısını, bordürsüz, tretuvarsız, tramvay, araç, yaya, bisiklet, spor yolları, dinlenme alanlarını herkes görüyor, anlatıyor ama iş Kayseri’ye geldi mi kazandırmayı kimse düşünmüyor.

‘Evladiyelik, örnek, model hizmet’ edebiyatları ile süreler dolduruluyor, kaybeden Kayseri oluyor.

Şimdi konunun özüne gelecek olursak.

Çeşitli nedenlerle Kayseri bugüne kadar bir çok konuda kaybetti. En azından bundan sonra daha kalıcı, örnek, model, yap-boz olmayan alt ve üst yapı hizmetlerini yapar da, rahmetli Osman Kavuncu, Nuh Mehmet Küçükçalık, Niyazi Bahçecioğlu gibi ‘imkansızlıklar içinde risk alarak’ bir çok kalıcı hizmete imza atar.

Demek ki, bugün ki imkanlar onların döneminde olsa ve verilse, Kayseri bırakın Türkiye’yi, Dünyanın önemli şehirlerinden biri olurdu.

‘Bacasız fabrika’ turizmden ciddi pay alır, deniz, güneş değil ama ‘dağ ve medeniyetler şehri’ olarak ‘para basan’ bir yer olabilirdi.

Birlerinin hoşuna gitmese de, tekrar edeceğim.

Sürekli tüketen bir şehir değil, artık eskisi gibi üreten bir Kayseri ve değerlerini, eski medeniyetlerini, tarihini, kültürünü, coğrafi-ticari işaretlerini sözde değil özde yaşamak, görmek ve göstermek istiyorum.

Öyle, yukarıda da yazdığım bazı yeraltı şehri gibi  tarihini gün yüzüne çıkarmak için Bakanlığın, müdürlüklerin tozlu raflarında o projeleri tutmak marifet değil. Onları bu ülkeye, turizme kazandırmak önemli.

Yoksa ‘şak şak, tak tak’ yaparak hizmetin olmayacağını herkes biliyor.

Ben bu geziden büyük zevk aldım.

Bir kez daha, görmek istediğim ve bugüne kadar bazılarını göremediğim böylesi bir organizeyi sorunsuz gerçekleştiren Kayseri Gazeteciler Cemiyeti yönetimini, gezide emeğini esirgemeyen ve emeği geçen herkese içtenlikle teşekkür ediyorum.