Savaş ve barış (Köşe yazısı)

Amerika ve Rusya’nın bitmeyen Hırsı
DAVUT İZOL

YAZAR

Tolstoy ‘a bize böyle bir değerli eseri sunarak bu dünyadan göçüp gittiği için kendisine teşekkür ederiz. Biraz uzun yazılmış olmasına rağmen muhakkak Tolstoy’un edebiyat ve düşünce yapısını görenler muhakkak sıkılmadan okuyacaklardır.
Konuya girerken yine değerli edebiyatçı Tolstoy’un insana ne kadar toprak lazım kitabında bulunan bir hikâye yıllar geçti halla kitabın içerisinde bulunan “EFENDİ UŞAK” adlı hikayesi beni çok etkilemiştir; bunu sizinle de paylaşmayı istiyorum. Sizde eğer çok hırslıysanız açgözlü bir yapıya sahipseniz ve ben, ben diyerek bencilce çıkar ve menfaat gözeterek dünya menfaatleri peşinde koşarak insanlığınızı bir kenara bırakarak heva ve heveslerinizin peşinden gitmekten zevk alıyorsanız, muhakkak bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Şimdi sizinle hikâyeyi paylaşmak istiyorum sonra bunun üzerine birkaç söz yazacağım umarım sıkılmadan okursunuz.
Efendi ile Uşak;
Efendi ile Uşak; 1870’de, Rusya’da, kutsal bayramları olan kış yortusundan sonra efendi ile uşağın bir günlük yolculukta yaşadıklarını anlatan bir hikâye. Ancak okudukça tüm hayatlarını öğreniyoruz hikâye kahramanlarının. Kişilik tasvirleriyle, olayların anlatılışıyla yalın, heyecanla okunacak, ders alınacak bir hikâye çıkıyor karşımıza.

İkinci sınıf tüccar olan Vasili Andreiç Brehunov kış yortusunun son misafirlerini uğurlayınca hemen yola çıkmak için hazırlanmaya başlar. Yakınlarda oturan genç toprak sahibinin sattığı ormanı almayı çok istediğinden ayrıca, Şehirli tüccarlar bu fırsatı elinden kapmasından korktuğundan, bir an evvel orman arazisini almak için acele eder. Orman sahibi on bin ruble ister fakat Vasili Andreiç yedi bin rubleye alacağına emindir.
Vasili Andreiç’in uşağı olan Nikita sahibine sadık olduğu kadar; çalışkan, becerikli, işine dört elle sarılan, iyi huylu bir hizmetkârdır. Yalnızca yılda bir iki kez çok kötü içer, elbiselerine varıncaya kadar her şeyini içki için satan içki müptelasıdır., içtiğinde şuurunu kaybeden Nikita, bunlar da kalmaz içtiğinde sağa sola sataşır kavga çıkarır, ortalığı birbirine katmaktan geri kalmazdı. Son aylarda yemin etmiş olduğundan, içmiyordu. O yüzden kış yortusunda ağzına bir damla bile içki girmemiştir.
Efendisi Andreiç bir an evvel gitmek ve o araziyi almak için atını hazırlayıp, kızağa bağlamasını emretmişti. Yolculuk için artık hazırdırlar. Sabahı beklemeden yola çıkmak istiyordu efendisi. Hatta Vasili Andreiç için kar, tipi, gece hiçbiri önemli değildir.
Zor bir yolculuk başlamış ve Gece ilerledikçe tipi dolayısıyla soğuk artmaya başlamıştı. Tipi dolayısıyla bir kaç kez yollarını kaybederler. Sonunda bir kar yığınının içine saplanarak kalır kızak. Vasili Anndreiç alacağı ormanı ve kazanacağı parayı düşünüp bir an önce gitmek ister. Nikita belki de ilk defa efendisine karşı çıkar. Yapacak başka bir şey kalmadığını, atın da kendisinin de takatinin kalmadığını, geceyi bu kar yığınının üzerinde geçireceklerini söyler.
Gerçekten zor bir durum olduğunu gören Nkita, zorluklara alışkın olmasına rağmen durumun vahametinin zor olduğunu görünmemektedir. Fakat Vasili Andreiç için aynı şey geçerli değildir. Zira birkaç saat sonra Nikita’nın kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını, kendisinin ise kaybedecek çok şeyi (evi, parası, malı hatta alacakları) olduğunu düşünen Vasili Andreiç atın üstüne atlar. Tek başına rahat bir şekilde yolu bulabileceğini, atın bir kişiyi daha rahat taşıyabileceğini düşünür.
Nikita efendisinin gittiğini anlar. Kendi kendine; “zavallı, yola çıktığına pişman olmuştur der. Zevki sefa içinde ömür süren ölmek istemez” diye düşünürken uyuya kalır. Hedefine ulaşmaya çalışan Vasili Andreiç tipinin de etkisiyle dönüp dolaşıp kızağın yanında bulur kendini. Aynı yerde bir daire çizdiğini anlar. Nikita’ya seslenir. Zor duyulan bir sesle “ben ölüyorum” der Nikita.
Efendi olmanın bir hükmü kalmamıştır. Yarım dakika kadar sessiz kalır Vasili Andreiç. Sonra kesin bir tavırla önce Nikita’nın üzerindeki karları temizler, sonra kemerini çözüp kürkünün yakasını açar ve sadece kürküyle değil bütün vücuduyla Nikita’nın üzerine uzanır. “Bak bir de öleceğim diyorsun”, “Yat, ısın” der. Sözünün devamını getirememesine kendisi de şaşırır. Gözlerinden yaşlar boşanır, alt çenesi titrer. Artık aklında ne alacağı orman ne verecekliler ne de malı vardır. Şimdiye kadar hiç hissetmediği coşkun bir duygu yaşar. Kürkünün yakasıyla gözyaşlarını silip, kürkünün çıkan kenarlarını Nikita’nın vücudunun altına sıkıştırmaya çalışır. Hissettiği mutluluk ve farklı düşünceler içinde uyuyup kalır.
Ertesi gün köylüler Vasili Andreiç ve Nikita’yı karın altından çıkarırlar. Vasili Andreiç donarak ölmüştür. Nikita ise hastaneye kaldırılır ve üç parmağı kesilir. Hastaneden çıktıktan sonra yirmi yıl daha yaşar. Artık ömrü boyunca ihmal ettiği gerçek efendisine, yani yaratıcısına (Allah’a) hizmete önem verir. Ölmeden önce ara sıra dövdüğü ve kötü davrandığı karısından helallik diler. Eşi de onu bağışlar.
Tıpkı istediği gibi, elinde yanan bir mumla kutsal resimlerin önünde uzanmış bir halde ölür.
Bu hikâyede hep daha fazla ve daha verimli toprak sahibi olmak isteyen Pahom’un yaşadıkları anlatılmaktadır. Pahom sürekli daha fazla kazanmaya ve zengin olmaya çalışan bir çiftçidir. Bir gün daha verimli topraklara sahip olmak için “Başkır”ların yaşadığı topraklara gider. Adeta insanın bütün bir ömrünü ifade eden bir günlük bir yarışa çıkar. Başkırların reisi, Pahom’a, gözünün gördüğü her yeri bir şartla alabileceğini söyler. Şartı şudur: Pahom bir noktadan almak istediği toprağı küçük çukurlar kazarak işaretleyecektir ancak, akşama kadar istediği genişlikte araziyi kazarak başladığı noktaya gelmek zorundadır. Yarış sabah güneşin doğuşuyla başlar ve batışıyla da biter.
Pahom güneşin doğuşuyla hoşuna giden merayı büyük bir hızla işaretlemeye başlar. Yolun yarısı geçmiştir ki güzel bir mera daha görür. “Burayı da arazimin içine katarsam iyi olur, verimli bir alan” der. Sağa doğru koşu alanını daha da fazla genişletir. Güneşin batmasına az kalmıştır. Ayakları yara içindedir, çok yorulmuştur ama ne olursa olsun başladığı yere güneş batmadan yetişmelidir. “Hırs gözünü bürümüştür.” Hızını arttırır, var gücüyle koşar. Alkışlar içinde güneş batmadan başladığı yere yetişir. O yorgunlukla yığılır kalır. Uşağı seslenir ama cevap alamaz. Ağzından kan gelmiş ve ölmüştür efendi Pahom. Yarışın başladığı ve bittiği noktaya, hemen olduğu yere gömülür uşağı tarafından. Ve burada ibret verici o son sözü söyler bize Tolstoy: “Onun İhtiyaç Duyduğu Üç Arşın Kadar Bir Topraktı…’’
Kitap hepimizin yaşamın koşuşturmacasına daldığı bir ortamda, bizi bu psikolojik iklimden kopararak yaşamın anlam ve amacına ait düşünmeye sevk ediyor. Yaşamın amacının ne olduğunu bir kez daha düşünmemize sebep oluyor. Hayatta yaşamımızın devamını sağlayan araçların bazen amaç olabileceğini gösteriyor. Kitap, gerçek yaşam amacımızı, hayatın güzelliklerini, hırslarımıza kurban etmememiz gerektiğini bizlere hatırlatıyor.
Bu hikâyeyi neden yazdığıma gelince öncelikle şunu belirtmeliyim herkes kendince bir yorum getirebilir. Ben ise bu hikâyeyi yazmamdaki neden bugün dünyanın içinde bulunduğu savaş hali. Yakın zamana kadar iç içe yaşamış toplumların liderlerinin doymak bilmeyen nefisleri sayesinde insanlar ölüyor, insanlar sığınaklarda saklanıyor ve hamile kadınlar Metrolarda doğum yapıyorlar.
Birinci dünya savaşı adı altında başlayan Osmanlıyı yıkmak ve parçalayıp bölerek yeni bir köleliği getirmek isteyen batı ülkeleri Arapların verdiği destekle bunu çok iyi başardılar.
İkinci dünya savaşına gelindiğinde yine bir aç gözlülük ve hırs ile önce Yahudi katliamlarıyla başlayan Hitler diktası Bununlada yetinmeyip, Avrupa’nın bir çok ülkesine saldırılarda bulunarak ele geçirdikten sonra, oralarda da katliamlarına devam etmişti. Sonuç hitlerin büyük hırsla çıktığı yolda serüven Hitlerin intiharıyla sonlandı.
Diğer taraftan Rusya Doğu bloku ülkelere girerek kendi dikta rejimini demokrasi adı altında dayatmacı zihniyetiyle işgal ederek 1990 yılına kadar askeri cuntayla yönetti. İnsan gücünü kullanarak kuru bir ekmekle fakirlik ve yoksulluğa halkı itmiştir. 1990 yılında demokrasiye dönüldüğünde tüm doğu blokları açlık ve sefalet içinde Avrupa’nın değişik ülkelerine giderek kazanç kapısı aralamak istediler.
Ya Amerika boş mu duruyordu! Hayır. Onlarda Arap Petrolüne sahip olmak ve oralarda stratejik gücü eline alarak sürdürmek için, iç kaos çıkararak önce 1987 yılında Irak ve Irak halkına zulmederek insanları yurtlarından etti veya halk bombalı saldırılara maruz bırakılarak çocuk kadın ve yaşlı demeden insanlar teröristlerin bombalarına hedef olmuşlardı. Afganistan farlımı bir durum yaşadı önce Çinin zulmü sonrasında Amerika’nın yarattığı terör örgütlerin hedefinde aynı şekilde çocuk kadın ve yaşlılarım ölümleri ve yurtlarını terk etmeleriyle devam eden bir süreç. Suriye halkı halla benzer acıları yaşamaktalar insanlar göçmen statüsünde ülkesinin dışında yaşamak zorunda kalmış vaziyette, Avrupa’ya gitmek için bizim ülke sınırlarını özellikle kullanan Suriyeli mülteciler, başta Yunanistan’ın tepkisiyle olmak üzere Avrupa’nın bir çok ülkesinde içeri alınmamaktalar. Bugünde baktığımızda Rusya’nın ve Putin’in Ukrayna üzerine saldırarak Ukrayna’nın topraklarını bölme çabası yüzünden insanlar yurtlarından edilerek sığınaklara saklanmakta. Bu yüzden hamile kadınların Metrolarda doğum yapmalarına gerek yazılı veya gerek sözlü basın aracılığıyla tanık olmaktayız.
Bütün sebep ne menfaat ve biraz daha fazla toprak. Peki bunun için değer mi savaşmaya. Senin zaten yeterince toprağın yokmu Putin ne bu açgözlülük seni ve Amerika’yı ne zaman doyuracağız. Yeter artık inin dünya insanlarının omuzlarından diyorum. Hitler ne kadar diktatörse sen ve Amerikan yönetimi de o kadar diktatörsünüz.
Dünya evrenseldir. Bırakın ayrıştırmayı kutuplaştırmayı. Artık insanlar kardeşçesine dostluk içinde birbirinin topraklarına pasaportsuz vizesiz gidip gelsinler birbirinin örf ve adetlerini öğrensinler, sanatını tarihini görsünler sizin doymak bilmeyen heva ve hevesleriniz yüzünden artık insanlık birbirine düşman olmasın. Birbirine kin ve nefretle bakmasınlar düşün bu insanların yakasından. Saygıyla barışla kalın.. Davut İzol
Twitır:@DavutZol
İnstagram:izoldavut
Facebook:davutizol