Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile Kayseri Barosu tarafından düzenlenen ‘Yeni Anayasa sempozyumunun açılışında konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç “Yeni Anayasa heyecanının karşılıksız kalması Cumhuriyetimizle aynı yaşta olduğunu belirttiğim yaşanan travmayı daha da büyütecek, bedelini ise siyaset kurumları ödemek zorunda kalacaklardır. ‘Kurucu meclis’ fonksiyonuna sahip TBMM’nin yeni Anayasa döneminde bu fonksiyonunu yenine getirirken, meşruiyet zeminini kaybetmemesi gerekir. Toplumsal sözleşme dediğimiz Anayasa’yı hazırlayan tarafların, sahip oldukları kırmızı çizgilerden bir adım geride durarak bu müzakereleri sürdürmeleri gerekir. Bütün dinlerin ortak noktası olan Allah inancı da savaşın kazanılması değil, barışın sağlanmasını zafer olarak tanımlıyor. Elini taşın altına sokanlar ise ‘İhanetle’ suçlanıyor. Bu toplum kurduğu doksan yaşındaki Cumhuriyet’in 45 yılını terörle mücadele etmekle geçirdi. Anayasa Mahkemesinin tüm üyelerinin, Almanya’da olduğu gibi Parlamento tarafından seçilmesi meşruiyet sorununu giderebilecek yegane demokratik yoldur. Yakın tarihimize baktığımız zaman darbelerin parmak izlerini sadece Anayasalarda değil, mahkeme kararlarında da görebilirsiniz. Bu gerçek, kamu gücünün ele geçirilmesi gereken bir silah olduğu düşüncesini kimilerinin akıllarına sokmuştur. Kim olursa olsun kendi saadetini başkalarının felaketi üzerine kuranları savunmak ne ahlaki nede insanidir. Eğer yaşadığınız bir özgürlük acınız varsa, bunu saklayınız. Birgün özgürlük dağıtan güce sahip olursanız, sakladığınız acıları hatırlayarak belki zulme engel olursunuz. Zira, insan haklarını sadece insan olanlar savunabilir.” dedi.
Yeni Anayasa yapım sürecindeki bu sempozyum ‘ Türkiye için anlamı ve amacı çok heyecan verici’ olarak niteleyen Haşim Kılıç; milletin 90 yıllık Cumhuriyet döneminde ilk defa kendi iradesini ortaya koyarak sahip olduğu insanlık onurunu nasıl yaşatacağının ve koruyacağının şartlarına karar vereceğine dikkat çekti. Kılı 1924’deki olağanüstü şartların bir kenarı bırakıldığında, 1961 ve 1982 yıllarında iradesi işgal edilerek nasıl yaşayacağına vesayet makamlarının karar verdiği bir süreçten, hür iradesiyle seçtiği temsilcilerinin eliyle hazırlanacak bir anayasa yapmanın onurunu yaşamak istediğini belirterek şunları söyledi.
“Doksan yıldır yapamadığı bu nedenle de sosyolojik bir travma geçirdiği bu sürecin yarattığı ‘psikolojik eşik’ mutlaka aşılması gereken bir engel olarak görülüyor. Bu eşikten geçebilmek için bireylerin, kurumların, sivil toplum örgütlerinin yürekten kutlanmaya değer çabaları, karşılığını büyük bir heyecanla beklemektedir. Bu heyecanın karşılıksız kalması Cumhuriyetimizle aynı yaşta olduğunu belirttiğim yaşanan travmayı daha da büyütecek, bedelini ise siyaset kurumları ödemek zorunda kalacaklardır. Türkiye’de yeni bir Anayasa ancak darbe yoluyla yapılabilir biçimindeki akla ziyan bir düşüncenin ortadan kalkması halkın belirtilen eşikten geçmesine bağlıdır.”
Yeni Anayasa döneminde, esasa dönük gayretleri olumsuz etkileyecek teknik ve usul tartışmalarının sonuç getirmeyeceğinin altını çizen Kılıç, yeni bir Anayasa yapımının ‘Kurucu meclis’ mi yoksa ‘Kurulmuş meclis’ tarafından mı yapılması gerektiği, ya da halen mecliste yapılmakta olan çalışmanın yeni bir Anayasa yapılması mı, yoksa kapsamlı bir anayasa değişikliği mi şeklindeki tartışmaların öncelikli sorun olmamasını istedi. ‘Önemli olan milletimizin rüştünü ispat edebileceği belirttiğim eşikten geçebilmesidir’ diyen Kılıç konuşmasına şu şekilde devam etti.
“Yapılan bu tartışmalara ilişkin düşüncemi ifade etmem gerekirse, Milletin hür iradesiyle seçilerek TBMM’ni oluşturan milletvekillerinin ‘Kurucu meclis’ fonksiyonuna sahip olduğu ve yeni bir Anayasa yapabilme gücünün var olduğunu söylemek olacaktır. Ancak TBMM’nin bu fonksiyonunu yenine getirirken, meşruiyet zeminini kaybetmemesi gerekir. Cumhuriyet döneminde yapılan üç yeni Anayasa’nın halkın dışlanarak devleti yönetenler tarafından yapılması, meşruiyet sorununu da beraberinde getirmiştir. TBMM’nde yapılan yeni Anayasa çalışmasında böyle bir meşruiyet sorunu yaşanmaması, toplumda karşılığı bulunan dini, mezhebi, etnik ve ideolojik tüm farklılıkların kendini görebildiği, düşünce ve inançlarının güvenceye kavuştuğu, dışlanma hissini yapamadığı, katılımın sağlandığı, bir anayasa metninin çıkmasına bağlıdır. Toplumun bir kesiminin dışarıda bırakılarak hazırlanan anayasaların öncekiler gibi başarı şansı yoktur. Zira taraflardan birinin rızası alınmadan yapılan sözleşmelerin sağlığı tartışmalıdır. Bu noktada, TBMM’de dört partinin uzlaşmaya çalışması büyük bir şanstır. Uzlaşma komisyonu çalışmalarının başarıyla sonuçlanmasını yürekten temenni ediyorum. Toplumsal sözleşme dediğimiz Anayasa’yı hazırlayan tarafların, sahip oldukları kırmızı çizgilerden bir adım geride durarak bu müzakereleri sürdürmeleri gerekir. İktidar ve muhalefetin sahip oldukları güçleri gözetilmeksizin, herkesin eşit şartlarda temsil edildiği Anayasa uzlaşma komisyonununda imkanlar boşa harcanmamalıdır. Herkesin isteklerinin Anayasa’da yer alması gibi bir ütopyanın gerçeklerle örtüşmeyeceği açıktır. Her kesimin kendi doğruları vazgeçilmez, tartışılmaz, kılına bile dokunulmaz kutsallara dönüştürmesiyle ortaya çıkacak dayatmalar, diyaloğu ve müzakere şartlarını ortadan kaldırır. Makul ve ölçülü olabilirsek bu müzakerelerden başarıyla çıkılması kaçınılmazdır. Aziz milletimizde bu sürecin başarıyla sonuçlanmasını heyecanla beklemektedir.”
Doğal farklılıkların çok yoğun olduğu bir ülkede ve Dünyada yaşadığımızı belirten Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, insanlık tarihinin bu farklılıklardan kaynaklanan savaş ve yıkımların acı tecrübeleri ile dolu olduğunu tekrarladı. Kılıç, din, mezhep, ırk ve ideolojik farklılıklardan kaynaklanan kavga ve çatışmaların telafisinin imkansız sonuçlar doğurduğunu kaydederek konuşmasını şöyle sürdürdü.
“Farklılıkları barış ve hoşgörü kültürü üzerine inşa etmediğimiz takdirde, nefret söylemi ve kültürünün hakimiyeti kaçınılmazdır. Bu kültürün hakim olduğu siyasal bir iklimde, sorunları çözme şansı çok zayıftır. Nef ret söyleminin yarattığı gerilim ortamlarında diyalog kültürü ortadan kalkmakta, sorunların çözümü için ihtiyacımız olan müzakere imkanlarından mahrum kalmaktayız. Barış için gerekli olan iklimi oluşturmadan güce dayalı yapılacak Anayasal düzenlemeler ‘Ben yaptım oldu’ Anayasası olur. Bu yaklaşım toplum barışının en büyük tehdidi olmak yanında, sorunları büyütmekten başka sonuç doğurmaz. Bütün dinlerin ortak noktası olan Allah inancı da savaşın kazanılması değil, barışın sağlanmasını zafer olarak tanımlıyor. Sevginin, merhametin, hoşgörü ve diyaloğun gücünü kullanarak farklılıkları kuşatmalıyız. Hak ihlallerinin öfkeyi, öfkenin nefreti, nefretin ise intikam duygularını beslediği bir gerçektir. Barıştan uzak çatışma ortamlarında sorununu çözmek için isteklerini Anayasa’ya taşıyabilen bir kesimin hissettiği ya da hissettirdiği zafer kazanma duygusu, karşı düşünce sahiplerinin milli, dini, etnik veya kültürel dünyalarında kırılmalara neden olacağı açıktır. Böyle sonuçla karşılaşmamak için gerginliğin, kavganın, terörün son bulması konusunda her bireyin, toplumun ya da tüm siyaset kurumlarının yapabileceği bir katkı vardır. Bu olumsuz iklimden herkes şikayetçi görünüyor. Ancak çözümü için kimse öneri de bulunmuyor. Elini taşın altına sokanlar ise ‘İhanetle’ suçlanıyor. Halkın yorgun düştüğü bu ortamdan süratle kurtulmak için yeterli alt yapıya sahibiz. Zira bu toprakla asırlarca Yunusların, Mevlanaların, Hacıbektaşi Velilerin kökleştirdiği sevgi ve hoşgörü kültürünün gücüyle ayakta kalmayı becerebilmiş bir medeniyete ev sahipliği yapmıştır.”
Türkiye’de toplumun, kurduğu doksan yaşındaki Cumhuriyet’in 45 yılını terörle mücadele etmekle geçirdiğini belirten Haşim Kılıç, bu süreçte kaybedilen ekonomik, sosyal, kültürel varlıkların bir tarafa bırakıldığında, bu uğurda can verenlerin ana yüreklerinde bıraktığı ateşin, bütün bir toplumu yakmaya yeter güçte olduğuna işaret etti. Kılıç, bu ateşin artık sönmesi gerektiğini belirterek şunları dedi.
-LAİKLİK KONUSU
“Zira kendi saadetini başkalarının felaketi üzerine kuranlar en çirkin zulmün uygulayıcısı olur. Bu sorun çözülmedikçe Anayasa yapmanın güçlüğü ortadadır. Yapılsa bile yeni sorunlar doğurmaya adaydır. Yeni Anayasa süreci yapım sürecinde sorunun kaynağını ikiye ayırmak gerekir. Birincisi Anayasa’nın kendinden kaynaklanan sorunlar, diğeri de Anayasayı uygulayanların sebep oldukları sorunlar. Anayasa’nın felsefesi, Din-devlet-siyaset ilişkisi, sivil-asker-devlet ilişkisi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma sebepleri, idari vesayet ve etnik konuların düzenlendiği maddeleri, Anayasanın kendinden doğan sorunlara kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz. Bir türlü özgürleştiremediğimiz dinsel ve etnik anlayış ve yorumlar, sorun doğurmaya devam ediyor. Laiklik kavramının evrensel anlayıştan koparılarak keyfi ve ideolojik yorumlara açık hale getirilmesi, mağdur ve mazlum bir kitlenin doğmasına yol açmıştır. Devletin tüm inançlar karşısında eşit uzaklıkta durmasını öngören laiklik anlayışı, toplumun birliğini sağlaması gerekirken bizdeki uygulama ile ayrışmaya ve çatışmaya ivme kazandıran bir fonksiyon üstlenmiştir. Devlete ait olan bir kavramla birey ahlakını laikleştirmeye ve dinsel duygularını kalplerine kilitleyerek hayatına etkili olmasına engel olmaya çalıştık. Başarısız olan bu uygulama kalp ve gönüllere ayrılık dışında hiçbir kazanım sağlamadı. Aynı şekilde terör kavramının da muğlak ve belirsiz olması, uygulayıcıların farklı ve isabetsiz yorumlarının ortayla çıkmasına sebep olmuş, neticede ciddi hak ihlalleri toplumsal sorunların çözümünü çıkmaza sokmuştur. İnsanlık onuruna saygı, insanların ne düşüneceğine, neye inanacağına ve nasıl bir hayat tarzını tercih edeceğine kendisinin karar vermesini zorunlu kılar. Esasen hak ve özgürlüklerin güvence altına alması gereken anayasaların meşruiyeti de bu temele dayanır. Zaten devletle birey arasında doğan sınır çatışmaları da bireylerin hak ve özgürlüklerine ilişkin sınırlamalar konusunda ortaya çıkıyor. Haklara ilişkin sınırlama sebepleri genel olarak evrensel uygulamalarla aynıdır. Ancak sorun, daha çok yasama organının ya da idarenin takdir alanındaki yetkilerini özgürlükler aleyhine kullanmasından veya bunu denetleyen Anayasa Mahkemesinin özgürlükleri genişletici yorum tekniğini kullanmamasından kaynaklanıyor. Ne yazık ki hak ihlali nedeniyle sanığı devlet olan bir davayı çözecek makamda, devletin mensubu olan yargıçlarımız bulunmaktadır. Bu sakıncayı giderecek olan önerim açıktır. Söz konusu davalara bakmakta olan Anayasa Mahkemesinin tüm üyelerinin, Almanya’da olduğu gibi Parlamento tarafından seçilmesi meşruiyet sorununu giderebilecek yegane demokratik yoldur. “
ANAYASA ÜZERİNE SORUN…
Anayasalarda aslında soyut ifadeler kullanılarak kısa, öz bir çerçeve çizildikten sonra bunu uygulayacak olanların yorumlarına terkedilmesi gerektiğinin altını çizen Kılıç, yorum hakkına sahip olanlarında maddelerdeki soyut ifadeleri toplumsal gelişmelere bağlı olarak sürekli yenilemesi gerektiğini açıkladı. Kılıç, böylece sıklıkla Anayasa değişikliği yapma ihtiyacının da olmayacağını, sorunlu hukukun onarılarak sorunsuz hale getirileceğini bildirdi, konuşmasını şöyle tamamladı.
“Ancak bu sistem ülkemizde tersinden çalışmıştır. Anayasayı yorumlamakla görevli olanların, sorun çözme yerine sorun üreten bir merkez haline gelmesi Anayasayı sürekli değiştirme ihtiyacını doğurmuştur. Yakın tarihimize baktığımız zaman darbelerin parmak izlerini sadece Anayasalarda değil, mahkeme kararlarında da görebilirsiniz. Bu gerçek, kamu gücünün ele geçirilmesi gereken bir silah olduğu düşüncesini kimilerinin akıllarına sokmuştur,. Kimseyi suçlamaya hakkımız yok. Bu sonuca vesayetçi elitlerin kendi hayat tarzlarını güvenceye almak için hak ve özgürlükleri halkın bir bölümünden kaçırmaları sebep olmuştur. Aktörler değişmiş olsa da bugün bu yanlış uygulamaya tersinden devam edenler varsa onlarında sonu aynı olacaktır. Kim olursa olsun kendi saadetini başkalarının felaketi üzerine kuranları savunmak ne ahlaki nede insanidir. Son sözüm şudur. Eğer yaşadığınız bir özgürlük acınız varsa, bunu saklayınız. Birgün özgürlük dağıtan güce sahip olursanız, sakladığınız acıları hatırlayarak belki zulme engel olursunuz. Zira, insan haklarını sadece insan olanlar savunabilir. “