Üniversitelerden haberler (01.12.2018)

Ekonomi Tüm Detaylarıyla Kapadokya’da Konuşuldu

 Üniversite-endüstri iş birliğinin geliştirilmesi amacıyla düzenlenecek “Mustafapaşa Ekonomi Toplantıları”nın ilki ekonomi uzmanlarının katılımıyla Kapadokya Üniversitesinde gerçekleştirildi.

Ekonomide yaşanan uluslararası kırılganlıklar, Türkiye dış ticaret firmalarının açık döviz pozisyonları ve bunlara karşı alınabilecek önlemleri konuşmak üzere gerçekleştirilen ilk toplantıya konuşmacı olarak Kapadokya Üniversitesi İİBF Dekanı Rıfat Yıldız, Yıldız Teknik Üniversitesinden Prof. Dr. Güler Aras, Abdullah Gül Üniversitesinden Prof. Dr. Er Hacihasanoğlu, Nuh Naci Yazgan Üniversitesinden Doç. Dr. Onur Gözbaşı, Ankara Yeminli Mali Müşavirler Odasından Ahmet Şahin Avcı ve Petkim/Socar eski CEO’su Kenan Yavuz katılırken, Nevşehir, Kayseri, Aksaray ve Niğde’den iş adamları, sanayiciler, akademisyen ve öğrenciler de dinleyici olarak salonda yer aldı.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından toplantının açılış konuşmasını yapan Kapadokya Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Vesile Şenol, “Hepimizin de bildiği gibi ekonomi her şeyin içinde. Toplumsal sağlığın ve huzurun korunması, sürdürülebilirliği hatta manevi değerlerin korunması adına ekonominin dengeli ve sürdürülebilir götürülmesi çok önemli. Eğer bir ülkede finansal sıkıntılar varsa biz biliyoruz ki öncelikle akıl sağlığı, daha sonra beden sağlığı, daha sonra toplumsal sağlığı tehdit eden olaylar sırasıyla arka arkaya geliyor. Ülkemizin şu anda içinde bulunduğu ekonomik darboğaz sıkıntısını aşmak adına çeşitli hedefleri ve uygulamaya başladığı planları var. Biz de Kapadokya Üniversitesi olarak üniversite- sanayi iş birliği kapsamında son derece aktüel konuları ele alan bu etkinliği düzenledik. Hedefimiz, bölgesel kalkınmayı temel alan üniversite- sanayi iş birliğini sağlamaktır. Bu nedenle çalıştayımızın hepimiz için verimli geçmesini diliyorum” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Vesile Şenol’un açılış konuşmasından sonra ilk oturumu yönetmek üzere kürsüye gelen Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güler Aras, “Dünya’da kırılgan beşli diye tanımlamam beş ülke var. Bunlar Brezilya, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya ve Türkiye. Bu ülkelerdeki hareketlerin birbirini etkilediği, tetiklediği ya da birbirinize benzer faaliyetler gösterdiği varsayılıyor. Kırılgan beşliden biri olan Türkiye’yi ele alacak olursak ocak ayından bu yana yüzde 40 gibi Türk Lirasının yabancı paralar cinsinde değer kaydı olduğunu ifade edebiliriz. Diğer bir tabloyu incelediğimizde ise ülkemizdeki cari açığın diğer ülkelere göre daha yüksek olduğu göze çarpmaktadır” şeklinde bir konuşma yaparak ilk oturumu başlattı.

Prof. Dr. Güler Aras’ın açılış konuşmasının ardından ilk oturumun konuşmacılarından Kapadokya Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Rıfat Yıldız, “1970’lerde esnek kur sistemine geçiş ve 1980 yılında Türk ekonomisindeki liberalleşme politikaları başlatılmıştır. Bu süreçte Türkiye’de müdahaleli esnek kur sistemi uygulanmaya başladı. Bunun devamında ise yine Ağustos 1989’da Türkiye kısmi konvertibiliteye geçti yani paranın diğer paralar karşısında serbestçe kullanılabilirliği ve değiştirilebilirliği. Tüm bunların sonucunda ise bugün itibariyle ülkemizin dış ticaret oranları yüzde 10’dan yüzde 40’a çıktı ve dolayısıyla ülkemizde kurs riski daha da büyümeye devam etti” şeklinde temel bilgileri aktardıktan sonra ithalat ihracat hakkında detaylı bilgiler vererek istatistikler bağlamında karşılaştırmalar yaptı.

Prof. Dr. Rıfat Yıldız’ın konuşmasından sonra kürsüye çıkan Abdullah Gül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erk Hacihasanoğlu ise, “Uluslararası Finansal Sistemdeki Kırılganlıklar ve Bunların Döviz Kuru Üzerinden Türkiye Ekonomisine Yansımaları” başlıklı konuşmasında, “Ben döviz kuru riskini sadece bir aktarımın sonucu olduğuna inanan biriyim. Bizim öncelikle sorunun neden olduğunu anlamamız gerekiyor. Üç tip risk vardır birincisi makro ekonomik riskler önümüzdeki dönem büyümenizi etkileyecek risklerdir. İkincisi stratejik risklerdir ve ortaya koyduğunuz stratejinin geçerliliğini sorgulatacak risklerdir. Üçüncüsü ise operasyonel risklerdir ve hedefleri uygularken başına gelebilecek riskler nelerdir bunlara cevap arar” dedikten sonra yapılmış uluslararası bir anketin ışığında dünyadaki firmaların dokuz beklentisini açıklayarak makro ekonomik riskler ve döviz kuru riskleri hakkında katılımcıları bilgilendirdi.

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Onur Gözbaşı’nın ikinci oturumun açılış konuşmasını yapmasının ardından ilk konuşmacı olarak kürsüye davet ettiği Yeminli Mali Müşavirler Odası Üyesi Ahmet Şahin Savcı ise döviz riskine karşı devletin almış olduğu başta 32 sayılı karar ve bu karar ışığında çıkan tebliğler ile alınan önlemleri, dövizli kredilerle ile ilgili sınırlandırmaları, ilgili sınırlandırmalara rağmen bazı istisnaları, döviz cinsinden ve dövize endeksli olarak imzalanabilecek sözleşmelerin ödeme yükümlülüklerini ve bunların sınırlandırılmaları ile ilgili tüm bilgileri mevzuat ışığında katılımcılara sunum eşliğinde anlattı.

Etkinliğin son konuşmacısı olarak kürsüye davet edilen Petkim ve Socar eski CEO’su, İş adamı Kenan YAVUZ, diğer konuşmacıların teknik ve akademik bilgiler aktardığını, kendisinin ise uygulamacı olarak bakış açısını aktaracağını ifade ederek, “Tüm konuşulan problemlerin tek bir izahı var o da ‘cari açık’ ve biz cari açık sorununu çözemediğimiz için elli yıldır bu konuları tartışıyoruz ve bir elli yıl daha tartışacağız. Kısaca hayat bir dengeden ibarettir ve bu dengeyi sağlayamadığımızda sorunlar baş gösteriyor. Faiz artışı, döviz yükselişi, döviz düşüşü, enflasyon, finansal problemler, çözümler hepsi bundan oluyor özetle döviz ihtiyacımızı mal üreterek değil finansal mekanizmalarla temin etmek zorunda olan bir ülkeyiz. Ayrıca sermaye birikiminin yetersizliği nedeniyle yatırım yaparken borçlanmak mecburiyetindeyiz ve bu borçlanmayı TL cinsinden mi döviz cinsinden mi yapacağımız tercihi ise ülkenin içinde bulunduğu finansal atmosferden etkilemekte” dedi ve daha sonra sektörde yaşadığı olayları finansal pencereden değerlendirerek konuşmasını tamamladı.

Konuşmaların tamamlanmasının ardından gerçekleştirilen soru cevap kısmında katılımcıların soruları konunun uzmanları tarafından cevaplanırken, katılımcılar arasında yer alan Garanti Bankası İstanbul Araştırmalar Merkezi Baş ekonomisti Nihan Ziya Erdem, Türk Eximbank Kayseri Şube Müdürü Ali Can, Kayseri Lüks Kadife AŞ eski genel müdürü Akın Bayrak konuyla ilgili görüşlerini dile getirerek katkıda bulundular.

AGÜ’de Kaos – Karmaşıklık- Zihin Kontrolü Konferansı

Konferansı, Beyin alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Sinan Canan verdi

Beyin alanındaki çalışmaları, sağlık alanındaki başarısı  ve yazdığı kitaplarla da tanınan Prof. Dr. Sinan Canan, Abdullah Gül Üniversitesi’nde  (AGÜ) “Kaos, karmaşıklık, zihin kontrolü” konulu konferans verdi.

AGÜ Idea Camp Öğrenci Kulübü tarafından organize edilen Fikir Enstitüsü Konferans Serisi kapsamında konferans veren  Prof. Dr. Sinan Canan, kaos teorisini anlattı.

Kaos teorisi ve karmaşıklığın matematik alanları olduğunu ve aslında bir hayat görüşü olduğunu belirten Prof. Dr. Canan, kaos teorisinin günlük hayattaki örnekleriyle herkese anlatıldığında insanların çok ilginç bir sey fark ettiklerini, etrafımızdaki düzensiz sandığımız şeylerin arkasındaki gizli düzenleri fark ettiklerini dile getirdi.

Prof. Dr. Canan şunları söyledi:

“Kaos aslında Antik Yunanca da kozmos teriminin zıttı olarak kullanılmış. Kozmos nedir? Evrensel, muhteşem, güzel düzen. Evreni işleten düzenli sisteme kozmos deniliyor. Kaos ise bunun tam zıttı, mutlak düzensizlik. Ama Yunan mitolojisinde bir şey var. Kozmosun ortaya çıkabilmesi için önce kaos ortaya çıkması gerekiyor. Yani kaos, bildiğimiz anlamda anarşi, kargaşa değil, bildiğimiz anlamda kozmosu yaratan, düzeni doğuran bir döl yatağı gibi algılanmış. Ama bugün bilimde biz kaosu biraz farklı bir şey için kullanıyoruz. Kaos kuramı bir teorinin adı. Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık gösteren dinamik sistemleri inceleyen bir matematik dalıdır.”

Konferansın sonunda öğrencilerin sorularını cevaplayan Prof. Dr. Canan’a kendi adına dikilen fidanların, bağış sertifikasını verdi.

Canan’a fidan bağış sertifikası, konferansı organize eden AGÜ Idea Camp Kulübü Başkanı Yasir Çakmak tarafından verildi.

AGÜ Sümer Kampüsü Konferans Salonunda gerçekleştirilen konferansa ilgi oldukça fazla olduğu konferans sonunda Canan kitaplarını da imzaladı.

Eski Kültür ve Turizm Bakanı Koç Kapadokya’da Konferans Verdi

Eski Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç Mütevelli Heyeti Üyesi olduğu Kapadokya Üniversitesinde “İki Binli Yıllarda Türkiye Siyaseti” konulu konferans verdi.

Kapadokya Üniversitesi Mustafapaşa Yerleşkesinde yer alan Oktay Sinanoğlu Konferans Salonunda düzenlenen konferansın açılış konuşmasını yapan Kapadokya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Ali Karasar, “Bugün üniversitemizde Türkiye Cumhuriyeti Devletine bakan, milletvekili, vali, kaymakam, emniyet müdürü ve daha pek çok görevlerde hizmet etmiş, ülkemizin bu günlere gelmesinde imzası olan önemli birini ağırlıyoruz. Bugün hem sayın bakanımızın tecrübelerinden yararlanacağız hem de soru cevap kısmında öğrencilerimiz merak ettiklerini sorarak cevap alma şansını bulacak” şeklinde konuştu.

“Sizlerin dostluğunu almaya geldim” diyerek başladığı konferansında Avrupa, Amerika ve Türk siyasi hayatının tarihsel gelişimi hakkında detaylı bilgiler aktaran Atilla Koç, “Dünyanın dille kurulur, siyaset ise dünyayı imar eder. Siyaset ilimci ve eski bakan olarak bu kadar basit söylüyorum. Devlet adamının, siyasetçinin görevi bunları sağlamaktır. Bunları yapabilmek için de ülkemizde üretim faaliyetlerini artıracağız ve artırırken de sermaye birikimini sağlayacağız çünkü siyaset de savaşlar da bu iki olgudan dolayı yapılır” diye konuştuktan sonra konferansın ana başlığı olan “İki Binli Yıllarda Türkiye Siyaseti” hakkında katılımcılara değerli bilgiler aktararak konferansını tamamladı.

Akademisyen ve öğrencilerinin katıldığı konferansın sonunda Kapadokya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğrencilerinin sorularını cevaplayan Atilla Koç, üniversite öğrencilerine, “Yakınların dili olan Arapça, Farsça ve Türkçeyi çok iyi öğrenin. Bilimsel şüphecilikten korkmayın. Güçlü olabilmek ve iktidarı kurabilmek için bilmek gerekir” tavsiyelerinde bulundu.

“Geleceğe Dair Yeni Perspektifler” Konulu Girişimcilik Semineri

Nevşehir Doğa Koleji’nde Düzenlenen Semineri, Abdullah Gül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İhsan Sabuncuoğlu verdi

Abdullah Gül Üniversitesi (AGÜ) Rektörü Prof. Dr. İhsan Sabuncuoğlu, Nevşehir Doğa Koleji’nde lise öğrencileriyle biraraya gelerek, dünyadaki hızlı değişimi, bu değişimin eğitim alanındaki etkisini anlattı.

Rektör Prof. Dr. Sabuncuoğlu, Türkiye’nin önde gelen eğitim kurumları arasında yer alan Nevşehir Doğa Koleji’nin düzenlediği “Geleceğe Dair Yeni Perspektifler” konulu girişimcilik seminerine davetli konuşmacı olarak katıldı.

Çok sayıda lise öğrencisi, veliler ve öğretmenlerin katıldığı seminerde  “Dünya Hızla Değişiyor Peki, Siz?” başlıklı sunum yapan Prof. Dr. Sabuncuoğlu, öğrencilere geleceğin meslekleri, kariyer ve üniversite seçimi konusunda önerilerde bulundu.

Dünyanın hızla değişmekte ve gelişmekte olduğunu belirten Sabuncuoğlu, bu değişime herkesin, özellikle de gençlerin ayak uydurması gerektiğini vurguladı.

Kültürlerin değişmekte olduğunu, dünyanın dijital bir dünyaya dönüşmekte olduğunu ifade eden Sabuncuoğlu, bu değişimin eğitim alanında da kendini gösterdiğini, öğretmenin, öğrencinin akademisyenin rolünün değişmekte olduğunu söyledi.

Sabuncuoğlu şöyle konuştu:

“Artık sahada, kendi kendine öğrenme, uygulayıcıdan öğrenme, tasarlayarak öğrenme, küresel meseleleri müfredata yansıtma gibi yeni öğrenme deneyimleriyle öğretmenin, öğrencinin ve akademisyenin rolleri de  değişiyor. Yeni eğitim anlayışında eğitim, yer zamandan bağımsız olacak. Eğitim kafede, fabrikada, sanayide her yerde olacak.

Her yer sınıf olacak. Öğrenci, oturup dinleyen değil, kendi kendine öğrenen, deneyim kazanan, yenilikçi, girişimci, yetkinliklerini geliştiren, toplum yararını gözeten bir öğrenci olacak. Öğretmen ve akademisyen ise öğrencilere içerik aktaran değil, öğrenme ortamı geliştiren, motive eden, yönlendiren, rehberlik eden organize eden bir öğretmen ve bir akademisyen olacak.”

Dünyadaki değişimle birlikte artık mesleklerin de değişmekte olduğuna dikkati çeken Sabuncuoğlu, gelecekte birçok mesleğin robotlaşacağını, pazarlama, muhasebe, tezgahtarlık gibi birçok mesleğin robotlaşacağını, robotlar tarafından yapılacağının tahmin edildiğini dile getirdi.

Sabuncuoğlu, gezegen bekçiliğinden dijital oyun mühendisliğine, sanal market işletmeciliği, uzay turizmi tur operatörlüğü gibi bir çok yeni mesleklerin ortaya çıkacağını ve hatta bunlardan bazılarının ortaya çıktığını anlattı.

Daha sonra öğrencilerin sorularını cevaplayan Sabuncuoğlu, sorular üzerine Abdullah Gül Üniversitesi hakkında da bilgiler verdi.

Öğrenciler ve okul yönetimi Sabuncuoğlu’na konuşmasından dolayı, günün anısına teşekkür plaketi ve çiçek vererek hatıra fotoğrafları çektirdi.

ERÜ’de “Evlilik Okulu Seminerleri” Başladı

 Erciyes Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulama ve Araştırma Merkezi (ERREM) tarafından düzenlenen Evlilik Okulu Seminerleri başladı. 24 Aralık 2018 tarihine kadar devam edecek olan seminerin ilk konuşmacısı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Derin oldu.

Sabancı Kültür Sitesi’nde düzenlenen seminere; ERREM Müdürü Öğr. Gör. Mustafa Atak ile çok sayıda akademik ve idari personel ile öğrenci katıldı.

Seminerin açılış konuşmasını ERREM Müdürü Öğr. Gör. Mustafa Atak yaptı. 5 oturumda gerçekleşecek ve katılımcılara sertifika verilecek evlilik okulu seminerleri hakkında bilgiler veren Atak, “Evlenme noktasında gençlere rehberlik etmek. Evliliği sürdürme bağlamında çiftlere destek olmak, biz aydınların ve üniversitelerin bir görevidir düşüncesinden hareketle bu seminerleri düzenlemiş bulunmaktayız. Türkiye’deki üniversiteler içerisinde Erciyes Üniversitesi, bu alanda aktif çalışmasıyla dikkat çekmektedir. Bu konudaki desteğinden dolayı Rektörümüz Prof. Dr. Mustafa Çalış hocamıza teşekkür ediyorum” dedi.

Atak’ın açılış konuşmasının ardından seminerin konuşmacısı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Derin de, “Evlilik ve Maneviyat” konulu seminerinde dinlere göre evliliğe bakış açılarını anlattı.

Televizyonlarda yayınlanan evlilik programlarının insanlarda oluşturduğu etkiye dikkat çeken Prof. Dr. Derin, bu evlilik programlarının olumsuz yönlerini anlattı.

Prof. Dr. Derin, “Bizim vazifemiz, güzel örnekleri çoğaltmak ve insanları evliliğe teşvik etmektir” diye konuştu.

Gıda Maddelerinin Bilinçli Tüketimi ve Toplumdaki Önemi

Öğr. Gör. Şükran Temizsoy

Beslenme ve Diyetetik Bölümü Lisans Programı Sağlık Bilimleri Yüksekokulu

Çocukluk dönemi yaşamımızın sonraki dönemlerde meydana gelecek davranışlarımızın belirlendiği dönem olup beslenme alışkanlıklarımızın belirlenmesi de buna dahil olmakta, dolayısıyla beslenme alışkanlıklarımızın bu dönemle şekillendiği için çocukluk döneminde beslenme oldukça önem arz etmektedir. Bunun içindir ki başta aileler ve eğiticiler olmak üzere beslenme alışkanlıkları üzerine farkındalığı olmalıdır ki bunu çocuklarının beslenmelerine de uygulayabilmelidir. Çocuklarımız için beslenme de 3 ana öğünün gerekliliğinin yanında ara öğünler de bir o kadar gerekli olmaktadır. Fakat okul dönemindeki çocuklar okulda aile kontrolleri dışında beslendiği için onlara yeterli ve dengeli beslenmeyi okulda da uygulamaları için gerekli bilgilendirme yapılmalıdır. Burada önemli olan hangi gıdadan ne miktarda ne zaman tüketilmesinin doğru ayarlanmasıdır. Doğal gıda maddelerinin normal miktarda tüketiminin hiçbir sıkıntıya sebep vermedikleri halde bilinçsiz ve çok tüketimi sonucu zararlı etkiler ortaya koyabilir.

Ambalajlı gıdalara karşı toplumda giderek artan güvensizliğinde yanlış bir kanı olduğunu söylemekte yarar vardır. Ambalajlı gıdalarda bulunan gıda katkı maddelerinin yaşamımıza dahil olması tuz ve bazı baharatların doğal katkı maddesi olarak kullanmaya başlamamıza kadar dayanıp günümüzde de gelişerek devam etmektedir. Sonrasında gıda sanayisine giriş yapan gıda katkı maddelerinin oluşumunda ise insan sağlığı, gıda kalitesi ve besin değeri gibi birçok önemli unsur dikkate alınmıştır. Hatta gıda katkı maddelerinin insan sağlığı üzerindeki etkilerinden dolayı pek çok kez tartışma konusu olmuş ve bunun üzerine birçok uluslararası kuruluş gıda katkı maddelerinin doğru ve dozunda kullanımı üzerine çalışmalara çok önem vermiştir. Gıda katkı maddelerinin gıdalarda kullanımı ise mevzuatlarla belirlenmiştir. Türkiye’ de ise gıda katkı maddelerinin onayı, izni ve miktarı Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği ile belirlenmektedir. Gıda katkı maddelerinin kullanımında insan sağlığına zarar vermeyecek katkı maddelerinin kullanılması ilk sıradaki hedeftir. Gıda katkı maddelerinin kullanımı sonucunda insan sağlığı ve yaşamını tehlikeye atmaması önem arz etmekte olup gıda katkı maddelerinin kullanım izni ve dozu da bu derece de önemli çok titiz çalışmalar sonucu ortaya konulmakta ve iyi bir denetimden geçmesi gerekmektedir. Her şeyin fazlasının sağlık açısından zararlı olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle gıda katkı maddelerinin de insan vücuduna alınan miktarının belli bir sınırı aşmaması gerekir. Hipokrat’ ın ” İlacınız gıdanız, gıdanız ilacınız olsun” sözünde de olduğu gibi her şeyin fazlası zarardır. Suyun faydalı olduğu hatta susuz kalan vücudun zararlar gördüğü şüphesizdir fakat fazla tüketilen suyun dahi zararları vardır bunun içine gıda katkı maddelerini de ekleyebilir ve belirlenen dozda alımının zararlı olmadığının fakat fazla alımının zararlı olduğunu söyleyebiliriz. Aslında burada önemli bir nokta hassas grupların gıda katkı maddeleri de dahil olmak üzere gıda tüketiminde dikkatli davranmalarıdır. Bu hassas grupların içinde olanlardan bir kısmı da şüphesiz çocuklardır. Bu nedenle önemli olan çocuklarımızı bazı gıdaların fazla tüketilmemesi gerektiği konusunda bilinçlendirmeli ve her şeyin kararında tüketilmesi gerektiği konusunda uyarmalıyız. Çünkü çocuklar çok sevdikleri gıda maddelerini bilinçsiz bir şekilde çokça tüketmeye meyilli olabilirler burada iş ailelere ve eğiticilere düşmekte tüketim miktarlarına dikkat edip çocuklara tavsiyelerde bulunmalıdırlar. Hatta mümkün oldukça etiket içeriklerini çocuklarımıza okutarak ve bu alışkanlığı çocukluk çağında kazandırılmaya çalışarak hangi gıdadan ne kadar tüketmesi gerekliğini bilen bilinçli tüketiciler haline getirmeliyiz. Tabi olan çocuklarımıza doğal gıdaları tercih etmek olmakla birlikte şu da unutulmamalıdır ki insan popülasyonundaki ve beraberinde teknolojideki artışla birlikte gıdanın muhafazası, albenisi, dayanıklılığının artması, kalitesinin artması gibi birçok unsur için gıda katkı maddeleri ve de ambalajlı gıdaların hayatımıza girmesi çağımızın bir gereği olmuştur. Bununla beraber açık ve denetimsiz gıdalar yerine denetimlerden geçen ve güvenilir gıda için en temel unsurlardan biri olan ambalajın hayatımızda önemli bir yeri olduğudur. Ve okul çağındaki çocuklarımızı da dışarıda bunlardan uzak tutmaya çalışmanın olanaksız olduğu bunun yerine yasalara uygun ve hijyenik koşullarda üretilen bu gıdalar denetimsiz ve açık gıdalardan daha güvenilir olduğu bilinciyle ambalajlı gıdaları tüketmeyin demek yerine çocuklarımıza bilinçli tüketim eğitimi vermekle bunları bilinçli tüketmesini sağlama sorumluluğu ailelere ve eğiticilere düşmektedir ama tabi ki sağlık açısından imkan olduğu sürece doğal ve katkısız gıda maddelerinin tüketilmesinin en iyisi olduğu asla göz ardı edilmemelidir.

Okul Öncesi Dönemde Spor

Öğr. Gör. Gamze Çetinkaya 

Kapadokya Meslek Yüksekokulu

Okul öncesi dönemi sağlıklı bir şekilde geçiren çocukların, ileriki dönemlerdeki gelişimlerinin sağlam temeller üzerine kurulacağı bir gerçektir. Çocuğun gelişiminde beslenme, sevilme, güven içinde olma gibi temel ihtiyaçlarının yanında oyun oynama ve hareket etme ihtiyacı da vardır. Hareket becerisi büyüme ve gelişmeyi etkileyen önemli bir etkendir. Doğumla başlayıp yaşamın sonuna kadar devam eden insan hareketi, basit refleksif hareketlerden oldukça karmaşık hareketlere kadar gelişim gösterir. Ancak kalabalıklaşan şehir yaşamı, yoğun trafik araçları ve makineleşme özellikle çocukların oyun alanları ve bedensel faaliyetlerinin azalmasına neden olmakta, birçok algısal motor yeteneğin gelişimini engelleyebilmektedir. Büyük şehirlerde yetişen çocuklar doğal ortamda bulunma, dereden atlama, çitlerin üzerinden yürüme, ağaca tırmanma gibi deneyimlerden yoksun kalırlar. Beden eğitimi ve sporun başlangıç noktasında, önce insan ve insanın ilk temel hareketleri bulunmaktadır. Bu hareket formları; yürüme, koşma, tırmanma, çömelme, dönme, yuvarlanma, aşma, asılma, engel altından geçme, sallanma, atma, atlama, zıplama, çekme, itme, uzanma, eğilme gibi hareketlerdir. Çocukta dil ve kavramların gelişmesi ile birlikte algılama da gelişmeye başlar. Çocuk kuvvet, çabukluk, dayanıklılık, açısal hareketlilik, denge, yön bulma, ritim duygusu gibi bedensel özelliklerinin farkına varır. Bir çocuğun başka bir çocuğa “Kim daha önce ilerideki topu koşup alacak?” gibi bir soru yöneltmesi, beden eğitimi anlayışı içinde, sporun başlangıcı olarak kabul edilir. Spor, bireyin hareket etme ihtiyacının karşılanması, eğlenme, oyun, neşelenme, sosyalleşme, statü elde etme ve daha birçok nedenle tercih edilen, meslek olarak seçilebilen bir alan; kişisel ya da toplu biçimde yapılan ve genellikle yarışmaya dayanan, kimi kurallara göre uygulanan beden hareketlerinin tümüdür. Çocuğun sportif aktivitelere katılımı, gelişimi açısından oldukça önemlidir. Çocukların televizyon ve bilgisayar gibi teknolojik materyallerle geçirdikleri zamanın fazlalığı ve çocukların sürekli oturuyor olmaları sonucunda çeşitli vücut duruş bozuklukları, hareketsizlik ve kilo artışı, kas gücünde azalma ve kemik dokularında değişiklikler görülebilmektedir. Çocukların fiziksel performanslarını artırmak, daha sağlıklı bir yaşam sürmelerini ve egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirmek amacıyla spor okullarına devam ettikleri görülmektedir. Diğer bazı alışkanlıklar gibi, spor alışkanlığının da temeli küçük yaşlarda atılmaktadır.

Okul Öncesi Dönemde Spor Etkinliklerinin Önemi

Erken çocuklukta lokomotor ve nesne kontrol becerilerini kapsayan motor beceriler, daha sonraki çocukluk döneminde oyun ve spora katkı sağlar. Çocuklarda temel hareket becerilerinin büyüme ve gelişme ile kazanıldığı ve çevrenin bunu çok az etkilediği savunulmaktadır. Oysa çocuklara verilen fırsatlar ve hareket eğitimi, becerilerin gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Okul öncesi eğitim veren kurumlara eğitimi yetiştiren tüm programlarda beden eğitimi ve oyuna yönelik dersler yer almaktadır. Beden eğitim etkinlikleri, anaokulu döneminden itibaren en az önem verilen etkinliklerin başında gelmektedir. Anaokullarında uygun mekan bulunmayışı, öğretmenlerin fiziksel aktivitelere ilgi duymayışı ve beden eğitimi öğretmenin bulunmayışı nedenler arasında sayılabilir. Beden eğitimi programlarının bilinçli bir şekilde planlanın uygulanmayışı, eğitimde büyük bir eksiklik oluşturmaktadır. Çocukların hareket gereksinimlerini karşılayacak en uygun etkinlik, beden eğitimi programlarıdır. Hareket etkinlikleri başta fiziksel gelişim olmak üzere, çocukların bilişsel, sosyal ve duygusal gelişimlerini desteklemektedir.

Çocuklar, altı yaşında gelişimsel olarak bütün temel hareketleri olgun aşamada yapmaya hazır olmalı ve bunları motor gelişiminin spor yönüne aktarmaya başlamalıdırlar. Çocuklar yetersiz öğretim, cesaret verilmemesi ve düzenli deneme fırsatı bulamaması nedeniyle hareketlerinde geri kalmaktadırlar. Erken yaşlarda harekete yönlendirilmiş çocuklar için spor, yemek içmek ve uyumak gibi zorunlu bir yaşam ihtiyacıdır. Temel hareket becerilerini geliştiren çocuklar, özelleşmiş becerileri geliştirmek ve bu becerileri yaşam boyu rekreasyonel, oyun, spor ve dans aktivitelerine transfer etmek için hazır olacaklardır. Okul öncesi ve ilkokulun ilk yıları, temel hareket becerilerinde uzmanlaşmak için son derece önemli yıllardır. Çocukların erken yıllardan itibaren spora yönlenmesinde anne babanın öğrenim ve gelir düzeyleri ile ailede sporcu olma durumunun etkili olduğu, özellikle ailenin spora ilgisinin çocuğun spor yapmasına karşı tutumunu olumlu etkilediği belirlenmiştir.

Eğitim programında ders dışı etkinlik denince ilk akla gelen sportif etkinlikler, çocuğun ailesi ve çevresine kendini ispatladığı, özgüven kazandığı, akranlarıyla olumlu ilişkiler kurduğu faaliyetlerdir. On iki haftalık futbol eğitimin öğrencilerin fiziksel ve fizyolojik gelişimine olumlu katkıları yanında bedensel-kinestetik ve müzik zeka alanlarının gelişimine olumlu katkılar sağladığı bulunmuştur. Çocuk ve ergenlerin spora katılım durumlarına göre benlik saygılarının değerlendirildiği çalışmada, sporcu olmanın benlik saygısı puanlarını anlamlı derecede yükselttiği. Yetersizliği olan 13-18 yaş arası bireylerle yapılan çalışmada, spor yapanların öz saygılarının spor yapmayan bireylerden yüksek olduğu ve spor yapma süresi arttıkça öz saygılarının da arttığı belirlenmiştir. Erken çocukluktaki motor beceriler ile çocukluk ve ergenlikteki fiziksel aktivitelerin artış düzeyi arasında pozitif bir ilişki görülmektedir.

Beden eğitimi ve spor araştırıcı düşünmeyi geliştirir, problem çözme becerisi ve kavram gelişimini destekler, bilişsel fonksiyonlar aktive edilir. Temel hareketlerin gelişimi, küçük ve büyük kas motor gelişimi ve kas koordinasyonunu destekler, bedensel farkındalığı artırır, fiziksel adaptasyonu geliştirir, yaşam boyu spor alışkanlığının alt yapısı hazırlar. Sistematik ve amaçlı yapılan beden egzersizleri çocuklarda hızlılık, güç, ataklık, dayanıklılık gibi fiziksel uygunluk unsurlarını ve koşma, atlama, sıçrama, zıplama gibi bazı motor becerileri geliştirir. Sosyal yeterlik becerilerini geliştirir, olumlu benlik gelişimini destekler, empati duygusunu geliştirir. Çocuk diğer bireylerin haklarına ve özelliklerine saygı göstermeyi öğrenir, karşılaştığı sorunlarla başa çıkma konusunda güçlenir, işbirliği ve ekip çalışması gibi toplumsal yaşam becerileri gelişir. Tüm bunların yanında, egzersizlerin sağlıklı olmaya katkısı vardır. Çaba gerektiren egzersizler, çocuğun duygusal yönden rahatlamasını ve kendisi hakkında olumlu düşünceler geliştirmesini sağlar. Çocuğun bağımsızlık duygusu gelişir, kendini eğlendirecek uğraşı bulması kolaylaşır. Yetersizliği olan bireylerde de spor etkinliklerinin gelişimsel yönden olumlu etkileri olduğunu ortaya koyan çalışmalar mevcuttur. Bu nedenle, spor kültürünün eğitimin bir parçası olarak düşünülmesi ve çocukların okul öncesi yıllardan itibaren spora yönlendirilmesi gerekmektedir. Ailelerin spora bakış açıları araştırılarak, eğitim programları düzenlenmelidir.

Sonuç

Beden eğitimi ve spor etkinliklerinin, çocukların tüm gelişim alanlarına olumlu katkısı olduğu görülmektedir. Özellikle çocuğun gittikçe genişleyen sosyal çevreyle ilişkilerini yönlendirmede, sosyal becerilerini geliştirmede beden eğitimi ve spor etkinliklerinden yararlanılabilir. Beden eğitimi ve spor etkinlikleri, çocukların hareket gereksinimlerini karşılayarak onlara aktif bir yaşam fırsatı sunmaktadır. Çocukların okul öncesi dönemde birçok motor aktiviteleri desteklense de, hareket potansiyelini keşfetmeye ve bu potansiyeli geliştirmeye, bedenleri hakkında bilgi sahibi olmaya gereksinimleri vardır. Bu konuda, öncelikle ailelere görev düşmektedir. Ailelerin çocuğa hareket edebileceği ortamlar sunmaları, çocuklarını hareketsizliğe sürükleyen durumlardan uzaklaştırıcı tedbirleri alarak destek olmaları gerekmektedir. Aileler tarafından spora pozitif değer biçme, nesiller arasında spora ilgiyi arttırır. Bundan başka, aileler de spora katılıyor ya da geçmişte sporla ilgilenmişlerse, yine aileler spor yapmaya devam ediyor ya da düzenli olarak televizyondan spor programlarını seyrediyorlarsa, aileler çocuklarının sporda başarılı olmalarını ümit ediyorlarsa ya da amaçlıyorlarsa, aileler spora aktif katılım için çocuklarını cesaretlendiriyorlarsa ve spor aile içinde genel bir konuysa, çocuklar sporla daha fazla ilgilenebilir ve katılımda bulunabilir. Ailelerin sporla ilgili olması çocuğun spora katılımında, hatta sporun toplumun çoğunluğunca yapılmasında olumlu bir etkendir.

Okul Öncesi Dönemde Sosyal Problem Çözme Becerileri

Dr. Öğretim Üyesi Münire AYDİLEK ÇİFTÇİ

Çocuk Gelişimi Lisans Programı Sağlık Bilimleri Yüksekokulu

Yaşam boyu süren psikolojik uyum, iyilik ve sosyal bağlılık, sağlıklı akran ilişkilerinin kurulması ve sürdürülebilmesi için önemli unsurlar olarak kabul edilmektedir. Okul öncesi dönemdeki çocuklarda pozitif akran ilişkilerinin geliştirilmesi anaokuluna daha iyi adaptasyonu sağlamaktadır. Diğer açıdan okul öncesi dönemde pozitif akran ilişkiler kurulmamasının zararlı etkileri olarak, ilerideki gelişim dönemlerinde suçluluk, uyumsuzluk ve zayıf akran performansı görülmüştür (Sokolowski, Bost & Wainwrihgt, 2005). Sosyal problemler, çocuklara diğerleri tarafından kabul edilebilir ve benliğe ilişkin faydalı neticeler ile sonuçlanan startejiler üretmek ve uygulamak için fırsatlar sunmaktadır. Sosyal problemleri çözme sürecinde, çocuklar kullandıkları yollar ve stratejiler ile geleceklerini etkileyecek farkındalıklar ve ortak hedefler ortaya koymaktadır. Çocuklar, sosyal problemleri çözebilmek için, farklı sosyal anlayışları, bilişsel ve duygusal yapıları kullanmaktadır. Sosyal problem çözme becerileri, okul öncesi dönem ve erken çocukluk yılları boyunca gelişmektedir (Berk, 2013; Mayeiux & Cillesen, 2003). Etkili sosyal problem çözme becerileri, sosyal ilişkileri geliştirmekle birlikte, çocukların yaşam içerisindeki stres yaratan durumlar karşısında başa çıkabilme duygusunu geliştirmektedir. Bu noktada çocukların sosyal problem çözme becerilerine müdahale etmek, farklı gelişim alanlarını desteklemekte, özellikle düşük sosyoekonomik yaşam şartlarına sahip ve sorunlu ailelerden gelen çocuklarda toplumsal uyum güçlüklerini azaltmaktadır (Berk, 2013).

Okul öncesi eğitim, erken çocukluk dönemindeki çocukların bilişsel, duygusal, sosyal, fiziksel ve dil alanındaki iç içe ve birbirine bağlı karmaşık süreçleri bilerek desteklemeyi, geliştirmeyi, ihtiyaçları anlamayı ve bunun için gerekli eğitsel ortamları düzenleyebilmeyi gerektirmektedir. Özellikle öğretmenler ve eğitimciler tarafından bu süreçlerin ve ihtiyaçların dikkate alındığı eğitsel çalışmalar, çocuklar için ve toplum adına uzun vadede olumlu birçok etkiyi de beraberinde getirmektedir (Biber, 2011).

Erken çocukluk eğitimi, çocuk, aile ve toplum ilişkilendirmesi ile daha da nitelikli olmakta ve bir anlam kazanmaktadır. Ailenin sahip olduğu ve ortaya koyduğu tutum ve davranışlar, özellikle küçük yaşlardaki çocukların gelişimleri üzerinde etkili olmaktadır. Çocuklar ve ailelerdeki değişiklikler, ilişkinin dinamiğinde ve etkileşiminde farklılıklar yaratmakta çocuk, kendi ile birlikte arkadaşlarını da etkileyerek gelecek nesilleri, dolayısıyla toplumun kalitesini de etkilemektedir (Gülaçtı, 2012).

Ailenin temel işlevleri arasında, çocuğun fiziksel, psikolojik ve sosyal alanlardaki gereksinimlerini karşılayarak sağlıklı bir birey olarak yetişmesini sağlamak yer almaktadır (Bjorklund, Yunger & Pellegrini, 2002). Toplumun en küçük sosyal birimi olan aile çocuk için büyümenin, değişimin ve gelişmenin merkezidir (Zarnaghash, Zarnaghash & Shahni, 2013). Sosyal bilimlerde yapılan araştırmalarda ebeveynler, çocuğun toplumsal uyumunu ve gelişimini etkileyen önemli çevresel değişkenler olarak ele alınmaktadır. Özellikle yaşamın ilk yıllarında bebeğin hayatta kalmasını ve gelişimini sağlamada ebeveynler kadar önemli olan başka bir etmen söz konusu değildir. Ebeveynler, özellikle anneler, çocuklarını yetiştirmek için ciddi zaman, emek ve enerji harcamaktadır (Bjorklund, Yunger & Pellegrini, 2002; Öngider, 2013). Ayrıca ebeveynler, çocuklara bakım verme ve yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama dışında çocuğun okul başarısı, olumlu davranışlar geliştirmesi ve sosyal ilişki kurma biçimi gibi yaşamının birçok alanında ve aşamasında etkili olmaktadır. Çocuk kendisine sunulan sosyal deneyimlerin yanı sıra, model alacağı kişiler olarak da aile bireylerinden yararlanmaktadır. Aileler çocuklarıyla olumlu ve sıcak iletişim kurduklarında, çocuklarının duygu ve gereksinimlerine özen gösterdiklerinde çocuklar daha az problem davranışlar göstermekte ve aynı zamanda çocukların problem çözme becerileri de gelişmektedir (Özbey, 2009). Sağlıklı aile işlevselliğine sahip ailelerde; aile üyelerinin birlikte olmaktan zevk aldığı, desteklediği, cesaretlendirdiği, diğerlerinin öznel/kişisel görüşlerine saygı duyduğu, birbirleriyle açık ve olumlu bir iletişim içinde oldukları, rollerin net olduğu, kişisel farklılıklara saygı duydukları, her konuda fikir alışverişi olduğu, otorite, aşırı kontrol ve üstünlük olmadığı belirtilmiştir (Özgüven, 2010; Smith & Steven-Smith, 1992). Aile işlevselliğini, aile içindeki bireylerin birbirleri ile kurdukları ilişkiler ve ilişkileri düzenleyen kurallar belirlemektedir (Özabacı & Erken, 2013). Sağlıksız aile içinde aile üyeleri birbirleri ile anlaşamamakta, iyi bir iletişim ve etkileşim kuramamaktadır (Gökçe, 1996).

Sosyal beceriler, ilişkiler ve davranışlar, özgüven, motivasyon gibi insanın kendine özgü davranışları ve tepkilerinden etkilenmektedir. Sosyal- duygusal gelişim kişilik gelişimi ile birlikte benlik algısının gelişimini de içermektedir (Bayhan & Artan, 2005). Benlik algısı, hayat boyunca bireyin yaşadığı tüm deneyimler ile bunlara bağlı olarak kişinin kendisine karşı geliştirdiği algılarından oluşmaktadır. Benlik algısı, kişinin kendisini diğer insanlar içinde nerede olduğunu algılama düzeyi (benlik saygısı) ve karşılaşmış olduğu güçlüklerde nasıl başarılı olabileceğine yönelik kendisi hakkında geliştirdiği inancı (öz-yetkinlik) ile ilgilidir (Demoulin, 1999; Wolfolk & Hoy, 1990). Problem çözme becerisi, günlük yaşamın içerisinde yer alan, en önemli becerilerden biridir. Yaşam içerisinde sosyal problem çözme becerilerinin, kişinin kendisine ve başkalarına karşı geliştirdiği algıdan ve kendisine dair öz-yetkinlik inancından etkileneceği düşünülmektedir. Yapılan araştırmalarda yetkinlik inancı ile, problem çözme becerileri arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğunu görülmektedir (Biscaro, Broer & Taylor, 2004; D’Zurilla & Mayden-Olivares, 1995; Heppner, Witty & Dixon, 2004; Hoffman & Spatariu, 2008; Hoffman & Schraw, 2009; Kruger, 1997). Ayrıca çocuğun, bir problem durumu ile karşı karşıya kaldığında, problemle ilgili olarak kendisini nasıl algıladığı ve problem çözme becerilerini nasıl değerlendirdiği ile birlikte kendini yetkin hissetmesi de önemlidir (Kruger, 1997; Oğuz ve Akyol, 2012). Örneğin; problem çözme sürecinde kişinin kendisi ile ilgili olumsuz düşünceleri ve çözemeyeceğine dair inancı, problemlerin çözümünü engellemektedir (Öğülmüş, 2006).

Sonuç olarak sosyal problem çözme becerilerindeki yetkinlik, çocukların günlük sosyal işlevleri ve sosyal deneyimlerinin arttırılması için önemlidir (Walker, Degnan, Fox ve Henderson, 2013). Ebeveynler, akranlar ve diğer aile üyeleri, problemlerin nasıl çözüleceği konusunda çocuklara rol model olmaktadır (Stein & Alboro, 2001). Bu yüzden aile içinde sorunların giderilebilmesi için bireyler arasında güçlü bir iletişim sağlamakla birlikte problem çözme becerilerinin kazandırılması gerekmektedir (Sungur, 2009).

İlaç Ar-Ge’si konusunda daha güçlü bir Türkiye için “Klinik Araştırma Eğitim Programı”
Ar-Ge’si konusunda daha güçlü bir Türkiye için Pfizer ve Hacettepe Üniversitesi el ele

 Pfizer Türkiye, 2000 yılından bu yana 3.000’in üzerinde araştırmacıya sunduğu klinik araştırma eğitimlerinden sonuncusunu, Hacettepe Üniversitesi işbirliği ve T.C. Sağlık Bakanlığı onayıyla 26 Kasım’da düzenledi. Pfizer Türkiye, Klinik Araştırma Eğitim Programları ve Ar-Ge işbirliği projeleriyle ülkemizde uluslararası standartlarda araştırmaların yapılabilmesi ve bilim insanlarımızın uluslararası alanda en üst seviyelerde yer bulabilmesi için fırsatlar oluşturmaya devam ediyor.
Klinik Araştırma Eğitim programıyla, ülkemizde yüksek standartta klinik araştırmaların yaygınlaşması, araştırmacıların bu konudaki bilgilerinin güncellenmesi, dünyada ve Türkiye’deki son gelişmelerin paylaşılması hedeflendi. 2000 yılından bu yana Türkiye’de klinik araştırmaların gelişimi için araştırmacı eğitimleri düzenleyen Pfizer, bu programları üniversitelerin işbirliğiyle geliştirerek sürdürüyor.
Bu sene Hacettepe Üniversitesi işbirliğiyle hayata geçirilen Klinik Araştırma Eğitimleri, Pfizer’in Türkiye’de düzenlediği 34’üncü eğitim oldu. Eğitimlerde sağlık profesyonellerine, klinik araştırmalarda etik yaklaşımların tarihçesi, Helsinki Bildirgesi ve iyi klinik uygulamalar (İKU), metodoloji ve tasarım çalışmaları hakkında kapsamlı bilgiler sunuldu. Ayrıca, program süresince gerçekleştirilen interaktif katılımı destekleyen iki atölye ile katılımcılar öğrendiklerini uygulama imkanı buldu. Araştırmacılara yönelik düzenlenen eğitimin sonunda, tüm modüllere katılan katılımcılar, katılım belgesi almaya hak kazandı.
Hacettepe Üniversitesi Klinik Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi (HÜKAM) Müdürü Prof. Dr. Serhat Ünal, program hakkında şöyle konuştu: “Klinik araştırmalar, daha sağlıklı bir yaşamın gereği olan yeni ilaç ve tedavilerin geliştirilebilmesi için büyük önem taşımaktadır. Ülkemiz ilaç Ar-Ge’si ve klinik araştırmalar alanında henüz hak ettiği düzeyde değildir. Ülkemizin klinik araştırmalar alanında dünya çapında daha rekabetçi hale gelmesi için, klinik araştırma merkezlerimiz ile klinik araştırma çalışanlarımızın sayısının ve kalitesinin hızla artması büyük önem taşımaktadır. Bu tür eğitimler ile klinik araştırma profesyonellerimizin mevcut bilgi ve deneyimlerin artırılması ve sürekli güncel tutulmasını hedeflemekteyiz.”
Pfizer Klinik Araştırmalar Bölge Direktörü Dr. Gökhan Duman konuyla ilgili şunları söyledi: “İlaç Ar-Ge’sinde gelişim sağlamak için klinik araştırmalar alanında Türkiye olarak küresel anlamda daha rekabetçi olmamız gerekiyor. Bugün dünyadaki toplam aktif klinik araştırmaların yüzde 50’si ABD’de, %80’i ABD ve Avrupa’da yapılırken,  Türkiye’nin aldığı pay %1,4’tür. Bu alanda öncü olan ülkelere baktığımızda klinik araştırmaların neredeyse toplum kültürünün bir parçası olacak kadar benimsenmiş ve artmış olduğunu görüyoruz. Ülkemizde ilaç Ar-Ge’sinin gelişmesi ve araştırmaların yaygınlaşması için yüksek kalite standartlarına ulaşmamız çok önemli ve araştırmacı eğitimleri bu anlamda çok kritik bir boşluğu dolduruyor. Önümüzdeki yıllarda da bu eğitimleri düzenlemeye ve Türkiye’de bilim ortamının gelişmesine katkıda bulunmaya devam edeceğiz”
Pfizer Bölgesel Klinik Araştırmalar Lideri Merve Yılmazaraştırmacılara yönelik eğitimlerin, klinik araştırmalar alanında uluslararası standartlara ulaşması ve ülkemizin bölgesel bir merkez olması adına Türkiye için önemli bir adım olduğunu belirterek “İlaç Ar-Ge’si alanında dünyadaki son gelişmelere erişimin sağlanması ve bu konudaki çalışmalara katkı sunulabilmesi bakımından klinik araştırmaların önemi büyük. Klinik araştırmanın gelişmesi beraberinde ilaç keşfi ve temel bilim aşamasının da gelişmesine öncülük edecektir. Bu alanda, kazanılmış tecrübe sayesinde endüstri, kamu ve üniversite işbirliğinin önemli çıktıları olmasını bekleriz. Bu hedefe ulaşmak için yapılan bu ve benzeri eğitimlere katkı sağlamaktan gurur duyuyoruz.” dedi.
Pfizer: Daha sağlıklı bir yaşam için®
Pfizer’de bilimi ve global kaynaklarımızı yaşamın her evresinde sağlığı ve esenliği artırmak için kullanıyoruz. Beşerî ilaçların, aşıların, sağlık ürünlerinin ve biyoteknolojik ürünlerin keşfi, geliştirilmesi ve üretiminde kalite, güvenlik ve değer standartlarını belirlemek için çaba harcıyoruz. Dünya çapında çok çeşitli sağlık ürünlerinden oluşan portföyümüzde beşerî biyolojik ürünler, küçük moleküllü ilaçlar ve aşıların yanı sıra, dünyanın en çok bilinen bazı tüketici ürünleri de yer almaktadır. Pfizer çalışanları her gün gelişmiş ve gelişen pazarlar genelinde hastalıklardan koruyucu önlemleri ve zamanımızın en korkulan hastalıklarına meydan okuyan tedavileri geliştirmek için çalışmaktadır. Dünyanın önde gelen sağlık şirketi olarak sorumluluğumuz çerçevesinde, dünya genelinde güvenilir, erişilebilir sağlık hizmetlerini desteklemek ve erişimi artırmak için sağlık profesyonelleriyle, hükümetlerle ve yerel topluluklarla iş birliği yapıyoruz. Pfizer 160 yılı aşkın süredir bize güvenen herkes adına fark yaratmak için çalışmaktadır. Ülkemizde 1957 yılından bu yana faaliyet gösteren Pfizer Türkiye, Türk tıbbının hizmetine sunduğu ürünlerin yüzde 78’ini ülkemizde üretmekte ve Avrupa ve Uzak Doğu ülkelerine ihraç ederek ülke ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Pfizer Türkiye, 2013’te hayata geçirdiği “Sen Çok Yaşa” itibar projesiyle bireylerde sağlıklı ve mutlu yaşama ve yaşlanma bilincini geliştirmeyi ve hastalık bilinçlendirme, doğru yaşam tercihleri, koruyucu önlemler gibi pek çok konuda insanların daha iyi, dolu dolu ve sağlıklı yaşamak için ihtiyaç duydukları bilgiyi sunmayı hedeflemektedir. www.pfizer.com.tr