60 yıllık göçün geçmişi (Köşe yazısı)

Veyis Güngör’ün yorumu ile örtüşen benim yorumuma göre, gençlerimiz aidiyet duygularını ve kimliklerini kaybetmeyecekler.

Zeynel Abidin Kılıç yönetimindeki Doğuş Gazetesi’nde yayınlanan yorumumu sizlere sunuyorum. Veyis Güngör ve diğerlerinin değerlendirmelerini de piyasaya çıkan Doğuş’ta okuyabilirsiniz.

60 yıl geçti aradan ayrı ayrı,
bitsin artık bu hasret bulaşalım gayrı

Evet, göçmenlik tarihimizde 60 yılı geride bıraktık. Bu 60 yılın sonunda aklıma ilk gelen,
‘60 yıl geçti aradan ayrı ayrı, bitsin artık bu hasret bulaşalım gayrı’ şarkısı oluyor.
‘Kimden ayrı kaldık ve kiminle buluşalım artık’ sorusunun cevabını hepimiz biliyoruz. Biliyoruz da bu cevabı vermek çok kolay mı?
Tabii ki anayurdumuzdan ayrı kaldık ve anayurdumuzdakilerle buluşma arzusu var.
Ama bu mümkün mü?

Hiç de kolay değil tabii…

Göçün nedenlerini anlatan çok hüzünlü yazılar yazmışızdır. Bu konuda göz yaşartıcı edebiyat yapanlarımız olmuştur. ‘Dişlerimize kadar muayene’ ve ‘bir odada 20 kişi’ edebiyatları ile göz yaşı döktüren çok oldu.
Önceleri yaşanılan bu gibi dertlerin ardından hastalık sorunları dillere pelesenk oldu.
Sonra aile birleşimi başladı, eşlerimiz ve çocuklarımız geldi. Daha sonra da burada ğremeye başladık. Bunlar ile birlikte konut sorunu ve çocuklarımızın eğitim sorunları dile getirilmeye başlandı.
Bu sorunları ortadan kaldırmak için neler yapmadık ki?

Birinci nesil olarak adlandırılan ilk gelenler, önce kendi sorunları ile daha sonra da aile fertlerinin sorunları ile mücadele edebilmek için güçbirliği yapmanın kaçınılmaz olduğunu anlayınca dernekleşme başladı. İlk dernekleşmeler kahvehane köşelerinde gerçekleşti.

Dini vecibelerimizi yerine getirebilmek için mekânlarımız yoktu. İşyeri köşelerinde namaz kılınıyordu.
Bırakın cemiyi, mescitimiz bile yoktu.
Zamanla bu sorunlar da aşıldı. İslam dernekleri kuruldu ve federasyonlar ile büyüdü.

Çocuklarımızın futbol oynayabilmeleri için yine kahvehane köşelerinde kulüpler kuruldu.
Çocuklarımıza ayrımcılık yapan ve kadroya almayan Hollanda kulüplerine karşı, kendi Futbol federasyonumuzu ve kendi ligimizi kurduk.

Zaman geçtikçe, ihtiyaçlarımızı kendi gayretlerimiz ile karşılamaya başladık. Gerek içinde yaşadığımız devlet ve gerekse kendi devletimiz maalesef bize katkıda bulunmuyorlardı.
İşçilikten kurtulup işadamı olanlarımız çıktı sahneye. Bugün Hollanda’da 25 bini aşkın işyerimiz var.

Sonra çocuklarımız çıktı sahneye. İyi eğitim alan çocuklarımız, gerek devlet dairelerinde ve gerekse özel sektörde, övünç verici işlere giriyorlardı.
Daha sonra siyasete girmeye başladı gençlerimiz.
Siyasi partilere üye olan gençlerimiz, seçimlerde aday listelerine girmeye başladılar.
Önceleri Belediye Meclislerine üyeler vermeye başladık. Sonra da parlamentoya ve İl genel Meclisleri’ne üyeler verdik. Bakan seviyesine gelen çocuklarımız da oldu.

Bunların hepsi birer başarı hikâyesidir. Başarılarımız bunlarla kalmadı. Pek çok sporcu yetişti ve ünlü oldu. Hollanda medyasında yazarlık yapanlarımız oldu. Tiyatrocularımız, şarkıcılarımız, modacılarımız ve çeşitli sanat dallarında çalışanlarımız ile Hollandalılar’ın dikkatini çekmeye başladık.

Tüm bu başarılara rağmen, gerek yaşadığımız ülkenin devleti ve gerekse bizim devletimiz, eksiklerimizi görmezden geldiler ve isteklerimizi yerine getirmediler.
Örneğin, askerlik mecburiyetimiz, emekliliğimiz ve otomobil ithalatı gibi sorunlarımızı, bizim devlet hâlâ çözmedi. Hollanda devleti de, başta vergi daireleri olmak üzere çeşitli kurumlarda biz karşı yapılan acımasız ayrıcalıklara göz yumdu. Genellikle Türk ailelerini vuran, çocukların bakımı için verilen ödeneklerin kesilmesi ve vergi dairelerinin sahtekârlık suçlaması, hâlâ çözüme kavuşmadı. Mahkeme kararları, parlamento kararları ile ülke ayağa kalktı ama sorun çözülmedi.

Şimdi gelelim 6o yıl sonrasındaki durumumuza.
Birinci nesilin, binbir zorlukla aşabildiği sorunlar, ne mutlu ki şimdi nesilimiz tarafından yaşanmıyor.
Birinci nesilin bıraktığı mirası çok iyi değerlendiren yeni nesillerimizle ne kadar övünsek azdır.
Bu konuda artıda olduğumuzu söylemek doğru bir yaklaşım olur.

60 yıl geçmesine rağmen hâlâ bizleri kabullenemeyen bir anlayışın varlığına rağmen, bizim çocuklarımız boyun eğmemeye direnecek güçtedir.
Tabii ki bu konuda gençlerimizin yapmaları gereken bazı girişimler olmalıdır.
Söylemesi kolay ama, gençlerimiz her iki devletin ağır topları ile temas içinde, hem de sıkı bir temas içinde olmalılar. Bu konuda, gizli değil alenen (açıkça) toplantılar yapmalılr ve dernekleşmeliler.

Tabii ki burada yaşamakta olan kanaat önderlerimizin de yapacakları var.
Kanaat önderlerimiz, particiliği, kulüpçülüğü ve bölgeciliği bir kenara atarak, toplumun genel sorunlarının çözümü için gayret sarfetmeliler ve yol göstermeliler.

Kısaca, sonuç nedir biliyor musunuz?
Ferdi Tayfur, ‘Hadi gel köyümüze geri dönelim, Fadimenin düğününde halay çekelim’ diye şarkı söylüyor ya?
Bizim gençlik buna, ‘Köyümüze geri dönmeyeceğiz ve Fadime’yi de buraya getireceğiz’ diyorlar.
Durum bunu gösteriyor.

Haydi hayırlısı.