Bir Ermeni yalanıda Hollandalı yazardan

24 Nisan’da piyasaya sürülen kitapta, Ermeni iddiaları tekrarlanırken, kitap tanıtımı yapılan haberlerde de gerçekler anlatılmıyor.
Hollanda parlamentosunun 3’e (Üçü de DENK Partili) karşı 142 oyla kabul ettiği sözde soykırımı onaylamayan ve sadece ‘üzücü soykırım meselesi’ diye geçiştirdiği hükümete baskı devam ediyor.
(Arşivinizde saklayabileceğiniz Türkçe ve Hollandaca 30 sayfa)

İlhan KARAÇAY yazdı:
Her yıl 24 Nisanlarda, ısıtılarak önümüze temcit pilavı gibi konan sözde Ermeni soykırımı meselesi, dünyanın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi, Hollanda’da da gündeme oturtuldu.
Hollanda’daki gündemde bu defa, Dirk Roodzant adlı bir yazarın ‘De Armeense Gruwelen- Ermeni Vahşeti’ adlı kitabı var.
Kitap, planlanmış bir şekilde tam da 24 Nisan’da piyasaya sürüldü.
39.00 euro gibi çok pahalı bir fiyata piyasaya sürülen kitabın tanıtımını yapan gazeteler de, yalan yarışına katılarak, hepimizin bildiği gibi pek çok ‘sözde’ şeyler yazdılar.
Hollanda’da yayınlanan kitapta yeni bir şey yok. Bugüne kadar hep uydurulmuş hikâyelerle dolu olan kitapta, ayrıcalıklı olarak, sadece Hollanda’da gerçekleşmiş olan birkaç konuya değinilmiş.
Bu konulardan biri, 1917 yılında Hollanda’da kurulmuş olan ‘Ermeni Komitesi’ oldu. Genelde politikacıların üye oldukları bu komite, Ermenilere yardım amacı taşıyordu.
Kitaptaki diğer bir konu da, Hollanda gazetelerinin olaylara ilgisiz kalmış olmalarıymış.
Örneğin, o sıralarda Türkiye’de hiçbir Hollandalı muhabir yokmuş. Hollanda’da yayınlanan haberlerin tamamı ya ajanslardan veya diğer ülke muhabirlerinden alınmış.
Kaldı ki, Hollandalı bir gazeteci olan George Nypels’in 1920’de Algemeen Handelsblad’a göndermiş olduğu yazıyı görmezden geliyorlar.
Ben de, Hollanda gazetelerine o eski yazıların tamamını göndererek, bu laubaliliğe son verilmesi gerektiğini belirttim.
Altta ekleyeceğim Hollandaca yazıların tümü, Hollanda medyasına ve parlamenterlere gönderilmiştir.
Vaktiniz oldukça bakınız ve okuyunuz lütfen:
Öncelikle, Ermeni davası ile ilgili olarak yayınladığım haber ve yorumlardan ötütürü almış olduğum güzel bir teşekkürden söz etmek istiyorum. Bu konuda almış olduğum uzun mektubun ilk satırlarını sizlere sunuyorum.
Sayın İlhan KARAÇAY;
SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI ile ilgili çalışmalarınızdan ötürü ÖZEL BÜRO GRUBU adına teşekkürlerimizi sunuyoruz.
ÖZEL BÜRO KİMDİR ? FAALİYETLERİ NELERDİR ?
Bizler, ÖZEL BÜRO grubu adı altında ülkemizi yakından ilgilendiren konular hakkında internet ve diğer ortamlarda araştırma yapan, üyelerimize yapılan araştırmalarla ilgili bilgi veren, beyin fırtınası yaparak ülkemizin halihazırdaki sorunlarına cevap arayan, INTRO’muzda yer alan konularla ilgili diğer araştırmacılara karınca kararınca bir ufuk düzeyi temin etmeyi amaçlayan, hiç bir legal yada illegal kuruluşla organik bağı olmadan tamamiyle sivil insiyatifle oluşturulmuş bir gurubuz.
ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU hakkındaki geniş bilgileri
www.ozelburoistihbarat.com adresinde bulabilirsiniz.
Türk-Ermeni Sorunu
Balkanlarda görev yapan bir gazeteci arkadaşımızdan aşağıdaki ilginç mektubu aldık. Bu mektubun içeriği, Ermeni sorununa Batı Avrupa’daki alışılageldik görüşten farklı bir bakış getiriyor. Bu gazeteci arkadaşımızın tarafsızlığına büyük güvenimiz var. Onun olayları değerlendirmesi daima kanıtlara dayandığı için, yazılarını yorumsuz olarak ve hiç bir değişiklik yapmadan olduğu gibi yayınlıyoruz.
Aynen Sultan Abdülhamit devrinde olduğu gibi, bugünlerde Kilikya’dan yeniden çok sayıda Ermeninin katledildiğine dair çirkin haberler geliyor. (Fransız işgali altındaki Adana, Gaziantep, Maraş ve Urfa’daki Ermeni zulmune ve katliamlarına karşı Kuvvayı Milliye Hareketleri) Konuyu çoktan unutmuş olan dünya kamuoyu, bu haberlerle yeniden şok oldu. Aslında din uğruna yapılan bu iğrenç katliamları savunmaya ve koruma altına almaya hiç niyetim yok. Fakat her gerçeğin iki yönü vardır. Olaylar sırasında Türkiye’yi parçalayıp yıkmak isteyen itilaf devletleri ve basını, propaganda yaparak Kilikya’daki Ermeni kıyımını Türklere karşı bilinçli olarak kullandılar ve bütün yıkımın Türkiye tarafından yapıldığını iddia ettiler. Önemli olan gerçeğin ne olduğunu bulmaktır. Bu bilinçle, sözü edilen bu kitlesel katliamdan gerçekte yalnızca Türklerin sorumlu olamayacağını gözler önüne sermek istiyorum.
Bu konuda fikrimi söyleme hakkını kendimde buluyorum. Çünkü Birinci dünya savaşı süresince Türkler ve Ermenilerin birbirleriyle nasıl bir nefret ile boğuştuklarını çok açık bir şekilde gözlerimle gördüm.
1918 baharında Rusların yenilgisinin sonucunda Türkiye yeniden saldırıya geçtiginde ve peygamberin mukaddes bayrağı Osmanlı ülkesinin dışında da dalgalandığında, ki Küçük Kaynarca anlaşmasından beri hiç böyle olmamıştı; ben kendimi Ermeni-Rus sınır bölgesinde buldum ve Türklerin Kafkasya’da ki ilerlemelerine şahit oldum.
Savaşı yaşayan bir kişi, bir ülke ve ulusunu tanımak için savaş halinden daha iyi başka bir fırsat olmadığını kabul edecektir. Bu durumda bütün insani canavarlıklar büyük bir şiddetiyle ortaya çıkar. Savaşımın gerektirdiği kaba güç kullanma ile, kültür ve uygar davranışlar kaybolur. O sıralar Avrupalı olarak bir tek ben, bu kritik ortamda bulunuyordum. Bu durumda söylenebir ki Türklerin Rus- Ermenistan’ına ilerleyişi sırasındaki olayların tek Avrupalı şahiti bendim.
Seyahatime başlamadan önce Ermeni yanlısıydım. 1916-1917’de İstanbul’daki kalışım sırasında, Ermenilere yapılan toplu katliam hakkında, az çok bilgisi olan Avrupalılardan ve Türkiye Ermenilerinden yeteri kadar tiksindirici, çirkin ayrıntılar duymuştum. Bu kişiler Türkleri suçlu ve Ermenileri de, barbar Türklerin masum kurbanları olarak görüyorlardı.
Türklerle aram yeterince iyi olduğu için, bu hassas konuda, hiç bir Avrupalının konuşmaya cesaret edemeyecegi şeyleri sorabiliyordum. Türklerin bana karşı olan davranışları, benim Ermenilerin suçsuz, Türklerin de suçlu olduğuna dair inancımı kuvvetlendiriyordu. Çünkü ben Ermeni olayları ile ilgili bilgi almak için, soru sorduğumda Tüklerden şöyle yanıt alıyordum: “Bizim hakkımızda anlatılanların hepsi doğru. Biz 1 milyon Ermeniyi kestik. Bu korkunç bir katliamdı. Fakat biz bu konuda haklıydık ve bu suçtan ötürü ancak kendimize karşı sorumluyuz.” Bütün çabalarıma rağmen bu konuda ayrıntılı ve olayların gerçek nedenleri hakkında bilgi elde edemiyordum. Ben de bu durumda şöyle bir yargıya varabiliyordum: Orada Hristiyanlara karşı fanatik bir din savaşı güdülüyordu. Bu olaylar Ermenistan’ın dünyayla tüm ilişkisinin kesildiği Yukarı Ermenistan’da meydana geliyordu. Orada Ermeniler Türklerin insafına terk edilmişti.
1918 ilkbaharında Trabzon’a geldim. Bilindiği gibi kıyıdan Ermenistan’in dağlık bölgelerine giden tek yol buradandır. Trabzon 1915’de Ermeni katliamını yaşamıştı. 3 yıl sonra bu kentte yaşayan Rumlar ve Avrupalı Levantenler bana Trabzon surları içinde olan inanılmaz vahşeti; Trabzon sokaklarında nasıl Ermeni kanı aktığını, Ermeni mahallelerinin nasıl alev alev yandığını, bu olaylardan günler haftalar sonra bile çocuk cesetlerinin Platana limanındaki Bizans duvarına vurduğunu anlatıyorlardı. Ben yanmış yıkılmış mahalleleri gördüm. Bana bunların bir zamanlar Ermeni mahalleleri olduklarını anlattılar. Bana Hristiyan kiliselerini gösterdiler. Bunlar Ermeni kiliseleriymiş. İnsanlar gübre yığınlarını eşelerken hala kemikler ve ceset artıkları buluyorlarmış. Bana bunların Ermenilere ait olduklarını anlattılar.
Bütün bunlar, insanın hiç unutamayacağı korkunç izlenimlerdi ve herkes bir tek şey diliyordu: “Tanrı bizi ve herkesi bu barbarlıktan ve Müslümanların düşmanlığından korusun.”
Bütün bu olanlardan dolayı ben lanetlerimi yağdırırken şüphesiz ki Hristiyanların tarafını tutması lazım gelen sıradan yaşlı bir Fransiskaner papazı başını salladı ve “Yanılıyorsunuz“, dedi. “Sadece Türkler suçlu değildir. . Avrupa’dan gelen ve Avrupa kültür anlayışıyla Asyayı değerlendiren biri olarak, doğal olarak bu halkın yok edilmesi suçuna karşı lanetlerini yağdıracaksın. Fakat senin gördüklerin ve sana anlatılanlar, gerçeğin tamamı değildir. Bütün bunları anlayabilmen için olayları bir Asyalı gibi görmen ve yorumlaman gerek. Şunu unutma ki burada yüzyıllardır birbirlerinden nefret eden ve birbirine kin güden iki halk var. Burada iki farklı zihniyet var: Ermeni ve Türk zihniyeti. Bu iki düşman görüşteki insanlar birbirlerinin yok edilmesi gerektiğine inanırlar. Evet 1915’de Ermeniler yok edilmişlerdi, her şey onlara karşydı ve yenilgiyi kabullenmek zorundaydılar. Fakat insan şuna inanıyor ki, eğer aynı konuma Ermeniler sahip olsalardı onlar da Türklere aynısını yapacaklardı. Benim raporlarımdan ve benim Beyazıt, Van, Erzurum ve Erzincan’daki görevlilerden aldığım raporlardan biliyorum ki 1915’de Ruslarla savaş başladığında Ermeniler, Türk ordusunun arkasından isyana kışkırtıldılar ve Türk köy ve kasabalarını yıkıp, yerle bir ettiler. Daha sonra Türkiye’de olan olaylar işte Ermenilerin bu ilk düşmanca tutumu nedeniyle başlamıştır. Kabul ederim ki çok korkunç şeyler oldu; Şimdiye kadar görülmemiş bir biçimde çok kan aktı. Fakat Ermeniler bu kan gölünün oluşmasında suçsuz değillerdi. Türkler gereğinden fazla ileri gittiler, fakat suç yine sadece Türklerde değildi. Suç Avrupalılarda görülmeyen çok derin nefretlerin oluştuğu, Asyalı düşünce tarzındaydı ve bu düşünceyle yapılan savaşta vahşice davranışlar ortaya çıkıyordu. “
” Örneğin Trabzon’a bak. Yanmış, yıkılmış Ermeni semtlerini gördün, fakat yerle bir edilmiş Türk mahallelerini de gördün mü? Henüz daha taze Türk mezarlarına da dikkat ettin mi? Hayır mı! Haydi git ve gör. Ermeniler de aynı pozisyonda oldukları zaman Rus ordusunun korumasında zafer kazandıklarında, 1915′ de yaşananlar tekrarlandı. Fakat bu sefer Türkler, Ermenilerce katledildi. Ermeniler, nerede bir Türk bulsalar onu acımasızca kesip doğradılar, nerede bir cami görseler onu yağmalayıp yaktılar. Türk mahalleleri yakıldı, duman ve alev içinde kaldı. Tıpkı bir zamanlar Ermeni semtlerinde olduğu gibi. Şimdi Anadolunun içlerine gidip savaşın bütün bu izlerini takip edebilirsin: Bayburt’da, Erzincan’da,, Erzurum ve Kars’da. Oralarda daha dumanı tüten yığınlar göreceksin; daha çok kan ve ceset koklayacaksın. Ancak bunlar Türklerin ölüleri olacaktır.”
Fransiskaner rahip bana gerçekleri söylemişti. Aylarca Ermenistan ve Kürdistan(Doğu Anadolu ve Kafkasya) içlerinde yolculuk yaptım ve gerçekten de rahibin bana anlattıklarının doğru oldugunu gördüm. Rus ordusunun geri çekilmesinden ve bunu takip eden barış anlaşmasından sonra, sözün ona Ermeni ordusu( Ermeni çeteleri) çeşitli operasyonlar yaptı. Bu çeteler Rusların çekildikleri bu Türk bölgelerini işgal ettiler. Ruslar işgal sırasında Türklerin canlarını ve mallarını koruyorlardı. Rusların geri çekilmesinden hemen sonra olanlar ise, yürek parçalayıcıdır. Küçük Türk yerleşim birimlerindeki insanlar, General Antranik ve Murat’ın çeteleri tarafından tek bir canlı kalmayıncaya kadar katledildi. Camiler son taşına kadar tahrip edildi.
Bu bulunmaz fırsatı yakalayan Ermeniler, beklentilerini, hayallerini bayağı genişlettiler ve neredeyse bütün Anadolu sanki onların olacakmış gibi davranmaya başladılar. Anadolu’da yaşayan Türklerle, yaşayan son erkeğe, son kadına ve son çocuğa varıncaya kadar hesaplaşabileceklerini ve onları yok edeceklerini umuyorlardı. Ben Erzincan’da yıkıntılar arasında yatan yüzlerce boğazlanmış Türkün cesedini gördüm. Kuyuların içine ışık tuttuğumda cesetlerle dolu olduğunu gördüm. Açılan toplu mezarlarda yüzlerce kadın ve erkek cesetlerinin üstüste yığılmış olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Bunları kim yapmıştı? Zafer kazanan Ermeniler tabiki. Böyle manzaralar sürekli olarak Yukarı Ermenistan yollarında, Kürdistan ve Rusya-Ermenistan’nda bana eşlik etti. Türkler’inde şimdi tekrar bir zafer kazandıklarında öç almaları ve öfkeyle misilleme yapmaları şaşırtıcı mıydı dersiniz? Şunu da itiraf etmeliyim ki, Rusya Ermenistan’ına yürüyüşleri sırasında Türkler tarafından yapılan öldürmeler de sürdü. Sarıkamış sınırının karşı tarafında birbirine yakın Ermeni yerleşim yerleri ateş ve demirle yerle bir edildi. Asya’nın bu vahşi ülkesinde şimdi zafer kazananlar, önceki zafer kazananlara karşı korkunç vahşi bir öfke duyuyorlardı. Halkların halklara karşı bu acımasız davranışlara nasıl kışkırtıldıklarını, bu acımasız nefreti, bizim Avrupalı beyinlerimiz anlamaz. Fakat biz Yukarı Ermenistan denilen bu bölgenin uygarlığı ile, Avrupa halklarının eski kültürünün karşılaştırılabileceğini düşünmemeliyiz. Çünkü buralarda yaşayan halkların milliyetleri yoktur, fakat çeteleri vardır. Bunu şöyle açıklamak mümkün. Buralarda iki çete karşılaştığında, bu taraflardan birinin imha edilmesi demek oluyordu. Bu nedenle bugüne kadar Büyük Ağrı Dağları’nda birlikte yaşamak için uzlaşmak, ortayolu bulmak diye birşey düşünülemez. Bunun yerine yanlızca imha etmek geçerlidir. Yukarı Ermenistan’ın çıplak dağlarında bir anlaşma yoktur, sadace ölüm kalım mücadelesi vardır. Kazanan yaşar, kaybeden ölür….
Benim Aleksandropol’de(Gümrü) kalışım sırasında orada yaşayan insanların düşünce yapısına ışık tutan şöyle bir olay oldu. Bir gün Alagöz dağları yönünden bir top atışı duyuldu. Türk sınırı arkasında korku içinde yaşayan Ermeni halkı bunu şöyle açıklamışlar; İngilizler Türklere karşı ilerliyorlar ve Türkler birkaç saat içinde yenilmiş olacaklar. Birden Türk sınırının gerisinde bir ayaklanma oluştu ve Ermeni köylerindeki zayıf Türk nöbetçileri şeytanca işkencelerle öldürüldü. Fakat ortada Ermenilerin geldiklerini sandıkları İngilizler yoktu. Olayın aslı şu idi: Kafkas Ermenilerinden bir birlik önce Türk cephesini yarmayı denemişler. Top atışı sesleri bu yüzdendi. Bu çatışma birkaç saat sonra bitti. Fakat sıra intikam almaya gelmişti. Türk askerlerinin sinsice katledildiği Ermeni köyleri yakılmaya başlandı. Bu durumda Ermenilerin hiç suçu olmadığı söylenebilir mi?
Tamamen Türklerin eline geçen Aleksandropol(Gümrü) kenti bir Ermeni kentiydi ve ben burada Türk işgaline rağmen günlük işlerini güçlerini yapan, şehrin ileri gelen Ermenileri ile tanıştım. Bu kişiler Ermeni çetelerinin düşüncesiz davranışları nedeniyle Türklerin bir gün öç alacakları düşüncesiyle sürekli korku içinde yaşıyorlar ve bir gün sırf bu yüzden yok olacaklarına inanıyorlardı. Ermeni halkının bir kısmı, ki buna ileri gelenleri diyebilirim, Türklerle barışcı bir anlaşma yapılmasının taraftarıydılar. Çünkü şimdi beraber yaşamak zorundaydılar ve karşılıklı bir antlaşma, bu cinayetlere bir son verebilirdi. Fakat halkın büyük bölümü ve çeteler yani sözde Ermeni askerleri, barışın adını bile etmiyorlardı. Onların sloganı: ” Ya biz, ya da onlar; birimizden biri yok olmalı” idi.
Düşününüz, Antlaşma ve barış isteyenler, Ermeni halkının büyük çoğunluğu tarafından lanetleniyordu. İçinde bulunduğum Ermeni çevrelerinden bazı insanlar bana açıkça şöyle diyorlardı: ” Şimdi Türkler başa geçti, ancak biz pek yakında tekrar başa geçtiğimizde elimize geçirdiğimiz hiç bir Türk’ü sağ bırakmayacağız. Onlarla bizim aramızda bir anlaşma olması mümkün değil. Asırlardır görülecek bir hesabımız var onlarla. Sürtüşmemiz, halkımızın tarihi kadar eskidir. Bu savaşım, Türklerin ülkemize gelmesiyle başladı. Bu savaş ya biz, ya da onlar yok olana kadar sürecektir. Biz barış istemiyoruz. Lanet olsun Türklerle dostluk kuranlara!”
İste o zamanlar Ermenilerin düşünceleri böyleydi. Ermenilerin bağımsızlıklarını kazanma ümitleri pek yoktu. Zaferi kazanan Ay-Yıldız’ın(Türklerin) ise bütün Rus- Ermenistan’ını ele geçirecegi görülüyordu.
İşte bunları duyduktan sonra, şimdi Türklerin geri çekilip de, Türk yerleşim yerleri tekrar Ermenilerin eline geçtikten sonra olanları tahmin etmek, herhalde zor olmasa gerektir.
Uzlaşmalar ancak uygar halklar arasında olabilir. Vahşi Asya’nın halkları arasında sadece nefret ve yok etme duyguları vardır. Evet, Türkler suçludur, katlettiler, ancak ellerine fırsat geçince aynı katliamları yapan Ermeniler acaba daha az mı suçlular? İnsan Asya’yı sadece Asyalı bakış açısıyla değerlendirebilir.
ARŞİVİNİZDE SAKLAYABİLECEĞİNİZ ESKİ HABERLER
Wouter Bos ‘’Soykırım kelimesi dikkatsiz olarak olarak kullanıldı.
Sosyal demokrat İşçi Partisi Lideri Wouter Bos, Parti Genel Başkanı Michiel van Hulten, milletvekilleri, Nebahat Albayrak, Milletvekilleri adayları Keklik Yücel, Huri Şahin, Ali Saraç ve AB sözcüsü Frans Timmermans ile birlikte ortak bir basın toplantısı düzenledi.
Gerek parti, gerek kendimin seçtiği iletişim şekli ve gerekse bu kelimenin dikkatsiz olarak kullanılmasında ise bu hususta üzgünüm.
Wouter Bos ‘Malumunuz, artık adet haline getirdiğimiz Türk medyasıyla bu görüşmeyi bu yıl da tekrarlıyoruz. Bu günün en önemli konusu Ermeni meselesi. Ben, daha doğrusu biz, şunun farkındayız: Son dönemlerde gerek partinin ve gerekse benim bu tartışmadaki görüşlerimiz hakkında çok yanlış anlaşılmalar meydana gelmiştir. Bunun sebebi şu ana dek bu mesele hakkında gerek parti, gerek kendimin seçtiği iletişim şekli ve gerekse bu kelimenin dikkatsiz olarak kullanılmasında ise, bu hususta üzgünüm. Bu meselenin çok önemli olduğunu, gerek yandaşlarımızın, gerek üyelerimizin çoğunun nezdinde çok önemli olduğu ve halen de önemli olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle bu hususa bugün açıklık getirme fırsatı bana verildiği için de ayrıca müteşekkirim. Bu hususa ilk önce şu tespitle açıklık getirmek istiyorum: PvdA partisinin Ermeni meselesi hususundaki görüşü, Hollanda’daki diğer siyasi partilerinin ve aynı zamanda Hollanda hükümetinin aynısıdır. Bu görüş: Yüzyılın başında Türk ve Ermenilerin de katıldığı savaşta çok kişi yaşamını yitirmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasıyla sonuçlanacağı bu süreçte Türkiye’de kendi tarihinin bu kısmıyla da yüzleşip çözüme kavuşturması gerektiğini düşünmekle birlikte, bu konuyu şu anda aynı zamanda yürürlükte olan başka bir tartışmayla ayırt etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu tartışmanın salt uluslar arası hukuki tartışma olduğu ve yine Cenevre sözleşmesinin unsurlarının kesin şartlarına göre, de bir soykırım olup olmadığı tartışması hakkında, gerek hükümet gerekse diğer partiler ve bizim partimizin görüşü bu hususta görüş belirtmemekte.
Hukukçular çözsün
Fakat ama bu soruna özellikle hukukçular ve tarihçiler tarafından araştırılması gerektiğini ve Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecinde tarafların bu konuda bir çözüme ulaşmaları ve tabiî ki ilk planda Türkler ve Ermeniler, biz çözüme ulaşmalarını ümit ediyoruz. Bu kapsamda Türkiye’nin arşivlerini açmaya hazır olmasını sevinçle karşılıyor Ermenilerinde Türkiye’nin çözüme katkı adına yapmış oldukları adımı aynı bir şekilde yapmalarını ümit ediyoruz. Bu konuda kısaca anlatacağımız budur.
Oylarınızı parti programlarına göre verin
Türk seçmenlerin 22 Kasımda yapılacak seçimlerde bu soruna bağlı kalarak değil, partinin programında öngördüğü temel ilkeleri dikkate alarak oylarını kullanmalarını bekliyoruz. Hollanda son yıllarda çok değişmiştir. Bir takım reformlar gerekliydi, Hükümette biz olsaydık, bizde bir takım ekonomik reformları gerçekleştirmek zorunda kalırdık. Fakat gördük ki bu ekonomik reformlar sonucunda insanlar arasındaki farklılıklar artmıştır. Fakir zengin arasındaki farklar, yerli yabancı arasındaki farklar, hasta ve sağlıklı insanlar arasındaki farklar, bu ekonomik reformların farkına varan insanlar ve fark etmeyen insanlar arasındaki farklar gitgide büyümüştür. Gelecek seçimlerdeki alacağımız en büyük karar bu farklılıkları büyüteceğiz mi veya köprüler kurup bu farklılıkları azaltacak mıyız? Bu sonuncusu bizim seçimimiz ve ana mesajımızdır.
Yaşanılabilinir Hollanda için çalışacağız
Biz Hollanda’nın yaşanmak için iyi bir ülke olduğuna inanıyoruz daha sosyal bir ülke olduğuna ve fakir ve zengin, yabancı ve yerli arasındaki bu farkları azalttığımız takdirde yeniden güçlenebileceğimize inanıyoruz. Programımız buna yöneliktir. Dayanışmanın tekrar kazanılması, büyük şehirdeki problemli semtleri insanları, buradan kaçtığında kendini şanslı hissetmeleri yerine tekrar buralara gelmek istedikleri semtler haline getirmek istiyoruz. Programımız aynı zamanda Hollanda da ki mevcut tüm yetenekleri şu an kenarda kalmış olan yetenekler dahil, kullanmaya yöneliktir. Çünkü biz Çin veya Endonezya rekabetinden korkmaya gerek olmadığını ve dayanışmanın gelecekte de ödenebilir halde tutmak için herkesin elini taşın altına koyması gerekir. her şeyden ve herkesten istifade etmemiz gerekir ve bu ülkede insanlar arasında meydana gelen farklılıklar, halen çok fazla olan işsizlik ve gençler arasında işsizlik oranında ve yine bu grup içerisinde yabancıların büyük oranı oransız yüksek olması çok fazla yetenek kullanılamamaktadır. Bu o insanlar için kötüdür ve toplum olarak ta bunu kaldıramayız. Bu seçim programımızın ana mesajıdır, yani ülkenin hangi şekilde görünmesini istediğine yönelik ve geleceğinizi birlikte nasıl organize edeceğinize yönelik bir mesaj.
İş piyasasında ayrımcılık ve fakirlik bu dönemde had safada
Bu anlatım aynı zamanda Türk yandaşlarımızın da 2 nedenle ilgisini çekecektir. Birincisi, maalesef hala orantısız bir ölçüde Türk uyruklu insanlar fakirlik ve iş piyasasında ayrımcılıkla karşılaşmaktalar ve var olan tüm yeteneklerinden istifade etme fırsat olmadığını. Bizim Hollanda toplumuna mesajımız ayrımcılık istemediğimizi ve herkesin katılmasını istediğimizi ve yeteneklerini kullanmasını istediğimizi ifade ederken bu özellikle bu insanlar için geçerlidir. İkinci neden kanaatimce Hollanda’da ki çoğu Türk uyruklu insanlar kendilerini hala PvdA partisinin mesajına bağlı hissettiklerini ve az önce andığım farklılıkların arttığı ve bu nedenle de Hollanda da yerli ve yabancı farklılıklar çok daha keskin ve daha büyük olmuştur. Geçen senelerde Hollanda da çok sert ve kutuplaştırıcı bir entegrasyon tartışması yaşadık. Belki bazen çözümü yakınlaştırmak için bazen sert ve kutuplaştırıcı olmanız gerekir, fakat son senelerde kutuplaşmanın çözümü daha da uzaklaştırdığını görüyoruz.’’
Albayrak, ‘’Wouter Bos bu ülkede birleştirici olacak’’
Parti listesinin ikinci sırasında yer alan milletvekili Nebahat Albayrak’da ülkenin onca sorunu ve tartışılması gereken noktalar varken, Ermeni iddialarının gündeme taşınmasını doğru bulmadığını söyledi. Nebahat Albayrak ‘Özellikle önceden listede 2. sırada olmamdan dolayı gurur duyuyorum. Bende bu hususta çok söylemler ve sorular duydum ve PvdA’nın yabancıların emansipasyon hakkında düşündüğünü bildiğinizde sadece yabancı olmanız yeterli değildir. Zayıf semtlerde kısıtlamaya gitmek doğru olmaz ve yabancı çocukların diplomasız okuldan ayrılması kabul edilemez. Söylemek istediğim tek şey var. Ben Wouter Bos’un farklı bir Hollanda’yı temsil ettiğini ve bu nedenle de bu ülkenin başbakanı olmasını istiyorum. Çünkü o sadece az önce anlattığı o köprüyü değil ve Hollanda’da şu anda ihtiyacımız olan diğer köprülerde kurabileceğini de inandığım için. O bu ülkede birleştirici olacaktır ve yine o ülkemizi sırtı dik ve gururla yurt dışında da savunacağı için Wouter Bos’ın listesinde 2. olmamdan dolayı tekrar gururluyum’ dedi.
Erdinç siyaset dışına itilmedi.Yerel çalışmaları sürüyor
Wouter Bos, son olarak Milletvekili adaylığında liste dışı kalan Erdinç Saçan’ın tamamen siyaset dışına itilmediğini, partinin yerel örgütünde çalışmasını sürdürdüğünü belirtti. Bos, Türk kökenli aday Saçan’ın Ermeni iddiaları konusunda partinin genel görüşüyle çeliştiği için çıkarıldığını yineledi ancak listeden atılmasından da üzüntü duyduğunu söyledi.
Sosyal Demokrat İşçi Partisinin Avrupa Birliği sözcüsü, Frans Timmermans da bir gazetecinin, Ermeni konusu Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde kıstas olmamasına rağmen parti olarak bu konuya neden bu denli önem verdiklerine ilişkin sorusuna karşılık, bu konunun Kopenhag Kriterleri arasında yer almadığını kabul ettiğini, ancak bunun yalnız Hollanda’nın değil, Avrupa’nın bir meselesi olduğunu savundu.
Biz uyarmıştık ama dinlemediler…
Ermeniler, Hollanda’nın başına bela oldular!
* Kendi ülkelerinden kaçanlar bile kıyıma uğradıklarını iddia ediyorlar.
* Ama Hollandalı yargıçlar bu yalanlara inanmıyorlar.
* Sınır dışı kararlarına rağmen sırra kadem basan Ermeniler, çocuklarını
geride bırakarak, istismar yollarına başvuruyorlar.
C:\Users\Ilhan\Desktop\Subat 2019 Bultenine girecekler\IMG_1555.jpg
Hollanda’daki Türk göçmen tarihinin başından bu yana, sıkça cereyan eden saçma Ermeni iddialarının yaşattığı kargaşa devam ediyor.
Bir zamanlar, saçma iddialara inanan Hollandalılar’a, ‘Yapmayın, etmeyin, bunlar bir gün sizin başınıza bela olacak’ diye uyarılarda bulunmuştuk.
İşte, o günlerde uyarılarımıza kulak tıkayan Hollandalılar, şimdilerde ceremeyi çekmeye başladılar.
Nedir Hollandalılar’ın çekmeye başladıkları cereme?
Ermenistan’dan (Dikkat ediniz, Türkiye’den değil, kendi ülkelerinden) gelip Hollanda’dan sığınma talep edenlerin sayısı bir hayli arttı.
Yargı kararlarına rağmen, sınırdışı edilmekten kurtulmak için kayıplara karışan Ermeniler, ülkenin en büyük gazetelerinden ve de sosyal demokrat görüşlü olan De Volkskrant’a iki sayfa halinde konu oldular.
Sığınmacı Ermeniler arasında en çok dikkat çekenlerden biri, Armina Hambartsjumian adlı kadının 2 çocuğu ile birlikte sığınma isteğinin ret edilişiydi. Sınırdışı edilirken, Howick (13) ve Lili (12) adlı çocuklarını gizli bir adrese bırakıp ülkesine tek başına dönen annenin dramatik hikayesi Hollanda’da gündemden düşmemişti. İki çocuğun da sınırdışı edşlmesi gerektiğine karar veren Danıştay’a rağmen, Hollanda parlamentosu özel bir oturumda bu çocuklara ikamet izni verilmesini sağlamıştı.
Hollanda’da bu durumda olan tam 740 Ermeni var.
700 Ermeni, ülkede özel olarak açılan sığınma evlerinde yaşıyor.
Ermeni başvurularının yüzde 90’ı ret ediliyor.
389 Ermeni gitti ama bunların yüzde 64’ünün nereye gittiği belli değil.
Akılları başlarına geldi
Hollanda’da sığınmacılara yardım eden görevlilere göre, ret kararlarından sonra en çok sorun çıkaran sığınmacıların Ermeniler olduğunu belirtiyorlar.
Sığınma istekleri ret edilenlerin hukuki işlerine bakan STUV kurumu hukukçularından Guyonne Metsers şöyle diyor: ”Ermenistan’daki ortam tabii ki iç açıcı değil. İnsanların kendilerine ve çocuklarına daha iyi bir yaşam için arayış içinde olmaları da doğaldır. Ama sığınmacı olmak için belli kurallar vardır. Bu kurallara uymayanlar ülkelerine geri gitmek mecburiyetindedir. Bize başvurular arasında, akla hayale gelmeyecek korkutucu durumlar vardır. Örneğin, Kongo’dan gelen bir sığınmacının o ülkeye geri dönmesi düşünülemez. Zira hemen katledilirler. Ama Ermenistan’da böyle bir durum yoktur.”
Lahey’de yaptığımız basın toplantısının kupürü.
Nasıl başladı?
Hollanda’ya ilk Ermeni ve Süryani sığınmacılığı Twente bölgesindeki Enschede, Almelo ve Hengelo kentlerinde başlamıştı. Türkiye’den göç eden Ermeni ve Süryaniler, ”Orada, Hıristiyan olduğumuz için bize saldırılıyor, kesim hayvanlarımız öldürülüyor, çocuklarımıza tecavüz ediliyor” gibi iddialar ile, Hollandalılar’ın yumuşak kalplerine girmeye başlamışlardı. Bu işi oradaki bir avukat üstlenmişti. Öyle ki, ilticacı Ermeniler kendilerini daha çok acındırmak için kiliselere sığınmaya başlamışlardı. Hollanda medyasının körüklemesiyle, Hollandalılar’ın Türkler’e bakış açısı değişmeye başlamıştı.
Bu gelişme tüm Türkler’i çok rahatsız etmişti.
İşte bu nedenle biz medya mensupları olarak Lahey’de bir basın toplantısı düzenlemiştik.
Hollanda medyasına bilgi vermek için düzenlediğimiz bu basın toplantısında, ‘Bakın, biz bu Ermeni kardeşlerimize sığınma hakkı verilmesini candan istiyoruz. Ama bunların ortaya attıkları suçlamalar çok aşırı. Bu yüzden Hollandalı komuşularımız bize ‘Hıristiyan düşmanı’ olarak bakmaya başladılar. Biz bundan çok rahatsızlık duyuyoruz.’ diyerek çeşitli belgeler sunduk.
Bizim bu girişimimizden sonra, Mardin’e giden bir Hollanda TV ekibi, oradaki halk ile ve Ermenicede çeşitli şekilde adlandırılan rahiplerle yaptıkları söyleşilerde, herhangi bir eziyetin yaşanmadığını ortaya koydular.
Ermeni ve Süryani yalanları birkaç yıl daha sürdükten sonra sönüp gitti.
Ama daha sonra, Türkiye’den değil, Ermenistan’dan gelen sığınmacı derdi başladı.
Zor günler yaşadık
Sözde Ermeni soykırımı konusunda Hollanda’da pek çok zorluklar yaşadık.
Assen kentinde kurulan bir Ermeni Anıtı öncesinde çok hareketli davrandık ama önleyemedik.
Aynısı Almelo kentinde yaşandı. Ermeniler bu kez kilisenin içinde bir Anıt diktiler.
Daha sonra, Ermeni iddialarının ‘Soykırım’ olarak tanınması için Hollanda parlamentosunda oylama yapıldı. Bu oylama öncesinde Başbakan Yardımcısı olan İşçi Partili Wouter Bos ile görüşmüş ve yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyerek, 1920 yılında, Handels Blad gazetesine yazan bir Hollandalı araştırmacının yazılı metnini sunmuştum. O zaman soykırım iddiası onaylanmamıştı.
Ama daha sonra bu konu yeniden gündeme geldi. Bakın o zaman ne yazmıştım:
Ülkeler arası sorunların yargılandığı Yüksek Adalet Divanı ile tüm dünyada ün yapan LAHEY, son yıllarda kurulan Savaş Suçluları Mahkemesi ile ününe ün katıp, insan hakları konusunda hayranlık kazanırken, Lahey Parlamentosu’nda alınan iğrenç bir karar, hem şaşırttı ve hem de nefret uyandırdı.
Türkiye’yi, ‘Ermenilere soykırım yaptı’ suçlaması ile oylayan Hollanda parlamentosundaki oturuma katılan 145 üyeden 142’sinin tamamı ‘kabul’ oyu verirken, Türkler’in kurduğu DENK partili 3 milletvekili ‘ret’ oyu verdi.
Kendi geçmişlerini görmezden gelen Hollandalılar, sözde Ermeni Soykırımı’nı ikinci ve hatta üçüncü kez mecliste tartıştılar ve kabul ettiler.
Hollandalılar daha önce, siyasi partilerin seçim aday listelerinde yer alan Erdinç Saçan, Ayhan Tonca ve Osman Elmacı adlı 3 Türk’ü, sözde soykırımı tanımadıkları için adaylık listelerinden çıkarmışlardı.
Şimdi de Hollanda parlamentosunda yeni bir komedi sergilendi.
Hollanda’da koalisyon ortağı Hıristiyan Birliği (CU) milletvekili Joel Voordewind tarafından hazırlanan ‘Ermeni Soykırımı’nın tanınması’ önerisine
Türkiye kökenli milletvekilleri tarafından kurulan DENK partisi dışındaki tüm partiler destek verdi. Öneri, 3’e karşı 142 oyla kabul edildi.
Meclis, hükümetten ‘Nitelikli soykırımı kabul etmesi’ talebinde bulunmadı. Hollanda hükümeti, soykırım yerine, ‘Soykırım Meselesi’ demeye devam edecek.
Hollanda geçici Dışişleri Bakanı Sigrid Kaag, alınan bu kararın hükümetin tanıması anlamına gelmediğini, ama 24 Nisan’da Ermenistan’daki ‘soykırımı anma törenine’ hükümeti temsilen bir heyet göndereceklerini söyledi.
Sigrid Kaag, hükümetin, 1915 olaylarıyla ilgili ‘Ermeni Soykırımı’ iddiası konusunda itidallı davranılması gerektiği düşüncesinde olduğunu belirtti.