Sağlık ve magazin haberleri…(21.09.2018)

Üroloji Akademisi Tarafından ERÜ Hastanelerinde Prostat Biyopsi Kursu Düzenledi

Üroloji Akademisi Üroonkoloji Alt Birimi Çok Merkezli Multiparametrik Prostat MRG/US Füzyon Prostat Biyopsi Kursu’nun ilki Erciyes Üniversitesi Hastaneleri’nde gerçekleştirildi.

Başhekimlik Toplantı Salonu’nda düzenlenen etkinliğe, Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Gülmez’in yanı sıra akademisyenler katıldı.

Etkinliğin açılış konuşmasını yapan ERÜ Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Gülmez, prostat kanserinin sık görülen bir kanser türü olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Gülmez, “Yaş ilerledikçe prostat kanseri görülme sıklığı artmaktadır. Tanısı da problem arz etmektedir. Biz örneğin böbrek kanserlerinde daha rahat tanı koyabiliyor ve tomografide kitleyi görebiliyoruz. Fakat erken dönem prostat kanserinde bu biraz daha zor oluyor. Erken dönemde biyopsi çok önem arz etmekte. Biyopsinin de yeni teknikle yapılması tanı oranını artırdı. Erken tanı konunca tabi ki tedavide de başarı oranı artmaktadır” dedi.

Prof. Dr. Gülmez’in açılış konuşmasının ardından yaklaşık bir buçuk saat süren teorik eğitimde kursiyerlere Ürolojiden Bölümünden Doç. Dr. Abdullah Demirtaş ve Öğr. Gör. Dr. Şevket Tolga Tombul, Radyoloji Bölümünden Prof. Dr. İbrahim Karahan, Patoloji Bölümünden Prof. Dr. Hülya Akgün tarafından multidisipliner olarak prostat biyopsisi anlatıldı.

Teorik eğitimin ardından pratik eğitime geçildi. Eğitim toplantısı hakkında bilgiler veren proje koordinatörü Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdullah Demirtaş, “Günümüzde akıllı biyopsi olarak da adlandırılan ve yoğun ilgi gören bu konuyla ilgili olarak talep fazla olmasına rağmen hasta başı eğitimin yoğunluğu nedeniyle yalnızca 5 kursiyer kabul edilebildi. Vaka başında her hastanın multiparametrik MR görüntüleri değerlendirildi. Tüm kursiyerlerin aktif katılımı ile kognitif füzyon ile rijit ve elastik yazılımlı cihazlar ile füzyon biyopsi alınması işlemleri gerçekleştirildi. Multiparametrik MR görüntüleri ile gerçek zamanlı ultrason görüntülerinin eşleştirilmesi işleme ve hedef işaretlemeleri yapıldı. Son olarak tüm kursiyerler aktif olarak hem hedeflenen lezyonlardan hem de standart biyopsi odaklarından biyopsi alarak kursu tamamladılar. Kursun oldukça faydalı olduğunu belirten kursiyerler, bu tür küçük vaka başı kurslarının eğitim açısından daha faydalı olduğunu belirttiler” diye konuştu.

Doç. Dr. Demirtaş proje kapsamında aynı eğitimlerin Gaziantep, Samsun, Ankara ve İzmir de düzenleneceğini sözlerine ekledi.

Şehir Hastanesinde Değerlendirme Toplantısı

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın teşrifleri ile Mayıs ayında açılışı gerçekleştirilen Türkiye’nin en büyük şehir hastanesi olma özelliği taşıyan Kayseri Şehir Hastanesi hizmet kalitesini her geçen gün daha da artırmaktadır.

Kamu özel ortaklığının uyum içerisinde en iyi şekilde yürütüldüğünün örneği olan Kayseri Şehir Hastanesi’nde verilen sağlık hizmetinin daha verimli hale getirilmesi adına sık sık yapılan toplantıların bir yenisi İl Sağlık Müdürü Dr. Ali Ramazan Benli, Kayseri Şehir Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. İlhami Çelik ve YDA İşletme Direktörü Mehmet Kestiroğlu’nun katılımıyla gerçekleştirildi. 6 Eylül 2018 tarihinde Kayseri Şehir Hastanesi İşletme Dönemi 1. Koordinasyon Kurulu Toplantısında alınan kararların öncelikli olarak ele alındığı görüşmede, sağlık hizmetinin sunumuna olumlu katkı sağlayacak bütün faktörler konuşularak, açılıştan bugüne kadar yapılan faaliyetler değerlendirildi.

Görüşme sonunda bir açıklama yapan İl Sağlık Müdürü Dr. Ali Ramazan Benli; ‘Şehir Hastanesi başta olmak üzere, ilimizde ve ilçelerimizde verilen hizmetin kalitesini artırmak adına bir kez daha bir araya gelmiş bulunuyoruz. Büyük bir uyum içerisinde gerçekleşen çalışmalarımıza katkılarından dolayı Başhekimimiz Prof. Dr. İlhami Çelik ve YDA temsilcisi Mehmet Kestiroğlu’na teşekkür ediyorum’ dedi.

Başhekim Çelik ise ‘insan sağlığı bizim için en önemli kriter, verilen hizmetin daha da iyi olması adına elimizden gelen tüm gayreti göstermeye devam ediyoruz, hastanemize açıldığı günden bugüne kadar 800 bin hasta başvurmuş olup, 30 bin hasta yatışı, 13 bin ameliyat, 2600 doğum ve 264 bin reçete düzenlenerek başarılı bir grafik çizilmiştir. Ayrıca eskiden 24 ameliyathaneyle halka hizmet verirken şu an modern tıbbın sağladığı imkânlarla hibrit ameliyat masaları ile yeni doğan bebekler başta olmak üzere her yaşta hastaya daha kaliteli bir şekilde 39 ameliyat salonu ile hizmet vermekteyiz.’ dedi.

YDA İşletme Direktörü Kestiroğlu’da ‘üzerimize düşen görevi en üst düzeyde, modern ve son teknolojik cihazlarla yerine getirme gayreti içerisindeyiz. Müdürlüğümüz ve hastane yönetimiyle büyük bir uyum ve koordinasyon içerisinde yürüttüğümüz çalışmalarımızda tek gayemiz hastanemizde kaliteli sağlık hizmetini en iyi şekilde vermektir.’ dedi.

Çalışmaların büyük bir uyum ve ortaklık içerisinde yürütüldüğü Kayseri Şehir Hastanesinde her geçen gün kalitenin artırılması adına bu ve benzeri toplantılara devam edileceği belirtildi.

Çevreye ve tarihe sahip çıkıyor

 Hunat Camii ve Külliyesi, yaz aylarında 900 yaşındaki muhteşem taş işçiliği duvarlarının gölgesinde güler yüzlü yaşlılarının sohbetlerine gölgelik olan, gül bahçelerinin ortasında, Kayseri’nin sembolü olmuş muhteşem bir yapıdır. Radisson Blu Hotel Kayseri çalışanları, Kayseri’nin gururu olan bu tarih abidesinin çevresinde, 15 Eylül Dünya Çöp Toplama günü etkinliği çerçevesinde çöp toplayarak, hem çevremize hem de tarihimize sahip çıkmanın güzel bir örneğini sergiledi.

Yapının güzelliklerini daha da ön plana çıkartmak ve bu eseri inşa eden ustalara ve atalarımıza saygılarını sunmak üzere Radisson Blu Hotel Kayseri çalışanları, bir yandan çöp toplarken, diğer yandan da yapılan etkinlik hakkında bilgi verdiler. Halktan da katılımın olduğu çöp toplama etkinliği sırasında halkın teşekkür ve takdirlerini bildirmesi ve etkinliğe katılarak destek vermesi  ise otel çalışanlarına yorgunluğunu unutturan en güzel hediye oldu.

Radisson Blu Hotel Kayseri personeli, çöp toplarken geri dönüşüm için çöpleri ayrı ayrı poşetlerde biriktirmeye de özen gösterdi. Geri dönüşümün önemi ile ilgili halka broşür de dağıtan çalışanlar daha sonra çöp poşetlerini belediyenin geri dönüşüm konteynerlerine bıraktı.

Kayseri’nin tek Yeşil Yıldızlı oteli olan Radisson Blu Hotel Kayseri, gerek çok düşük karbon salınımı gerekse doğada çözünmeyen zararlı atık maddeleri kullanmaması ile Kayseri’de çevreciliğin önderliğini yürütürken çocuklarımıza daha yaşanır ve temiz bir çevre bırakmak için  bilinçlendirme çalışmalarına da gönüllü olarak katkıda bulunmaktadır.

Dünya Sepsis Günü Nedeni İle ERÜ’de Farkındalık Toplantısı Düzenlendi

İl Sağlık Müdürlüğü ARGE Birimi tarafından koordine edilen ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi ile ortaklaşa Sabancı Kültür Sitesinde “Dünya Sepsis Günü” nedeniyle bir program düzenlendi. Toplumda farkındalık oluşturmak amacıyla yapılan eğitim toplantısına;  İl Sağlık Müdürlüğü Sağlık Hizmetleri Başkanı Uzm. Dr. Ahmet Ceylan, Kamu Hastaneleri Hizmetleri Başkanı Dr. Ahmet Özyalçın, Kayseri Şehir Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. İlhami Çelik, Erciyes Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. Murat Borlu, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hakan Poyrazoğlu, Prof. Dr. Murat Sungur, Prof. Dr. Aynur Akın, Prof. Dr. Mehmet Doğanay, Başkan Yardımcısı Dr. Rabiye Özlem Ulutabanca, ARGE Birimi çalışanları ile çok sayıda hekim katıldı.

Etkinliğin açılış konuşmasında Sağlık Hizmetleri Başkanı Uzm. Dr. Ahmet Ceylan, insan ömrünün uzamasıyla ve değişen çevresel şartlar, kullanılan ilaçlar sonrası sepsisin önümüze gelen ve büyüyen bir sorun olduğunu ifade etti. Üzerimize düşen görev, sepsisi zamanında tanımak olduğu kadar tedavisini güçleştirmemek için akılcı bir şekilde ilaçlar kullanılmalıdır. Bu kapsamda Bakanlığımız tarafından ilimizde yapılan akılcı antibiyotik eğitiminin de sepsisle birlikte daha da anlam kazanacağını  belirtti.

Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hakan Poyrazoğlu da, amaçlarının Sepsis hastalığı konusunda farkındalık oluşturmak olduğunu söyledi. Dekan Poyrazoğlu, “Bu toplantı ile uzman hocalarımızdan konuyu detaylı bir şekilde öğreneceğiz. Sepsis ciddi bir problemdir. Bu hastalığa farkındalık yaratmak için yapılmış etkinliğin başarılı geçeceğine inanıyoruz” dedi.

Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Murat Borlu ise yaptığı konuşmasında SEPSİS’in ciddi bir sağlık problemi olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Borlu, “Sepsis nedeniyle dünyada saatte 50 kişi hayatını kaybetmektedir. Tıp eğitimi ve uzmanlık eğitiminin belli dönemlerinde hastane çalışmalarına katkıda bulunan herkesin çalışma sertifikalarını alırken Sepsis’i azaltıcı tüm kuralları iyi bilmeleri ve bu konuda farkında olmaları son derece önemlidir. Bu nedenle 13 Eylül’de ilan edilen ‘Dünya SEPSİS Günü’ tüm dünya sağlık çalışanlarının farkındalığını artıracaktır” diye konuştu.

Açılış konuşmalarının ardından Prof. Dr. Murat Sungur, Prof. Dr. Aynur Akın, Prof. Dr. İlhami Çelik ve Prof. Dr. Mehmet Doğanay, “SEPSİS Epidemiyolojisi”, “SEPSİS Tanı ve Tedavisi” konularında sunum gerçekleştirdi.

HER 10 KİŞİDEN BİRİNDE ANEVRİZMA RİSKİ VAR

Anevrizma, oluşturacağı tehlikeye dikkat çekmek için ‘insan vücudunda patlamaya hazır bir bomba bulunması’ olarak tanımlanıyor. Toplumda her 10 kişiden birinde görülen bu tehlikeli durum karşısında risklerin farkında olmak, önlem almak hayati önem taşıyor. Acıbadem Kayseri Hastanesi Girişimsel Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Halil Dönmez, kanama yapmamış anevrizmaların tedavisinin çok daha kolay olduğunu söylüyor.

Kesin nedenini belli olmayan anevrizma, atardamar duvarının zayıflayarak balonlaşması sonucu oluşuyor. Damar yapısından dolayı vücudun herhangi bir yerinde meydana gelme ihtimali bulunuyor. Ancak hem sık görülme, hem de ortaya çıkardığı tehlike açısından aort ve beyin anevrizmaları hayatı tehlikeye sokabiliyor. Acıbadem Kayseri Hastanesi Girişimsel Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Halil Dönmez, bu nedenle belirtiler fark edildiğinde özellikle kanamalı hastalarda hızlı müdahale etmek gerektiğine dikkat çekiyor.

Hayatı tehdit edebiliyor

Anevrizma atardamarın duvarındaki zayıf bir noktanın şişmesi ve balonlaşması anlamına geliyor. Dolayısıyla balonlaşan bir damarında duvarı ileri derecede inceliyor. Öksürme, ıkınma, hapşırma gibi damar içi basıncının arttığı basit bir durumda bile baloncuklar kanadığı için insan hayatını tehdit eden felç gibi sorunlar ya da yaşam kaybıyla sonuçlanabilecek çok ciddi dramatik durumlarla sonuçlanabiliyor.

Kontrolsüz diyabet, hipertansiyon risk yaratıyor

 Anevrizmanın kesin nedeni bilinmemekle birlikte genetik etkenler ve sonradan edinilmiş hastalıkların etkili olduğu görülüyor. Yaşlanmayla birlikte damar yapıları da değiştiği için özellikle 60 yaş üzeri kişilerde anevrizma riski artıyor. Kadınlarda erkeklere oranla görülme ihtimali yükseliyor. Prof. Dr. Halil Dönmez, sonradan edinilmiş diyabet, tansiyon, kolesterol yüksekliği gibi sistemik hastalıkların da anevrizma açısından risk yarattığına işaret ederek, “Ailede kalp hastalığı öyküsü, yağdan zengin bir beslenme alışkanlığı, fazla kilo ve sigara kullanımı da riski artıran etkenler arasında sıralanıyor. Bu nedenle anevrizmadan korunmada yaşam tarzı değişikleri ve sistemik hastalıkların kontrolü gerekiyor” diyor.

 Bu belirtilere dikkat

Anevrizmanın varlığına işaret eden temel kriter, anevrizmanın boyutu. Örneğin, çok küçük boyutlu anevrizmalar pek semptom vermeyebiliyor. Ancak boyut büyüdüğü anda çevre beyin dokularına, oradan geçen sinirlere bası yaptığında o bölgeyi ilgilendiren alanlarda belirtiler verebiliyor. Dolayısıyla belirtiler de anevrizmanın bulunduğu bölgeye göre baş dönmesi, ağrı, yüz felci, kolda tutulma gibi farklı şekilde görülebiliyor. Kanama yaşanması ise anevrizmada yırtılma olduğunu gösteriyor ve acil müdahale gerekiyor. Kanamamış anevrizmayı tedavi etmenin çok daha kolay olduğunu belirten Prof. Dr. Halil Dönmez, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Ne yazık ki, hastaların çoğu daha önce kendisinde anevrizma olduğunu bilmiyor ve beyin kanaması geliştiğinde acil olarak hastaneye getiriliyor. Anevrizma saptanan hastaların yüzde 20 ile 30’unda beyninde çok sayıda anevrizma bulunabiliyor. Bazen de hastanın anevrizması baş ağrısı veya diğer hastalıklar nedeniyle çekilen tomografi veya MR tetkikleri sonucu tesadüfen fark ediliyor.”

Beyin anjiyosuyla teşhis

Beyin anjiyosu gibi girişimsel nöroradyoloji yöntemleri sayesinde anevrizmaların daha detaylı olarak görüntülenebildiğini belirten Prof. Dr. Halil Dönmez, bu görüntüler kılavuzluğunda katater denilen küçük tüpçükler kullanılarak damar içerisinden gidildiğini ve damarların anevrizma bulunan hastalıklı bölgesine ulaşıldığını belirterek sözlerine şöyle devam ediyor:

“Sonrasında anevrizma balonculuğunun içi koil denilen ince tel sarmallarla dolduruluyor. Burada amaç baloncuğun içine kan girişini engellemek ve baloncuk içinde pıhtı oluşturmak. Pıhtı oluşunca zamanla damar duvarı kendini onarabiliyor”

Girişimsel nöroradyoloji işlemlerinin kapalı yöntemler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Halil Dönmez, hastalıklı bölgeye tamamen damar içinden ilerleyerek ulaştıklarını, dolayısıyla damarın etrafındaki beyin dokusuna veya diğer komşu yapılara zarar verilmediğini belirtiyor.

Bu belirtiler varsa dikkat!

İlaç kullanmakla geçmeyen baş ağrısı, gözlerde ağrı, görme bozukluğu, göz kapağında düşüklük, kısa sürekli felç veya kalıcı felç geçirme, ailesinde erken yaşta felç geçiren, beyin kanaması ve anevrizma öyküsü olan herkesin beyin damar hastalıkları yönünden araştırılması gerekiyor. Ancak beyin damarlarının görüntülenmesi gelişen tıp teknolojisi sayesinde Bilgisayarlı Tomografik anjiyo veya MR anjiyo gibi yöntemlerle kısa sürede yapılabiliyor. Risk taşıyan kişilerin anevrizmasının kanamadan yakalanması için bu işlemleri yapması öneriliyor.

Anevrizmaya göre farklı tedavi

Beyin damar hastalıklarının tedavisinin bu konuda yetkin merkezlerde yapılması çok önemli.

Zira anevrizma tedavisi yüksek risk taşıdığından kapalı ve açık cerrahi yapabilecek tıbbi nitelikte olması gerekiyor.

Anevrizmaların tamamının kapalı yöntemle veya açık cerrahi yöntemiyle tedavi edilemediğini vurgulayan Prof. Dr. Halil Dönmez, tedavi seçeneklerinin beyin cerrahisi ve nöroradyoloji kliniklerince ortak bir konseyde değerlendirildiğini belirtiyor. Varılan kararla ilgili olarak hastaların tedavi seçenekleri konusunda ilgili doktoru tarafından aydınlatılmasının ve hastanın kendisinin de ayrıca araştırarak tedavi başlanmasının çok önemli olduğuna dikkat çekiyor.

Mide botoksu bir mucize mi?
Obezite tedavisinde uygulanan endoskopik yöntemlerden biri olan mide botoksu uygulaması hakkında önemli bilgiler veren Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik halen deneysel tedavi statüsündeki bu yöntemin, ancak kilo fazlası 10-15 kg’ı geçmeyen hastalarda işe yarayabileceğini belirtti. Etkinliği henüz kanıtlanmayan mide botoksu uygulamasının kilo vermede tek başına yeterli olmayacağını vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik, sağlıklı beslenme ve egzersiz programının da kesinlikle gerekli olduğunun altını çizdi ve bu yöntemin ameliyat gerektiren obezite vakaları için kesinlikle bir tedavi alternatifi olmadığı konusunda uyardı.
Yaklaşık son 10 yıldır uygulanan bir yöntem olmasına karşın tıbbi kılavuzlarda henüz obezite tedavisinde mide botoksu kullanımıyla ilgili çok fazla çalışma bulunmuyor. Obezite cerrahisi konusunda son derece prestijli bir yayın olan Obesity Surgery dergisinde de etkinliği üzerine tartışmalar yürütülen bu yöntemin, obezite tedavisinde henüz “deneysel tedavi” statüsünde olduğunu belirten Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr.Tuna Bilecik, mide botoksu konusunda şu bilgileri verdi: “Son dönemde oldukça popüler hale gelen ancak etkinliği henüz kanıtlanmamış mide botoksu yöntemi, endoskopik yolla mide duvarında yaklaşık 20 farklı noktaya uygulanan, uygulandığı bölgede mide duvarının kasılmasını geçici süreyle engelleyen böylece mide boşalmasını yavaşlatan bir yöntemdir. Bu prosedürün amacı daha uzun süre doygunluk hissi yaratmak ve tüketilen gıda miktarını azaltmaktır. Bununla birlikte literatürde yer alan bazı çalışmalar botoks uygulaması sonrası iştah hormonlarının da baskılandığı gösterilmiştir.”
Mide botoksu uygulanacak hastaların kilo fazlası 10-15 kg’ı aşmamalı
Yirmi birinci yüzyılın en ciddi ve yaygın görülen sağlık sorunlarından biri olan obezite bir salgın hastalık haline gelmişken, obeziteyi kontrol altına almak için etkin tedavilerin geliştirilmesi modern tıbbın önde gelen önceliklerinden biri oldu. Mevcut kılavuzlar, aşırı kilo ile savaşmak için birinci basamak tedavi olarak yaşam tarzı değişikliği ve diyet gibi öneriler getirse de, yapılan çalışmalar morbid obezite tedavisinde cerrahi dışı yöntemlerle kalıcı kilo verme oranının yalnızca yüzde 2 civarında olduğunu gösteriyor. Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik, farklı seviyelerdeki obezite vakalarının nasıl tedavi edilebileceği konusunda şunları söyledi: “Vücut kütle endeksi 40 kg/m2‘nin üzerinde olan sınıf III morbid obezite hastaları ve vücut kütle endeksi 35 kg/m2‘nin üzerinde olup yandaş hastalığa sahip sınıf II obezite hastaları için altın standart tedavi cerrahidir. Ancak günümüzde vücut kütle endeksi 30-35 kg/m2 arasında olan sınıf I ve sağlıklı sınıf II obezlerde cerrahi uygulaması için bir görüş birliği yoktur. Bununla birlikte bu hastalar endoskopik tedavi yöntemleri gibi minimal invaziv tedavilerden yararlanabilirler. Son dönemde popüler hale gelmeye başlayan mide botoksu uygulaması da bu yöntemlerden biridir.
Mide botoksu, ameliyat gerektiren obezite vakalarında bir alternatif olamaz
Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik mide botoksunun ameliayat gerektiren obezite vakalarında bir tedavi alternatifi oluşturmadığının altını çizerek şunları söyledi: “Mide botoksu uygulaması yaklaşık 15-20 dakikadır. İşlem sonrası hastalar iki ila üç saat gözlem altında bekletildikten sonra taburcu edilir. Mide botoksunun etki süresi diğer botoks uygulamalarında olduğu gibi dört ila altı aydır. Ancak bu sürede yetersiz kilo kaybı olursa işlem iki veya üç kez tekrarlanabilir. Mide botoksu genellikle vücut kütle endeksi 27-35kg/m2 arasında olup kilo vermek isteyen hastalara, 10 ila 15 kg kaybetmek isteyenlere, 18-55 yaş arasındaki kişilere ve son altı ay boyunca diyet ve egzersizle kilo vermede başarısız olan kişilere uygulanabilir. Öte yandan, ameliyat endikasyonuna sahip hasta grubunda ise asla cerrahiye alternatif bir yöntem değildir.”
Mide botoksu mutlaka sağlıklı bir diyet ve egzersiz programıyla desteklenmeli
Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Tuna Bilecik, mide botoksunun kilo vermeyi nasıl desteklediğini şöyle anlattı: “Hastalar tipik olarak ilk dört haftada, genellikle daha erken bir doygunluk hissi ile kilo kaybını görmeye başlar. İşlemden sonra hastaların büyük çoğunluğunda açlık hissi ve mide kapasitesi azalır, doygunluk hissi daha erken oluşmaya başlar. Mide botoksunda mutlaka ek olarak, kiloyu korumak için beslenme planına ve egzersiz programına bağlı kalmak önemlidir. Mide botoksunun işlem süresi kısadır ve yatış gerektirmez. Uygulama esnasında herhangi bir kesiye ihtiyaç yoktur, endoskopik olarak uygulanır. Bu tedavinin en dikkat çekici özelliği, teknik, doz veya enjeksiyon bölgesi ne olursa olsun, hiçbir ciddi yan etkiye ve prosedürle ilişkili komplikasyona neden olmamasıdır. İhtiyaç halinde altı ay sonra işlem tekrarlanabilir.”

Mevsim geçişlerinde depresyon riski artıyor!

Depresyonun kişilerin işlevselliğini hayata tutunuşunu, çalışmasını, ailesini etkileyen bir hastalık olduğunu söyleyen Kayseri Özel Melikgazi Hastanesi Psikiyatri bölümünden Uzm. Dr. Enver Aydın Cüceloğlu, Mevsim geçişlerinde yaşanan depresyona dikkat çekti.

Halk arasında gündelik hayatın getirdiği sıradan keyifsizlik, moral bozukluğu ve üzüntü durumlarında bile depresyon benzetmesi yapıldığını ifade eden Özel Melikgazi Hastanesi Psikiyatri Uzm. Dr. Enver Aydın Cüceloğlu, “ Major Depresyon teşhisi koyabilmemiz için belirtilerin en az iki hafta sürüyor ve kişinin mesleki ve sosyal yaşamını etkiliyor olması gerekiyor. Tekrarlayan ve bizim Unipolar depresyon dediğimiz depresyon tipleri de özellikle mevsim geçişlerinde sıkça karşımıza çıkıyor. İlkbahar-sonbahardan dönemleri bu anlamda risk taşıyor. Hatta bazı hastalar yılda birden fazla depresyon atağı geçirebiliyor. Bu tür hastalarda hastanın tedaviye yanıtı da daha güç olabiliyor. Bu sebeple daha radikal yani koruyucu ilaç tedavisi uygulanmak zorunda kalabiliyoruz” dedi.

Uzm. Dr. Enver Aydın Cüceloğlu, depresyon belirtileri ile ilgili olarak da şu bilgileri verdi:

“  Depresyon belirtileri her hastada aynı olmayabilir. Temel belirtiler arasında karamsar ve kederli ruh hali, umutsuzluk, çaresizlik hissi, hayattan zevk almama, ilgi kaybı, unutkanlık, yorgunluk, enerji azlığı, uyku ve iştah düzensizliği yer alır. İlerleyen dönemlerde kişinin mesleki ve sosyal yaşamı giderek bozulur. Daha ağırlaşan depresyonlarda suçluluk hissi, geçmiş yaşam olaylarının sıklıkla akla gelmesi ve hatta ölüm düşünceleri eklenebilir. Özellikle mevsim geçişlerinde benzer belirtiler ortaya çıkıyorsa mutlaka bir psikiyatri uzmanına başvurulmalıdır. Tekrarlayan depresyonlarda kişiler psikiyatristleri ile çok iyi işbirliği yaparak atak geçirmelerini önlemek amaçlı koruyucu ilaç tedavileri düzenlenerek, günlük aktiviteleri ve normal yaşamlarını sürdürmeleri sağlanabilir”

ÖNCE İSİMLER SONRA ADRESLER KARIŞIYORSA DİKKAT!

Yaş ortalamasının artması ile birlikte ortaya çıkan unutkanlık, çoğu zaman yaşlanmanın doğal bir süreci olarak görülüyor. Ancak unutkanlığa eşlik eden ani öfke nöbetleri ya da durgunluk Demans veya Alzheimer hastalığının habercisi olabilir.

Demans ile Alzheimer hastalığının sürekli karıştırıldığını söyleyen Türkiye İş Bankası iştiraki Bayındır İçerenköyHastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Nuran Burcu Arkalı; “Unutmayın, unutmak herzaman normal değildir ve bazı durumlarda tedavi edilebilir” diyerek, Demans ve Alzheimer hastalığı ile ilgili şu bilgileri verdi:

 Yaşın ilerlemesi ile santral sinir sistemi ve diğer organlarda bazı fonksiyonların azalması fizyolojik ve sosyal yaşamı bozmayan bir durumdur. Demans ya da yaygın adıyla bunama ise kişinin bilişsel işlevlerinde, daha önce edindiği işlev düzeyine göre kötüleşme ile giden klinik bir sendromdur.Buna ilaveten davranış bozuklukları, sosyal ve mesleki aktivitelerde bozulma gözlenebilir.

 İNSAN ÖMRÜNÜN UZAMASI İLE DEMANS DAHA SIK GÖRÜLÜYOR

Kognitif fonksiyonlar olarak isimlendirdiğimiz işlevler; oryantasyon (kişi, yer, zaman tanıma becerisi), hafıza,algılama, dikkat, muhakeme etme, gerçeği değerlendirme yetisidir. Demansın genellikle ileri yaş grubunda gözlenmesinden dolayı, yıllarca yaşlı bireylerdeki bu fonksiyon kayıpları normal yaşlanma sürecinin bir parçası olarak düşünülmüştür. Oysa zaman içinde yapılan klinik araştırmalar demansın normal yaşlanma sürecinden farklı olduğunu ortaya koymuştur.

65 yaş üzerinde demans sıklığı % 5-10’dur ve her 5 yılda bir iki katına çıkmaktadır.85 yaşındakilerin % 20-50 kadarında demans gözlenmektedir. İnsan ömrünün uzaması ile dedemans görülme sıklığı daparalel olarak artmaktadır.

ALZHEIMER İLE DEMANS AYNI HASTALIK DEĞİL!

Toplumda Demans ve Alzheimer hastalığının aynı şey olduğuna dair yanlış bir algı da mevcuttur. Oysa demansın nedenleri çeşitlidir. Alzheimer bunlardan sadece biridir. Demans, bunamaya yol açan hastalıkların genel adı olarak da düşünülebilir.Demansa yol açan durumlardan bazıları:

Alzheimer hastalığı (% 50-70)

Beyin damar tıkanıklıkları

Beyin enfeksiyonları

Vitamin eksiklikleri

Alkol aşırı kullanımı

Beyin tümörleri

Bazı ilaçlar

Depresyon

Çeşitli metabolik ve sistemik hastalıklar

DEPRESYONA GİREN KADINLAR RİSK ALTINDA

Alzheimer hastalığı, tüm demans vakalarının %50-70’ini oluşturmaktadır. Alzheimer hastalığının temel nedeni beyinde bulunan birtakım proteinlerin birikimi ve buna bağlı olarak sinir hücrelerinde işlev bozukluğu ve hücrelerin kaybıdır.

Alzheimer riskini arttıran faktörler:

Yaş

Kafa travması

Kadın cinsiyet

Pozitif aile anamnezi

Düşük eğitim düzeyi

Depresyon

İLERLEYEN YAŞA ÖFKE DE EŞLİK EDİYORSA DİKKAT!

 Alzheimer hastalığı genellikle sinsi başlangıçlıdır. İlk dikkat çeken bulgu ise unutkanlıktır. Kişi eşyaları koyduğu yeri, yakınlarının isimlerini unutur ve zamanla bu unutkanlıklar artarak evinin yolunu kaybetme gibi sosyal yaşantıyı da etkileyecek düzeylere varır.

Hastalık unutkanlıkla başlayabileceği gibi bazen de çabuk kızma, anlamsız öfke atakları, normale kıyasla belirgin bir durgunlaşma ve ilgisizlik hali gibi kişilik değişiklikleri ile kendini gösterebilir. Bu bulgulara hastanın muhakeme yeteneğinin ve algısının bozulması da eşlik eder. Hastalık ilerledikçe entellektüel faaliyetlerde kayıp artar ve kişisel bakım ihtiyaçları için yardıma ihtiyaç duyar.

İleri dönem vakalarda yemek yeme, yürüme, konuşma gibi fonksiyonlarda da kayıp gelişebilir ve kişi yatağa bağlı hale gelebilir.

UNUTKANLIĞI HAFİFE ALMAYIN  KONTROLLERİ AKSATMAYIN

 Alzheimer hastalığı tedavi ile geri döndürülememekte fakat gidişi yavaşlatılabilmektedir. Demans nedenlerinin bir kısmında ise tedavi ile tam düzelme mümkündür.Bu nedenle Alzheimer ve diğer demans türlerinde erken teşhis ve tedavi önemlidir. Demans teşhisinde öncelikli olan klinik muayenedir. Ardından hafıza testi, kan tahlilleri ve beyin görüntülemesi yapılabilir.

Unutmamayı Unutma!

Sabah işe geç kalmış, panik halinde bir an önce hazırlanıp evden çıkmaya çalışırken, telefon çalar. İşyerinden arkadaşınız sabahki toplantıyla ilgili bir şeyler istemektedir, bir yandan hazırlanırken bir yandan konuşmaya devam edersiniz. Tam evden çıkacaksınız, anahtar, cüzdan,’’ of ya’’ dersiniz aranmaya başlarsınız. Stresiniz telefona da yansır, arkadaşınız ‘’ne oldu’’ diye sorar,’’ evden çıkacağım ama cep telefonu mu bulamıyorum!’’ diye yanıt verirsiniz. Sonra ani bir sessizlik olur! Karşı taraf gülmemeye siz de düştüğünüz durumu kurtarmaya çalışırsınız. Aslında unutkanlık kapınızı aralamıştır.

Basit gibi görünse de küçük çaplı unutkanlıklarınızın gelecekte nörolojik problemlere zemin hazırlamaması için nelere dikkat etmeniz gerektiğini 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’nde Hastane Derindere Nöroloji Bölümü Uzmanı Dr. Keriman Oğuz’dan öğrendik…

Günümüzde unutkanlığın hemen hemen herkesin yaşadığı bir problem olduğunu belirten Uzm. Dr. Keriman Oğuz; ‘Yolda karşılaştığımız arkadaşımızla samimice sohbet ederiz ama ismini bir türlü hatırlayamayız. Ya da seyahate çıktık, ‘’ütünün fişini çekmiş miydim?’’ diye düşünmekten kendimizi alamayız. İşten çıkarken sabah arabayı nereye park etmiştim acaba? diye düşünürüz. Bunun gibi daha birçok örnek sayabiliriz. İnsanlar genellikle gün içinde yaşanılan bu unutkanlıkların Alzheimer hastalığının bir belirtisi olup olmadığı endişesini taşır. Şu anda Alzheimer tanısı olmasa bile unutkanlıkların ileride Alzheimer açısından risk taşıyıp taşımadığını merak eder. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki; unutkanlık bir yakınmadır. Her unutkanlık bir hastalık belirtisi olmadığı gibi, bazı hastalıkların erken belirtisi olarak da karşımıza çıkabilir’ açıklamasında bulundu.

Unutkanlık hastalıkların erken habercisi olabilir!

Tiroid fonksiyon bozuklukları, B12 ve D vitamini eksiklikleri, uyku bozuklukları, depresyon, anksiyete bozukluğu, stres, alkol ve madde kullanımı, kafa travmaları, kullanılan bazı ilaçlar unutkanlığa sebep olabilir. Aynı zamanda düzensiz yaşam tarzı, kötü beslenme alışkanlıkları, faydasız birçok bilgi, bilgisayar ve cep telefonlarının aşırı kullanımı gibi faktörler de unutkanlık yapan diğer nedenler arasında değerlendirilebilir.

B12 vitamin eksikliği ve tiroid fonksiyon bozuklukları unutkanlığa en çok neden olan etmenlerin başında yer alır. Tiroid hormonları vücut üzerinde önemli etkiye sahiptir. Beynimiz de tiroid hormonlarından etkilenir.  Tiroid fonksiyon bozukluklarında depresyon, uyku problemleri görülebilir; bu belirtilere unutkanlık yakınması da eşlik edebilir.

B12 vitamini beyin ve sinir sisteminin gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Folik asitle birlikte hücrelerde DNA yapımında görev alır. Eksikliğinde hücrelerarası iletişim sağlanamaz ve unutkanlık ortaya çıkar. Yine eksikliğinde sinir kılıflarının gelişimi bozulur; el ve ayaklarda uyuşukluk, yorgunluk gelişir. B12 vitamini hayvansal ürünlerde mevcuttur.  Özellikle karaciğer, böbrek, yürek, et, balık, peynir ve sütte bol miktardadır. Hayvansal ürün tüketmeyen kişilerde eksiklik sık olmakla birlikte; genellikle günümüzde beslenme tarzı B12 vitamininden eksik besinlerden oluşmaktadır. B12 vitamin eksikliği yapan diğer nedenler arasında, intrinsik faktör (Bağırsaklarda B12 vitamininin emiliminde gerekli olan mideden salgılanan bir protein) eksikliği, mide kanseri, gastrit gibi hastalıklar, ince bağırsak hastalıkları, diyabet ve alkol kullanımı yer almaktadır. Teşhis kanda B12 vitamini düzeyinin ölçülmesi ile konur. B12 vitamini eksikliğinde hap veya enjeksiyon (kas içi) olarak tedaviden yararlanılabilir.

Unutkanlık yakınması ile başvuran hastaların sık sordukları sorulardan biri de ileride ‘’Alzheimer olma olasılığım var mı? Teyzem, annem, ailede Alzheimer olan yakınım vardı, ben de olur muyum’’ gibi sorulardır. Öncelikle Alzheimer hastalığının nedeni günümüzde tam olarak aydınlatılamamıştır. Bilinen, beyin hücrelerinin programlanandan daha erken ölmesi nedeniyle olduğudur. Yaşla beraber her kişide beyin hücre ölümü olmaktadır; fakat Alzheimer hastalığında bu süreç çok hızlı ve erken gelişir. Genç yaşta unutkanlık yakınması olan hastalarda Alzheimer gelişimi ile ilgili bir çalışma bulunmamaktadır.  Kalıtımsal formu %5’tir.

 Alzheimer hakkında bilinenler!

Alzheimer hastalığı beynin normalden az ya da fazla kullanılması yüzünden ortaya çıkmaz.

Yaşlılık yüzünden oluşmaz, yaşlanma sürecinin doğal bir parçası değildir.

Enfeksiyon sonucu oluşmaz.

Unutkanlığı azaltmak için:

Bilgisayar ve cep telefonlarını aşırı kullanmayın. Hatta gerekmedikçe kullanmayın.

Uyku düzeniniz olsun.

Stresten uzak durun.

Düzenli egzersiz yapın.

Fındık, ceviz, badem, çekirdekli kuru üzüm, yeşil sebzeler, böğürtlen, yaban mersini, üzüm suyu, elma, kepekli pirinç ve balık tüketimi ile folik asit takviyesini ihmal etmeyin.

Alkolden uzak durun.

Beyninizi gereksiz bilgilerle doldurmaktan kaçının.

RADIXDENT 2. ŞUBESİ İLE ÇEKMEKÖY’DE HİZMETE AÇILDI! 
Uluslararası standartlarda altyapısı, uzman hekim kadrosu ve  “Hayata Sağlıklı Gülümseyin” mottosu  ile  2014 yılında İstanbul  KARTAL’da  Ağız ve Diş Sağlığı hizmeti vermeye başlayan RADIXDENT, Eylül ayında  ÇEKMEKÖY Şubesini hizmete açtı. RADIXDENT Çekmeköy kolay ulaşılabilir konumu, tam donanımlı tedavi üniteleri, alanında uzman hekim kadrosu ve yüksek kaliteli hizmet anlayışı ile RADIXDENT Ağız ve Diş Sağlığı Merkezlerinin 2. Şubesi olarak 4 Eylül tarihinde hasta kabulüne başladı.

Zincir Ağız ve Diş Sağlığı Merkezleri arasına iddialı bir şekilde giriş yapan RADIXDENT şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Murat AKÇAKAYA RADIXDENT  Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi ve yeni açılan Çekmeköy şubesi ile ilgili şunları söyledi
– Sağlık turizmine büyük önem veriyoruz ve hastalarımızın %25’i gurbetçilerden oluşuyor. RADIXDENT ÇEKMEKÖY şubesi ile ağız ve diş sağlığı turizmini daha da geliştireceğiz. Toplamda 2.350 metrekare kapalı alanda, 29 diş hekimi ve uzman diş hekimi olmak üzere toplam 74 personelle 4 yıldır hasta memnuniyeti ilkemizden ödün vermeden, kaliteli diş tedavisi hizmeti vermekteyiz. RADIXDENT, Dünya standartlarında kabul görmüş tedavi prosedürleri, modern cihazlarla donatılmış ameliyathanesi ile çocuk, yaşlı, engelli gibi müdahalesi zor hasta gruplarına da kolayca hizmet vermektedir.

RADIXDENT olarak, diş hekimliği tedavilerinde kurumsal standartlarda hizmet verirken, profesyonel idari ve tıbbi insan kaynağı ile yurtiçi ve yurtdışı hasta memnuniyetini ve tedavi başarısını hedeflemekteyiz.

RADIXDENT ailesi olarak 4 yılda 15.000’den fazla hastanın diş tedavisini tamamladık ve onları sağlığına kavuşturduk. Diş hekimlerimiz ve tüm sağlık personelimiz ile birlikte hastalarımızı ailemizden biri yerine koyuyor, bu bilinç ve sorumlulukla diş tedavilerini yapıyoruz. Sadece tedavi öncesi ve tedavi sırasında değil, tedavisini tamamladığımız her hastamızı tedavi sonrasında da kendileri ile iletişime geçerek belli periyotlar ile ağız ve diş sağlıklarını takip ediyoruz.. Hastalarımızın memnuniyetine ve güvenine büyük önem veriyoruz.

RADIXDENT olarak Kartal Merkezimizdeki yoğun ilgiyi ve Çekmeköy-Sancaktepe-Ümraniye bölgesinden gelen talepleri değerlendirdikten sonra daha donanımlı, daha büyük bir bina inşaatı ile yola çıktık. Kısa sürede inşaatı tamamlanan Çekmeköy binamızı uluslararası standartlarda, son teknoloji cihazlar ve ekipmanlar ile donattık. Eylül ayında hizmete açılan RADIXDENT Çekmeköy Şubemizi bölge haklının hizmetine sunmanın heyecanını yaşıyoruz.
Herkesin hayata sağlıklı gülümsemesi dileği ile…

Türkiye Kamu-Sen İl Temsilcisi Kamil ÜNAL “SÖZLEŞMELİ İSTİHDAMI PARÇALANMIŞ AİLELER YARATIYOR”

 “Daha etkili ve tarafsız bir kamu hizmeti sunumunun; gelecek kaygısı taşımayan, ekonomik, siyasi ve sosyal hiçbir baskı altında kalmayan, sürekli ve güvenceli istihdamı içeren bir personel sistemi ile gerçekleşeceğine inanıyoruz. Bu doğrultuda kamudaki güvence içermeyen her türlü istihdamın son bulması ve bütün sözleşmeli personelimizin kadroya geçirilmesi için mücadele ediyoruz.

Hatırlanacağı gibi verdiğimiz bu mücadelede, 2011 ve 2013 yıllarında sözleşmeli personelin kadroya geçirilmesiyle büyük bir başarı kazanmıştık. Bu düzenlemelerden sonra beklentimiz kamuda güvencesiz sözleşmeli personel istihdamı uygulamasının son bulması ve bir daha kamuya sözleşmeli personel alımı yapılmaması yönündeydi. Maalesef uygulama, beklentimizin aksine, sözleşmeli personel alımının daha da artırılması, idari hizmet sözleşmesi adı altında yeni bir güvencesiz istihdam modelinin ortaya çıkması yönünde gerçekleşti.

Kurumlarımızda aynı işi yapan, aynı özelliklere sahip ama farklı farklı statülerde çalıştırılan personel bulunmaktadır. Bu çalışanlarımızın hiçbirinin sahip olduğu haklar, bir diğeri ile aynı değildir. Aynı okullardan mezun olup, aynı sınava girdiği halde idarecisi, işvereni, görevi, yaptığı işi aynı ama emeklilik hakları, maaşları, izinleri, bağlı oldukları kanunları farklı olan, çok başlı, çok statülü ve karmaşık bir kamu personel sistemi ile karşı karşıyayız.

Kamu kurumlarında 657 sayılı Kanunun 4/A ve 4/B maddeleri uyarınca, 5393 sayılı gibi farklı mevzuatlara tabi olarak; sözleşmeli, idari hizmet sözleşmesi, kamu dışı sağlık personeli, vekil gibi adlar altında uygulanan çeşitli istihdam modelleri, çok başlı ve karmaşık bir yapının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Bugün itibarı ile açıklanan en son resmi verilere göre kamuda 105 bin 565 4/B’li, 35 bin 383 idari hizmet sözleşmeli ve 14 bin 96 da 5393 sayılı Kanuna göre olmak üzere toplam 155 bin 44 güvencesiz sözleşmeli personel istihdam edilmektedir. Bu sayıya her dönemde yeni sözleşmeli personel eklenmekte, özellikle Devletin asli ve sürekli görevlerinden olan eğitim ve sağlık hizmetlerinde istihdam, ağırlıklı olarak sözleşmeli personele doğru kaymaktadır. Bu yönde kamu görevlileri lehine verilmiş mahkeme kararlarını aşabilmek adına getirilen 4+2 sistemi ile kamu görevlileri, atandıkları ilk 4 yıl boyunca sözleşmeli olarak, sonraki 2 yılda da kadroya geçirilmek suretiyle atandıkları yerlerde çakılı olarak hizmet vermektedir.

Bu tür uygulamalar, kamuda görevleri ve nitelikleri aynı olmasına rağmen statüleri farklı olduğu için ücret adaletinin yara aldığı, sosyal eşitliğin bozulduğu, ailelerin darmadağın olduğu bir durum yaratmaktadır. Ne yazık ki, yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde durumun düzeltilmesi yönünde bir karar alınmadığı gibi yeni güvencesiz istihdam şekilleri getirilmektedir. Buna göre kamu kurumlarında iş mevzuatına tabi sözleşmeli uzman ve uzman yardımcıları istihdam edilebilecek, özel bilgi ve uzmanlık gerektiren geçici mahiyetteki işlerde, yerli veya yabancı personel tam zamanlı, kısmi zamanlı veya projelerle sınırlı olarak sözleşmeyle istihdam edilebilecektir.

4/B’li statüde sözleşmeli personel istihdam edilmeyen kamu kurum ve kuruluşlarının, sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlere bağlı olmaksızın, idari hizmet sözleşmesiyle personel istihdam edebilmesinin yolu açılmıştır. Dolayısıyla yeni Hükümet Sisteminde de kamudaki çok başlı yapı sürecek gibi görünmektedir.

Hali hazırda bile sözleşmeli personelin 6 yıl boyunca tayin hakkından mahrum olması, geride parçalanmış aileler, gözü yaşlı çocuklar ve eşler bırakmışken, yeni uygulama ile bu sorunun bir drama dönüşmesi tehlikesi bulunmaktadır.

Kamuda istikrarı ve adaleti sağlamanın tek yolu vardır; o da bu çok başlı yapıyı sonlandırmak ve tüm güvencesiz personeli kadroya geçirmektir. Türkiye Kamu-Sen olarak kamuda güvencesiz sözleşmeli, idari hizmet sözleşmeli, kamu dışı sağlık personeli, vekil gibi adlar altında personel çalıştırılmasının yarattığı hassasiyetin toplumsal bir sorun haline gelmek üzere olduğunu belirtiyor, bu konuda yetkilileri bir kere daha uyarıyoruz.

Beklentimiz sorunun temelden çözülmesi yönündedir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, kamu personeli açısından yeni sorunlarla başlamamalı, bütün güvencesiz sözleşmeli personel kadroya geçirilmeli ve yeni sistem güvenceli ve sürekli bir personel yapısı ile oluşturulmalıdır.

En azından bu sağlanıncaya kadar, sözleşmeli personele kadrolu memurlarda olduğu gibi mazerete bağlı yer değiştirme hakkı getirilmeli, parçalanmış aileler birleştirilmelidir. Türkiye Kamu-Sen olarak en büyük arzumuz, insan onuruna yaraşır bir iş, bütün kamu çalışanlarının annesi, babası, eşi ve çocuklarıyla bir arada yaşama hakkına kavuşmasıdır. Amacımız; tüm kamu çalışanlarına kadro ve iş güvencesi verilerek mutlu, huzurlu ve güvenli bir hayata kavuşturulmasıdır.

Anayasanın eşitlik ve sosyal adalet ilkelerinin hayat bulması, kamu istihdamında yaşanan aksaklıkların ve mağduriyetlerin giderilmesi her ne ad altında olursa olsun güvencesiz olarak görev yapan kamu personelinin 4/A statüsüne geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Yaralar, ilk etapta sözleşmeli personelin ailelerine kavuşturulmasıyla sarılmalı, kadrolu, sözleşmeli ayrımı kaldırılmalıdır.

Dileğimiz ve umudumuz, kamuda kanayan yara haline gelen bu sorunun bir an önce çözülmesi ve kamu istihdamının kadrolu güvenceli memurlar ve kamu işçileri olarak iki statüye indirgenmesi yolundadır.  Yetkililerden gerekli hassasiyeti göstermesini ve bir an önce bu sorunu çözmesini talep ediyoruz”

2 yıl üst üste aynı kıyafeti giyen çocuklarda   büyüme geriliğine dikkat
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Uzmanı ve Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği üyesi Doç. Dr. Samim Özen, çocuklarda büyümenin doğumdan itibaren düzenli olarak takip edilmesinin, birçok hastalığın erken tanısı açısından önemli olduğunu ve ihmal edilmemesi gerektiğini belirtti.
Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklarda en önemli bulgunun yaşıtlarına göre boy kısalığı olduğunun altını çizen Doç. Dr. Samim Özen, tedaviye ne kadar erken başlanırsa, alınacak sonucun da o kadar olumlu olacağını ve çocuktaki gelişimi gözlemlemek için okulların açılmasının önemli bir dönem olduğunu vurguladı.

 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Uzmanı ve Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği üyesi Doç. Dr. Samim Özen, çocuklarda ve gençlerde görülen büyüme geriliğine ilişkin önemli bilgiler verdi. Büyümenin çocuklarda en önemli sağlık göstergelerinden biri olduğunu belirten Özen, altta yatan kronik bir hastalığı olan çocuklarda ilk olarak yetersiz büyümenin gözlendiğini söyledi. Samim Özen, hangi yaşta ne kadar büyüme olması gerektiğini ise şu sözlerle anlattı: “Doğum sonrası en hızlı büyüme dönemi ilk bir yaştır. Bebekler bir yaşında yaklaşık olarak doğum ağırlıklarının 3 katına ulaşırken, boyları da ilk yıl 25 cm uzar. Daha sonra ergenlik dönemine kadar büyüme hızları giderek yavaşlar. Sağlıklı çocuklar boyları birbirinden farklı olsa da yaklaşık iki yaşından sonra kendi büyüme eğrilerinde ve kendilerine uygun hızda büyürler. Tüm çocukların büyümelerinin doğumdan itibaren düzenli olarak büyüme eğrileriyle takip edilmesi, birçok hastalığın erken tanısı açısından önemlidir.”
Boy uzamasının 18-20 yaşına kadar devam edeceği algısı yanlış
Boy uzama hızının yaşa ve cinsiyete göre değiştiğini söyleyen Doç. Dr. Samim Özen, şöyle konuştu: “Hayatın ilk yılında bebek 25 cm kadar uzarken, 1-2 yaş arası 12-14 cm uzar. Yaklaşık iki yaşından sonra sağlıklı her çocuk kendi büyüme eğrisinde belli bir hızda uzar. 6 yaşın altında 6 cm, 6 yaş ile ergenlik arası 4,5 cm altında uzama yetersiz olarak kabul edilir. Bu hızların altında büyüme oluyorsa araştırılması gerekir. Ergenlik dönemi bebeklikten sonra büyümenin en çok olduğu ikinci dönemdir. Ergenlik döneminde cinsiyete, yaşa ve ergenlik dönemine göre büyüme hızları farklılık gösterir. Ergenlikte kızlarda 15-20 cm, erkeklerde ise 25-30 cm kadar uzama olur. Toplumda boy uzamasının 18-20 yaşına kadar devam edeceği algısı yaygındır. Ancak ulaşılabilecek son boy, takvim yaşından çok kemik yaşına bağlıdır. Büyüme çizgilerinin kapandığı yaşta; yani kemik yaşı kızlarda 15, erkeklerde 16 olduğunda büyüme artık durur.”
Dünyanın farklı ülkelerinde 4 bin ila 10 bin çocukta bir görülüyor
Yaşıtlarına ve cinsiyetlerine göre normal büyüme eğrilerinin altında (3 persentil) olanlarda büyüme geriliğinden bahsedildiğini belirten Doç. Dr. Samim Özen, boy 3 persentil altında olmasa bile yıllık büyüme hızının çocuğun yaşına göre düşük olmasının da büyüme geriliği olarak tanımlandığını ifade etti. Özen, büyüme geriliğine yol açan büyüme hormonu eksikliğinin, dünyanın farklı ülkelerinde 4 bin ila 10 bin çocukta bir görüldüğü bilgisini de paylaştı.
Anne-baba ya da akrabaların kısa boylu olması, kısa boylu çocukların normal olduğu anlamına gelmiyor
Boyun normal olup olmadığını belirlemenin en doğru yolunun, çocukların büyüme hızlarının düzenli olarak takip edilmesiyle anlaşılacağını belirten Doç. Dr. Samim Özen, büyüme geriliğinin uyarıcı belirtilerini şöyle açıkladı: “Aile hekimi ya da çocuk doktorları tarafından belirli aralıklarla ölçülecek boy ve ağırlık değerlerinin büyüme eğrileriyle değerlendirilmesi en doğru yoldur. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklarda en önemli bulgu, yaşıtlarına göre boy kısalığının olmasıdır. Aileler en çok çocuklarının kıyafetlerinin küçülmemesinden ya da sınıftaki arkadaşlarına göre daha kısa boylu olmasından yakınırlar. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklarda vücut ağırlığı ise yaşıtlarına göre çoğu zaman normaldir. Hatta bir miktar karın çevresi yağlanması olabilir. Bunun dışında yenidoğan döneminde uzamış sarılık, ısrarlı kan şeker düşüklüğü, vücudun orta hattında yarık damak veya dudak gibi doğumsal anomaliler veya erkek bebeklerde testislerin yerinde olmaması ve penis küçüklüğü, kalıtsal büyüme hormonu eksikliğini düşündürebilir. Bunlar dışında daha büyük çocuklarda büyüme hormonu eksikliğine neden olan kafa içi olaylara bağlı baş ağrısı, çift görme ve kusma gibi belirtiler gözlenebilir. Anne-baba ya da diğer akrabaların kısa boylu olması, kısa boylu çocukların normal olduğu anlamına gelmemelidir. Kısa boylu her çocuk mutlaka çocuk hekimi ya da çocuk endokrin uzmanları tarafından değerlendirilmelidir.”
Erken ergenlik boy kısalığına yol açıyor
Kız çocuklarında ilk adet gördükten sonra uzama yavaşladığını ancak yaklaşık 2 yıl daha uzamanın devam edebileceğini söyleyen Özen, adetten sonra kızların yaklaşık olarak 5-8 cm kadar daha uzadıklarını belirtti. Ergenlik gecikmesinden daha çok erken ergenliğin boy kısalığına yol açtığını vurgulayan Doç. Dr. Samim Özen, şunları söyledi: “Erken ergenlik; kızlarda 8, erkeklerde 9 yaşından önce cinsiyete özgü ergenlik bulgularının başlamasıdır. Kızlarda daha çok görülen erken ergenlikte kemik yaşı takvim yaşından ileridir. Erken ergenlik büyüme çizgilerinin erken kapanmasına neden olarak boy kısalığına neden olabilir. Erken ergenlik bulguları olan çocukların mutlaka çocuk hekimi ve gerekirse çocuk endokrin uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekir. Erkek çocuklarında daha çok görülen gecikmiş ergenlikte çocuklar yaşıtlarına göre belirgin bir biçimde kısa görünebilirler. Bu çocukların ailelerinde genellikle gecikmiş ergenlik öyküsü vardır. Çocuklar ergenliğe daha geç girip yaşıtlarına göre daha uzun süre uzarlar ve sonuçta ulaşacakları boy, genelde aile genetiğine uygundur. Bu duruma yapısal büyüme-ergenlik gecikmesi denir. Daha az görülen ergenlik hormonlarının yetersizliği de boy sorunlarına neden olabilir.”
Büyüme geriliğinde yetersiz beslenmeye dikkat! 
Büyüme hormonu eksikliğinin birçok nedeni olduğunu söyleyen Özen, şöyle konuştu: “Sıklıkla altta yatan bir neden saptanamaz. Bu duruma idiyopatik büyüme hormonu eksikliği denir. Bunun dışında başta beslenme yetersizliği olmak üzere birçok hastalık büyüme yetersizliğinin yanı sıra büyüme hormon üretiminde ya da etkisini göstermede yetersizliğe neden olur. Hipofiz bezinden büyüme hormonu üretimini bozan kalıtsal, zor doğum veya doğumsal yapı bozukluğu gibi yapısal veya hipotalamus-hipofiz bölgesini etkileyen kafa travması, enfeksiyonla, tümörler, ameliyatlar, ışın tedavisi gibi edimsel birçok neden, büyüme hormonu eksikliğine neden olabilir.”
Büyüme hormonu eksikliği tedavisine evde kolayca başlanabiliyor
Doç. Dr. Samim Özen, büyüme hormonu eksikliğinin teşhis edilmesi için öncelikle altta yatan büyümeyi etkileyebilecek tüm hastalıkların araştırılması gerektiğini vurguladı. Samim Özen, sözlerine şöyle devam etti: “Bu hastalıklar dışlandıktan sonra boy kısalığı ve büyüme yetersizliği varsa bazı tarama, büyüme hormonu uyarı ve sol el bilek grafisinden kemik yaşı testleri yapılır. Büyüme hormonu uyarı testleri için büyüme hormonu üretimini sağlayan ilaçlar verildikten sonra 15-30 dakikada bir 4-5 kez kan alınıp büyüme hormonu seviyelerine bakılır. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklarda bu testler sırasında büyüme hormonu değerleri düşüktür. Tanı konulan tüm olgularda beynin hipotalamus-hipofiz bölgesini etkileyebilecek doğumsal veya edimsel sorun olup olmadığını belirlemek için hipofiz manyetik rezonans görüntüleme yani Hipofiz MR çekilir. Büyüme hormonu eksikliği tanısı konulduktan sonra her gün akşamları enjeksiyon kalemleriyle çocuğun ve/veya ailesinin evde kolayca uygulayabileceği büyüme hormonuna başlanır. Büyüme hormonu tedavisi uzun süreli bir tedavidir. Büyüme tamamlanıncaya kadar ya da hedef boya ulaşılıncaya kadar devam edilir.”
Tanı konduğu anda tedaviye başlanmalı
Erken ya da görece düşük doğum ağırlığında doğan bebeklerin yaklaşık yarısının ilk iki yılda büyümeyi yakaladığını ifade eden Doç. Dr. Samim Özen, büyümeyi yakalayamayan çocukların ise yakın büyüme izlemiyle büyüme geriliğine neden olabilecek eşlik eden diğer hastalıklar açısından araştırılması gerektiği vurguladı. Bu çocuklarda 2 yaşından sonra tedaviye başlanabileceğini ifade eden Özen, “Büyüme geriliğinde tedaviye ne kadar erken başlanırsa, tedaviyle kazanılabilecek boy da o kadar iyi olur. Tedaviye, tanı konulduğu anda başlamak en doğrusudur” diye konuştu.

Dünyanın sürdürülebilirliği için plastiğe dur de, mütevazı ol!

Dünya kaynakları her geçen gün azalıyor. Ne yazık ki atıkların doğada çözülme süreleri fazla olduğu için dünyamız gün geçtikçe biraz daha kirleniyor. Örneğin plastik atıkların doğada kaybolma süreleri neredeyse bin yıl. Büyük ölçekli şirketler bu akımın önüne geçmek için birçok yatırıma imza atıyor. Bu şirketlerden biri de Humble Brush. Humble Brush bambu diş fırçaları ekolojik hayata destek, doğaya ve hayvanlara saygılı, insana ve sağlığa karşı da sorumluluk sahibi ağız bakım ürünleri sunmaya devam ediyor.

Son yıllarda küresel anlamda dünya kaynaklarına, ekolojik sisteme ve bunlarla birlikte küresel ısınmaya oldukça dikkat çekiliyor. Yapılan analizler ve araştırmalar gösteriyor ki dünya kaynakları gün geçtikçe azımsanmayacak derecede yok oluyor. Hatta Küresel Ayak İzi Ağı’na göre yeryüzü kaynaklarına duyulan iştahın sürdürülebilmesi için şimdiki Dünya’nın 1,7 katı büyüklüğünde bir gezegene ihtiyaç var. Oysa başka bir dünya yok. Kaliforniya Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre 1950’den bu yana 9.2 milyar ton plastik üretilmiş ve bunların yaklaşık yarısı 2000 yılından bu yana… Büyük ve prestijli şirketler ekosisteme destek olmak için yani gelecekten çalmamak adına bu konuda milyarlarca dolarlık yatırım yapıyor. Humble Brush da ekosisteme destek olan ve bu konuyu misyon edinmiş bir marka. Dünyada “Ekolojik diş fırçası”nın öncüsü olan Humble Brush, bambu bitkisinden üretilmiş yüzde yüz doğal, doğada çözünebilir diş fırçaları ile alanında önemli yatırımlara ve girişimlere imza atıyor.

Dünyamıza dost ekolojik bir diş fırçası

Her sene dünyada 5 milyar plastik diş fırçası üretiliyor ve doğada çözünmüyor. Bunların hepsinin sonu çöplükler ve/veya okyanuslar… Bu fırçaların neredeyse hepsi plastikten imal ediliyor ve doğada çözünmüyor. Daha da kötüsü, plastikleri fosil yakıtlardan üretiliyor. Bu da bizi gezegenimize zarar veren bir kısırdöngüye sokuyor. İşte bu noktada ergonomik ve ekolojik diş fırçalarının önemi oldukça artıyor. Doğada daha iyi çözünür bir naylon kullanmanın tek seçenek olduğu, çok sayıda test ve prototipten sonra anlaşıldı.

Plastiğe dur de! Mütevazı kal!

Değişim, her zaman bir devrimle gerçekleşmek durumunda değil. “Bazen ufak değişiklikler de dağları yerinden oynatır” misyonuyla hareket eden Humble Brush, tükettiğimiz her üründe doğru seçimler yapmamız konusunda farkındalık yaratıyor. Humble Brush diş fırçasının en önemli özelliği sıradan plastik diş fırçalarından farklı olarak bambu bitkisinden üretiliyor olması. Bu sebeple yüzde yüz doğal ve çevre dostu bir ürün. Doğada tamamen çözünebilme özelliği olan fırçanın kılları ekolojik diş fırçası sektörünün öncülüğünü yapıyor. Humble Brush’ın bambu diş fırçası dışında; Vegan ve Doğal  diş macunları, Gerçek Doğal Vegan sakızlar, Fırça Saklama kapları, Vegan ve Doğal Gargara ağız suları, diş ipleri, bambu pipetler ve bambu kulak çubukları da bulunuyor.

ERÜ’de “SEPSİS Günü” Etkinliği Düzenlendi

Erciyes Üniversitesi ve İl Sağlık Müdürlüğü tarafından “SEPSİS” hastalığı konusunda farkındalık yaratmak amacıyla “SEPSİS Günü” etkinliği düzenlendi

Sabancı Kültür Sitesi’nde gerçekleştirilen etkinliğe; Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Murat Borlu, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hakan Poyrazoğlu ile çok sayıda hekim katıldı.

Etkinliğin açılış konuşmasında İl Sağlık Müdürlüğü Sağlık Hizmetleri Başkanı Uzm. Dr. Ahmet Ceylan, çevresel faktörler başta olmak üzere, sanayileşme ve kullanılan kimyevi maddelerin insanlarda enfeksiyona olan yatkınlığı artırdığını kaydetti.

Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hakan Poyrazoğlu da, amaçlarının SEPSİS hastalığı konusunda farkındalık yaratmak olduğunu söyledi. Dekan Poyrazoğlu, “Bu toplantı ile uzman hocalarımızdan konuyu detaylı bir şekilde öğreneceğiz. Sepsis ciddi bir problemdir. Bu hastalığa farkındalık yaratmak için yapılmış etkinliğin başarılı geçeceğine inanıyoruz” dedi.

Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Murat Borlu ise yaptığı konuşmasında SEPSİS’in ciddi bir sağlık problemi olduğunu kaydetti.

Prof. Dr. Borlu, “Sepsis nedeniyle dünyada saatte 50 kişi hayatını kaybetmektedir. Tıp eğitimi ve uzmanlık eğitiminin belli dönemlerinde hastane çalışmalarına katkıda bulunan herkesin çalışma sertifikalarını alırken Sepsis’i azaltıcı tüm kuralları iyi bilmeleri ve bu konuda farkında olmaları son derece önemlidir. Bu nedenle 13 Eylül’de ilan edilen ‘Dünya SEPSİS Günü’ tüm dünya sağlık çalışanlarının farkındalığını artıracaktır” diye konuştu.

Açılış konuşmalarının ardından Prof. Dr. Murat Sungur, Prof. Dr. Aynur Akın, Prof. Dr. İlhami Çelik ve Prof. Dr. Mehmet Doğanay, “SEPSİS Epidemiyolojisi”, “SEPSİS Tanı ve Tedavisi” konularında sunum gerçekleştirdi.

DÜNYA TEMİZLİK GÜNÜ’NDE TOYOTA’DAN ÖRNEK DAVRANIŞ

Toyota yarış takımı Toyota GAZOO Racing ekibi ve ekibe Dünya Ralli Şampiyonası’nda destek veren Toyota Türkiye çalışanları 15 Eylül Dünya Temizlik Günü’nde Marmaris-İçmeler etabı sonrasında çöp topladılar. Marmaris Belediyesi ile yapılan işbirliği kapsamında gerçekleştirilen etkinlik ile Dünya Ralli Şampiyonası’na katılan Toyota Takımı’nın bu örnek davranışı büyük takdir toplarken, çevrede bulunan izleyiciler de çöp toplayanlara katıldılar.

Aralarında Japonların da bulunduğu Toyota takımının üyeleri, çevre bilincinin küçük yaşlardan itibaren çocuklara verilmeye başlandığını ve bunun tüm hayatları boyunca sürdüğünü belirtiyorlar. Rusya’da yapılan Dünya Futbol Şampiyonası’nda  Japonya takımının oyuncularının soyunma odalarını, Japon seyircilerin de tribünleri maçların bitiminde temizlediğini hatırlatan ekip üyeleri “Dünya hepimizin ortak yaşam alanı. Ve temiz tutmalıyız. Japonya’da gittiğiniz yeri nasıl bulduysanız, ayrılırken de öyle bırakın denir. Biz de hem 15 Eylül Temizlik Günü’ne destek veriyoruz, hem de gittiğimiz yerden ayrılırken orayı aynı şekilde bırakıyoruz” diyorlar.

b-akademi ve HİS Federasyonu herkes için bilinçli spor hedefiyle bir ilke imza atıyor

 Türkiye’nin en büyük spor zinciri b-fit’in nitelikli eğitmen eksikliğine çözüm olmak için kurduğu b-akademi girişimi, Uluslararası Herkes İçin Spor Federasyonu ile işbirliği yaparak Grup Egzersiz Sertifika Programı düzenliyor. 15- 16 Eylül tarihlerinde b-fit Ümraniye/Atakent merkezinde düzenlenecek eğitim, kendini geliştirmek isteyen sporla ilgili herkese açık!
b-akademi ve HİS Federasyonu Türkiye’nin spor sektörüne bilinçli eğitmenler yetiştirme hedefiyle Grup Egzersiz Sertifika Programı’nı düzenliyor. Programa katılanlar, genel anatomi, postür analizi, düzeltici egzersizler, core aktivasyon, hareket analizi, ders tasarlama prensipleri, grup egzersiz uygulamaları, vücut ağırlığıyla yapılan egzersizler ve mat egzersizleri konularında Master Trainer Cemil Özdemir’den eğitim alacak.
b-fit antrenörlerinin yanı sıra sektördeki tüm antrenörlerin bilinçli spor kültürüne sahip olmasını teşvik eden b-akademi, HİS Federasyonu ile birlikte sporda doğru bilinen yanlışların önlenmesi ve sektörde bilimsel bir sistemin benimsenmesi için sertifika programlarını herkesin katılımına açıyor.
b-fit Ümraniye/Atakent merkezinde gerçekleşecek Grup Egzersiz Sertifika Programı sporla profesyonel olarak ilgilenmek isteyen herkesi bekliyor.

TEKRARLAYAN OMUZ ÇIKIKLARI EN ÇOK GENÇLERDE GÖRÜLÜYOR

 Omuz çıkığı özellikle 18-30 yaş arası gençlerde ve sporcularda sık görülen bir sorun. Üstelik bir kez çıkmaya görsün, tekrar tekrar çıkması mümkün. Acıbadem Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Fatih Karaaslan gençlerde ve sporcularda sık görülen ve tekrarlayan omuz çıkıkları ve tedavi yöntemi hakkında bilgi verdi.

 Omuz çıkması, spor yaparken ya da basit kazalar sonucunda ortaya çıkan bir sorun. Ancak vücudun hareket sınırı en fazla olan yani kollarımıza neredeyse 270 derece dönme kabiliyeti sağlayan omuz eklemi söz konusu olunca, tedavisi kadar tekrar oluşmaması da önemli hale geliyor. Omuzun gün içinde en fazla kullandığımız eklemlerden biri olduğunu söyleyen Acıbadem Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Fatih Karaaslan, “Omuz, kolumuzla gövdemizin birleşim yeridir. Gün içinde en fazla kullandığımız kısımlardan birisidir. Yüzeylerin birbiriyle uyumu hemen hemen hiç yoktur. Bu da eklemin bir arada durmasını çevreleyen esnek yapıdaki yumuşak dokular sağlar. Bu yumuşak dokuların esnekliği hareketin üst sınırlarında, özellikle fırlatma hareketinde ya da arkaya uzanıp bir şey almaya çalıştığımızda eklemi bir arada tutmaya yetmez ve omuz eklemi yerinden çıkar. En sık genç yaş grubunda, özellikle spor aktiviteleri sırasında ve basit kazalar sonucunda çıkıklar oluşur” diyor.

Şiddetli ağrı oluşturur

Omuz eklemi çok güçlü kas ve yumuşak dokularla çevrelenmiş olmasına rağmen sıklıkla düşme, çarpma gibi travmaya bağlı olarak çıkık oluştuğunu söyleyen Doç. Dr. Fatih Karaaslan,  zorlanma sırasında bağların ve dokuların yırtıldığını ve eklemin yuvasından çıktığını belirtiyor.

Omuz çıktığında çok ciddi bir şekil bozukluğu ve ağrı oluşturuyor.  Yerine oturtulduğunda ise bu sorunlar ortadan kalkıyor. Ancak omzu yerinde tutan contaya benzer bir yapı, omuz ilk çıktığı anda zarar görüyor. Bir kısmı yırtılıyor ve yerinde durması zorlaşıyor. İşte bu durumda da omuz çıkıklarının tekrarlaması neredeyse kaçınılmaz oluyor. Omuz çıkıkları, en sık 18-30 yaşları arasında görülüyor. Bu yaş grubu içinde; bir yaralanma ya da zorlanma nedeniyle omuz bir kez çıktığında, tekrarlama riski, yüzde 80.

Artroskopik (kapalı) ameliyat tercih ediliyor

 Omuzun çıkık sayısı arttıkça omuz eklemi ve çevresinde yapmış olduğu tahribat artıyor. Bu nedenle çıkık tekrarlayıcı düzeye geldiğinde mutlaka bir ortopediste başvurmak gerekiyor. Zira bu durumda ameliyat bir tedavi seçeneği haline geliyor. Omuzdaki hasarın derecesine göre farklı tipte ameliyatlar yapılıyor.

Tekrarlayan omuz çıkıklarında artroskopik (kapalı) ameliyat yöntemleri tercih ediliyor. Omuz çıkığına özel yapılan artroskopik ameiiyata ise “Bankart Ameliyatı” ismi veriliyor. Bu yöntemde eklem bir kamera yardımıyla görüntüleniyor. Omuz eklemi çevresinden küçük delikler açılarak bu iş için üretilmiş özel cerrahi ekipman kullanılıyor ve böylece cerrah, eklemin içindeki bozukluğu giderebiliyor. Bankart ameliyatı sırasında, sadece yırtılan dokular orijinal yerlerine dikiliyor.

Aynı gün taburcu olmak mümkün

 Bankart Ameliyatı sayesinde kaslara çok az zarar verilmesi, hastaya pek çok konfor sağlıyor. Hastalar daha az ağrı duyuyor, daha hızlı taburcu oluyorlar, işe dönüş süreleri de kısalıyor. Ameliyat sonrasında sıklıkla hastaların aynı gün taburcu ediliyor veya bir gece hastanede kalıyor. İlk gün az bir miktarda ağrı olsa da, pek çok hastada hiç ağrı oluşmuyor. Ameliyat sonrası hastaya ilk günden itibaren bir egzersiz programı uygulanıyor. 3 hafta omuz askısı kullanımı öneriliyor. 3. haftadan itibaren Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon programı başlanıyor. Bankart ameliyatını geçiren bir hasta 3.ayda omzun tüm hareketlerini rahatlıkla yapabiliyor,  6. ayda ise spor yapabilecek hale geliyor.

Ameliyat sonrasında iyileşen hastada tekrar çıkık oluşma riski yüzde 80’den yüzde 3-20’ye düşüyor. Çıkığın tekrarının önlenmesi için hastanın ilk 6 -12 ay süresince dikkatli olması gerekiyor. Bu süre sonrasında çıkık riski minimuma iniyor.