Sağlık-eğitim haberleri (30.09.2020)

Türk Kardiyoloji Derneği Dünya Kalp Gününde vatandaşları kalp ve damar hastalıklarına karşı uyardı: “COVID-19 kaparım korkusu ile hayatınızı riske atmayın, kalp krizi belirtisi yaşıyorsanız hemen 112’yi arayın”
Türk Kardiyoloji Derneği 29 Eylül Dünya Kalp Gününde ‘Kalp Damar Hastalıklarını Yenmek İçin Kalbi Kullan’ kampanyasını başlattı. Pandemi döneminde kalp krizi geçiren hastaların yaklaşık yarısının hastaneye başvurmadığına dikkat çeken Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, “Göğüs ortasında beş dakikadan uzun süre yaygın yanıcı ve sıkıştırıcı ağrı yaşayan ve diğer kalp krizi belirtilerini gösteren vatandaşlarımızdan, hemen 112 ambulansı arayıp yardım istemelerini rica ediyoruz. COVID-19 kaparım korkusu ile hayatınızı riske atmayın, tedavi için altın değerinde olan vakti kaybetmeyelim” diye konuştu.
Dünyada tüm ölümlerin yarıya yakını kalp ve damar hastalıklarına bağlı sebeplerden ötürü gerçekleşiyor. Bu önemli riske rağmen sigara kullanımı, sağlıksız beslenme ve hareketsizlik gibi risk faktörlerini kontrol altında tutup kalp ve damar hastalıklarının gelişimini önlemek mümkün. Dünya Kalp Federasyonu tarafından belirlenen 29 Eylül günü her yıl tüm dünyada Dünya Kalp Günü olarak kabul ediliyor ve bu gün kapsamında tüm dünyada kalp ve damar hastalıklarına yönelik farkındalık çalışmaları yapılıyor.
COVID-19 pandemisi kalp ve damar hastalıklarında farkındalığın önemini  daha da artırdı
2020 Dünya Kalp Günü kapsamında bu yıl yapılacak farkındalık çalışmalarına dair bilgiler Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol’un ev sahipliğinde ve Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu üyelerinin de katıldığı basın toplantısında kamuoyuna açıklandı. Toplantıda açıklamalarda bulunan Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, “Mesleki ve toplumsal eğitimi ve araştırmaları destekleyerek Türk halkının kalp damar sağlığını korumayı temel amaç olarak benimseyen Türk Kardiyoloji Derneği olarak her yıl 29 Eylül’de çeşitli aktiviteler ile halkımızın kalp damar hastalıkları konusunda bilinçlendirilmesi için çalışıyoruz. 2020 yılı, maalesef COVID-19 pandemisi nedeniyle özel bir yıl oldu. COVID-19 salgını döneminde kalp ve damar hastalıklarının önemi daha da arttı. Bu nedenle özellikle salgın döneminde ciddiyetini koruyan kalp damar sağlığı risklerine karşı vatandaşlarımızı bilinçlendirmeyi en önemli görevimiz olarak görüyoruz” diye konuştu.
Pandemi döneminde kalp krizi geçiren hastaların neredeyse yarısı hastaneye gitmiyor
Türk Kardiyoloji Derneği tarafından ülke genelinde yapılan TURKMI-II çalışmasının pandemi döneminde ülke genelinde hastaneye başvuran kalp krizi hastalarının sayısında anlamlı sayıda azalma olduğunu ortaya koyduğunu söyleyen Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, “TURKMI-II Çalışması’nın bulgularına göre pandemi döneminde kalp krizi gerekçesiyle hastaneye başvuran hastaların sayısında pandemi önceki dönemde yapılan TURKMI-I çalışmasına kıyasla yüzde 47,1 oranında azalma bulunuyor. Bu oran kalp krizinin ağır formlarında yüzde 32 iken daha hafif formlarında yüzde 56 olarak gerçekleşmiş bulunuyor. Bu çalışma verileri, pandemi döneminde kalp krizi geçiren hastaların neredeyse yarısının hastaneye başvurmadığını gösteriyor” dedi.
Tedavide altın değerindeki süre kaybedilmemeli
Kalp krizinin ağır formunda özellikle ilk saatlerin kritik öneme sahip olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, damarın süratle açılması gereken ilk birkaç saatlik sürede hastaların yaklaşık üçte birinin hastaneye hiç gelmediğinin altını çizdi. Türkiye’de hasta şikayetlerinin başladığı andan itibaren 112 Acil’in aranmasına kadar geçen sürenin, pandemi öncesinde ortalama 53 dakika iken pandemi döneminde 90 dakikaya kadar çıktığına dikkat çeken Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, “Hastaların COVID-19 bulaşması korkusu ile 112’yi aramadıklarını ya da aramakta geç kaldıklarını görüyoruz. Oysa ambulansın ulaşması, hastanın hastaneye nakli ve hastanede hastanın kateter laboratuvarına alınıp damarının açılması için geçen süreler değişmiyor. Ambulansın zamanında çağırılmaması nedeniyle tedavide altın değerindeki zaman kaybediliyor. Bu nedenle hastaneye ulaşamadan evlerinde kaybettiğimiz hastalarımız da oluyor” dedi.
COVID-19 kaparım korkusu ile hayatınızı riske atmayın, 112’yi arayın
Pandemi döneminden kalp krizi riskinin öneminden bahseden Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol kamuoyuna çağrıda bulundu: “Kalp krizinde koroner arterler dediğimiz kalbi besleyen damarlarda plak yırtılması sonrası üzerine pıhtı oturması ile ani tıkanma meydana geliyor, tıkanan damarın beslediği bölgede kalp kası 20 dakika içerisinde ölmeye başlıyor ve 12 saat içinde tamamen ölüyor. Kas ölümü özellikle ilk 1-2 saatte çok hızlı ve yüksek miktarda oluyor. Bu nedenle kalp krizi belirtileri başlayan hastanın süratle 112’yi arayarak ambulans ile en yakın koroner anjiyo yapabilecek merkeze nakledilip, damarının bir an önce açılması gerekiyor. Göğüs ortasında beş dakikadan uzun süre yaygın yanıcı ve sıkıştırıcı ağrı yaşayan ve diğer kalp krizi belirtilerini gösteren vatandaşlarımızdan, hemen 112 ambulansı arayıp yardım istemelerini rica ediyoruz. Geçer diye beklemeyin, COVID-19 kaparım korkusu ile hayatınızı riske atmayın, altın saatlerinizi hastane dışında geçirmeyin.”
Ani gelişen nefes darlığı ve göğüs ağrısı kalp krizi belirtisi olabilir
Kalp krizi ağrısının alt çene ile mide bölgesi arasında herhangi bir yerde olabileceğini hatırlatan Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, şu ifadeleri kullandı: “Ağrı, en sık şekilde iman tahtası dediğimiz sternum kemiği altında kravat bölgesinde olmakla birlikte, sırtta, mide bölgesinde, kollarda özellikle sol kolda da olabilir. Bu bölgelerde ağrısı, ani gelişen nefes darlığı veya bayılması olan hastaların vakit kaybetmeden ambulans ile hastaneye yönlendirilmeleri gerekiyor. COVID-19 kaparım korkusu ile altın saatlerimizi evde geçirmeyelim. Maske, mesafe, temizlik kuralına uyulduğu sürece COVID-19’dan korunabiliriz. Pandeminin gelecekte nasıl bir yol izleyeceğini tam olarak bilemiyoruz, ancak şu anda kalplerimizi korumanın her zamankinden daha önemli olduğunu biliyoruz. Sağlık çalışanlarının gayreti yanında vatandaşlarımızın da toplumsal sorumluluğa uyması; maske, mesafe, temizlik kurallarının tatbiki bu pandemiyi yenmede ana silahımızdır.”
Dünya Kalp Gününde “Kalp Damar Hastalıklarını Yenmek İçin Kalbi Kullan” seferberliği
Dünya Kalp Federasyonu tarafından her yıl 29 Eylül Dünya Kalp Gününde kalp damar sağlığına yönelik yeni bir slogan belirlendiğini hatırlatan Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, “Bu yılın sloganı ‘Kalp Damar Hastalıklarını Yenmek İçin Kalbi Kullan’ olarak belirlendi. Hepimiz sağlıklı beslenerek, tütün kullanmayarak, egzersiz yaparak, aşırı kilo almayarak, tansiyon, kolesterol ve şekerimizi kontrol ederek çocuklarımıza ve sevdiklerimize iyi örnek olarak kalplerimizi koruyabiliriz. Pandemi döneminde karantinalar hareketsizlik ve kötü beslenmeye, kontrolsüz kilo almaya yol açmasın. Pandemide kalp damar hastalıklarından korunmayı ihmal etmeyelim. Kalp damar hastalıklarının dünyada birinci ölüm sebebi olduğunu unutmayalım.

Pandemi döneminde karantinalarda geçen günlerde hareketsizlik kalp damar sağlığı için risk arzetmekte, bu dönemde ev içinde de olsa hareketimizi aksatmayalım, aldığımız kaloriyi artırmayalım, aşırı kilo almayalım diyetimize dikkat edelim. Pandeminin yarattığı olumsuz ortamın kalp damar sağlığımızı bozmasına izin vermeyelim.
Halkımızı kalp damar hastalıkları hakkında bilinçlendirme aktivitelerimiz yıllardır devam ediyor. Bunlardan biri de geçen yıl Yandex iş birliği ile yaptığımız ve bugüne kadar 5.5 milyona yakın görüntülenme sağlayan ‘Kalp Krizi DurAKSatmasın’ projesidir. Bu proje ile Yandex navigasyon kullanan kişilere trafikte duraklamalar esnasında kalp damar hastalıklarının önemi, korunma yolları ve kalp krizi hakkında aydınlatıcı bilgi verilmektedir. Başarı ile süren bu projemizi de tekrar TURKMI-II çalışma verilerinden yararlanarak canlandırmayı planladık.” şeklinde konuştu.

PANDEMİ SÜRECİNDE KAYGIYI AZALTACAK 6 ÖNERİ

Koronavirüs ülkemizde ve tüm dünyada yayılmaya devam ettikçe insanlardaki endişe, stres ve paranoya giderek artıyor. Pandemi nedeniyle günlük hayattaki değişiklikler ve evde geçirilen sürenin artması insanların psikolojisini olumsuz etkiliyor. Bu sürecin ruh sağlığına etkilerini azaltabilmek için bazı pratik önerilere uyulması önem kazanıyor. Memorial Kayseri Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Şaban Karayağız, pandemi sürecinde kaygı düzeyini azaltmanın yolları hakkında bilgi verdi.

Belirsizlik sorunları artırdı

Yeni tip koronavirüsün, fizyolojik etkilerinin yanı sıra psikolojik ve davranışsal sorunlara da neden olduğu belirlendi. Pandemi sürecindeki belirsizlik nedeniyle insanların uzun süre eve kapanması psikolojik sorunların ortaya çıkmasına neden oldu. Mümkün olduğunca sosyal mesafeyi koruyarak hastalığın bulaşıcılığını en aza indirmek ve sevdiklerini korumak için yapılan sosyal izolasyon, tek çare olarak düşünüldü. Ancak sosyal izolasyon nedeniyle ortaya çıkan kısıtlanma duygusu; sıkıntı, endişe, çaresizlik ve karamsarlığı artırdı. Bu süreçte insanlar yaşam tarzını değiştirmek zorunda kaldı. Özgürlüğün sınırlandırılması ve bireylerin istediklerini yapamaması, engellenmişlik duygusunu ortaya çıkardı. Hatta psikiyatrik rahatsızlığı olanların tedavileri için evlerinden çıkmaması bile başlı başına bir sorun haline geldi.

Pandeminin ruh sağlığı üzerindeki 4 etkisi

Pandeminin ilk dalgası başarılı bir şekilde atlatmış gibi gözüksek de, sürecin ikincil tesirleri toplumun ruh sağlığını etkiledi. 300 kişi üzerinde yapılan ön araştırmanın sonuçlarına göre;

– Pandemi sürecinde erkeklerde kadınlara göre daha yüksek seviyede kaygı düzeyi belirlendi.

– Hali hazırda kaygı bozukluğu olan ama tedavi ve kontrol altında olan bireylerin genel kaygı düzeyleri, böyle bir rahatsızlığı olmadığını söyleyenlere göre daha düşük tespit edildi.

– Çeşitli mecralar aracılığıyla salgın haberlerini takip edenlerin kaygı düzeyi takip etmeyenlere göre daha yüksek olduğu ortaya çıktı.

– Kendini hastalık bulguları açısından takip etmediğini veya hastalıktan korkmadığını söyleyenlerin kaygı düzeyinin daha yüksek olduğu tespit edildi. Yani anlık kaygı düzeyinde bir kişi salgın haberlerini ne kadar çok izliyor, salgın hakkında ne kadar çok konuşuyorsa kaygı düzeyi de o oranda arttığı belirlendi.

Günlük rutine dönülmeli

Özellikle karantina sürecinde kaygılı ve evhamlı yapısı olan bireylerin gösterdikleri aşırı hassasiyet ve insan ilişkilerini düzenleme konusunda yaşadıkları zorluk, bazı sorunları ortaya çıkardı. İnkar mekanizması nedeniyle bazı bireyler, pandemi sürecinde alışkanlıklarını değiştirme konusunda güçlük yaşadı. Dikkat, odaklanma, stres, planlama ve düzenleme gibi sorunlar kişilerin hayatında daha da belirginleşti. Sürecin psikolojik etkileriyle baş edebilmek için bireylerin rutin gündelik hayatlarına mümkün olduğunca sürdürmesi gerekirken, alışkanlıkları değiştirmek ve belirsizlikler olağandışılık duygusunun ortaya çıkmasına neden oldu.

Pandemi sürecinde kaygıyı azaltacak öneriler

– Günlük rutin işlerle uğraşmaya devam edilmeli, çalışma düzeni yeni şartlara göre ayarlanmalı.

– Düzenli uyumaya, yatma ve uyanma saatlerine özen gösterilmeli.

– Normal düzendeki hobilere devam edilmeli, bol kitap okunmalı ve müzik dinlenmeli. Mümkünse bir hobi edinilmeli.

– Egzersiz yapılmalı, kalabalıktan uzak doğa yürüyüşleri tercih edilmeli. Evde spor yapma alışkanlığı kazanılmalı.

– Bağışıklık sisteminin düşmemesi için düzenli ve dengeli beslenilmeli. Alkol ve sigara gibi zararlı alışkanlıklar terk edilmeli.

– Pandemi sürecinde doğru kaynaklardan bilgi alınmalı. Psikolojimizi bozacak sosyal medyada kaynağı belli olmayan dezenformasyon içeren bilgilere itibar edilmemeli.

– Koronavirüs ile ilgili edindiğimiz bilgileri aile bireyleri ile paylaşırken dikkatli olunmalı. Özellikle çocuklara kaygı düzeyini artıracak bilgiler verilmemeli.

ALİKEV ile adımlar eğitime destek için atılıyor
Ali İsmail Korkmaz’ın yarım kalan düşlerini hayata geçirmek üzere kurulan Ali İsmail Korkmaz Vakfı, 8 Kasım 2020 Pazar günü 15K, 10K ve 5K etapları sanal olarak gerçekleşecek.
Toplumsal barış ve eşitliğin var olduğu, insan-doğa ilişkileri de dâhil olmak üzere her türlü eşitsiz ilişkiden arınmış bir dünyayı, gençliğin katılımıyla kurarak Ali İsmail’in düşlerindeki özgür dünyayı hayata geçirmek misyonuyla kurulan Ali İsmail Korkmaz Vak fı (ALİKEV), Emel Anne ve tüm gönüllüleriyle birlikte 42. İstanbul Maratonu’nda eğitime katkı için koşuyor.
Pandemi önlemleri nedeniyle bu yıl 15K, 10K ve 5K etapları sanal olarak gerçekleşecek maratonun, 42K etabı ise sınırlı sayıda katılımcıyla koşulacak. ALİKEV, bu yıl sanal gerçekleşecek üç etapta dünyanın farklı yerlerindeki gönüllüleriyle buluşacak, adımlarını gençlerin eğitimi için atacak.
“Adımlarımız her yerde olacak”
Pandemi süreciyle birlikte dünyadaki eşitsizliklerin derinleşmeye başladığını, ekonomik ve sosyal krizlerin toplumları etkilediğini söyleyen Emel Anne, “Bu süreçte en çok etkilenen kesimlerin başında gençler geliyor. İçinde bulunduğumuz dönemi ancak dayanışma ve bir araya gelerek atlatabileceğimize inanıyoruz. Bu sene de İstanbul Maratonu’nda gençlerin eğitimlerine destek olmak için adımlarımızı atacağız. Yeniden onlarca gencin düşlerini gerçek kılmak için güçlerimizi birleştireceğiz. Belki bu sene yan yana olamayacağız ama #AdımlarımızHerYerde olacak. Sizler de 8 Kasım 2020 Pazar günü dilediğiniz yerde adım atarak Ali İsmail’in ve onlarca gencin düşlerindeki dünyayı kurmamıza destek verebilirsiniz” dedi.
ALİKEV ile birlikte koşmak için kosu.alikev.org adresinden kayıt olabilir ve adımlarınızı dilediğiniz yerde atarak gençlerin eğitimlerine destek olabilirsiniz.

OKUL ÖNCESİ ÖĞRETMENLERİ, TEKNOLOJİ OKURYAZARLIĞI KONUSUNDA DESTEĞE İHTİYAÇ DUYUYOR

 COVID-19 karantina sürecinde, “okul öncesi öğretmenlerinin pedagojik deneyimleri ve olası eğitim senaryosu” hakkındaki görüşlerini incelemek amacıyla yapılan araştırmaya göre öğretmenler; teknoloji okuryazarlığı, teknolojik platformları kullanma ve dijital içerik oluşturma süreçlerinde desteğe ihtiyaç duyuyor.

İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Toran ve Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesinden Dr. Öğretim Üyesi Gökhan Güneş tarafından, “okul öncesi öğretmenlerinin COVID-19 pandemisi sırasında pedagojik deneyimleri ve olası eğitim senaryosu” hakkındaki görüşlerini inceleyen bir araştırma gerçekleştirildi. Araştırmadan elde edilen ilk bulgulara göre; okul öncesi öğretmenlerinin pandemi sürecinden hem kişisel hem de mesleki olarak etkilendikleri, teknoloji okuryazarlığı, teknolojik platformları kullanma ve dijital içerik oluşturma süreçlerinde desteğe ihtiyaçları duydukları ve teknolojik, pedagojik alan bilgisi yeterliliği konusunda kendilerini zayıf hissettikleri ortaya çıktı. Yine ilk verilere göre; çocukların bu süreçten psikolojik ve gelişimsel olarak olumsuz etkilendikleri, pedagojik olarak yeteri kadar yararlanamadıkları, ailelerin ise bu sürecin yönetiminde önemli bir çaba sarf ettikleri ancak yeterli olamadıklarına dair sonuçlar ortaya çıktı.

Nitel araştırma teknikleri kullanarak yapılan araştırma, 10’u kadın, 1’i erkek olmak üzere 11 kişiden oluşan gönüllü bir grupla gerçekleştirildi. Online görüşmelerin yapıldığı öğretmenlerden, yeni normalde olası eğitim senaryosu için eğitim ortamı tasarlamaları da istendi. Araştırmaya katılan okul öncesi öğretmenlerin mesleki olarak sahip oldukları deneyim 3 ile 18 yıl arasında değişirken, katılımcılardan ikisi yüksek lisans dokuzu ise lisans mezunu olarak belirlendi. Çalışma grubunda yer alan okul öncesi öğretmenlerden bir kısmı karantina sürecinde senkron eğitim yapan, bir kısmı ise EBA üzerinden asenkron eğitim yapan öğretmenlerden seçildi.

Görüşmelerden elde edilen verilerin ilk analizlerine dair bilgi veren İKÜ Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Toran, “Okul öncesi öğretmenlerinin görüşlerinin kişisel deneyimler, mesleki yeterlilikler, çocuklara yönelik gözlemler, uygulanan politikalara yönelik öneriler ve olası eğitim senaryolarına ilişkin görüşleri ile ilişkili olduğu belirlendi.” dedi.

Kaygı, anksiyete ve depresyon şikayetlerinde artış

Okul öncesi öğretmenlerinin pandeminin başlangıcından itibaren uygulanan karantina sürecinde, kişisel yaşantılarında önemli değişikliklerin olduğunu ve pandemiden kaynaklı kişisel olarak şok yaşadıklarının belirlendiğini dile getiren Doç. Dr. Mehmet Toran, “Katılımcılar, psikolojik ve duygusal olarak bu süreçten olumsuz etkilendiklerini, kaygı, depresyon, anksiyete gibi şikayetlerinin arttığını belirttiler. Bu süreçte ailevi sorunlar yaşadıklarını, aile içindeki sorumluluklarının arttığını, aile üyelerinin sağlığını koruma çabası ile birlikte ailede eşlerden birinin bu süreçte işsiz kalmasından dolayı ekonomik kaygılar yaşadıklarını ifade ettiler. Ayrıca aile içindeki rolleri ile öğretmenlik rolünü eş zamanlı olarak aynı mekanda sürdürme çabasının da kendilerini psikolojik olarak zorladığı belirttiler. Bununla yanı sıra COVID 19 ile birlikte ilk defa belirsizlikle bu kadar karşı karşıya kaldıklarını, bunun hem kişisel hem de mesleki olarak kendilerini zorladığını dile getirdiler.” diye konuştu.

Öğretmen yetiştirme programları teknoloji okuryazarlığı konusunda zenginleştirilmeli

Pandemi ile birlikte başlayan uzaktan eğitim sistemine ilişkin okul öncesi öğretmenlerinin teknolojiyi kullanma, dijital içerik oluşturma, alan bilgisini teknolojik alanda etkili kullanma noktasında kendilerini yetersiz algıladıkları sonucuna ulaştıklarını belirten Doç. Dr. Mehmet Toran şöyle devam etti:

“Okul öncesi öğretmenleri, teknolojik altyapının yeterli olmadığı noktalarda anlık mesajlaşma programlarından da destek aldıklarını belirttiler. Bunun sebebini teknoloji kullanımı konusunda bireysel eksikleri kadar platform erişimlerinde yaşadıkları sınırlamalara da bağlayan katılımcılar, pandeminin hizmet içi eğitimlerin geliştirilmesi için bir fırsata dönüşebileceğinin altını çizdiler. Uzaktan eğitim ve dijital platform kullanımlarında Öğretmenlerin gereksinim duydukları eğitim başlıkları arasında ise teknoloji okuryazarlığı, dijital içerik üretimi yer alıyor. Bununla birlikte çalışma grubunda yer alan okul öncesi öğretmenleri, COVID-19 pandemisi gibi krizlere karşı mesleki olarak kendilerini güçlendirecek destek programlarına ihtiyaç duyduklarını, bu destek programlarının mesleki yeterlik ve psikolojik desteği kapsayacak şekilde olması gerektiğini ifade ettiler. Öğretmenler, yeni normaldeki eğitim uygulamalarının, okulların fiziksel koşullarından, sınıfların kalabalık olmasından ve uygulamalardaki belirsizlikten dolayı zor olacağını ifade ederken, sınıf mevcutlarının seyreltilmesi, uygun fiziksel ve donanımsal koşulların sağlanması koşuluyla yeni normalde eğitimin başarılı bir şekilde uygulanabileceğini belirttiler.”

Çocukların yaşadığı problemler

Araştırmanın, uzaktan eğitim sürecinde çocukların yaşadıkları problemlere dair verileri de içerdiğini söyleyen Doç. Dr. Mehmet Toran, “Okul öncesi öğretmenleri, uzaktan eğitim uyguladıkları süreçte çocukların uzun süre ekran karşısında kalamadıklarını, odaklanma sorunu yaşadıklarını, çocukların dikkat sürelerinin oldukça sınırlı olduğunu, yönergeleri istenilen nitelikte alamadıklarını ve çocuklarla uzaktan etkili iletişim kuramadıklarını ifade ettiler. Uzaktan eğitim için sunulan alt yapının çocuklar tarafından etkili kullanılamadığını, zaman geçtikçe uzaktan eğitime devam eden çocuk sayısının azaldığını, teknolojiye erişimi olmayan çocukların ise bu süreçten hiçbir şekilde faydalanamadığını belirttiler. COVID 19 pandemisi sürecinde çocukların gelişimsel olarak sosyal, duygusal psikomotor alanlarda olumsuz etkilendikleri, akranları ile iletişim kuramadıkları, pandemiden kaynaklı kaygı düzeylerinin arttığı da elde edilen veriler arasında yer alıyor. Katılımcılarımız tarafından ayrıca, bu gibi krizlerde çocuklara yönelik özellikle psikodestek programlarına ihtiyaç duyulduğu, çocukların psikolojik olarak iyi oluşlarına yönelik destek programlarının geliştirilmesi gerektiği de belirtildi” diye konuştu.

Uzaktan eğitim sürecinde ailenin rolü

Doç. Dr. Mehmet Toran, bu süreçte ailelerin rolüne dair elde edilen verileri ise şöyle sıraladı:

“Katılımcılarımız, pandemi ile birlikte okul öncesi eğitimde ailenin rolünün önemli bir şekilde açığa çıktığını, ailelerin uzaktan eğitim sürecinde neredeyse yardımcı öğretmenlik yaptıklarını ancak bunun etkililiğinin, ailelerin yeterlilikleri ile doğru orantılı olduğu belirttiler. Öğretmen yetiştirme programlarında aile çalışmalarına daha fazla yer verilmesini, aileyi eğitime dahil etme stratejileri noktasında okul öncesi öğretmenlerinin donanımlı bir şekilde yetiştirilmesi gerektiğini vurguladılar. Bununla birlikte ailelerin eğitim sürecine başarılı bir şekilde dahil olması için uygulamalara ailelerin de etkili bir şekilde dahil edilmesini, ailelerin bu konuda bilinçlendirilmesini, ailelerin teknolojiye erişim ve kullanma eşitsizliklerinin giderilmesi gerektiğini ifade ettiler.” dedi.

Masa baş etkinliklere uygun eğitim ortamı tasarımları öne çıktı

Okul öncesi öğretmenlerinin pandemi sürecindeki olası eğitim senaryolarına ilişkin görüşlerinin de incelendiğini dile getiren Doç. Dr. Mehmet Toran, “Öğretmenlerin olası eğitim senaryolarını, mevcut yeterlilikleri ve bilgileri doğrultusunda tasarladıkları, okul öncesi eğitimde mesafeyi koruyabilmek için daha çok masa başı etkinlikler uygun eğitim ortamı tasarladıkları belirlendi. Eğitim ortamının tasarımında ise sadece çocuklar arasındaki mesafeyi korumaya yönelik tasarımlar yaptıkları, klasik eğitim ortamının ise olduğu gibi korunduğu görüldü.” diyerek sözlerini noktaladı.

Romatizma TV’den, Ankilozan Spondilit (AS) hastalarına özel youtube canlı yayını

RomatizmaTV youtube kanalından Ankilozan Spondilit hastalarına özel canlı yayın

Romatizmal hastalıklar hakkında en doğru bilgileri uzman doktorlar aracılığıyla veren Romatizma TV, Youtube kanalı üzerinden düzenleyeceği canlı yayında iltihaplı bir romatizma hastalığı olan omurga ve leğen kemiğindeki eklemleri tutan ankilozan spondilit (AS) konusunu ele alacak.

Romatizmatv.org öncülüğünde, Romatizma TV Youtube kanalı üzerinden 1 Ekim Perşembe günü saat 20.00’de gerçekleşecek canlı yayına Türkiye Romatoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Özbek katılacak.
Canlı yayın 20.30’da www.youtube.com/c/RomatizmaTVorg adresinden izlenebilecek ve bu süre zarfında hastalardan gelen sorular da yanıtlanacak. 30 Eylül 18.00’e kadar ise http://romatizmatv.org/soru-sorun/ adresinden sorular kabul edilecek.

AS hastalarının 3’te 1’ine yanlışlıkla bel fıtığı teşhisi konuyor
Türkiye’de yaklaşık 400 bin kişiyi etkileyen, omurgada hareketi kısıtlayan iltihaplı romatizma hastalığı olan ankilozan spondilit (AS) hastaların hem yaşam kalitesini bozuyor hem de yaşam süresini olumsuz etkiliyor. AS tanısının 5-9 yıl gecikmeli konulduğunu belirten Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Özbek, “Hastaların çoğuna yanlışlıkla bel fıtığı tanısı konuluyor. Yanlış tanı konulan hastaların yüzde 7’si bu nedenle operasyon geçiriyor. Operasyon geçiren hastalarda doğru tanı gecikmesi 11 yıla çıkıyor.
15-40 yaş arası erkeklerde, kadınlara göre 3 kat daha fazla görülen iltihaplı romatizma hastalığı olan AS ve bel fıtığının taban tabana zıt hastalıklar olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Özbek, “En temel belirtisi 3 aydan daha uzun süren bel ağrısı. Bel fıtığı ağrısı istirahatle azalır, düzelirken, AS hastalarının ağrısı istirahat sonrasında artar. Bunun en karakteristik örneği hastaların sabah yataktan ağrı ve hareket kısıtlılığı ile uyanmalarıdır. AS genetik bir rahatsızlık. Erken teşhis konulmazsa bu kişilerde yıllar içerisinde omurgalarında deformitelerin gelişmesi ve sonrasında gökyüzüne bakamaz hale gelmeleri söz konusudur. Başlangıçta uzun istirahat sonrası ortaya çıkan ağrılar zamanla daha kısa istirahatlerden sonra gelişir ve en sonunda sürekli, geçmeyen bir ağrıya dönüşür. Ankilozan spondilit hastaları egzersizden çok yarar görürler. Bu yüzden hastalarıma “egzersiz dünyada yan etkisi olmayan tek ilaç” derim. Ankilozan spondilit hastaları da hem hastalığın en önemli yakınması olan ağrıyı azaltmak, ortadan kaldırmak hem de ileride gelişebilecek postür problemlerini önlemek, en aza indirmek için mutlaka egzersiz yapmalıdır. Kesinlikle “bu hastalığın tedavisi yok” gibi bir görüşe inanmasınlar. Erken tanı ve tedavi ile bugün ankilozan spondilit hastalarının yaşam kalitesi ve yaşam süresi çok önemli derecede normale döndürülebilir. Yeter ki erken tanı konulsun, egzersiz ve ilaçlar bir arada kullanılarak her yönüyle doğru, etkili bir tedavi uygulanabilsin.”

Mevsim Geçişleri Bipolar Bozukluğu Tetikliyor mu?

Öz Türkçesi iki uçlu duygulanım bozukluğu olan, bipolar bozukluk, “maniden depresyona kadar uzanan ruh halindeki aşırı değişiklikler” olarak tanımlanır. Psikolog Kardelen Oğhan da  mevsim geçişlerinin bipolar bozukluktaki etkisi üzerine dikkat çekti.

Hepimiz zaman zaman duygusal iniş ve çıkışlar yaşarız. Çok güzel bir haber alır saatlerce belki gün boyunca ağzımız kulaklarımızda dolaşırız veya kötü bir haber alır bütün gün modumuz düşük gezer, isteksiz ve keyifsiz oluruz. Bunlar günlük rutinimizde kısa süreli diyebileceğimiz, uzun vadede hayatımızı ve kararlarımızı radikal şekilde etkilemeyen ‘an’lardır, birkaç saat veya birkaç gün içerisinde kendi olağan duygu durumumuza geri döneriz.

Bipolar bozuklukta ise durumun aşina olduğumuz iniş ve çıkışlardan farklı olduğunu belirten Oğhan, burada söz konusu olan birkaç saat veya bir iki gün süren bu dalgalanmalar değil de bir haftadan daha uzun süren, bazen birkaç aya kadar uzayabilen ve kontrol edemediğimiz ama olmadıkları dönemlerde de olağan hayatımıza devam edebildiğimiz iniş-çıkışlar olduğunun altını çizdi.

Riskli Davranışlar

İnişler derken kastettiğimiz ‘depresyon’; yoğun bir değersizlik, mutsuzluk, umutsuzluk, çaresizlik, suçluluk hislerimizin ağır bastığı; özgüvenimizin, enerjimizin ve motivasyonumuzun azaldığı; uyku ve konsantrasyon zorlukları yaşadığımız bir çökkünlük halidir.

Çıkışlar derken ise ‘mani-hipomani’ ataklarını kastediyoruz. Az uykuya rağmen aşırı enerjik hissettiğimiz, çok hızlı düşünüp oldukça hızlı konuştuğumuz, günlük mutluluğa kıyasla çok daha enerjik, çok daha neşeli olduğumuz veya tam tersi günlük kızgınlığa oranla çok daha agresif olduğumuz, patlayan bir özgüvenle ve “her şeyi yapabilirim” inancıyla ortalıkta dolaştığımız, çok daha fazla para harcadığımız ve asla bitsin istemediğimiz, çoğu zaman da sorun olarak görmediğimiz bir coşkunluk hali…

Bütün bu ‘güzel’ gelen özelliklerine ek olarak, aslında göklere çıkardığı özgüvenle oldukça riskli davranışlarla kendi hayatımızı ve başkalarının hayatını riske atmamıza sebep olabilen bir duygu durum atağıdır mani. Hızlı araba kullanımı, riskli cinsel birliktelikler, ciddi miktarlarda kredi çekip büyük alışveriş yapmalar, olağan duygu durumumuzdayken almayacağımız radikal kararlar almalar riskli denebilecek davranışlara örnek verebileceğimiz davranışlardan sadece bir kaçıdır.

Mevsimsel geçişler bipolar atakları için ciddi alarmlar olabilir.

Özellikle hepimizin daha neşeli ve canlı hissetmeye eğilimli olduğu ilkbahar ve yaz aylarında bipolar hastalarının da mani ataklarının tetiklenmesi ile uykusuzluğun ve riskli davranışların başlaması beklenebilir.

Peki ya hepimizin cansız ve keyifsiz olmaya meyilli olduğu sonbahar ve kış ayları?

İşte şu an içinde bulunduğumuz sonbahar ve kış bu ayları ise çoğumuzu mutsuz, keyifsiz hissettirirken, bipolar hastaları için depresyon ataklarının başlayabileceği, intihar düşüncelerinin akıllara gelebileceği zamanları kapsıyor olabilir.

İki dönemde de atağı gelirken görebilmek, erken belirtilerini tanıyabilmenin önemini vurgulayan Psikolog Kardelen Oğhan koruyucu tedaviye devam etmek ve doktor kontrollerini aksatmamak atağın gelmemesi veya gelirse bile kısa vadede yatışabilmesi için oldukça önemli olduğunu vurguladı.

Bağışıklık Sisteminiz Güçlü Bir Kalkan Olsun!

 Özellikle mevsim geçişlerinde bağışıklık sistemini güçlendirmek başta koronavirüs olmak üzere pek çok hastalığa karşı vücudun daha dirençli olmasını sağlıyor. Uzman Diyetisyen Nilay Keçeci Arpacı, bağışıklık sistemini güçlü bir kalkan yapmak için tüketilmesi gerekenleri anlattı.

 SARI ÇAY İLE GÜÇLÜ BAĞIŞIKLIK

Sonbahar aylarında bağışıklık sistemini güçlendirmek için öncelikle sağlıklı beslenmek ve A, C, D, E vitamin desteklerinin yanında, çinko, omega 3 gibi ihtiyaçları da almak gerekiyor. Bu vitaminleri öncelikle mevsimde taze sebze, meyvelerden ve baharatlardan sağlamak en doğru olandır. Baharatlar da bu konuda önemli rol oynar. Özellikle zencefil ve zerdeçal içerdikleri vitamin ve mineraller sayesinde hem bağışıklık sistemini güçlendirir hem de birçok hastalığa iyi gelir. Araştırmalar gösteriyor ki; zencefil ve zerdeçal içerdikleri antioksidanlar ve bileşenlerle solunum yollarını korumaya yardımcı bir ikili. Zencefili destek güçlerle bağışıklık güçlendiren bir çay olarak tüketebilirsiniz. 1 litre su içine 1 elmayı dilimleyin, yarım limon sıkın ve kaynatın. Kaynayan suya 1 çubuk tarçın, 1 poşet yeşil çay ve 1 çay kaşığı da toz zencefil ekleyin. 5 dakika daha kaynadıktan sonra günlük istediğiniz kadar tüketin.

ZAYIFLAYAN BAĞIŞIKLIĞA ALTIN CACIK

Bağışıklık sisteminizin zayıfladığını düşünüyorsanız, bağışıklığı güçlendirmede etkili olan besinleri listenize almalısınız. Güçlü bir antioksidan olan sarımsak beslenme planınızda sık sık yer almalıdır. Güçlü bir bağışıklık için önemli olan ve bağırsak florasını güçlendiren yoğurt, kefir gibi probiyotiklere de beslenme planınızda yer vermelisiniz. Zerdeçal da bağışıklık sistemine güç katacak bir kaynatır. Tüm bunları ayrı ayrı tüketmek zor geliyorsa bir arada tüketebileceğiniz basit karışımlar yapabilirsiniz. Örneğin; 4 yemek kaşığı yoğurdun içine yarım çay bardağı su, 1 avuç semizotu, 3 tam ceviz içi, 1 tatlı kaşığı zerdeçal, 1 tatlı kaşığı zencefil tozu ekleyin ve karıştırın. İsterseniz bu karışıma sarımsak da ekleyin. Çünkü sarımsak, antioksidan açısından zengin olmasının yanında iyi bir antibiyotiktir. Hastalıklara karşı vücutta bir kalkan oluşturur.

HASTALIKLARA KARŞI TURP SALATASI

Turp içerisinde karbonhidrat, lif, protein, florür ve biraz yağ bulunur. Yine B ve C gibi çeşitli suda çözünür vitaminler; kalsiyum, demir, magnezyum, manganez çinko, potasyum ve fosfor gibi mineralleri de içerir.  Turpun koenzim Q10, yağda çözünen bir antioksidan olan koenzim ve tip 2 diyabet gelişimini önleyen insan mitokondrilerinde elektron taşıma zincirinin bir bileşenini içerdiği bilinmektedir. Bağışıklık sistemini güçlendirmede önemli rol oynayan antioksidanlardan flavonoidler ve antosiyaninleri de içerir. Turp tüketimini artırmak bağışıklığınızı daha güçlü hale getirir. Turpu öğünlerinizde salata olarak tüketebilirsiniz. Örneğin; 6 küçük boy turp, 4 dal taze soğan, 2 adet orta boy salatalık, 1 adet domates, yarım demet roka ile bir salata yapabilirsiniz. Bu salatanın üzerine 4 yemek kaşığı zeytinyağı, 2 yemek kaşığı limon suyu, 1 tatlı kaşığı sirke ile hazırladığınız sosu dökün. Küçük boy turpların kabuklarını soymayın ve ince ince dilimleyin. Vitamin ve mineral kaybına uğramaması için de bekletmeden tüketin.

 BAĞIŞIKLIĞIN RİTMİNİ NAR PUDİNGİ İLE ARTIRIN

Nar birçok meyveye göre yüksek seviyede antioksidan içerir. Hücrede oksidatif stresin oluşumunu engellemeye yardımcı olan narın suyunda yer alan antioksidanlar, serbest radikalleri engelleyerek hücrelerin zarar görmemesine ve iltihaplanmanın azaltılmasına destek verir. Bir nar neredeyse günlük C vitamini gereksiniminin yüzde 40’ından fazlasını karşılayabilecek düzeydedir. Nar tohumları, kırmızı rengin içerdikleri polifenollerden alır. Bu polifenoller serbest radikallerin uzaklaştırılması, inflamasyonun azaltılması özelliğine sahiptir.  Narı meyve olarak tüketmenin dışında özel bir karışımla da tüketerek bağışıklığınıza destek verebilirsiniz. Bir kase içinde 1 yemek kaşığı süzme yoğurt ve 1 yemek kaşığı balı karıştırın. Daha sonra 1 su bardağı sütü ekleyerek pürüzsüz bir kıvama getirin. Ardından 2 yemek kaşığı chia tohumu ekleyin ve buzdolabında en az 3 saat soğumaya bırakın. Son olarak isterseniz üzerine isterseniz içine 3-4 yemek kaşığı narı ekleyin. Nar pudingi hem lezzetli hem de sağlıklı bir karışım olacaktır.

30 dakika süreyle yapılan orta zorlukta aktiviteler, kalp hastalığı ve inme riskini azaltır
Koroner kalp hastalıklarına yol açan sağlıksız yaşam alışkanlıkları değiştirilmeli
Kalp ve damar hastalıkları dünya çapında bir numaralı ölüm sebebidir. Kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin artarak, 2030 yılında yıllık 22 milyonu aşacağı tahmin edilmektedir.
Reyap Çorlu Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Aydın 29 Eylül Dünya Kalp Günü vesilesiyle kalp hastaları için önemli bilgiler paylaşmanın yanı sıra Covid-19 sürecinde kalp hastalarına önerilerde bulundu.
Kalp ve damar hastalıkları; koroner kalp hastalıkları, serebrovasküler (beyin-damar) hastalıklar, hipertansiyon, periferik arter (atardamar tıkanıklığı) hastalığı, romatizmal kalp hastalıkları, konjenital (doğuştan)  kalp hastalıkları, kalp yetmezliği ve kardiyomiyopatileri (kalp kası hastalıkları) kapsar. Kalp ve damar hastalıklarının gelişiminde; tütün kullanımı, fiziksel hareketsizlik, obezite, sağlıksız beslenme gibi olumsuz davranış tarzları yanında diyabet, hipertansiyon, dislipidemi (kolesterol bozukluğu) gibi hastalıklar yer almaktadır. 2012 yılında tüm dünyada bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı ölümlerin yüzde 46,2’si (17,5 milyon) kalp ve damar hastalıkları kaynaklı olmuştur. Bu ölümlerin 7,4 milyonu kalp krizine (iskemik kalp hastalığı) 6,7 milyonu inmeye bağlıdır. Bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı 70 yaş altı ölümlerin yüzde 37’sinden kalp ve damar hastalıkları sorumludur. Kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin 2030 yılında yaklaşık 22,2 milyon olacağı tahmin edilmektedir.  Ülkemizde de buna paralel olarak toplam ölümlerin içinde kalp hastalıklarının payının gittikçe artma eğilimindedir. Türkiye’de her yıl yaklaşık 300.000 kalp krizi ve 125.000 ölüm bu nedenlidir. Oranlar 1989’da yüzde 40 iken, 2014 yılında yüzde 40,4 ile tüm ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer almıştır. Türkiye’de akut miyokard enfarktüsü (kalp krizi) öyküsü erkeklerde yüzde 2,3; kadınlarda yüzde 1,1’dir. Koroner kalp hastalığı sıklığı erkeklerde yüzde 3,8; kadınlarda yüzde 2,3’dür.
Koroner kalp hastalıklarına yol açan sağlıksız yaşam alışkanlıkları değiştirilmeli
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde uygulanan her türlü tedavi yöntemi ülkemizde de başarıyla uygulanmaktadır diyen Prof. Dr. Mustafa Aydın: “Sorun hastalık oluşmadan engellenebilmesinde bulunuyor. Bu amaçla tedavinin yanı sıra öncelikle hastalığı önlemeye yönelik tedbirler alınmalıdır. Koroner kalp hastalıklarına yol açan sağlıksız beslenme alışkanlıkları, sigara, hareketsiz yaşam gibi olumsuz faktörler değiştirilmelidir. Hastalık oluşumu sonrası ise ilerlemenin durdurulması ve bu amaçla ilaçla tedavi ve girişimsel veya cerrahi yöntemler uygulanmalıdır.”
Erken tanı ve tedaviyle bu hastalıkların önemli ölçüde azaltılması mümkün
Prof. Dr. Mustafa Aydın: “Kalp ve damar hastalıklarının gelişiminde risk faktörleri olarak; sigara-tütün kullanımı, fiziksel hareketsizlik, obezite, sağlıksız beslenme gibi olumsuz davranış tarzları yanında diyabet, hipertansiyon, dislipidemi (kolesterol bozukluğu) gibi hastalıklar ve ailede kalp damar hastalığı bulunması yer almaktadır. Ancak risk faktörleri ile mücadele yanında erken tanı ve zamanında tedaviyle bu hastalıkların önemli ölçüde azaltılması mümkündür.” Prof. Dr. Mustafa Aydın‘ın ifadelerine göre sigaranın bırakılması, sağlıksız beslenme ve fiziksel aktivite yoksunluğu gibi başlıca risk faktörlerinin kontrol altına alınması ile kalp hastalığı ve inmeye bağlı erken ölümlerin en az yüzde 70-80 kadarı önlenebilir.
Kronik kalp hastalarının tedavilerini aksatmaları hastalığın seyrini bozabilir uyarısı yapan Prof. Dr. Mustafa Aydın: “Hastalık tekrar alevlenip, şiddetlenebilir, tekrar hastaneye yatışlar gerekebilir. O nedenle kronik kalp hastalığı olan hastalar evlerinde mevcut ilaçlarını düzenli almaya devam etmeli, verilen diyetlerini de asla aksatmamalıdırlar. Mümkün olduğunca ev içinde egzersizler yapılmalı, kilo alınmamasına da dikkat edilmelidir.”
Haftada beş kez 30 dakika süreyle yapılan orta zorlukta aktiviteler, kalp hastalığı ve inme riskini azaltır
Obezite ve özellikle tip II diyabet fiziksel aktivite yetersizliği ile ilişkili hastalıklardır. Bu durum ise koronerkalp hastalığı gelişme riskini büyük oranda artırmaktadır diyen Prof. Dr. Mustafa Aydın: “Haftada beş kez 30 dakika süreyle yapılan orta zorlukta aktiviteler, kalp hastalığı ve inme riskini azaltır. Günümüzde giderek daha fazla insan, şeker, tuz, doymuş yağ ya da trans yağ içeriği yüksek olan işlenmiş gıdalar tüketmektedir. Sağlıksız beslenme alışkanlıkları, kronik kalp hastalıkları ile doğrudan ilişkilidir. Meyve ve sebzeler açısından zengin olan kalp sağlığı dostu bir beslenme şekli, kalp hastalığı ve inmeden korunmaya yardımcı olur. Tuz tüketimi günde beş gramla sınırlandırılmalı. Porsiyonlar ve tabaklar oransal olarak meyve ve sebzenin et veya karbonhidratlı gıdalardan daha fazla olmalı. Akdeniz tipi diyet dediğimiz zeytinyağı, sebze, meyve, balık ve kuruyemişten zengin besinlerin kalp sağlığına olumu etkilerini gösteren birçok çalışma vardır. Bu ülkemiz insanı için en yararlı beslenme tarzıdır. Sağlıklı beslenme için; işlenmemiş tahıllar, baklagiller, az yağlı süt ürünleri, deniz ürünleri, fındık, ceviz ve badem gibi kuruyemişler soframızda yer almalı,  kırmızı et tüketimi ve doymuş yağlar azaltılmalı, zeytinyağı ve diğer sıvı yağlara daha fazla yer verilmeli; şekerli içecekler, şekerli ve unlu hazır besinler ve işlenmiş karbonhidratlardan uzak durulmalıdır.”
Tütün içen her iki kişiden birinin, tütünle ilişkili hastalıklar nedeniyle öldüğünün altını çizen Prof. Dr. Mustafa Aydın: “Tütün ve sigarayı bırakmak ve sigara dumanına pasif maruziyetten korunmak, kalp hastalığı ve inme riskini azaltır. Bu önerileri uygulanması ve düzenli sağlık kontrollerinden geçmek durumunda kalp hastalığı ve inme yükü önemli oranda azalacaktır. Düzenli sağlık kuruluşuna başvuru; kan basıncı, kolesterol ve glukoz düzeylerinizi, kilonuzu ve vücut kütle indeksinizi (VKİ) önerilen düzeyde tutmak bu açıdan önem arz etmektedir.”
Bu hastalıklar nedeniyle her yıl dünya genelinde 17 milyonu aşkın kişinin yaşamını yitirdiğini ifade eden Prof. Dr. Mustafa Aydın: “Bu sayının 2030 yılında 23 milyon olması beklenmektedir. Kalp hastalığı ve inmenin, yaşlıları, erkekleri ve zengin toplumları daha fazla etkilediği yanlış bilinen bir gerçektir. Her ne kadar erkeklerin ve kadınların karşı karşıya oldukları risk ayrı ayrı hesaplanmamış olsa da, kardiyovasküler hastalıklar her iki cinsiyeti de etkiler.”
Covid-19 salgını döneminde düzenli ilaç kullanımı ve sağlıklı beslenme önemli
Prof. Dr. Aydın: “Koroner kalp hastalığı ve hipertansiyon hastalarında Covid-19 salgını döneminde düzenli ilaç kullanımı ve sağlıklı beslenme daha önem kazanmaktadır. Kalp-damar hastalarında hastalık daha ağır seyretmekte ve yoğun bakım gereği daha fazla olmaktadır. Ölüm riski kronik kalp hastalığı olanlarda daha yüksek olmaktadır Bu yüzden kronik kalp damar hastalığı, hipertansiyon, diyabet gibi hastalıkları olan kişilerin hastalığa yakalanmamak için çok daha dikkatli olmaları gerekmektedir.”