Ah şu Referandum.. (19) (Gurbetten)(Köşe yazısı 15.03.2017 Kayseri Star Haber Gazetesi)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ-HİSF KAYSERİ TEMSİLCİSİ

davutgulec@hotmail.com

Halen Almanya’da yaşayan Sümer ilk ve ortaokul arkadaşım, Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu bana yazdığı  ve Haber Post’ta yayınlanan köşe yazısını atmış. Güncel olduğu ve olayları oradan daha iyi değerlendirmemize yardımcı olacağı için aynen sizlerle paylaşıyorum.

“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”

Bu cümleyi olumsuz ya da olumlu anlamda kullanmak mümkün.
Çok kötü giden bir toplumsal yaşamı değiştirme vizyonu ile yola çıkanların her şeyi iyileştirmeye yönelik vaadi olabilir bu cümle.
Ama her şeyi kötüleyen birinin komplo teorileri sonuncuda var olan güzelliklerin yok olmasına da neden olabilir.
Türk toplumunda neredeyse hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye başlayan düşünceleri okuduğumda tüm iyi niyetime rağmen çokta olumlu şeyler göremiyorum. Umarım yanılırım.
Bunun için belki hep beraber kısa bir geçmişe gitmekte yarar var.
Birkaç sene öncesine kadar çevremde kimler vardı, çevremdekilerle neleri paylaşırdım sorusunu sorduktan sonra gelinen noktayı gözden geçirmeye çalışmak bize kendimizle ilgili de ip uçları verecektir.
İnsan ilişkilerimiz nasıldı? diye sorulduğunda; “iyiydik biz beya!” dedikten sonra neden artık o kadar da iyi olmadığımızı kendi içimizde istişare edebiliriz.
Bir agresiflik, karşıdakini rencide etme, küfürlü anlatımlar, suçlamalar, ötekileştirmeler.
Şu anda gündemi bu duygular belirliyor. Düşüncesini söyleyenin hemen her türlü suçlama ile yaftalandığı bir dönemden geçiyoruz.
Bu gidişat sağlıklı mı?
Özellikle Almanya’da yaşayan bizler açısından bakıldığında, buradaki geleceğimize yönelik çalışmalarda bir araya gelmemizi dahi engelleyecek bu gerginlik, ayrışma bizi rahatsız etmiyor mu?
Beni ediyor.
Düşüncelerin yerine küfürlerin yarıştığı bir ortam beni endişelendiriyor.
Ortak yaşamı zorlaştıracak sloganlarla belirlenen gündem benim içimi daraltıyor.
Ama şu an için bir çözüm yolu var mı, diye sorulduğunda zorlanıyorum. Çünkü hiç kimse çözümden yana da değil.
Referandum süreci bu gergin ortamı daha da derinleştirecek cinsten. Bir ülkenin gelecekte nasıl yönetileceği konusunu aklı başında bir araya gelip konuşmak yerine, günlük sloganlarla karşıdakini linç etme yarışı sürdürülüyor. Anayasalar toplumların ortak yaşama anlaşmalarıdır.
Bunu bile birlikte tartışmayacaksak nerede birlikte olacağız?
Referandumda herhangi bir sonucun çıkması sonunda bizim Almanya’da birlikte yaşamımız nasıl devam edecek?
Eylül 2017 de yapılacak olan ve bizim Almanya’ya da yaşamımızı, çocuklarımızın geleceğini bire bir belirleyecek Federal Parlamento seçimlerinde hangi talebimizi hangi politikacı ile tartışacağız?

Toplum gittikçe ayrışırken “her şey daha güzel olacak” diyebilmeyi becermek zorundayız. Bunun için de daha çok birlikte konuşmaya, tartışmaya, birbirimize farklı düşüncemizden dolayı tahammül etmeye ve ortak akıl üretmeye ihtiyacımız var.

Gücümüze güvenelim !

Almanya Türkleri kendi kazanımları ile gurur duymak için bunu ille de birisinin söylemesine gerek yok.
Almanya Türkleri, onyıllardır sadece yaşadıkları ülke değil, aynı zamanda göç ettikleri ülkenin de kalkınmasına verdikleri katkıdan dolayı kendileri ile ne kadar gurur duysa azdır.
Almanya Türkleri bu başarılarını elde ederken her zaman her iki ülkeden destek de görmedi. Ancak herşeye rağmen her iki ülkeye saygıda ve hizmette kusur da etmedi. Yani bize Almanya’da birilerinin, “siz güçlüsünüz” demesine gerek yok. Kendi gücümüzün farkına kendimiz varalım.
Son dönemde Almanya Türkleri kendileri ile çok da ilgili olmayan, bazılarının iktidar mücadelelerinin pekiştirilmesinde araç haline getirilmeye başlandı. Bizden iki ülke arasında tercih yapma beklentisi arttı.

Bir insan dününü ret ederek gelecek tercihi yapabilir mi?
Yada geleceğini ret ederek doğru bir tercih yapabilir mi?

Gerek Almanya ve gerekse Türkiye bizim olmazsa olmazlarımız. İki ülke arasında gerginleşen hava en çok bizi ilgilendirmeli ve birlikte buna karşı çıkmalıyız. Bunu yaparken ne Alman ne de Türk Populizminin etkisi altında kalmaktan uzak durmalıyız. Gerektiğinde, bu populist yaklaşımlara birlikte karşı çıkmalıyız.
Çünkü bu gerginlikte her ülkenin yöneticilerinin katkıları var.
Bireysel özgürlüklerin arttığı, insan hakları ihlallerinin olmadığı, hiç bir yerde hiç kimsenin kendisini ikinci sınıf vatandaş hissetmediği, katılımcı demokrasiden herkesin kendine düşen payı aldığı, geleceğe daha umutlu bakıldığı bir ortamı yaratmak hepimizin görevi.

Bu görevimizi yerine getirmediğimizde bizden en başta çocuklarımız sonra torunlarımız ve gelecek nesiller hesap soracaktır.