Ah şu Referandum.. (15) (Doğru mu?) (Köşe yazısı 10.03.2017 Kayseri Star Haber)

DAVUT GÜLEÇ

GAZETECİ-HİSF KAYSERİ TEMSİLCİSİ

davutgulec@hotmail.com

Son yıllarda gerçekten ‘hızlı bir değişim’ ve buna bağlı olarak ‘çöküş’ yaşıyoruz. Buna sanırım en iyi örnek Psikiyatrist Zeynep Pınar’ın bu paylaşımı olsa gerek.

Yokmuş gibi yaşıyoruz hayatı!
Saklıyoruz, yok sayıyoruz, korkuyoruz, utanıyoruz… Ne zaman insanlar ‘Diş hekimine gidiyorum’ deme rahatlığı içinde ‘Psikiyatriste gidiyorum’ diyecek ben o zaman ‘Ruh sağlığının korunması’ misyonumu sonlandıracağım.
Mecburi hizmette, psikiyatri polikliniğine gelen günde 3-5 vakayı görüp, koridorun karşısında olan nöroloji polikliniğine gidip oturduğumda şaşakalmıştım. Psikiyatri polikliniğinin sayısından 4 misli fazla hasta sayısına sahip nöroloji polikliniğinin yarıya yakın bölümü psikiyatri hastalarıydı. Benden 10-15 yaş büyük memleketin yerlisi meslektaş ‘Sizin bekleme salonunda görünmek bile istemezler’ dedi. Başhekimin verdiği görev sonucu bir dergide depresyon hakkında bir yazı yazdım ve halk diliyle iyice tarif ettim. Bu yazıyı okuyan pek çok kişi psikiyatri polikliniğine geldi. Derken bir kapı diğer kapıyı açtı ve radyonun özelleşip pek çok kullanıldığı 90’lı yıllar da pek çok program yaptım. Sorular yağdı. Peşi sıra TV programları derken poliklinikteki hasta sayısı artmaya başladı. Yine meslekte yeni olduğum yıllarda çok akıllı, okumuş, çalışkan güzel bir kadın panik atakla bana gelmişti. Tedavi ettim. Bir gün giysi mağazasında rastladığım da kadın beni gördüğü için panik atak geçirecekti. Yüzündeki ifadeyi unutamam. Tanımıyormuş gibi selamlamadan geçtim. Yanında 2 arkadaşı ile elbise seçiyordu. Daha sonraki günlerde muayenedeki görüşmemizde bana sayısız teşekkür ediyordu. Beynine yıldırımlar düşmüş. Arkadaşları nereden tanıyorsun psikiyatristi deyince, Manisalı olan bendenizi nerden tanıdığına dair nasıl bir yalan uyduracağından paniklemiş. Çalıştığım uzun seneler içinde beni selamlayanları selamlamayı öğrendim. 6 katlı doktor muayenehaneleri ile dolu binanın sevilen psikiyatristiydim. Hepsi bana konsültasyon hastası gönderirlerdi. Meslektaşlarımı ziyarete gittiğimde ne yapacaklarını şaşırıyorlar ve çok misafirperverlerdi. Ama dikkat ettim onlar benim ofisime uğramıyorlardı. Uğrarlarsa bekleme salonunda oturuyorlar, eğer odama geçerlerse kapıyı açık tutuyorlardı. Sonunda orta yaşlı bir hanım arkadaş konuştu ‘Sen hep bana gel, ben sana sık sık gelirsem tedavi oluyorum zannederler’. Yine pek çok dâhiliye uzmanı gezmiş bir hasta geldi. Alenen psikiyatrik rahatsızlığına her doktor bir antidepresan yazmış ve kimse ona bir psikiyatriste git dememişti senelerce. Ağrı kesici zannederek pek çok antidepresan içmişti. Gittiği son dâhiliyeci hem iyi bir hekim hem de iyi bir insandı. Ona sordum neden konsültasyon istemedin diye. Hastaların aşırı tepkisinden korktuklarını ‘Ben deli miyim’ diye hastaların kendilerine kızdıklarını ve bu sebeple söylemeye çekindiklerinden bahsetti.
3-4 yaşlarında iken oğlum sık sık orta kulak iltihabı oldu ve kreşte parazit kaptı. Tüm bunları meslektaşlarım tedavi ederken, doktor odasında herkesin içinde konuşuyordum. Yine orta yaş bir meslektaşım beni tenha bir köşeye çekerek dedi ki ‘Gizlice tedavi ettir çocuğu, söyleme hastalığını. Yarın büyüyünce o sağır deyip kız vermezler.’
10-15 yıl kadar önce ABD San Diego’da bir kongreye gitmiştim. Her yerde fiziksel, ruhsal özürlü ve engellilerin çokluğu ile önce şaşırıp sonra düşündüm. Her hafta sağlık kurulu heyet polikliniğin de sayısız özürlü muayene etmeme rağmen onlara sokakta hiç rastlamıyordum. Fiziksel engelliler için yollar, kaldırımlar, merdivenler uygunsuz olduğu gibi ruhsal engellileri özellikle saklıyorlardı ki sağlıklı çocuklarına evlenmede kulp takılmasın diye. Hatta ekonomik durumu iyi olan şizofreni bipolar gibi hastaların aileleri İstanbul’da bakım hastanelerine hastalarını kalıcı olarak yerleştirildiklerini ve sakladıklarını öğrendiğimde artık şaşırmadım. İnsanların bir birine ettiği en hafif küfürler zaten mental fonksiyonları üzerine olur. Ayrıca bizim hastaların tehlikeli olabilecekleri, hatta yanındakileri olumsuz etkileye bileceklerine dair inançlar da toplumumuzda yaygındır. Daha yenice psikoza giren üniversite öğrencisi için yurt idaresi yakınlarını çağırıp ‘Alın kızınız yurttan, diğer kızlar korkuyor’ demişler. Gastrit olsa ya da siroz olsa yurttan atarlar mıydı? Gerçekte psikiyatrik rahatsızlığı olan kişileri toplumdan korumak lazım. Zira daha çok hastalar zarar görmekteler. Yine depresyon ve kaygı hastaları en çok yakınlarından zarar görürler. Kolu bacağı kırık olsa bakım ve yardım almaları çok kolay olmasına rağmen, depresyon da ise ‘Neyin var? Tembellikten böylesin. Paran var, malın var, ne istersen elde edersin’ deyip suçlanır. Şizofrenik hastada başlayan motivasyon ve özgüven kaybı, tembellik ve vurdum duymazlık olarak etiketlenir. Hastalar hasta olduklarından çok etiketlendikleri için ya da etiketlenecekleri kaygısıyla ile de üzülürler. Psikiyatriste bile dengesiz görünmekten bazen korkarlar. Sormazsanız intihar edecek kadar canının yandığını söyleyemez ya da paniğin en can yakıcı belirtisi olan ‘Çıldıracağım’ hissi ve korkusunu söylemezler. Sonuçta biz psikiyatristlerin yükleri epey ağırdır. Anne babalarına bile söyleyemedikleri korku-kaygı-utanç gibi duygularını bizimle paylaşarak rahatlamaya çalışırlar.
Fiziksel engellilere, ruhsal engellilere göre daha çok iş verirler. Bir ilişkiye başladıklarında hangi basamakta hastalığını söylese diye düşünür durur. Sırtında bel fıtığı veya sinüziti olan söylesem mi söylemesem mi diye düşünmez.
Bir de aileler psikiyatriste götürmenin çocuğu ya da genci daha çok örseleyeceği korkusu ile bile bile götürmezler. Onlara sürekli ‘Yaşatan cesaret mi, öldüren merhamet mi?’ sahibi olmak istersiniz diye sorarım. Zaten hastalıkların tam oturması seneler alır ve psikiyatriste başvuruncaya kadar seneler kaybederler. Belki sakatlanmaz ve ölmezler ama yaşam kaliteleri sıfırdır. İntihar etme potansiyelleri vardır. Psikosomatik hastalıklara yakalanırlar. Ağzı susunca, bedeni konuşur ve doktor doktor gezerler. Tüm hastalıklarda olduğu gibi hasta olmaktan değil, geç kalmaktan korkun sloganı psikiyatrik hastalıklar de için geçerlidir. En çok suiistimale uğrayan yine psikiyatrik hastalardır. Eskiden cinci hocalar, üfürükçüler, bugün yaşam koçları, internette ilaçlarla ilgili saçma sapan yazılar… Nasıl olsa hasta ölmez deyip herkes karışır ve yargılar. Ona yaşadığı hayatı zindan ederek… Çocukluğun fiziksel, duygusal, cinsel istismarı ve ihmali yetişkinlikte acılarla ortaya çıkar. Genellikle hukuka ulaşmazlar. Yapanın yanına kar kalır. Toplumda suçlu olanlar, mağdur olanlar kadar kendini suçludan yana hissedenlerde vardır. ‘Dişi köpek kuyruğunu sallamasa erkek köpek peşinden gitmez derler.’ Taciz ve tecavüze uğrayan kişiyi sustururlar. 9 yaşında, 70 yaşında komşunun pek çok kez tecavüzüne maruz kalan çocuğu annesi getirmişti, çok seneler önce kendi suçlayarak. Komşu dede çok sever hep ona pantolonlar, bluzlar alıyormuş önceleri. Sonra çocuğu eve almaya başlamış. Önceleri okşamış sonra dozunu arttırarak en son da zorla canını acıtarak tecavüz etmeye başlamış, anne anlayana kadar. Annesi dedi ki ‘Söylemedi, kendisi de istedi çünkü…’
Son 25-30 yılda çok şey değişti. Artık psikiyatri poliklinikleri dolup taşıyor. Bu sefer de metropollerde hastalıkların görülme oranları arttı.